Gül Atmaca
Koronavirüs salgını yüzünden olağandışı günler yaşamaya devam ediyoruz. Fakat olağan koşullarda olsak bile medeni dünya Mars’ta yaşam, robot çağı, genetik mühendislik gibi konuları konuşurken biz hâlâ soğan-patates fiyatını, el yakan elektrik faturalarını ve bir türlü çözemediğimiz barınma sorununu konuşmaya devam edecektik.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) gençlerin salgında yaşadığı ekonomik sorunları merceğe alan son araştırması, Türkiye’de gençlerin yüzde 70’inin ekonomik endişe içinde olduğunu ortaya koydu. Bu gençlerin yüzde 65’inin evinde salgın döneminde iş kaybı yaşanmış. Avusturya, Fransa, Almanya ve Hollanda’da, evlerinde ekonomik sorun yaşandığını söyleyen gençlerin oranı ise yüzde 20’den düşük.
Hal böyleyken neden bizde büyük icatlar çıkmıyor? Neden dünyaya öncü olamıyoruz? demenin de bir anlamı yok. Çünkü biz hâlâ temel ihtiyaçlarımızı karşılama derdindeyiz. Aç karınla ve güvende değilken insanın fikir üretmesi nasıl beklenebilir ki?
Bunu Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı” ile anlatmaya çalışalım. Bu arada, önce videoları sonra tweet’leriyle gündemi alt üst eden organize suç örgütü lideri, bilinçaltı dünyasının efendisi Sigmund Freud’u malum ağzından düşürmüyor ama Maslow’dan bahsedince “şaşırmadım” desem yalan olur.
Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde yapmış birisi olarak bu konuya el atmak farz oldu. Sahi kim bu Maslow ve o meşhur “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı” nedir?
Tam adıyla Abraham Harold Maslow 1 Nisan 1908’de New York-Brooklyn’de doğdu. Ailesi Rusya’dan göçmüş Yahudilerdendi. Ailesinden, özellikle de aşırı dindar annesinden gördüğü kötü muamele hayatına damgasını vurdu. Annesinin tersine ateist oldu. Önce ailesinin isteğiyle hukuk okumaya başladı ama devam etmedi, psikoloji bölümüne geçti.
II. Dünya Savaşı sırasında Almanya’dan kaçmak zorunda kalıp ABD’ye gelen Yahudi kökenli Alfred Adler, Karen Horney, Kurt Koffka, Max Wertheimer gibi efsane psikologlarla temas içinde oldu ve onlardan etkilendi. 1938 yılının yaz aylarında genç bir psikolog iken Kanada’da yerlilerle yaptığı çalışmalar ise “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı”nın temellerini oluşturdu. Maslow, 1940’lı yıllarda bu kuramı ortaya attı.
Bunun için çizdiği piramidin en alt ve en geniş tabanında, yani en öncelikliler statüsünde nefes almak, yiyecek, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım gibi biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçlar yer alıyor. İnsan bunlar giderildiğinde bir üstteki ihtiyaçları karşılamaya yöneliyor.
Piramidin ikinci sırasında güvenlik ihtiyaçları yer alıyor. Bu insanın kendisini, ailesini, toplumunu güven ve emniyet içinde ve tehlikeden uzak hissetme ihtiyacı. (Türkiye’de kaç kişi kendisini ve ailesini güvende hissediyor acaba?)
Piramidin üçüncü sırasında ait olma, sevgi, sevecenlik ihtiyacı (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık), dördüncü sırasında saygınlık ihtiyacı (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı), piramidin beşinci sırasında yani tepesinde kendini gerçekleştirme ihtiyacı (erdem, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma, gerçeklerin kabulü) var.
Maslow’a göre genel olarak bir ihtiyacın kendisini hissettirmesi altındaki ihtiyacın belli oranda tatmin edilmesine bağlıdır. Bir insanın piramidin en üstünde yer alan “kendini gerçekleştirme” noktasına varması için alttaki ihtiyaçlarının giderilmesi gerekir. Türkçesi iş ve aş sorununu çözememiş; bir vatandaş olarak yeterli saygıyı görmeyen, kendisi de sisteme güvenmeyen bir insanın piramidin tepesine ulaşması nasıl mümkün olacak?
