Yaşam

'Mahcubiyetten kızarıyorum solaryum zannediyorlar'

Star Haber Müdürü ve Anchorman'i Uğur Dündar ve Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, Ayşe Arman'la görüştü.

04 Nisan 2010 03:00

T24 - Star Haber Müdürü ve Anchorman'i Uğur Dündar ve Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, Ayşe Arman'la görüştü. Dündar, "Mahcubiyetten kızarıyorum, solaryum zannediyorlar" derken, Özdil de gelecek seçimlerde Baykal'ın başbakan olacağını iddia etti.

Ayşe Arman'ın Hürriyet gazetesinde "Müthiş ikili" başlığıyla (4 Nisan 2010) yayımlanan yazısı şöyle:



Uğur Dündar ve Yılmaz Özdil...

Biri yılların gazetecisi, adı geçtiğinde önüne “duayen” ya da “usta” sıfatı eklenen kişi... Ötekini daha geç keşfettik ama o kadar hızlı parladı ki, ışığı vazgeçilmez oldu.


İkisi de yaptıklarıyla ertesi gün evlerde, işyerlerinde bütün Türkiye’de konuşulan isimler.
İki yıldır, Star Haber’de bir arada harikalar yaratıyorlar...
Sadece meslektaş değiller, aynı zamanda abi-kardeş gibiler...
Olayı mahallinde izledim, oradan bildiriyorum...



Uğur Dündar

Bunca yıl saygın biri kalabilmenin sırrı...

- İnsan gençken nereye yolculuk yapacağını, hangi hedefe varacağını bilemiyor. Bilmesi gereken, kendisini geleceğe taşıyan yolda, temiz adım atması gerektiği. Ben sadece bunu yaptım...

Bir sürü ahlaklı ama başarısız insan var!

- Başarının yüzde 10’u yetenekse, yüzde 90’ı çalışmaktır. Şans da önemli. Benim şansım hocamın Abdi İpekçi olmasaydı.

Siz, her şeyi planına uygun mu yaptınız: “Meslekte ilerlerim, sonra bir dönem gelir evlenirim, sonra çoluk çocuğa karışırım...”

- Mesleğim beni nereye çektiyse oraya gittim. Ailem her şey ama mesleğim de öyle. Avrasya feribotuna atladığımda 42 derece ateşliydim, “Gideyim mi?” diye tereddüt bile etmedim.

Siz sanki hep aynı yaşta dondunuz kaldınız. Nasıl oluyor!

- Hayır canım olur mu, ben de yaşlanıyorum. Ama güzel yaşlanıyorum. Güzel yaşayan herkes güzel yaşlanır. Aynaya da sadece kendisiyle barışık birini görebilmek için bakarım.

Siz, “Nasıl bu kadar genç kaldım?” diye kitap yapsanız Mehmet Öz’ün kitabından çok okunur. Hadi bize tüyo verin spordan başka...

- Organik besleniyorum.

Palavra değil mi o organik beslenme...

- Yok, olur mu? Denetim kuruluşları sertifika veriyorlar. Devletin verdiğine güvenmiyorum ama yabancıların yaptığı gayet ciddi.

Nereden alıyorsunuz?

- Organik ürün satan dükkânlardan. Anadoluhisarı’nda var mesela. Yoğurdumuz Gökçeada’dan geliyor. Araştırmacı gazeteciyiz ya, soruşturduk. Oraya zirai mücadele ilaçları gitmiyor, meralar var, oralarda besleniyor hayvanlar. Günde iki elma yerim. Onlar da organik. Ben 40 yıldır, zirai mücadele ilaçlarının insanları nasıl zehirlediğini anlatıp durdum. Kendim umursamazsam biraz tuhaf olmaz mı?

İyi beslenme ve spor... Bunun dışında...

- Kötü düşüncelere sahip olmama. Gülme öyle... Biz evde hiç dedikodu yapmayız...

