16 Ocak 2024 19:00
T24 Haber Merkezi
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş başkanlığında, Meclis Genel Kurulu’nda terörle mücadeleye ilişkin bilgilendirme oturumu düzenleniyor. Kurtulmuş, "Terör belasını tüm unsurlarıyla yok edeceğiz" derken, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, "Pençe Kilit Operasyonları ile kilit kapatılmıştır. Eğer orada olmasaydık, kendi şehirlerimizde daha büyük bedeller ödeyecektik. Bugün artık yurt içinden şehit haberi gelmiyor." ifadelerini kullandı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, "Suriye'nin kuzeyinde bir terör devletinin kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz" açıklamasını yaptı.
Öte yandan TBMM Genel Kurulunda "teröre karşı bildiri" konulu Meclis Başkanlığı tezkeresi Dem Parti hariç tüm siyasi partilerin oyuyla kabul edildi. Irak’ın kuzeyinde gerçekleşen saldırıların ardından AKP'nin isteğiyle hazırlanacak ortak bildiriye imza atmama kararı alan CHP ve Saadet Partisi'nin, aynı konuda hazırlanan TBMM Başkanlığı tezkeresine evet deme kararı alması ise dikkat çekti.
TBMM Genel Kurulu, terör gündemiyle TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş başkanlığında toplandı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Pençe-Kilit Harekat bölgesindeki terör saldırısı ve bölgedeki gelişmelere ilişkin Meclis’i bilgilendirdi.
Saadet Partisi Grubu adına konuşan Muğla Milletvekili Selçuk Özdağ, "Bu çocuklarımızı teröristlerin açık hedefi haline getirip sahipsiz bırakılmasının tek bir sorumlusu çıkmayacak mı? Ölen öldüğüyle mi kalacak?" diye sordu. Saadet Partisi Grup Başkanvekili Bülent Kaya, "Artık Türkiye’nin terör ve teröristle mücadelesinin uluslararası bir boyut kazandığını görmemiz gerek" diye konuştu.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel de Genel Kuruldaki yerlerinden birleşimi takip etti. Bu arada, CHP Genel Başkanı Özel, Genel Kurulda MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yanına giderek tokalaştı.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un açıklamalarından satır başları:
Oturumun açılış konuşmasını yapan TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, “Pençe Kilit Harekatı bölgesinde şehit düşen vatan evlatlarını büyük bir saygıyla anıyoruz. Allah rahmet eylesin, bu kahraman askerlerimizi milletin gönlüne gömdük. Ailelerinin ve milletimizin başı sağ olsun” diyerek sözlerine başladı. Kurtulmuş, şunları söyledi:
“TBMM olarak teröre karşı verdiğimiz, terör çetelerine karşı verdiğimiz, terör çetelerine karşı verdiğimiz ve terörün arkasındaki destekçilere karşı verdiğimiz haklı mücadelemizdeki kararlılığı göstermektir. Özellikle son yıllarda terör örgütleri dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim bölgemizde de emperyalist devletlerin vekalet savaşlarının bir aracı, maşası olarak kullanılmaktadır. Vekalet savaşları adını verdikleri bu süslü terim esasında acımasız bir neo-emperyal saldırıdır. Bu saldırılara karşı millet olarak birliğimizi, bütünlüğümüzü, devlet olarak da bizim bekamızı sağlayabilmek için teröre karşı amasız, fakatsız, tavizsiz mücadeleyi sürdürebilmek boynumuzun borcudur. Bu empreyalist devletlerin politikalarını boşa çıkaracak olan en önemli değerimiz ise milli iradenin teceligahı olan TBMM’nin bu konuda net, açık bir kararlıkta durmasıdır.
Sadece son terörist kalmayıncaya kadar değil, bunun çok ötesinde, terörün bu topraklardan ve bu bölgeden sökülüp atılıncaya kadar, arkasındaki destekler sonlandırılıncaya kadar, yok edilinceye kadar teröre karşı kararlı mücadelemiz ciddi bir şekilde devam edecektir. Terör örgütlerine kimlerin siyasi destek verdiğini, lojistik askerî ve istihbarı destekler verdiğini hepimiz gayet iyi biliyoruz. Bu desteklerin arkasındaki esas niyetin de üç temel noktada toplandığını gayet iyi biliyoruz. Bunlardan birisi bölgeyi istikrarsızlaştırmak, bir diğeri ülkeleri bölüp parçalayarak yeni birtakım devletler ortaya çıkarmak ve daha da önemlisi, bu bölgede yaşayan halkları birbirlerine karşı düşmanlaştırmaktır. Onun için teröre karşı mücadelede her alanda güçlü bir şekilde bu mücadeleye destek olmak, bu mücadeleyi sürdürmek mecburiyetindeyiz. Başta komşu ülkelerimiz olmak üzere, bütün ülkeleri Türkiye’nin teröre karşı bu haklı mücadelesinde destek olmaya çağırıyoruz ve bu destekle birlikte de teröre karşı topyekûn bir mücadele edilmesinin zaruri olduğuna inanıyoruz.
Teröristlerin bütün bu faaliyetlerinin arkasındaki esas amaçlarından bir diğeri ise birliğimizi, kardeşliğimizi bozmak ve bunun önüne engeller çıkarmaktır. Ülkemizde ve bölgemizde gücümüzü birlik ve kardeşliğimizin yanı sıra özgürlükçü, demokratik siyasetimize de borçlu olduğumuzu biliyoruz. Bu nedenle terörün bir başka hedefi olan demokrasinin ortadan kaldırılmasına da asla müsaade etmeyeceğiz, hak ve özgürlüklerimizi, toplumsal huzurumuzu kimsenin bozmasına fırsat vermeyeceğiz. Acımızı yaşamakla beraber terörün asla hedefine ulaşamayacağını, hayatımızın akışını bozmasına izin vermeyeceğini katiyetle ifade etmek istiyorum. Türkiye sorunlarını çözmeye muktedir bir devlettir. Hiç şüphesiz bu belayı, bu terör belasını da bütün unsurlarıyla birlikte tasfiye edecek, yok edecek ve tarihin çöplüğüne atacaktır. Ancak şunu da bir kez daha terörün destekçilerini hatırlatmak isterim. Teröre verilen destek karanlığa sıkılmış bir kurşun gibidir, o desteği verenler bir gün o kurşunun kendilerini de bulacağını, kendilerine de zarar vereceğini hatırlamalıdırlar, unutmamalıdırlar. Bugün, terör örgütlerine verilen desteklerin, dönüp o desteği verenleri vuracağı gerçeğini bütün herkesin anlaması, akıllarından çıkarmamaları gerektiğini hatırlatıyorum.
"Ayrıca, bir önemli hususu da terörü besleyen propaganda gücünü dikkate almaksızın terörle mücadelenin sonuca ulaşmayacağını da ifade etmek isterim. Teröre imkan vermemek, aynı zamanda terörün propaganda gücünü de elinden almakla mümkündür. Terörün, siyaseti ekseninden çıkarmasına engel olmalıyız. Teröristlere karşı verilen kararlı mücadelemizin ancak meşru siyaset zemininde sürdürülebileceğini ve tamamlanabileceğini bir kere daha Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ifade etmek isterim. Terörün önündeki en büyük engel demokratik meşruiyetimizin kaynağı olan Türkiye Büyük Millet Meclisidir, bizatihi siyasetin kendisidir, burada yer alan milletvekilleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin ruhudur. Demokrasi ve özgürlüklerimizi korumak siyasetin kapsayıcılığıyla, siyasete sahip çıkmakla mümkündür.
Dolayısıyla siyasetin imkanlarını, araçlarını, yöntemlerini çoğaltacağız, güçlendireceğiz ama siyasetin imkanlarının da asla suistimal edilmesine müsaade etmeyeceğiz. Bugün Meclisimizi ve milletimizi bilgilendirmek için buraya teşrif eden Sayın Bakanlarımıza ve burada, Meclis’te, müzakereler sonunda oluşacak ortak tutum ve davranışa katkıda bulunacak olan milletvekillerine ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak teşekkürlerimi ifade ediyorum, gruplara da şimdiden verecekleri destekler dolayısıyla şükranlarımı ifade ediyorum.”