Piramitte istisnalar var elbette. Örneğin, bir ihtiyacın uzun süreli tatmin edilmiş olması, ihtiyacın değerini dolayısıyla sıralamasını değiştirebilir. İçinde büyüdüğü aile ortamı ve kültürün değerleri, hangi düzeydeki güdülerin baskın bir rol oynayacağını belirleyebilir. Maslow, ihtiyaç hiyerarşisinin evrensel olduğunu söylemiş olsa da belirli bir ihtiyacı karşılama aracının kültüre göre değişiklik göstereceğini de kabul etmiştir.
Maslow’a göre ihtiyaçlar hiyerarşinin ne kadarının tamamlandığı, bir insanın kişilik düzeyinin ne olduğunu belirliyor, piramidi tamamlamamış insanların mutluluk seviyesinin de tam olmadığını öne sürüyor. Maslow, kişilerin ancak yüzde 10’nun piramidin en son basamağına ulaşabildiğini, yani kendisini gerçekleştirebildiğini söylüyor.
Peki, kendini gerçekleştirmiş yani piramidin tepesine ulaşmış kişinin özellikleri nelerdir?
Gerçekçilerdir, kendilerini, diğer insanları, çevreyi ve doğayı olduğu gibi kabul ederler; zayıf yönlerini bilir ve bunları gidermek için çaba gösterirler, problem merkezlidirler, yani ben merkezli olmayıp soruna yöneliktirler, insan ve nesnelerden zevk alırlar, az sayıda insanla çok derin ve anlamlı ilişkileri bulunur, değerleri ve tutumları demokratiktir, sonuç ile sonuca götüren araç ilişkisini ayırmışlardır, espri anlayışları vardır, büyük ölçüde yaratıcıdırlar, kültüre veya topluma uymak için çaba göstermezler, tek başlarına (yalnız) kalmaktan çekinmezler.
Sağlıklı gelişim, kişinin yaşamı boyunca özgürce seçim yapabilmesine bağlıdır. Birey seçimlerini başkalarının dileklerine göre değil, kendi doğasına göre yapabilmelidir. Aksi halde benliği kaybolur.
“Saldırganlık öğrenilir”
1960’larda bir hayli ünlenen Maslow, saldırganlığın doğuştan gelen bir özellik değil, kültürün ürünü olduğuna inanmıştır. Hayvanlarda içgüdülerin çok güçlü olmasına rağmen, insanların içsel doğası öğrenme ve kültürden kolayca etkilenmektedir. Dolayısıyla da insan çevreden etkilenerek kolayca saldırganlık, nefret ve yıkıcı davranışlar ortaya koyabilmektedir.
Maslow genellikle insanın zayıf ve eksik yönleri üzerinde durulduğunu, insanın güçlü yönlerinin yeterince kavranılmadığını ifade etmiştir. Kendisi bilinçdışı dürtülerin varlığını kabul etmiştir, ancak dikkatini kişiliğin bilinçli boyutlarına yoğunlaştırmıştır. İnsan doğasının asla düşünüldüğü kadar kötü olmadığını belirterek, “Birey sağlığını geliştirmek daha iyi bir dünya yaratmanın yollarından biridir. Freud bize psikolojinin hastalıklı yönünü gösterdi, artık sağlıklı yanını da açığa çıkarmamız gerekiyor” demiştir.
Freud’un tersine Maslow’a göre bireyin içsel doğası kötü değildir. İnsanın temel gereksinimleri, duygu ve yetenekleri “nört” ya da “iyi” dir. Yıkıcılık, kin, nefret, gaddarlık ve sadizm, “ihtiyaçların karşılanmasının engellenmesine” duyulan şiddet eğilimleridir.
İçsel doğamız iyi olduğu için açığa çıkarılmasının desteklenmesi gerekir. İnsan kendi yaşamını yönetebildiği takdirde sağlıklı, üretken ve mutlu olacaktır. İnsanın içsel doğası baskı altına alındığında veya reddedildiğinde sağlığı da bozulmaya başlar.