Dedikodu eğlenceli bir şey değil mi?

- Çocuklarımla vakit geçirmeyi tercih ederim.

Başka başka?

- Sen de amma zorladın! Azı diş çeker gibisin. Başka ne var? Erkan Topuz Hoca’nın önerileri...

Nedir onlar?

- Mantar tabletleri. Onlardan alıyorum.

Neye yarıyor?

- Antikanserojen... Erkan Hoca, 40 yıldır Onkoloji Enstitüsü Müdürü. Aşağı yukarı bu mesleğin başından beri kendisini tanıyorum, çok araştırdığını, literatür takip ettiği biliyorum.

Size özel tabletler mi bunlar?

- Yok canım, bütün eczanelerde var. Ginseng kullanıyorum. Vitamin kullanmam. İçki içmem.

Karı koca şarap-marap içmez misiniz?

- En fazla bir-iki kadeh...

Sarhoş da olmuyorsunuz...

- Üniversiteden beri olmadım.

Arada bir güzel olmaz mı kendini kaybetmek...

- Ertesi gün etkileyeceğini düşünüyorum. Tabii Çeşme’de Ildır Balık Lokantası’ndaysak, güneş de karşıdaki adacıkların üzerinde batıyorsa, karşımda da Yasemin varsa, o zaman bir Cabarnet Sauvignon iyi gider...

Bakım yapıyor musunuz?

- Ne münasebet. Hoşlanmam öyle şeylerden.

Yüzünüze özel bir şey uyguluyor musunuz?

- Hayır. Suratım makyajdan hatır hatır.

Nasıl bu kadar yanık duruyorsunuz? Solaryuma mı giriyorsunuz?

- Mahcubiyetten kızarıyorum, yanık zannediyorsun!

Manikür, pedikür. Çok yaygın şimdi...

- Allah korusun! Herkes istediğini yapmakta özgür. Ama ben hoşlanmıyorum. Ben sadece berbere giderim. Yıllardır aynı berbere, Cemil’e.

Böyle bağlılıklarınız var demek ki...

- Var tabii. Yıllardır İhsan İlhan dikiyor kıyafetlerimi. Kumaşçım var Beyoğlu’nda İliya Gülerşen. Kravatlarım Cravatex’ten. Benim sponsorum yok, hazır kıyafet de giymem, cebimden öderim. İki metre beze özgürlüğümü satmam. Bundan da gurur duyuyorum.

Siz Hugo Boss’tan Zegna’den filan alışveriş yapmaz mısınız yani...

- Yapmam. Ben hâlâ otobüs duraklarının önünden geçerken, elimle yüzümü kapatırım.


Biraz body çalışsan Cüneyt Arkın'ın yerini alırsın

Bir de filmde oynadınız...

- Oynar gibi yaptım. Çünkü aktörlük yapamıyorum. Gerçi yine alkış topladım. Bazı yönetmenler, “Biraz daha body çalışırsan Cüneyt Arkın’ın yerini alırsın!” dedi. “Çok teşekkür ederim, ben almayayım” dedim.


Ayda iki kere emin Çölaşan'ı işletiyorum

Hâlâ Emin Çölaşan’ı işletiyor musunuz?

- A tabii. Ayda iki kere mutlaka. Otomatiğe bağladım artık. En son Ertuğrul Akbay oldum, çalıştığı gazetenin sahibi Burak Akbay’ın babası.

“Ya Emin, nasıl tirajlar?” dedim, “İyi Ertuğrul Bey, 160 bin’i vurduk” dedi. Daha yüksek bekliyorum, daha yüksek bekliyorum senden” dedim. “Tamam patron merak etme sen, çok güzel mesajlar geliyor okurlardan” dedi. Sonra bu numarayı yedi diye çok güldük...

Özgür bir adam olup, serserilik yapmayı özlediğiniz oluyor mu?

- Oluyor.