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in açıklamalarından satır başları şöyle:
"Bugüne kadar terörle mücadelede; yurt içinde ve sınır ötesinde icra ettiğimiz başarılı operasyonlar ile terör örgütüne çok ağır darbeler indirdik, örgütün hareket kabiliyetini bitme noktasına getirdik. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz; ülkemizin ve milletimizin güvenliğine yönelen tehditleri, sınırlarımıza dayanmadan bertaraf edebilmek için cansiparane bir şekilde görev yapmaktadır. Bu mücadelemiz sırasında ne acıdır ki şehit haberi alındıktan sonra, bilen-bilmeyen bazı kesimler tarafından çeşitli yorumlar yapılmakta, spekülasyonlar oluşturulmaktadır. Bir kısmı siyasi maksatlı olan bu söylemlerin, kahraman Mehmetçik'in gayretini yok sayma ve yürüttüğümüz mücadeleye zarar verme amaçlı olduğu görülmektedir. 'Ordumuzun bölgede ne işi var' diye soruluyor. Ayrıca 'Suriye ve Irak'ta bedel ödediğimiz' veya 'üs bölgelerinde gerekli tedbirlerin alınmadığı' gibi stratejik öngörüden yoksun; teknik ve taktikten uzak, bilinçsiz ve art niyetli söylemlere şahit oluyoruz. Şüphesiz ki bu söylemlerde bulunanlar, yakın geçmişte yaşananları, Irak ve Suriye'den kaynaklı ödediğimiz bedelleri de unutmuşa benziyorlar"
Eleştirilerin olabileceğini ancak böylesine hassas ve milli bir konuda, birlik ve dayanışma içerisinde olmak yerine yaşanan acıların, siyasi malzeme yapılmasının, asla ve asla kabul edilemeyeceğine işaret eden Bakan Güler, "Teröristlerin yanı başımızda bu şekilde yuvalanması ve düzenlediği saldırılar karşısında artık sınırlarımızın ötesinde daha etkin ve kalıcı tedbirler alma lüzumu ortaya çıktı. Bu kapsamda 2016 yılından itibaren, terörle mücadelede, kapsamlı bir konsept değişikliğine giderek çok yönlü güvenlik anlayışını kararlı bir şekilde uygulamaya koyduk. Sınırlarımızın emniyetini ileriden sağlama ve terörü kaynağında yok etme stratejisini uygulamaya başladık. Suriye'de icra ettiğimiz Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekatları ile terör örgütlerini bertaraf ettik ve Suriye hududumuzun yüzde 63'ünü ileriden kontrol altına almayı başardık. Bu operasyonlarla sınırlarımızda kurulmak istenen terör koridorunu parçalarken; aynı zamanda bölgede yaşayan veya göç etmiş olan Suriye vatandaşları için güvenli ve istikrarlı bir yaşam alanı oluşturduk" ifadelerini kullandı.
Suriye'deki süreç hakkında yapılan eleştirilere değinen Bakan Güler, "Suriye'de bedel ödediğimiz söyleniyor. Evet, Türkiye, Suriye konusunda bedel ödemiştir. Ama Suriye'ye girip gerekli tedbirleri almadan önce ödemiştir. Bu da az önce ifade ettiğim terör örgütünün hain saldırılarıyla oldu. Ancak, başarıyla gerçekleştirdiğimiz operasyonlarla bölgedeki durum artık, hem bizim hem de bölge halkının menfaatlerine uygun bir şekilde devam ediyor. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından 2019'da başlatılan Pençe harekatları, terör örgütünün Irak kuzeyindeki hareket kabiliyetinin engellenmesi ve ülkemizi hedef alan eylem arayışlarının kısıtlanması noktasında önemli kazanımlara ulaşmamızı sağlamıştır. Terör örgütü unsurlarına karşı 'sızma, sıcak takip ve yerinde etkisiz hale getirme' gibi taktiklerin başarıyla yürütülmesini sağlayan 'üs bölgeleri stratejisi' sayesinde; Sinat-Haftanin'den Hakurk'a kadar uzanan yaklaşık 300 kilometrelik Türkiye-Irak sınır şeridinde, ortalama 15 ile 30 kilometre derinlikte güvenli hat oluşturulmuştur. Pençe serisinin sonuncusu olan ve 17 Nisan 2022'de başlatılan Pençe-Kilit Operasyonu ile kilit kapatılmış ve Irak sınırımızın tamamının emniyeti ileriden tesis edilmiştir. Şu an eğer orada olmasaydık, örgütün sınırlarımıza yönelik saldırıları, daha önce olduğu gibi devam edecekti ve kendi şehirlerimizde daha büyük bedeller ödeyecektik. Bugün artık, yurt içinden tek bir şehit haberi gelmiyor. Üs bölgelerimize, kalekollarımıza tek bir saldırı yapılamıyor. Bu da terörü kaynağında yok etme stratejimizin başarısını gösteriyor. Irak sınırımızda verilen mücadeleler ve Irak’ın kuzeyindeki varlığımız sayesinde bugün artık en doğudaki sınır şehirlerimizden Hakkari ve Şırnak başta olmak üzere ülkemizin tamamında güvenlik ve huzur ortamı tesis edilmiştir" diye konuştu.
Çok ciddi bir operasyonel tecrübe gerektiren bu seviyedeki bir hava harekatı yoğunluğunu dünyada benzerini görmenin mümkün olmadığını söyleyen Bakan Güler, "Bölgedeki üslerimizde de güvenlik tedbirlerini sürekli artırıyoruz. Nitekim operasyonlarla terörist unsurları temizledikten sonra üs bölgelerindeki konuşlanma ve emniyete ilişkin hazırlanan tesisler aşama aşama geliştirilmekte ve nihayetinde son teknolojiyi haiz koruyucu sistemlerin kullanıldığı hale dönüştürülmektedir. Müteakip süreçte ise yol yapımı ile yaşam konteynerleri, banyo-tuvalet, klima, jeneratör ve diğer yaşam malzemelerinin temini dahil iyileştirme ve geliştirme çalışmaları yapılmakta; üs bölgelerimiz mütemadiyen güçlendirilmektedir. Örneğin Pençe bölgelerine toplam 620 kilometre yol, 3 tane köprü yapılmıştır. Yine operasyon bölgelerine 1173 yaşam konteyneri, 2 bin 869 jeneratör, 2 bin 482 soğuk iklim çadırı, 3 bin 760 adet klima dahil radyatör ve soba ısıtıcı gönderilmiştir" dedi.
Irak'ın kuzeyinden son gelen haberler karşısında acılarının büyük olduğunu vurgulayan Bakan Güler, "Ancak evlatlarımızın intikamını almak için kudretimiz daha büyük, irademiz ve kararlığımız ise tamdır. Bugüne kadar şehitlerimizin kanını yerde bırakmadık, bırakmıyoruz. Nitekim bugüne kadar Pençe serisi ve Pençe-Kilit Harekatı bölgelerindeki üs bölgelerimize yönelik, PKK'lı teröristlerin 3 bin 151 defa taciz ve sızma gibi saldırı girişimleri oldu. Bu saldırılara mukabil Irak'ın kuzeyinde 1689 terörist etkisiz hale getirilirken; bölgede teröristlerin döşediği 5 bin 23 mayın/el yapımı patlayıcı temizlenmiş, 2 bin 477 mağara ve sığınak kullanılamaz hale getirilmiş; ayrıca 3 bin 416 silah ile 1 milyon 390 bin 421 mühimmat ele geçirilmiştir. Irak kuzeyindeki üs bölgelerimize düzenlenen son saldırılar sonrasında da Irak ve Suriye'de kapsamlı hava harekatları başlatılmıştır. Milli İstihbarat Teşkilatı ile koordineli olarak yürütülen söz konusu harekatlarda, Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde tespit edilen toplam 114 hedef imha edilmiştir. Son 5 günde 77 terörist etkisiz hale getirilerek şehitlerimizin kanı yerde bırakılmamıştır. Böylece son 1 yılda etkisiz hale getirilen terörist sayısı 2 bin 374'e ulaşmıştır. Tabii ki bunların hiçbirisi, bir şehidimizin tırnağına bile değmez, acımızı dindirmez, yüreğimizi soğutmaz. Dolayısıyla, asla geri adım atmadan son terörist de etkisiz hale getirilinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz" ifadelerini kullandı.
Hakan Fidan da şu konuşmayı yaptı:
“Devletimizin terör belasını kati suretle bitirme yönündeki azmi ve kararlılığı her şeyin üzerindedir. Meşru müdafaa hakkımız çerçevesinde PKK/YPG ve destekçileriyle sınır ötesindeki mücadelemiz, son terör odağı etkisiz hale getirilinceye kadar devam edecektir.
