Mahfi Eğilmez*
Nutuk’u geçmişte birkaç kez okudum. Şimdi bir kez daha okurken üç konu dikkatimi çekti. Bunları paylaşmak isterim.
Atatürk, telgraf sistemini adeta internet gibi kullanmış.[i] 1920’lerde elektriğin Osmanlı’da her yerde olmadığı, olan elektriğin sürekliliğinin pek sağlanamadığı, Mors alfabesinin okunup yazıya dökülmesinin belirli bir süre aldığı gerçekleri göz önünde tutulursa bunun hiç de kolay bir iş olmadığı anlaşılacaktır. Buna karşın Nutuk, neredeyse yarısına yakın bölümü itibariyle telgrafla yapılan yazışmalara dayanıyor. Bu da gösteriyor ki Atatürk, milli mücadelenin önemli bir bölümünü sürekli olarak telgraf başında örgütleme faaliyetleri, ikna çabaları, zaman zaman tehdit girişimleriyle geçirmiş. Telgrafı günümüzün e-postası, whatsapp’ı gibi kullanarak, İstanbul’dan, hükümetin ne yaptığından, düşman kuvvetlerinin nerede olduğundan sürekli bilgi sahibi olmuş.
Atatürk, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” sözlerini Sakarya Meydan Muharebesinde söylemiş. Ama Nutuk’u okurken aslında bu sözün onun kafasında 1919’da Samsun’a doğru yola çıktığı andan itibaren oluştuğunu anlıyor insan. Milli mücadele örgütlenmeden önce Anadolu’nun çeşitli kentlerinde, bölgelerinde hatta dağlarında kendi başlarına düşmanla mücadele eden çeteler ortaya çıkmış. Bir bölümü bu mücadeleyi o bölgede bağımsız bir devlet kurmak için verme aşamasına gelmiş. Atatürk, Samsun’a giderken bu tür birbirinden bağımsız birbirinden kopuk mücadelelerle bir yere varılamayacağını, bu girişimlerin düşmanca kolaylıkla bastırılabileceğini görmüştü. O nedenle bu çeteleri, girişimleri bir araya getirmek, mücadeleyi bir ulusal çerçeve içinde toplamak için kongreler toplamaya ve sürekli yazışmalarla milli güçleri bir arada tutmaya özen göstermişti. Bu sözün de kafasında o dönemlerde oluşmaya başladığını sanıyorum. Kendi başına bir şeyler yapmaya uğraşan bölük pörçük güçleri bir araya getirmeye çalışırken telgraf başında ya da toplantı çerçevesinde geçirdiği zamanın değerini birçok kişi anlamamış ve onun masa başında zaman kaybettiğini düşünmüş.
Düşmanın önlem almasını önlemek için Büyük Taarruzu sürekli basit bir takım hareketler gibi göstermiş. Bunu kendisi Nutuk’ta şöyle anlatıyor: Efendiler, Başkomutan Savaşı’nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmi bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp düşman ordusunu felaketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek olarak biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey’den (Rauf Orbay), ateşkes konusunda İstanbul’dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.”
Atatürk’ün uygulanan stratejinin bir taktik yansıması olarak yapılan işi önemsiz gibi göstermesi ve Nutuk’ta savaşları kısa kısa anlatma yöntemine bakarak günümüzde Büyük Taarruzu hatta Kurtuluş Savaşını basit bir savaş gibi gören ve göstermeye çalışanlar çıkıyor ortaya.
Savaşları kısaca anlattığı halde savaş hazırlığını, toplantıları, yazışmaları, aldığı yanıtları uzun uzun anlatmış. Bu da Mustafa Kemal’in asıl kurtuluş savaşını iktidardakiler, onlarla birlikte davranarak düşmanla işbirliği yapanlara karşı verdiğini gösteriyor. Savaşı kazanmaya yaklaştıkça en yakınında olanlar bile saltanatı korumak amacıyla ona karşı çıkmaya ya da en azından desteklerini azaltmaya başlayınca bu kez onlarla mücadeleye girmiş. Birlikte başladıkları mücadelede birçok arkadaşıyla yolları ayrılmış buna karşılık doğru bildiği yolda ilerlemekten hiç dönmemiş.
Atatürk’ün son yıllarında çekilmiş fotoğraflarında gözlerindeki o yorgun ifadenin nedeni de bu olsa gerek. Bu kadar mücadeleyle geçmiş bir yaşamın yorgunluğunun ve yaşanan ihanetlerin yüze ve özellikle gözlere vurması kaçınılmaz.
[i] Artık pek kullanılmadığı için genç kuşaklar telgrafı bilmezler. Telgraf, iki yer arasında haberleşme sağlayan bir araçtır. Bir vericiyle bir alıcı ve ikisi arasında elektrik hattı vardır. Verici (ya da telgrafçı deyişiyle maniple); elektrik devresini açıp kapayan anahtarın adıdır. Basıldığında devre kapanır, bırakıldığında devre açılır. Alıcı bir elektrik bobininden (elektromıknatıs) ibarettir. Bobinin karşısında bir demir çubuk, çubuğun ucunda da kalem vardır. Elektrik akımı gelince çubuğu çeker, akım kesilince çubuğu bırakır. Çubuk hareket ettikçe ucundaki kalem, karşısındaki hareketli bir mekanizmaya bağlı kâğıda noktalar ve çizgiler çizer. Bu nokta ve çizgilerin oluşturduğu alfabe Mors alfabesidir. Her harfin nokta ya da çizgi olarak alfabede bir harf bir karşılığı vardır. Sonuçta ortaya çıkan şekiller Mors alfabesi yardımıyla okunup önce harflere sonra da metne dönüştürülür.
Bu yazı mahfiegilmez.com'dan alınmıştır