Siz istediğiniz yere gidemezsiniz, kaçamazsınız, kaçamak dahi yapmazsınız!

- Öyle. TRT’ye ilk girdiğim gün biri bana, “Bak ileride böyle böyle olacak” deseydi, bu kadar ünlü olacağımı bilseydim, belki de bu yola girip girmemeyi düşünürdüm.

Çünkü aslında bir hayatınız yok değil mi...

- Yok diyemem ama herkes gibi özgür değilim tabii.

Mehmet Ali Birand’ı beğeniyor musunuz? Dışarıdan bakınca, ikinizinki bana eğlenceli bir rekabet gibi geliyor...

- Keşke seyredebilsem, o zaman yorum yapardım. Aynı saatte ikimiz de ekrandayız!

Temelde bir nefret, kıskançlık, şu, bu yok değil mi?

- Ben hayatımda kimseye karşı bu duyguları beslemedim.

İkiniz karşılaştığında ne yapıyorsunuz?

- Onu Yılmaz anlatsın...


Sahte gülücükler iltifatlar insanı yoruyor

Siz Papermoon’a, Sunset’e, 29’a filan da gitmezsiniz herhalde...

- Hayır. Yılmaz da gitmez. Biz kokteyllere de katılmayız.

Neden?

- Yaşam biçimimiz farklı. Sahte gülücükler ve sahte iltifatlar insanı yoruyor. Biz de dışarı yemeğe gideriz ama öyle yerlere değil. Bence dünyanın bir numaralı balıkçısı Kahraman. Bir de Yeşilköy’deki Yüksel...

Rahmi Koç, Kahraman’a gidince, yardımcılarından biri masaya örtüler serip Rahmi Bey’in seveceği hale getiriyormuş. Sizin için de gittiğiniz yerlerde bu tür şeyler yapılıyor mu?

- Hayır, olur mu, öyle bir şey olsa, bir daha gitmem oraya. Bizim pazar brunch’larımız var, kardeşlerim, kardeşlerimin çocukları, torunlar, 25 kişi filan oluyoruz, büyük İtalyan aileleri gibi, bazen Florya’daki Kosova lokantası, yazın Çeşme... Gerçi masraflı oluyor! Ama parayı niçin kazanıyoruz? Bu tür küçük saadetler için...


Evimizde şımarıklık olmaz

İyi bir tatil arkadaşı mısınız?

- Çok. Avarelik severim. Şortumu çekerim, lastik pabuçlarımı giyerim, dağ tepe dolaşırız... Ben serüven adamıyım. Bozcaada’nın tepesinde çadır kurarız çocuklarla mesela.

Yurtdışında kimse size Uğur Dündar muamelesi yapmıyordur...

- Hoşuma gidiyor. Islık çalıyor, yüksek sesle şarkı söylüyorum.

Evde haber konuşuluyor mu?

- Çocuklar konuşuyor. Hatta yorum da yapıyorlar. İkizlerden Bartu, sabahları radyo programına katılıyor. 8.5 yaşında ama siyasetle çok ilgili. Hangi soruyu sorarsınız bir cevabı var, Anayasa değişikliği paketinden tut da, Fenerbahçe’nin son durumuna kadar. Ben sabahları Hakan Gündüz’ün programına 15 dakika konuk oluyorum, Bartu o gün tatilse mutlaka o da katılıyor. Sakız Adası’na giderken feribotun yolcu salonunda biri döndü ve “O meşhur Bartu siz misiniz?” dedi, bunun acayip hoşuna gitti.

Abisi?

- Bora mı? O da basketboluyla kendinden söz ettiriyor. İkisinin de farklı meziyetleri var. Bora’nın hedefi de NBA’ye gitmek.

Sizinle dalga geçtikleri filan oluyor mu?

- Ben bazen, “Hiçbir...” diye başlarım cümleye, bunlar hemen atılır, “Hiçbir başarı, çalışmadan elde edilemez...” diye tamamlarlar.