Her zaman söylediğimiz gibi bölgemizde barış ve güvenliğin güçlendirilmesi, milli güvenlik sistemimizin parçası olan dış politikamızın önceliklerinin başında yer almaktadır. Bu stratejinin bir parçası olarak tüm terör örgütlerinin kalıcı olarak kökünün kazınması elzemdir. Bu, yalnızca milletimizin değil tüm bölge ülkelerinin barış, huzur içerisinde güvenli ve müreffeh bir şekilde yaşamalarının olmazsa olmaz şartıdır. Bu nedenle tüm komşularımızın ve müttefiklerimizin bölgedeki terör örgütleriyle mücadelemize samimiyetle destek vermesi bir zaruret haline gelmiştir.
Uluslararası mücadelede kullanılan en klasik araçlardan biri bildiğiniz gibi vekil unsurlar ve terör örgütleridir. Özellikle soğuk savaş döneminde nükleer caydırıcılıktan dolayı birbirleriyle savaşamayan kamplar, vekil unsurlar aracılığıyla mücadeleye girişmiştir. Türkiye’de halen mevcudiyetini devam ettiren silahlı terör örgütlerinden PKK ve DHKPC başta olmak üzere aşırı sol terör örgütleri esasen soğuk savaş döneminin birer ürünleridir. Soğuk savaş sonrasında bölgemizdeki ülkelerin teker teker terör, iç savaş ve işgale doğru süründüklerini gördük. Aynı senaryoları Türkiye’de de uygulanmaya çalışıldığını müşahede ettik. Ancak hesaba katılmayan bir şey oldu son 21 yıldır halkımızın teveccühü ile hizmet eden Sayın Cumhurbaşkanımız liderliğindeki hükümetlerimiz terörle mücadelede ezber bozarak Türkiye’ye giydirmeye çalışılan esaret gömleğini yırtıp atmıştır.
Türkiye, uzun yıllar bölücü terör örgütleri ile hükümetimiz, hükümetlerimiz döneminde mücadele etmiştir. Bu mücadeleyi sürdürürken özgürlük, güvenlik dengesinde adeta altın orantı yakalayan bir yola başvurmuştur milletimizin hak ettiği demokratik adımlar atılırken teröre zemin oluşturan toplumsal şartlar ortadan kaldırılmış, eş zamanlı olarak askeri ve istihbari alandaki yöntemler gözden geçirilerek yeni bir anlayış ve strateji ile uzun soluklu bir mücadele başlatılmıştır. Geldiğimiz noktada bölücü örgüt Türkiye’de silahlı varlığını kaybetmiş ülke içindeki faaliyeti minimum düzeye indirmiştir. Ülkemizin her bölgesi emniyet ve güven duygusu içerisinde yaşanır hale gelmiştir. Örgüt artık Türkiye’den daha çok Suriye’nin ve Irak’ın milli güvenlik tehdidi haline gelmiştir. Peki bütün bunlar nasıl oldu? Ülkemizin yıllardır karşı karşıya kaldı terör tehdidi diğer pek çok ülkenin karşılaştığı tehdidin çok ötesindedir. Zira ülkemizi hedef falan PKK FETÖ, DHKPC farklı ideolojileri sahip olmakla birlikte birbirleriyle etkileşim halindedir. Bu örgütler yeri geldiğinde hedefleri doğrultusunda işbirliği de yapabilmektedir. Terör örgütleri üçüncü ülkelerden temin ettikleri lojistik eğitim ve silah destekleri ile varlıklarını devam ettirmektedirler. Türkiye’de zemin kaybeden PKK faaliyetlerini ağırlıklı olarak sınır ötesine taşımak zorunda kalmıştır. Biz de sınır ötesinde yürüttüğümüz terörle mücadelesi stratejimizde de önemli ve yeni adımlar attık bunların bir çoğunu detaylı az önce Milli Savunma Bakanımız arz ettiler. Bu strateji doğrultusunda terörü kaynağında bertaraf ediyoruz. Suriye ve Irak ayrımını ortadan kaldırdık nereden gelirse gelsin örgütü her iki alanda da aynı anda hedef alıyoruz. Uluslararası alanda tanınma çabalarını örgütün terör bağlantısını ortaya koyan belgelerle boşa çıkarıyoruz. Irak ve Suriye sahasındaki operasyonlarımız her zaman Birleşmiş Milletler şartını 51. maddesinden doğan meşru müdafaa hakkını doğrultusunda, komşularımızın egemenlik haklarına ve toprak bütünlüğüne saygılı olarak sivillerin zarar görmemesi için her türlü tedbir alınarak kesin istihbarat ve keşif bilgilerine dayanan nokta atışlarla icra edilmektedir.
Dışişleri Bakanlığı olarak diğer kurumlarımızla işbirliği halinde terörle mücadele diplomasimizi hassasiyetle ve kararlılıkla yürütmekteyiz. Terörle mücadele diplomasimizi PKK’nın Suriye, Irak ve İran’da silahlı varlığı bulunduğu ve Avrupa başta olmak üzere pek çok ülkede siyasi ayağı olduğu gerçeğini dikkate alarak şekillendirmekteyiz. Bu bağlamda PKK’nın Suriye ve Irak‘taki mevcudiyetini yok etme gayretlerimizi, bölgesel ilişkilerimizin merkezine konumlandırmaktayız. Zira örgüt Suriye ve Irak’ta güç ve siyasi bölünmüşlükten istifade ile zemin kazanmıştır. Irak sahasında Kandil, Metina gibi dağlık bölgelerin yanı sıra Sincar, Mahmur, Süleymaniye ve Kerkük’teki sivil yerleşim alanları da terör örgütünün varlık gösterdiği bölgeler haline gelmiştir. PKK ayrıca DEAŞ’ın Irak’ta mevcudiyetini kaybetmesi ile oluşan güç boşluğu istismar etmiş, kendi nüfusunda bu alanlara kaydırmıştır. DEAŞ’la mücadele kisvesi altında Kerkük’e davet edilen PKK’nın bu şehirde bilahare mevcudiyetini geliştirmesi ve DEAŞ’tan kurtarılan Sincar’a yerleşmesi bu anlamda öne çıkan gelişmelerden olmuştur. PKK’nın bir yandan DEAŞ’ın boşalttığı alanlara yerleşirken diğer yandan da da kısmi işbirliğini sürdürür de görülmektedir. Terör örgütleri arasında Kerkük mücaviri başta olmak üzere aidiyeti ihtilaflı bölgelerde herhangi bir çatış çatışma yaşanmaması bu durumun en açık kanıtıdır. Merkezi Irak Hükümeti ile Erbil arasındaki uyuşmazlık bölgede üstü kapalı devam eden Sünni ve Şii ayrışması PKK tarafından istismar edilen Irak’taki başlıca konulardan. Ayrıca KYB’nin Süleymaniye ve mücavirinde PKK’ya alan açması örgütün bu bölgede giderek güçlenmesine neden olmuştur. Aidiyeti ihtilaflı bölgelerde Peşmerge, sahadaki varlığın azalması da bir takım Iraklı bazı milis kuvvetlerle PKK arasında taktiksel ilişkiler kurulması sonucunu vermiştir. KYB’nin Suriye’deki PKK -YPG unsurlarına eğitim verdiği Irak’ın kuzeyinde düşen SDG helikopterleri ve Arbad havalimanı hadiseleri ile iyice açığa çıkmıştır. Bu durum KYB ile PKK arasındaki ilişkinin boyutlarını da ortaya koymaktadır. Süleymaniye’ye yönelik yaptırımlarımıza rağmen PKK’ya tutumunu değiştirmezse daha ileri tedbirler almakta tereddüt etmeyeceğiz.
