Karar yazarı Etyen Mahçupyan, son olarak Kayseri'de meydana gelen terör saldırısıyla ilgili olarak "PKK terörle başa çıkamayan, güvenlik meselesini askeri yöntemlerle çözebileceğini sanan ve demokratik ortamı daraltan bir Türkiye hayal ediyor. Ölenleri geri getiremeyiz, acıları hamasetle dindiremeyiz, ama en azından PKK’yı haklı çıkarmamak üzere aklımızı başımıza almamız gerekmez mi?" görüşünü savundu.
Etyen Mahçupyan'ın "PKK'nın hayali ve tuzak" başlığıyla yayımlanan (18 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Beşiktaş’taki kırk küsur can alan bombalı saldırının ardından dün sabah Kayseri’de de benzer bir terör eylemi yapıldı. Hedef seçimi ve arka plandaki örgütsel mantık bunların PKK tarafından gerçekleştirildiği konusunda kuşku bırakmıyor. Bir saldırının daha olacağını tahmin etmek zor değildi ve şu an için de geleceğe yönelik benzer tahminler maalesef gerçekçi… Çünkü tekil terör eylemleri genel stratejiden kopuk kaldıkları ölçüde, toplumsal hafızada örgütlerin ‘ben hala buradayım’ mesajı vermesi olarak kayda geçiyor. Dolayısıyla bu eylemler sanki esas ileride kullanılacak olan bir aletin sahada sınanması gibi okunabilir. Buna karşılık eğer terör doğrudan pazarlık silahı olarak kullanılmaya uygun bulunduğunda, örgütler daha ‘sistematik’ görüntü veren eylemler düzenlemek isteyebiliyorlar.
***
Anlaşılan o ki, PKK da öyle bir evreye girmiş durumda ya da bu izlenimi vermek istiyor. Belki böyle ‘bağlantılı’ saldırılar üzerinden ‘yıkılmakta, son demlerini yaşamakta’ olmadıklarını kanıtlamaya çalışıyorlar. Ancak Suriye’de yaşanmakta olanlar ve kısa dönemde muhtemelen yaşanacaklar PKK’nın bütün gücüyle ‘bölgesel’ pazarlık masasında avantajlı yer almak istediğini ortaya koyuyor.
Baştan söyleyelim, bu tür terör saldırılarının PKK’yı avantajlı kılması mümkün değil ve örgütün de bunu gayet iyi bildiğini varsaymak gerçekçi olur. Onların hedefi Türkiye’yi önümüzdeki süreçte ‘dezavantajlı’ kılmak ve Türkiye’nin zayıflığı üzerinden güç devşirmek…
***
PKK’nın niçin avantajlı konumunu yitirmekte olduğu açık… Halep’in düşmesi ile birlikte Esad-İran-Rusya ekseni ‘meşru’ güçler olarak yeniden Suriye’nin bütünlüğü üzerinde hak sahibi haline geldi. Diğer bir deyişle Suriye içinde farklı aktörler yaratmaya ve ülkenin bölünmesi sayesinde Esad’ı dar bir alanda da olsa ayakta tutmaya çalışan Rusya’nın hareket alanı genişledi. Bu süreç zaten bir süredir işliyordu. ABD’nin Halep katliamına müdahale edemeyeceğini, Türkiye’nin ise PYD oluşumundan korkarak Suriye’nin bütünlüğünü savunmaya mecbur olduğunu anlayan Rusya ibreyi Esad etrafında kurgulanacak ‘yeni Suriye’ye çevirmişti.
Bu gelişmenin PKK için anlamı belliydi… Halep’in düşmesi ile yolu açılan ‘yeni Suriye’ içinde PKK referanslı bir özerk Kürt oluşumunun yeri yoktu. Bu durumda alternatif, iç sıkıntıları olan bir ABD-Türkiye ekseniydi. ABD zaten yaptığı askeri yardımlar ve moral destekle PYD’nin yanında olduğunu ortaya koymaktaydı. ABD Suriye’de Türkiye’nin amaçları konusunda tedirginlik yaşadığına ve PYD’ye mahkum hale geldiğine göre, örgüt bu ‘çatlağı’ Türkiye’ye doğru genişletebilirdi… Üstelik Batı dünyasının AK Parti iktidarını antidemokratik bulduğu ve Türkiye’de Batı karşıtlığının yüzde 80’leri bulduğu bir ortamda, bu stratejinin psikolojik zemini de mevcuttu.
***
PKK’nın kafasının böyle çalışıp çalışmadığını bilmiyoruz. Ama HDP’nin kadük olduğu ve diğer partiler tarafından dışlandığı bu süreçte, zaten yatkın oldukları eylem biçimini ‘siyaset’ sanmaları şaşırtıcı değil. Güvendikleri dalın dünya kamuoyunun onları onaylaması olduğunu sanmamak lazım… Herkes bu örgütün ne olup olmadığını gayet iyi biliyor. PKK’nın güvendiği dal Türkiye’nin yanlış yapma ihtimalidir. Yani şiddete şiddetle cevap verilmesi, toplu imhaya girişilmesi, bu arada otoriter bir siyasi yapılanmaya kayılması ve Kürtlerin kültürel haklarının verilmemeye devam edilmesi…
PKK terörle başa çıkamayan, güvenlik meselesini askeri yöntemlerle çözebileceğini sanan ve demokratik ortamı daraltan bir Türkiye hayal ediyor. Ölenleri geri getiremeyiz, acıları hamasetle dindiremeyiz, ama en azından PKK’yı haklı çıkarmamak üzere aklımızı başımıza almamız gerekmez mi?