Ya oğlanlar, 18 olduklarında, güzel arabalara binen, kulüplere giden iki delikanlı olurlarsa...

- Şımarık bir yaşam, har vurup harman savurmak bizim evimizde olmaz! Onlara sürekli hayatın zor olduğunu ve babadan kalma servetin çok kolay tükeneceğini anlatıyorum. Benim babam düzgün bir insandı, adildi, vicdanlıydı. Ben de öyle bir adam oldum. İnşallah çocuklarım da öyle olacak.

Bir gün rahat uyumak için eşiniz le odaları ayırır mısınız?

- Hayır, aklımızdan bile geçmez!

Evde bütün programları izliyor musunuz?

- Yok, haber dışında izlemem.

Evde köpek var mı?

- Evet, adı Lulu. Kızım Damla koydu adını. Bir de kanaryamız var Işık, müthiş bir müzik yapıyor, susturabilene aşkolsun!


Yasemin'i şaşırtacak sürprizler yaparım

Siz, eşine sürprizler yapan bir erkek misiniz?

- Hem de nasıl. Çok severim. Ama söyleyemem, söylersem anlamı kalmaz. Sadece bil, Ayşe Arman’ın bile hayal gücünü zorlayacak, “Vay be!” dedirtecek sürprizler.


Yüzümdeki çizgiler benim karakterim

Herhangi bir estetik operasyon geçirdiniz mi?

- O da başka bir hikâye. Bir ben vardı, doğuştan. Bir gün Kolsuz Agop’la konuşuyoruz, “Bu tehlikeli, kansorejen olabilir, aldır” dedi. Aldırdım. Gel gör ki hakkımda denmeyen kalmadı, yok efendim estetik yaptırmış, yok efendim göz altı torbalarını aldırmış...

Ne dediklerinin ne önemi var...

- Çizgiler, karakterimizdir. Mesleğin mutfağında ne kadar zaman harcadığımızı gösterir. Sermayemiz, inandırıcılığımızdır. Niçin ben suratımı gerdireyim?

10 yıl sonra ne olacak?

- Ölene kadar bu işi yapacak değilim ki.

Uğur Dündar botoks yapıyor mu?

- Hayır efendim. Asla.


Yılmaz Özdil


“Bırakın hakkınızda özgürce yazsınlar Başbakanım" dedim

Başbakan’la yan yana düştünüz... Ne dersiniz?

- Vallahi ben söyleyeceğimi söyledim. Uçaktaydık. “Köşe yazarları aleyhinizde yazıyor diye birileri onların elinden kalemi almak için uzanırsa, siz, o eli tutacaksınız, ‘Bırak, hakkımda özgürce yazsınlar’ demenin hazzını yaşayacaksınız” dedim...

Telefonlarınız dinlemiyor mudur?

- Bu röportaj bile kayda geçiyor olabilir.

Nasıl yapacaklar?

- Ortam dinlemesi diye bir şey var...

Hayatta kime teslim olursunuz?

- Eşime teslim olurum. Arkamı çekinmeden döneceğim kişiler de Müjdat Gezen, Haluk Şahin ve Yılmaz’dır. Ben hep bir erkek kardeşim olsun istemişimdir, Yılmaz işte o, benim erkek kardeşim...



Baykal başbakan olacak

Başbakan sizi görse selam verir mi?

- Başbakanı’ı bilemem, ben veririm...

Hürriyet’i sizin için alanlar olduğunu biliyor musunuz?

- Böyle bir şey doğru olamaz, hiçbir yazar gazetenin logosunun üzerine çıkamaz.

Nasıl oluyor da hem bu kadar çarpıcı yazılar yazıyorsunuz, hem de bir televizyon kanalı idare ediyorsunuz...