Bölücü örgüt, Irak içinde siyasi nüfuzunu da arttırma gayreti içerisindedir. PKK bağlantılı siyasi görünümlü bazı oluşumların Irak ve parlamentolarında farklı isimler altında seçimlere gitme teşebbüslerinde bulunduğunu görüyoruz. Irak’ta tüm yetkili aktörlere kapsayıcı şekilde yaklaşarak temaslarımızı sürdürmekteyiz. Bu bağlamda Ağustos 2023’teki Irak ziyaretimizde her kesimden yetkili ve siyasi aktörlerle görüşme fırsatımız oldu. PKK varlığının her şeyden önce Irak’ın toprak bütünlüğüne ve siyasi egemenliğine tehdit oluşturduğunu en açık dille ifade ettik. Bu konuda herhangi bir itiraz duymadık. Esasen Sudani hükümeti terörle mücadelede daha yapıcı bir tavır sergilemektedir. PKK dahil silahlı örgütlerinin Irak’ın egemenliği refahı için büyük bir tehdit olduğunu kabul etmektedir. Sahadaki kararlılığımız terör örgütüne yönelik altyapı ve üst yapının hedef alınacağına ilişkin yaklaşımımız Irak makamlarında da karşılık bulmaktadır. Bu kapsamda Irak dışişleri ve Savunma Bakanlarıyla 19 Aralık 2023 tarihinde Ankara’da istihbarat ve güvenlik birimlerimiz de katılımıyla bir güvenlik toplantısı gerçekleştirdik. Irak toplantı sonucunda ilk defa yazılı bir metinde PKK‘yı tehdit olarak kabul etmiştir. Irak makamlarıyla güvenliğin tüm boyutlarını ele almakta olduğumuz temas ve istişare sürecimiz devam etmektedir. Irak yönetiminin PKK’ya yönelik olan anlayışı tahkim etmek üzere çalışmalarımız titizlikle sürdürmektedir. Örgütün Suriye ve Irak arasındaki geçişgenliği her iki sahada da etkisiz kılınması zaruriyetini göstermektedir. PKK, Suriye ve Irak’ta kendi ideolojik ve otokratik anlayış benimsemeyen Kürtleri ve diğer etnik grupları sindirmeye çalışmaktadır. Zorla silah altına alma gibi baskılar nedeniyle Kürt Süryani Arap aileler çocuklarını ülkemize batı ülkelerine göndermeye çalışmaktadır.
Bakanlığımızın bütçesini genel kurula sunulması vesilesiyle yaptığım konuşmada belirttiğim üzere Suriye’nin kuzeyinde bir terör devleti kurulmasına asla izin vermeyeceğiz. Türkiye olarak birleşmiş milletler kararları çerçevesinde Suriye halkının meşru beklentilerini karşılayacak kapsamlı bir siyasi çözümü ve ülkenin birliği ile toprak bütünlüğünü desteklemekteyiz. Bölücü terör örgütünün sınırlarımıza ve Suriye geçici Hükümeti’nin kontrolündeki bölgelere yönelik taciz ve saldırı girişimlerinin sürdüğü, DEAŞ’la mücadele bahanesiyle destekçileri üzerinden edindiği yetenekleri çeşitlendirmeye çalıştığı, uluslararası kamuoyunun dikkatinin Gazze’ye odaklandığı bir ortamda kendi zehirli gündemini ilerletmek için faydalanmaya gayret ettiğini görmekteyiz. Suriye’de rejim karşıtlığı üzerinden kurulan uluslararası koalisyon, zaman içerisinde DEAŞ ile mücadele kisvesi altında PKK ile işbirliğine çevrilmiştir.
Soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Esat rejimine Beka Vadis’nde kurdurduğu Marksist bir örgüt olan PKK, günümüzde tarihin bir ironisi olarak yine Suriye’de Amerika ve batıyla işbirliği yaparak Suriye’yi bölmek için çalışmaktadır. Mevcut çatışma ortamı ve yabancı ülkelerin müdahalesi sonucunda örgüt, Suriye’nin üçte birini kontrol hale gelmiştir. Suriye sahasında birbiriyle rekabet içerisinde olan aktörler, kendi menfaatleri doğrultusunda PKK varlığının devamından yana tutum sergilemektedir. Bizler bu işbirliğinin milli güvenliğimize yarattığı tehdidi ortaya koyarak bu çarpık ilişkiyi sona erdirmeye ve PKK ile doğduğu yer olan Suriye sahasında sonuna kadar mücadele etmeye kararlıyız. Amerika Birleşik Devletleri DEAŞ ile mücadele bahanesiyle örgüte teknoloji ve askeri tesisat desteği vermektedir. Amerika’nın faaliyetlerine bazı Avrupa ülkeleri de ayrıca destek vermektedir. Rusya diğer taraftan Fırat’ın batısında özellikle Tel-Rıfat ve Mümbiç’te PKK varlığına göz yummaktadır. İran sınırı boyunca silahlı örgüt kaplanı varlığı ve İran içerisinde PKK uzantıları bulunması İran ile terörle mücadele diplomasimizi her düzeyde yürütmemizi zaruri kılmaktadır. Birbirleriyle rekabet halindeki farklı egemen güçlerle ilişki içerisinde olan PKK, çeşitli taahhütler altına girmekte ve bu güçlerin taşeronluğuna soyunmaktadır. Örgütün kararları da bu güçlerin talepleri üzerinden şekillenmektedir. Öte yandan örgüt operasyonlarımız karşı da yürüttüğü dezenformasyon kampanyasıyla uluslararası kamuoyunu etkileme gayret etmektedir ancak umduğu desteği bulamamaktadır.
Türkiye’nin mücadele edegeldiği terör örgütlerinin tek ortak noktası istisnasız hepsinin yurt dışında kendine ait bir alanı ve bağlantısının olması. PKK finansman bağlamında Avrupa sahası ile etkileşim içindedir. Avrupa birliği içinde ve dışında Türkiye karşı odaklarla da bağlantılıdır. PKK’nın finans kaynaklarının kurtulması amacıyla da her türlü çabayı yürütmekteyiz. Nitekim PKK’nın uzun yıllar boyunca güvenli liman olarak gördüğü ülkelerce kısıtlı da olsa örgüte karşı adli ve idari adımların atılması sağlanmıştır.
Bu çerçevede son yıllarda Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde tutuklamalar gerçekleşmiştir.
Öte yandan, Finlandiya ve İsveç’in Üçlü Muhtıra’dan bu yana attığı adımların, örgüt çevrelerini rahatsız ettiğini görmekteyiz. Girişimlerimize kararlılıkla devam edeceğiz. Sosyal projeler ve devletimizin herkesi kucaklayan yaklaşımlarının katkısıyla gençlerimiz artık örgütün sahte söylemlerine kanmamaktadır. Bu sayede, Türkiye içinden eleman devşirmekte zorlanan PKK, artan şekilde Suriye ve İran üzerinden vasatını genişletmeye yönelmektedir.
PKK’nın Suriye’de zorla silah altına aldığı çocukların durumu, Birleşmiş Milletler raporlarına yansımıştır. Örgütün, DEAŞ iltisaklıların Suriye’de zorunlu tutulduğu kamplardan rüşvet karşılığında çıkışlara müsaade ettiğini, Türkiye’de yakalanan şahısların ifadelerinden biliyoruz. Keza PKK’nın, ailelerini salıverme karşılığında, elindeki DEAŞ’lıları Türkiye ve Suriye’de eylem yapmaya sevk ettiği de bilinen gerçeklerdendir.
Yüce Meclisimizin terörle mücadele konusundaki kararlı tutumu, bundan sonraki çalışmalarımızda bize güç verecektir. Terör örgütünün son kullanma tarihi geçmiştir.
Ülkemize kasteden bölücü terör örgütüne, sınırlarımız boyunca ve ötesinde kendisini güvende hissedebileceği hiçbir alan bırakmayacağız. Sınırlarımıza mücavir toprakların, hain emellerin planlanıp icra edildiği, dokunulmaz sahalar olmasına izin vermeyeceğiz.
Terörle mücadele konusunda “tek ses, tek yürek” olan Milletimizden aldığımız kuvvetle, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, terörle mücadele diplomasimizi, devletimizin tüm kurumlarıyla birlikte sürdüreceğiz. Hepinizi saygıyla selamlıyor, bir kez daha tüm Milletimize başsağlığı diliyorum.”
Genel Kurul’da Saadet Partisi Grubu adına; Grup Başkanı, Muğla Milletvekili Selçuk Özdağ ve Grup Başkanvekili, İstanbul Milletvekili Bülent Kaya söz aldı. Selçuk Özdağ, şunları söyledi:
“Tüm şehitlerimize rahmet dileyerek sözlerime başlıyorum. Ülkemiz ve aziz milletimiz maalesef yine büyük ve derin acılara düçar edildi. Ateşin düştüğü ocaklardan büyük bir hüzün, derin bir çaresizlik yükselirken en çok da metanet ve asaletin ete kemiğe büründüğü anne-babalardan, eş ve çocuklardan ‘Vatan sağ olsun’ sözleri dudaklardan döküldü. Geçen hafta sonu 12 ve son bir ay içerisinde 25 vatan evladımızı, hangi amaca hizmet ettiği belli olan teröre kurban verdik. Ve elbette bu evlatlarımızdan sorumlu olan zevatın, karar vericilerin varsa ihmalini konuşacağız ama nihai amacı ve niyeti belli olan terörün karanlık dehlizlerinde pusu kurmuş olanların Anadolu insanının çelik vicdanına çarpacaklarını hatırlatmak istiyorum. Sadece yüreklere acı vermekle sözde bir davaya hizmet ettiklerini zanneden güruhun bilmesi gereken tek bir yalın gerçek var ki o da şehit ettikleri o askerler yavrularımızın da bir anne ve babanın evladı, birilerinin eşi ve babası olduğu gerçeğidir. Tıpkı kendilerinin de bir anne-babanın evladı olduğu gibi.
