Mahfi Eğilmez*
Türk Lirası'nın değer kaybının siyasal istikrarsızlıktan, jeopolitik nedenlere, ekonomi politikasını oluşturan alt politika çelişkilerinden dış dünyada oluşan gelişmelere kadar birçok nedeni var. Zaman içinde bu nedenlerden bazısı öne çıkıyor bazısı geride kalıyor. Bugünlerde yaşanan hızlı değer kaybının temel nedeni dış politika tutarsızlığı.
Türkiye, son dönemde Suriye’de izlediği dış politika yaklaşımında önceki durumuyla ciddi çelişkiler içine düşmüş bulunuyor ve o nedenle bocalayıp duruyor. Suriye meselesinde iki cephe oluşmuş durumda. Bir tarafta ABD, İngiltere, Fransa, İsrail ve Suudi Arabistan ve onlara destek veren Avrupa Birliği var. Diğer tarafta Rusya, İran ve Suriye var. Çin, bu konuda taraf değil. Türkiye, NATO üyesi olmasına karşılık Rusya ve İran ile bir arada görünüyor, üçlü toplantılar düzenliyor. Buna karşılık tıpkı ABD gibi Esad’ın karşısında yer alıyor. Oysa Rusya ve İran Esad’ı destekliyor. Rus Dışişleri Bakanı Türkiye’nin Afrin’i Esad güçlerine devretmesi gerektiğini söylüyor. Türkiye, tam anlamıyla iki arada bir derede bulunuyor.
Böyle olunca Rusya ve İran ile birlikte parası en çok değer kaybeden ülkeler arasında yer alıyor.
"Eğer böyleyse o zaman politikalar arasında bir tutarsızlık, hatta bir çelişki var demektir"
Türkiye’nin uyguladığı ekonomi politikası zaten çelişkiler, tutarsızlıklar içinde görünüyor. Mevcut söyleme göre Türkiye ‘sıkı para politikası ve genişletici maliye politikası’ izliyor. Sıkı para politikası söylemini nereden anlıyoruz? Bir kere Merkez Bankası ve hükümetin ortak enflasyon hedefi yüzde 5. Sonra Merkez Bankası bu hedefe varmak için enflasyon hedeflemesi uyguluyor. Bunlar bize sıkı para politikası söyleminin geçerliliğini gösteriyor. Genişletici maliye politikası söylemini nereden anlıyoruz? Böyle bir söylem yok aslında ama alınan önlemler bize yüksek oranlı bir büyümenin sağlanabilmesi için vergilerin hafifletildiği, harcamaların artırıldığı, istihdamın teşvik edildiği yani kısacası maliye politikasının gevşetildiği bir görünüm sunuyor. Bu durumda söylemler bize sıkı para politikasına karşılık genişletici maliye politikası uygulandığını gösteriyor. Eğer böyleyse o zaman politikalar arasında bir tutarsızlık, hatta bir çelişki var demektir. Çünkü ekonomi politikasının bu iki farklı alt politikası birbiriyle farklı yollarda ilerliyor, para politikası enflasyonu önlemek için sıkı tutulurken, maliye politikası enflasyonu bir kenara bırakmış büyüme oranını yükseltmeye çalışıyor.
Bu söylemlere karşılık gerçek durum daha farklı bir görünüm sergiliyor. Merkez Bankası’nın aksine söylemlerine karşılık para politikası sıkı değil. Bunu nereden anlıyoruz? İlk olarak yüzde 5’lik hedefe karşılık yıllardır hedefin çok üzerinde yüksek enflasyon oranları gerçekleşmesi söz konusu oluyor. Öte yandan piyasada gösterge faizin yüzde 15’e gelip dayandığı yerde Merkez Bankası geç likidite penceresi imkânının arkasına saklanarak zor bela yüzde 12,75 oranında faiz uygulayabiliyor. Bir de bunların yanında hükümetin faiz artırımı yapılmasını önleyen yaklaşımları, hatta talimatları var. Bunların sonucunda Merkez Bankası aslında söylemlerinin tersine ister istemez genişletici maliye politikasıyla uyumlu (İngilizcesi accomodative) bir para politikası uyguluyor.
Bu çelişkiler içinde bocalayan ekonomi politikasına bir de dış politika çelişkisi eklenince Türk Lirası'nın değer kaybetmemesi mucize olurdu. Böyle bir durumda faiz artırmanın ya da başka bir politika önlemi almanın da yararı olmaz. Esasen önlemi piyasa alıyor: Gösterge faiz yüzde 14,55’e tırmanmış bulunuyor.
* Bu yazı mahfiegilmez.com'da yayımlanmıştır.