Orhan Pamuk
(Taraf - 24 Şubat 2013)
Sıkıntı
Sıkıntı. Çok sık gördüğüm bu manzaraya beni aşkla bağlayan şey ayrıntılar değil, görüntünün verdiği duygu.
Şairin, “hava kurşun gibi ağır,” dediği şeye benziyor bu duygu ama tam o değil. Karamsarlık? Belki biraz, ama fotoğraftan daha güçlü bir ışık demetinin geleceğini de seziyoruz. Gene de manzaranın bana verdiği duyguyu ve kelimeyi anlamaya çalışırken kafam karışıyor.
Belki de “sıkıntı” kelimesini şu son altı ayda herkes çok sık kullanmaya başladığı için. Eskiden “dert”, “mesele”, “problem”, “sorun”, “huzursuzluk”, “zorluk”, “kafa karışıklığı” dediğimiz şeylere son altı ayda hep bir ağızdan “sıkıntı” demeye başladık.
Geçmişte daha çok “iç sıkıntısı” ve “zorluk” anlamında kullandığımız kelime şimdi çok yaygınlaştı ve sözlük köşelerinden çıkıp hayatının en şenlikli günlerini yaşamaya başladı. “Bir sıkıntı yok efendim, ödemeniz gelmiş,” diyor telefondaki sekreter. “Orada bir sıkıntı var,” diyor gerçeği tam söyleyemeyen iyi niyetli arkadaş. “Bir sıkıntı kalmadı!” diyor, mutfaktaki tıkalı boruyu açan tesisatçı, elinde çanta kapıdan neşeyle çıkarken. “Yedi harfli kelimeler genellikle sıkıntı yaratıyor,” diyor bilmece programını sunan sevimli bey bizi de şaşırtmak isterken.
Kelimenin böyle böyle yeni anlam ve çağrışımlar yüklenerek hamaratlıkla çok iş görüp yaygınlaşması beni heyecanlandırıyor. Fakat bu yeni kullanım ve anlamların da –başka kelimelerin başına bir zamanlar geldiği gibi– yavaş yavaş unutulacağını, güngörmüş pek çok eski kelime gibi “sıkıntı”nın sözlükte bilinen alçakgönüllü kullanımına geri döneceğini yazar tecrübesiyle biliyorum.
O hâlde, manzara şimdi bana şunu sezdiriyor: Şimdi çok sıkıntı var.