Kimden ve nereden gelirse gelsin, faili ve azmettirenleri kim olursa olsun terörün her türlüsüne lanet olsun ve gereken de yapılsın. Ama gel gelelim niye bu acı ve kavga bir türlü bitmek bilmiyor. 40 yılı aşkın bir süredir hep aynı şeyleri yaparak farklı bir sonuç elde edilemediği için mi bitirilmiyor bu terör? Öncesinde niye yapılmadığı eleştirileri gargaraya getirilip her şehit haberinin sonrasında, ‘Biz de şu kadar teröristi öldürdük, misliyle karşılık verdik’ denildiği için mi bitirilemiyor? Terörle mücadele etmek yerine, sadece terörist öldürüldüğü için mi bitirilemiyor? Terörü besleyen her icraatın altına imza atıp, sulayıp gübreleyerek büyütülen bataklığı kurutmak yerine; sinek avlamakla övünüldüğü için mi bitirilemiyor? Halkımız, bu iktidarın kendisine dayattığı derin bir kanıksama hastalığına maruz bırakılmış durumdadır. İktidarın politikaları yüzünden, ciddi siyasi ve ekonomik bir kriz yaşıyoruz.
Uzunca bir süredir, her konuda art niyetli ve bilinçli bir zamana yayma ve kanıksatma politikasını uyguluyorlar. Bu yöntemi başarılı kılmak için ise milletimiz gün be gün fakirleştiriliyor, borçlandırılıyor, hayat pahalılığına boğuluyor ve -burasına dikkat edin- terör gibi, mafya ve çetelere açılan alan gibi olgularla güvenlik tehdidi altında yaşamak zorunda bırakılarak kırk satır mı kırk katır mı çaresizliğine itiliyor. Toplum, karnını doyurup ay sonunu getirebilmekten başka bir şey düşünemez hale getiriliyor. Ve öyle bir hale gelindi ki her gün yapılan zamlar gibi, yine gün aşırı gelen şehit haberleri bile vaka-i adiye olarak görülüyor. Birileri de diyebilir ki ‘Sen ne anlatıyorsun, daha bir sene olmadı. On binlerce insanımız, yaşadıkları evlerinin, şehir ve köylerinin altında can verdi. Onu bile kanıksadık, hatta unuttuk.’ Ben de tam olarak bunu söylüyorum işte: Her şeyi kanıksayan bir toplum yarattı bu iktidar.
Bir ya da iki şehit haberi aldığımızda kılını bile oynatmayan devletlular, 5-10 şehit verdiğimiz zaman bir anda cevvalleşiyor. Selam bile vermeye tenezzül etmedikleri muhalefete, ‘Bildirilerimize imza atın, yoksa hain ilan ederiz’ deniyor. Ama bu durum ne hikmetse hep seçim zamanlarında oluyor. Seçimlerin olmadığı zamanlarda mesela ne kadar şehit verirsek verelim, ‘Ne notası, müzik notası mı bu’ diye dalga geçmekten, ‘Birkaç şehit verdik diye TBMM mi toplanırmış’ diyene kadar pervasızlığın, lakaytlığın ve sorumsuzluğun bini bir para maalesef. Ve maalesef şu sıralar şehit evlatlarımızın kanı üzerinden ikbal devşirmek isteyenlerin eteklerinin zil çaldığı günlerden geçiyoruz. Yapılan açıklama ve bühtanlara bakılırsa şehit haberleriyle birlikte devşirmeyi umdukları siyasi ikballerine kılıf hazırlamayı da ihmal etmiyorlar. En büyük kılıfları da kendilerinin dışında vatansever olmadığı ve geri kalan herkesin terör ve terörist sevicisi olduğu ifitirasıdır. Hangi toplum kesiminden ve görüşten olursa olsun, millet olarak derin bir acı yaşıyoruz. Ülkenin Cumhurbaşkanı ise toplumu kucaklayıp birleştireceği böyle bir dönemde yine pişmiş aşa su katan bir siyaset dayatmaktadır.
Cumhurbaşkanı, terör saldırısından sonra sadece iki parti liderini aramıştır. Evet, onları araması doğru bir şeydir ama Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı’nı niçin aramamaktadır? Saadet-Gelecek Grubu’nun Genel Başkanlarını niçin aramamaktadır? Burada 15 parti var. 15 partinin genel başkanlarını niçin aramamaktadır? Niye AK Parti’nin Cumhurbaşkanı oluyor da TBMM’de temsil edilen yüzde 95-100’lük kesimin cumhurbaşkanı olmayı tercih etmiyor? O yüzden böyle konularda diyoruz ki ‘Gelin, böyle konularda bile birleşmeyi, birlikteliği, beraber olmayı önce siz yapın, siz bu işlere öncülük yapın.’ Aldığımız her şehit haberinden sonra, özellikle yetkililerin ve sorumsuz sorumluların yaptığı açıklamaların ruhsuzluğu, tekdüzeliği, değişmeyen klişeleri sadece öfkeyi artırıyor. Klişe haline gelmiş bildiriler, retorik söylemler ve sorumluluğu kendinden başka herkese yükleyen ikiyüzlü gayretkeş beyanlar, terörü beslemekten, ona yol verip cesaretlendirmekten öteye bir işe yaramamaktadır.
Kimileri, ‘Ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz, 300-500 terörist kaldı’ diyorlardı. Bakıyoruz, teröristler devam ediyorlar. Eğer siz bataklığı kurutmazsanız, bölücülükle uğraşmazsanız, her zaman teröristle uğraşacaksınız ve Türkiye ile de uğraşmak isteyen iç ve dış yapılar mutlaka bu tür konuları da istismar edeceklerdir. Terör, günümüzde birçok ülkenin sorunudur. Özellikle etnik terörün beslendiği sosyolojik bir taban da vardır. Örgütü taşere eden uluslararası güçler ve devletleri es geçmeyelim. Ayrıca bu yapıların ideolojik bir yanı var ki bununla mücadele etmek ciddi bir kararlılık ve hazırlık ister. Bu mesele sadece bir güvenlik meselesi de değildir. Ekonomik bir meseledir, sosyal ve kültürel bir konudur, tarihi ve sosyolojik kodları ve gerçeklikleri vardır. Hele ki etnik terörün dayandığı toplumsal bir tabanı da oluşmaktadır. Bütün bir toplumun topyekün hissetmesi gereken bir acı ve dolaysıyla bizatihi milletin katılımının, yani 85 milyonun beraberce bu mücadelenin içerisinde olması gerekmektedir.
Hissedemediğin acıların yaralarını iyileştiremezsiniz derken ben biraz önce bütün bu şuur eksikliğinin bizleri bir ahtapot gibi sarmasından bahsediyorum. Her defasında acımız büyük, şehitlerimize rahmet ve yakınlarına baş sağlığı diye tweet’ler atarak bu yaralar asla iyileşmez. Şehitlerimiz ölmüyor, el-Hak iman ettik ve dahi ilan ediyoruz. Şehitlerimiz ölmüyor evet ama vatan evlatlarımızın kanı üzerinden siyaset yapan, ikbal devşiren ne kadar ikiyüzlü karanlık figür varsa, maalesef bu milletin umutlarını öldürüyor. Pek umursayacağınızı sanmıyorum ama yine de sizi ciddiyete davet ediyorum. Her konuda olduğu gibi, terörle mücadele konusunda da bir şey yapmak yerine yapıyormuş gibi görünmekten vazgeçin artık. Sınır ötesinde, dağ başında, eksi 20 derecede, yalap şalap çadırlarda beklettiğiniz vatan evlatlarının buralarda beklemesinin tek bir gerekçesini söyler misiniz lütfen? Bu çocuklarımızı teröristlerin açık hedefi haline getirip sahipsiz bırakılmasının tek bir sorumlusu çıkmayacak mı? Ölen öldüğüyle mi kalacak? ‘Askerlik, yan gelip yatma yeri değil. O da bu mesleği seçmeseydi’ mi diyeceksiniz yine? ‘Şehit ailelerine maaş bağlıyoruz ya, ne diye bağırıp çağırıyorsunuz’ mu diyeceksiniz hep?