- Bir haber kanalında çalışmak, yazı yazmayı kolaylaştıran bir şey. Ben bazı yazarların haber merkezinde çalışmadıkları için kabız olduğunu düşünüyorum. Mutfağa girmeden yemek yapılamaz...

Yazının tatmini farklı değil mi?

- Televizyonun adrenalini daha yüksek, gazetenin kalıcılığı... Televizyonda belki 35 milyon insana ulaşıyorsun, ama 100 bin kişinin okuduğu bir haber daha etkili olabiliyor...

Sizin sırrınız ne?

- Sırrımın olmaması olabilir!

Bu ülkenin hali ne olacak?

- İyi olur inşallah. Dayak yemeden daha iyiye gitmek mümkün değil...

Karınızla telefonda konuşurken, “Dinleniyorum” diye düşünüyor musunuz?

- İsteyen istediği kadar dinlesin. Gizli saklı bir şeyim yok. Ama insanların telefonlarının dinlenmesi ahlaksızca bir şey.

Bir gün sizi de “küt” diye içeri alabilirler mi?

- Böyle bir endişem yok.

F tipi örgütlenme için ne düşünüyorsunuz?

- Akıllı bir cemaat.

Adam gibi muhalefet olsa, bu durumlara düşer miydik?

- Adam gibi millet olsaydık düşmezdik!

Milletçe biz her şeye müstahak mıyız?

- Kurunun yanında yaş da yanar, böyledir.

Siz neden fiili siyasete girmiyorsunuz?

- Herkes işini yapsın.

Cannes Film Festivali’nde ödül aldığınızı farz edin, siz ülkenizi nasıl anlatırdınız?

- Ödülü aldığıma göre, anlatmışım zaten anlatacağım kadar. Ödülü almaya gitmezdim...

Deniz Baykal için bir cümle söylemenizi rica etsem...

- Başbakan olacak.

Şaka yapıyorsunuz!

- Hayır. Hem de ilk seçimde?

Bu halk, gider Baykal’a oy verir mi?

- Bu soru bile demokrasimizin ne kadar raşitik olduğunu kanıtlıyor. Seçmen, lidere oy vermesin. Parti programına, şehrinden gösterilen adaylara oy versin. Lider maestrodur ama orkestra şarttır. Yoksa elinde çubukla, sipsivri kalıverirsin...

Sizin haber kanalınızda muhabirlerden biri, her gün namaz izni istese, tavrınız ne olur?

- Vatikan TV değil burası! Hacı muhabirlerim var... Üstelik hacı muhabirlerimin hepsi erkek değil, kadın da var... Namazı isteyen kılar, istemeyen kılmaz. Gayrimüslim muhabirim de var. Ezan için canlı yayına giden hariç, iftarı topluca yaparız...

Herkesin kullandığı lavaboda, biri ayağını kaldırıp lavaboya sokarsa ve abdest alırsa tavrınız ne olur?

- Abdest alacak yer yapmazsan, ne yapsın ki vatandaş?

10 yıl sonra Türkiye’de başörtülüler daha mı fazla olacak?

- Evet.

Hükümet, Emin Çölaşan’dan şikâyetçiydi. Sizce sizden değil mi?

- Kişisel olarak, onur veya gurur duyduğum bir özellik değil bu? Aksine, üzücü? Yalakalık yapmayan gazetecileriyle onur ve gurur duyan bir hükümetimiz olsun isterdim.

Başbakan’a kafa tutan fazla adam kalmadı. “Sonum Çölaşan gibi olur” diyor musunuz?

- Olmaz çünkü ben patronlarımın arkasından konuşmam.

Siz kendi yazdıklarınızı beğeniyor musunuz?

- Ben yazarım, isteyen okur, istemeyen okumaz.

“Twitter formatı yazar” diyorlar size... Siz ne diyorsunuz?

- Meydan Larousse yazarı olmaktan iyidir.