Maslow yazdıklarıyla 1950'li ve 1960'lı yıllarda psikolojide hümanistik ekolün/yaklaşımın sembolü oldu. Bunların sonucunda Amerikan Hümanist Derneği tarafından verilen “Yılın Hümanisti” ödülünü almıştır. Kendisi, Davranışçı yaklaşım ile hümanistik psikoloji arasında köprü kuran bir kuramcıdır. Ancak, insan doğasına yönelik iyimser bakışını sorunlu bulanlar vardır. Küçük örneklemlerden elde ettiği bilgileri genellediği ve kullandığı yöntemler zayıf olduğu için de eleştirilmiştir.
Maslow’un teorisi ve Orta Doğulu gençler
Orta Doğu dünyada genç nüfusun en yüksek olduğu bölgelerden birisi. On yıl önce cereyan eden; adı Arap Baharı olan ancak daha sonra karakışa dönen süreçte de başrolde Arap gençleri vardı. 2011’de “Maslow Teorisi ve Arap Gençleri”* başlıklı bir yazıda Arap coğrafyasındaki ayaklanmalarda, neden kentli gençlerin başı çektiğine, dolayısıyla konunun Maslow Teorisi ile ilgisini işlemiştim.
Şöyle ki:
Orta Doğu’nun birçok yerinde, özellikle 1950’li yıllardan sonra kırsaldan kente göç hızlandı. Giderek kalabalıklaşan kentlerde gecekondu mahalleleri ve gettolar oluşmaya başladı. Kötü yönetim ve gelir dağılımındaki eşitsizlik yüzünden kentte yaşayanlar arasında derin uçurumlar oluştu. Kırsaldaki akrabalık-aşiret bağları kente gelindiğinde zayıflamıştı. Yeni nesil, köyden gelen ilk kuşağın tersine okuma yazma öğrenmiş, okula gidebilmişti ama bu sefer de iş bulamıyorlardı.
Arap coğrafyasında nüfusun yüzde 30’undan fazlası 25 ile 30 yaş arasındaki gençlerden oluşuyor. Onlar, ailelerinden hem daha fazla eğitimliler hem de dünyayı daha iyi izliyorlar. Fakat iş olmayınca aş ta yok aşk ta yok. Maslow’un teorisine uygularsak Arap gençlerin çoğu bugün karnını doyurmak, bir işe sahip olmak gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. Mısır’da olduğu gibi çoğu ailesiyle yaşamak zorunda. Paraları olmadığı için evlenemiyorlar da. Muhafazakâr çevrelerde evlilik dışı ilişkilere pek sıcak bakılmadığı düşünülürse bir başka temel ihtiyaç olan cinsellik de sorunlu hale geliyor.
10 yıl önceki Arap ayaklanması, Tunus’ta sebze tezgahı elinden alınınca kendisini yakan 26 yaşındaki seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin hayatını kaybetmesiyle başlamıştı. Ondan sonra birçok Arap ülkesine yayılan ayaklanmalarda kentli gençlerin başı çekmesine de şaşırmamak gerekiyordu çünkü ne yaparsa yapsın kaderini değiştiremeyen Arap genci, siyasetin de ekonominin de belli zümrelerin tekelinde olduğunu görüyordu. Bir yerlere gelmesi için ya o zümreden ya da onlarla bağlantılı çevrelerden olması şarttı. Yolsuzlukların sonu gelmiyor, üstelik yolsuz yapanın yanına kâr kalıyordu. Gençler, sosyal medya sayesinde, son olarak ta Wikileaks belgelerinde kendi hükümetleri, kendi liderleri tarafından nasıl aldatıldıklarını görmüşlerdi.
Sonuç, büyük hayal kırıklığı oldu, Arap Baharı karakışa döndü. Maslow’un piramidinde birinci ve ikinci sırayı aşıp bir türlü üçüncü sıraya gelemeyen binlerce Arap genci ise karnını doyurabileceği, kendisini güvende hissedeceği, insan yerine konacağı ve kendisini gerçekleştirebileceği bir yaşam hayaliyle hiç de güvenli olmayan ve tehlikeli yollardan Batı’ya kaçmaya devam ediyor…
|
Kaynakça
“Abraham Maslow ve Kendini Gerçekleştirme Kuramı”, www.acikders.ankara.edu.tr
“Maslow’un Teorisi ve Arap Gençleri”, Gül Atmaca, ORSAM, 20.09.2011