Buradan iktidar başta olmak üzere, Milli Savunma Bakanı’ndan Genelkurmay Başkanı’na sesleniyorum: Eleştirinin olmadığı, yapılamadığı yerde; hatalar, suistimaller gizlenir. Kurumlar profesyonellikten uzaklaşır, keyfilikler başlar. Milletimizin değerleri üzerinden kendinize kutsal kaleler oluşturmaktan vazgeçin artık. Hükümet ve TSK yetkilileri mızrağın çuvala sığmadığının farkına varsın ve şehitlerimizin hesabını versin istiyoruz. Bu işi beceremiyorsanız istifa edin ve yapabilenlere yol verin diye sesleniyoruz. Büyük fikir adamı, benim de çok takdir ettiğim rahmetli Dündar Taşer’in çok güzel bir sözü var: ‘Biz çadırımızı sırtlanların yolu üzerine kurmuşuz.’ Yani, devletimizi ve vatanımızı sırtlanların yolu üzerine kurduk. Benim bir sözüm var: ‘Yol üstünde bağı olanla yari güzel olanın başı dertten kurtulmazmış.’ Dünyanın en stratejik topraklarında yaşıyoruz, bu topraklarda herkesin gözü var. Yol üstünde bir bağ burası. Her geçen emperyalist güçler veyahut onların taşeronları bu bağdan bir salkım üzüm kopartmak istiyorlar. Ama unutmasınlar ki bu bağın bağbanı, 85 milyon kişidir.
Aynı zamanda burası çok güzel bir sevgili, herkes bu sevgiliye yar olmak istiyor. Ama 85 milyon, bu sevginin sahipkarı biziz, aziz Türk milletidir. Biz, ne yardan ne serden geçeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni özgür, zengin ve mutlu insanlar diyarı yapıncaya kadar hep beraber çalışmaya devam edeceğiz. Bu topraklar kıymetini, üzerinde yaşayanlar ve altında ölenlere borçlu. Ta ki Alparslan’dan itibaren Selçuk Bey ile beraber, ardından Melikşah ile daha sonra Fatih ile ardından Enver Paşa, Esat Paşa ve Cevat ile daha sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarıyla, hep beraber bu toprakları vatan kılmak için mücadele verdik. Biz, imparatorluk bakiyesinin çocuklarıyız. İmparatorluklar çok etniklidirler ve imparatorluklar yıkılırken ulus devletler inşa edilirken de bu topraklarda çeşitli etnik yapılarda beraberce yaşam iradesini göstermek zorundadırlar. Eğer bizler bu Anadolu topraklarına, Türkiye Cumhuriyeti’ne Lazıyla, Çerkeziyle, Alevisiyle, Sünnisiyle hep beraber sahip çıkarsak ve ‘devlet, millet içindir’ şuuruyla hareket edebilirsek ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni demokrasiyle taçlandırabilirsek, hukuku adaletle buluşturabilirsek, gücünü liyakat ve ehliyetle şahikalaştırabilirsek o zaman biz bu topraklarda rahat yaşayabiliriz.
Elbette ki cumhuriyeti kurduğumuz andan itibaren bu 100 yıl içerisinde çeşitli dönemlerde hatalar olmuştur. Dağın sözünü TBMM’ye, yani ‘Bölüneceğiz, böleceğiz, özerklik ilan edeceğiz, federalizmi ilan edeceğiz’ diyenlere de şunu söylüyorum: Asla başaramazsınız, başarmanız da mümkün değildir. Türkiye, hukuk devleti oldukça bu başarıların olmadığını göreceğiz. Ve diyebilirsiniz ki ‘Demokrasiyle yönetildiğimiz zaman, hukukun üstünlüğü olduğu zaman bunlar olmaz’ diyebilirsiniz. Olur, arkadaşlar yine olur ama minimize edilir. Bu Quebec’te böyledir, Kanada’da bir dil ayrımından dolayı hâlâ problem yaşanmaktadır. Katalonya’da bu böyledir, hâlâ aynı şekilde bir dil ayrımından dolayı bunlar yaşanmaktadır ama onlarda özerkliği bile farklı olarak tanımlayanlara karşı Trükiye’de bunu doğru tanımlamak gerekir diye düşünüyorum. Ve aynı zamanda Türkiye bir bütündür. Ve milli devlet olarak biz hep birlikte, beraberce mücadele etmemiz gerekiyor terörle. Bu mücadeleyi yaparken de bu mücadeleyi hukuk çerçevesinde yapmamız gerektiğine inanıyorum.”
Söz alan Bülent Kaya, şöyle konuştu:
“2024 bütçe müzakerelerinin kapanış konuşması sırasında, 22 ve 23 Aralık tarihlerindeki terörist saldırılarda şehit olan askerlerimize yine buradan Allah'tan rahmet dilemiş, tüm terör örgütlerini ve terörist eylemlerini lanetlediğimizi; terörün, çatışmanın ve şiddetin bu topraklara bir daha uğramamak üzere sona erdirilmesi için ister muhalefette olalım ister iktidarda olalım üzerimize düşen vazifeyi yapmaktan, konumumuzun gereğini yerine getirmekten asla geri durmayacağımızı ifade etmiştik. Yine, o gün buradan, Meclis kürsüsünden ‘Acımız büyük, hem de çok büyük’ demiş ama üzülerek ‘Maalesef bu, ilk değil, umarım son olur ama korkarım ki son olmaz, hatta birkaç gün sonra unutulacak, tıpkı daha öncekilerin unutulduğu gibi’ demiştim. Ve maalesef, 22-23 Aralık’taki şehit haberlerinden sonra birkaç gün bu konuları konuştuk, ardından ateş düştüğü yeri yaktı, o şehitlerimizin aileleri acılarıyla baş başa kaldı ve biz de kendi gündemlerimize geri döndük. Ta ki 12 Ocak’ta 9 askerimizin şehit olduğuna dair haberi alıncaya kadar. Ve o gün yine demiştik ki ‘Unutmamak, unutturmamak ve yenilerinin bir daha yaşanmaması için samimiyetle konuşmak, müzakere etmek, dertlenmek ve selim bir akılla düşünmek zorundayız. Bu meseleyi ideolojilerimize, makamlarımıza, pozisyonlarımıza, siyasi stratejilerimize kurban etmeden düşünmeli, konuşmalı ve sorunu ortadan kaldırmanın yollarını hep beraber aramalıyız.”
Maalesef o günden bugüne, bu zeminin inşasına katkı sunan kayda değer bir şeyi birlikte yapamadığımızın üzüntüsü içerisindeyim. Onun için dün söylediğimiz şeyler tazeliğini, dün söylediğimiz şeyler canlılığını, dün söylediğimiz şeyler bugün de gerçekliğini ve doğruluğunu korumaya devam ediyor. Bugün konuştuğumuz konuyu daha sağlıklı ve anlaşılabilir bir bakış açısıyla anlamanın yolu, bu meselenin artık ulusal sınırlarla sınırlı olarak tartışılan bir mesele olmaktan çıktığını görebilmekten başladığını düşünüyorum. Orta Doğu’nun ve özelde Türkiyemizin ve coğrafyamızın içine çekilmek istenildiği çatışmalı ve sürdürülebilir bir kaos süreciyle yaratılmak istenen zeminin farkına vararak bu konuları daha aklıselim ve daha sağlıklı bir şekilde müzakere etmek gibi bir mecburiyetimiz vardır TBMM olarak. Öfkelerimizle, hırslarımızla, intikam duygularımızla bu kürsülerde bu konuları müzakere edemeyiz. Çünkü millet bizden bu sorunları daha bir aklıselimle, daha bir devlet aklıyla konuşmamızı, geçmiş tecrübelerden dersler çıkararak bu konuları kalıcı bir çözüme kavuşturmamızı istiyor.
Çünkü artık Türkiye'yi Irak’tan, Suriye'den, İran’dan, Orta Doğu'dan, Türk dünyasından ayrı düşünerek ve oradaki gelişmelerden bağımsız bir şekilde düşünerek meselelerimizi tahlil etme şansını çoktan kaçırdık. Orta Doğululaştırılmak istenen bir Türkiye tehlikesini hep beraber görmek zorundayız. ‘Orta Doğululaşma’yı Batılıların hor gördüğü kavram manasında kullanmıyorum, ‘Orta Doğululaşma istikrarsız bir ülke demektir; ‘Orta Doğululaştırma vekalet savaşlarıyla kaosa, teröre ve çatışmaya açık ülke demektir; ‘Orta Doğululaştırma demokrasi ve insan hakları konusunda sorunlu olan, otoriterliğe kayan rejimlere doğru giden bir ülke demektir. Milli birlik ve beraberliği parçalanmış bir ülke ve milli meselelerde ortak bir tavır ortaya koyma iradesinden gitgide uzaklaşan bir ülke demektir. Dolayısıyla Türkiye'nin bu Orta Doğululaştırma sürecine doğru sürüklenmesinin tehlikesinin farkına hep beraber varmak zorundayız. Önce, komşumuz olan Irak’ta 1990’lı yıllardan itibaren uygulamaya konulmak istenen Orta Doğululaştırma sürecinin bugün Irak’ı getirdiği nokta ve hal ortada. Elbette bizim Irak’a dair dış politikamızdaki yanlışlarımızın… Bu konuma gelmesindeki görüşlerimizi saklı tutuyor ve onları konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Daha sonra, 2010 yılından itibaren Suriye'nin Orta Doğululaştırma sürecine hep beraber dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Elbette Suriye'nin bugün getirilmek istenildiği noktaya bizim yanlış dış politikamızın etkilerini de saklı tutarak onları da konuşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Ama bugün gelinen noktada Suriye'deki, Irak’taki, İran'daki gelişmelerden bağımsız olarak biz Türkiye’nin mücadelesini tahlil edersek, zannımca eksik bir değerlendirmede bulunmuş oluruz. Ülkemizde yaklaşık 40 yıldır devam eden bir terör ortamı var. Artık Türkiye’nin terör ve teröristle mücadelesinin uluslararası bir boyut kazandığını görmemiz gerektiğini ifade ediyorum. Bu bağlamda ülkemizin sınır güvenliğinin sorunlu olması, 5 milyonu aşan düzensiz ve kontrolsüz göçün önümüzdeki günlerde Türkiye’nin kaosa sürüklenen bir Orta Doğululaştırılmış ülkede ne tür rol ve misyonlar biçileceğine hepinizin dikkatini çekmek istiyorum. Dolayısıyla, bir taraftan mazlumlarla dayanışırken bir taraftan da bu düzensiz göç sebebiyle ülkemizin maruz kalacağı bu Orta Doğululaştırma sürecine de hep beraber dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Türkiye'deki Kürt vatandaşlarımız kadar Irak’taki, Suriye'deki, İran'daki Kürt kardeşlerimizin de sorunlarının bizi ilgilendirdiğinin farkında olarak bu meseleleri konuşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Sayın Dışişleri Bakanım, daha önceki dönemlerde Meclisimizi terör eylemleriyle ilgili olarak Milli Savunma Bakanımızla birlikte İçişleri Bakanımız bilgilendirmişti. Bugün Sayın Milli Savunma Bakanımızla birlikte Dışişleri Bakanı olarak siz bilgilendiriyorsunuz. Bunu hükümetinizin terör meselesine uluslararası bir bakışla yaklaştığının bir ifadesi olarak görüyor ve önemsediğimizi ve memnuniyetimizi ifade ediyoruz. Çünkü terörle ilgili meseleleri, ‘Ben kendi düşünce ve ifade özgürlüğüm etrafında bunları söyledim, elimde hiçbir delil yoktu’ söylemiyle yürütemeyiz. Terörle mücadeleyi miting meydanlarında, ‘Saadet Partisi terör örgütleriyle anlaşma imzaladı’ diyerek yönetemeyiz. Yine ‘40 terörist kaldı, onun da çoğunun ayakkabı numaralarını biliyoruz’ diyerek bu meseleyi dar bir çerçevede değerlendirmekle sonuç alınacağını elbette düşünemeyiz. Dolayısıyla sizin istihbarat bürokrasisindeki göreviniz sebebiyle terörle mücadelede uzun bir zamandan beri görev ifa ettiğinizi biliyoruz. Backgroundınız, müktesebatınız, meseleye olan vukufiyetiniz aslında terör ve teröristle mücadelenin nasıl olması gerektiğini bilecek değerli bir müktesebattır.
Bu manada, mücadelenin toplumsallaştırılmasının ve terörist tanımının amacına uygun olarak sınırlandırılmasının terörle mücadelede ne kadar kıymetli olduğunu eminim sizler de gayet iyi bilmektesiniz. Dolayısıyla terör ve şiddet eylemlerinin günlük politik malzeme konusu yapılmasının sadece mücadeleye zarar verdiğini en iyi sizler bilirsiniz. O halde Sayın Dışişleri Bakanım, bu olayların arttığı dönemde toplumsal barışı tehdit eden dil ve söylemlerden öncelikle sizin iktidarınızın ve partinizin kaçınması, daha sonra bu sağduyulu dili her partiye tavsiye etmenizi bekliyoruz. 2006’dan 2016’ya kadar şehit cenazelerinin nasıl siyasi istismar konusu edildiğini ve partinize mensup bakan ve milletvekillerinin kim veya kimler tarafından protesto edildiğini herhalde o günkü istihbarat göreviniz sebebiyle en iyi siz biliyorsunuz. Yine, her ne kadar o istihbarat görevlerinizden ayrılsanız da ki biraz da böyle mütebessim bir şekilde, zaman zaman yanınızdaki arkadaşlarınızın cep telefonuna ilişen gözlerinizle… “Mesleki bir şey” diyorlar ama ben bunu bir espri olarak kabul ediyorum. Ama bu meseleye vukufiyetiniz gerçekten istihbarat görevini aşan bir vukufiyettir. Dolayısıyla bugün de şehit cenazelerinin kimler tarafından istismar edilmekte olduğunu ve bunun mücadeleye katkı mı yoksa farklı niyetler mi taşıdığını en iyi sizler bilebilecek durumdasınız.
Dolayısıyla bugün geldiğimiz nokta itibarıyla elbette şehitlerimize Allah'tan rahmet dileyeceğiz, bütün terör örgütlerini lanetleyeceğiz, şehit olan askerlerimizin acısını hep beraber milletçe paylaşacağız ama asla unutmamamız gereken bir şey var: Terörle ve teröristle mücadele, adalet ve hukuk devletinden ayrılmadan olur; terörle ve teröristle mücadele, milli birlik ve beraberliği sağlamakla olur; terörle ve teröristle mücadele, militarist bir dil kullanmakla değil kapsayıcı ve bütüncül bir dil kullanmakla olur. Terörle ve teröristle mücadele, iktidarıyla muhalefetiyle 85 milyon olarak yaşadığımız bu cennet vatanda, bir ve bir arada yaşayabilmemiz için bu konunun artık uluslararası bir boyuta gittiğini ve bu uluslararası gelişmelerden bigane kalarak bu sorunları çözemeyeceğimizi ve dolayısıyla biz sizlerden bekleriz ki sahip olduğunuz kısmi bilgilerin bir kısmını hiç olmazsa muhalefet partileriyle paylaşın, bir diyalog süreci başlatın. İki yılda bir buraya gelip şümulü, kapsamı, süresi Sayın Cumhurbaşkanı’nca takdir edilmek üzere bir tezkereye ‘evet’ veya ‘hayır’ demekten ibaret sanmayın bu Meclisin fonksiyonunu.
Zaman zaman gelin, buyurun bilgilendirin, zaman zaman partilerin genel merkezlerini ziyaret edin, bu konularda bilgilendirme yapın. Çünkü bu, iktidar meselesi değildir; bu, bir devlet meselesidir, bu, hepimizin meselesidir. Onun için sizlerden siyasi parti gruplarını, Meclis’i sadece iki yılda bir lazım olan bir tezkere için ‘evet/hayır’ diyen bir durumdan çıkarmak… Nasıl bu Meclis sizi o tezkerenin şümulünü, kapsamını yetkilendirme hakkına sahipse bu Meclis’in o yetkiyi amacı doğrultusunda kullanıp kullanmadığınızın hesabını sorma -bunu lütfen yanlış manada anlamayın- onu sorgulama hakkı olduğunu ve sizin de burada o sorumluluk çerçevesinde bilgi ve hesap verme sorumluluğunuzun olduğunun farkında olarak bu süreci hep beraber yürütelim diyorum. Dolayısıyla, Saadet ve Gelecek olarak biz Meclis’in birlik ve bütünlüğünü her zaman önemsiyoruz ama Meclis’in birlik ve beraberliğinin asla siyasi malzeme konusu yapılmamasını da başta hükümetinizden ve bütün partilerden istirham ettiğimizi ifade ediyor, şehitlerimize tekrar Allah’tan rahmet diliyor, bütün terörist eylemleri kınadığımızı, bütün terör örgütlerini kınadığımızı bir kez ifade etmek istiyorum.”
Dervişoğlu, TBMM Genel Kurulunda, Pençe-Kilit Harekat Bölgesi'ndeki terör saldırısı ve gelişmelerle ilgili yapılan bilgilendirme üzerine, İyi Parti Grubu adına söz aldı.
Meclisi bilgilendiren Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'a teşekkür eden Dervişoğlu, "Türk milletinin vatanına, istiklaline, istikbaline, hürriyetine ve Türk devletinin bekasına kastedenlerin akıbetini tarih yazıyor. Herkesi buradan uyarıyor ve tarihten ders çıkarmasını tavsiye ediyorum" ifadelerini kullandı.
Terörün bir yıldırma ve baskı unsuru haline getirilerek bölgenin siyasi, iktisadi ve sosyal istikrarsızlığa sürüklenmesine izin verilmeyeceğini kaydeden Dervişoğlu, "Kahraman Türk ordusu, Türkiye'nin güney sınır hattında oluşturulmak istenen terör koridoruna mukavemet gösterdikçe ve bu bölgedeki terör unsurlarını yok ettikçe, emperyalizmin ve onun maşası olan PKK terör örgütünün tabii hedefi olacaktır" diye konuştu.
Irak ve Suriye'nin ardından bir sonraki hedefin İran olacağını, onu da dört parçalı terör devleti projesinin son aşaması olan Türkiye'nin izleyeceğini kaydeden Dervişoğlu, bunun gerçekleşmemesi için gereken inisiyatifin, devletin yetkili organları eliyle büyük Türk milleti adına alınması gerektiğini söyledi.
Dervişoğlu, "Türk milletinin istiklalinin ve egemenliğinin ilanihaye var olması için tek bir seçenek vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin güney sınırlarının emperyalizm destekli terör unsurlarından arındırılmasıdır" görüşünü dile getirdi.
Bu sebeple İyi Parti olarak, Irak-Suriye tezkeresine "evet" oyu verdiklerini anlatan Dervişoğlu, "Irak-Suriye tezkeresine 'hayır' oyu vermek demek, 'Türk Silahlı Kuvvetleri Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinden geri çekilsin ve tüm bu bölge PKK terör örgütünün kontrolüne geçsin' demektir. Onun için kimse İyi Partiyi gerek Irak-Suriye tezkeresine verdiği destekten dolayı gerekse teröre karşı ortaya koyduğu güçlü iradeden dolayı, iktidarın sırasına ve tarafına geçmekle isnat etmeye kalkışmasın. İyi Parti olarak elbette tarafız. Türk milletinden ve Türkiye'nin milli menfaatlerinden yanayız." değerlendirmesinde bulundu.
-"Terör propagandasının hiçbir türlüsüne müsaade edilmemeli"
"İyi Parti, çözüm sürecinin failleriyle, Türkiye'yi bir sığınmacı hendeği haline getirenlerle, Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel ilkelerine hasımlık edenlerle aynı safta olmayacaktır." diyen Dervişoğlu, "İyi Parti, gece gündüz sıraya geçerek 'Apo'nun heykelini dikeceğiz' diyenlere selam gönderenlerle; sırtını PKK'ya yaslayanlar ve onlarla herkesin gözü önünde açık ve şeffaf bir şekilde ortak hareket edenlerle; PKK'yı bir terör örgütü olarak görmeyen sözde siyasi yapılara meşruiyet kazandırmaya çalışanlarla aynı safta olmayacaktır." dedi.
Sadece dışarıda değil, içeride de terör propagandasının hiçbir türlüsüne müsaade edilmemesi gerektiğini ifade eden Dervişoğlu, "İstiklal Savaşı'na riyaset eden ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran Gazi Meclisin çatısı altında alenen terör propagandasına müsaade edildiği müddetçe terörle mücadelede eksik ve yetersiz kalınacağı aşikardır." ifadelerini kullandı.
Terörü övmenin, terörist başına güzellemeler yapmanın "demokrasi" olmadığının altını çizen Dervişoğlu, "TBMM'de bu kürsü de dahil olmak üzere hiçbir kürsü terör övücülüğünün ve terörist seviciliğinin aracı olarak kullanılamaz. Her kim ki bu Gazi Mecliste, teröristlerin hain eylemlerinin kirli emellerine kendisini alet ederse, vatanımızın birliğine ve bölünmez bütünlüğüne kastederse, bunun bedelini ödemelidir ve ödeyecektir." diye konuştu.
"Bir taraftan sırtını eli kanlı terör örgütünün şiddet eylemlerine dayayan, diğer taraftan dönüp sözde barış ve demokrasi havariliği yapan iki yüzlülere ve etnik bölücülere buradan sesleniyorum; Türk milletinin düşmanıysanız, düşman gibi muamele göreceksiniz." ifadelerini kullanan Dervişoğlu, "Ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğümüze kastetmeye niyetliyseniz bunun bedelini ağır bir şekilde ödeyeceksiniz. Her kim ki bir yandan terör örgütünün şiddet faaliyetleri karşısında sus pus oluyor, diğer yandan gelip de burada barış ve demokrasi havariliği yapıyorsa biliniz ki onlar, iki yüzlü kirli bir siyasetin maşası olmuşlardır." değerlendirmesinde bulundu.
Pençe Kilit Harekatı bölgesi başta olmak üzere kahraman Türk Ordusuna yönelik yoğunlaşan bu saldırıların hem bir iç muhakemeyi hem de doğru durum tespitiyle birlikte etkili çözüm iradesinin ortaya konulmasını zaruri kıldığını dile getiren Dervişoğlu, "Geçmişte olduğu gibi Türk milletinin hep birlikte bir millet olma şuurunun, Gazi Meclisimiz eliyle tüm dünyaya duyurulması gerekmektedir. 'İmza atmak şehit vermemizi engellemiyor' diyenler, Türk milletinin ve TBMM'nin iradesini küçümseyenlerdir. Elbette irade beyanı her şey değildir ama her şeyin başlangıcı irade beyanıdır. Açıkça söyleyin; her türlü siyasi beklentiyi ve taassuplarınızı aşarak terörle mücadeleden yana mısınız, yoksa değil misiniz?" diye sordu.
TBMM Genel Kurulunda "teröre karşı bildiri" konulu Meclis Başkanlığı tezkeresi Dem Parti hariç tüm siyasi partilerin olur oyuyla kabul edildi.
Genel Kurulun terör gündemli toplantısının sonunda, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un imzasını taşıyan tezkere okundu.
Tezkerede, şunlar kaydedildi:
"Bu menfur terör saldırısını gerçekleştirenler bunun karşılığını kuşkusuz ki ağır bedellerle ödemişlerdir ve ödemeye devam edeceklerdir. Terör hiçbir zaman hedefine ulaşamayacaktır. Türk milletinin teröre asla boyun eğmeyeceğini, Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliğine tehdit oluşturan başta PKK/YPG/PYD ve DEAŞ olmak üzere tüm terör örgütleriyle içeride ve dışarıda kararlılıkla mücadele edecek güç ve kudrete sahip olduğunu tüm dünyaya ilan ediyoruz. Kendi başkentlerinde Türkiye'yi hedef alan terör örgütlerinin propaganda araçlarına, elebaşlarının barınmasına, finans, eleman ve silah teminine sessiz kalan ve hatta destek olan devletlerin terörle mücadelede samimiyetlerini de sorguluyor, çifte standartlı yaklaşımlarını sona erdirmeleri gerektiğini bir kez daha önemle hatırlatıyoruz.
Başta komşu ülkeler olmak üzere diğer ülke parlamentoları ve uluslararası kuruluşlardan Türkiye'ye yönelik terör eylemlerine karşı net ve tavizsiz bir tutum sergilemelerini beklemekteyiz. Bütün dünya bilmelidir ki; son terörist etkisiz hale getirilinceye, terör kaynağında kurutuluncaya ve terörün arkasındaki tüm destekler ortadan kaldırılıncaya kadar mücadelemiz tavizsiz bir şekilde sürecektir. Milli iradenin tecelligahı olan Gazi Meclisimiz bu sürecin yakından takipçisi olmaya devam edecektir."
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Meclis'teki siyasi parti gruplarıyla da yapılan müzakere sonucunda tezkerenin Genel Kurul gündemine taşındığını belirterek tezkereyi oylamaya sundu.
Oylama sonucunda tezkerenin kabul edilmesi üzerine Kurtulmuş, "Büyük bir çoğunlukla kabul edilmiştir. Böyle bir iradeyi ortaya koyduğunuz için TBMM'ye şükranlarımı ifade ediyorum" diye konuştu.
Numan Kurtulmuş, sadece parlamentoda grubu bulunan partiler değil, grubu bulunmayan partilere mensup milletvekillerinden de tezkereye "evet" oyu verenler olduğunu bildirerek onlara teşekkür etti.
© Tüm hakları saklıdır.