Gülgün Feyman, bütün erkek anchorman’ların yaşlandığını, gençlere fırsat verilmesi gerektiğini söylüyor... Siz ne diyorsunuz?

- Haber, hayattır? Tecrübe, hayatı daha iyi anlatır...

Neden kadın anchorman yok?

- Nazlı Öztarhan var. “Niye var?” dersen, Nazlı muhabirdir, editördür, haber müdürüdür, sadece ekrana çıkıp, önüne konanı okumaz. Olayların içindedir, bazen bülteni tek başına hazırlar. Anchorman olmak isteyen kadınlar, Nazlı’yı örnek almalı...

Uğur Dündar’la Mehmet Ali Birand karşılaştığında ne oluyor?

- İki medeni insan karşılaştığında ne oluyorsa, o oluyor. Ekranda karşılaştıklarında ise, Birand ikinci oluyor!

Bu ülkede en iyi gazete yapan insanlardan birisiniz. Hiç canınız çekmiyor mu gazete yapmak...

- Böyle bir hesabım kitabım yok. Zaten bana ait bir karar da değil...

Bu medyada asla kiminle çalışmak istemezsiniz?

- Dün, dünde kaldı.

Yazılı basın yok mu olacak...

- Bu, bir fantezi. Bence daha da gelişecek ama Batılı standartlarda. Ulusal yazılı basın, şimdi belki tıkanma noktasına gelmiş olabilir, ama yerel basının güçleneceğini düşünüyorum. Mesela “İstanbul” diye gazete çıksa çok başarılı olur. Ya da bir Ankara Gazetesi. Ya da Güneydoğu bölgesini kapsayan bir gazete.

Pazar günleri karınıza mı aitsiniz?

- Evet.

Sizin pazarlarınız nasıl geçiyor?

- Plan yapmıyoruz. Daha doğrusu cumartesi öğleden sonradan itibaren canımız ne istiyorsa onu yapıyoruz.

En son eşiniz Hülya ile ne için kavga ettiniz?

- Ben kavga etmem. Biraz da mesleğin getirdiği şans, o kadar yoğun çalışıyoruz ki, ailemize çok az vakit kalıyor, onu da kavgayla ziyan etmek manasız.

Kadınlar size en çok ne deyince hoşunuza gidiyor?

- Yılmaz.

Uyku ile aranız nasıl?

- Günde üç-dört saat uyuyorum. Yirmi senedir böyle. Gece 11.30-12’den itibaren film izlerken, kitap okurum. Kitap okurken de kafamın arkasında yazı yazarım. Hepsini aynı anda. Sonra gelip kâğıda döküyorum.

Hakkınız olan parayı kazandığınızı düşünüyor musunuz?


- Hak etmediğimi Allah nasip etmesin!

Eşinizle yurtdışında en çok nereye gitmeyi seversiniz?

- İtalya. Fırsat bulduğumuzda kaçarız. Program da yapmayız, uçak bileti ve kalacak yer ayarladık mı yeter, onun dışındaki her şey orada gelişir. Müze gezme hastalığım var sadece. Saatlerce, günlerce gezebilirim. Metropolitan’a girdiğimde çıkmak istemem ya da Louvre Müzesi’ne.


Şunu ıskaladım diyeceğiniz bir şey...

- Hentbol antrenörü olmak isterdim...

Eşiniz Hülya spor yapar mı?

- Her gün... Hentbolcuydu, altı Türkiye şampiyonluğu, bir de dünya yedinciliği var. Zaten spor sayesinde tanıştık.


Son olarak hiç eleştirdiğiniz bir şeyi yok mu Uğur Dündar’ın...

- Bazen duymak istemediğim doğruları söylüyor. Bu beni rahatsız ediyor. Ama sonunda o hep haklı çıkıyor.


Muhteşem ikili

Siz muhteşem bir ikili oldunuz...

Uğur Dündar:
Evet olduk.


Neyiniz tuttu?

Uğur Dündar:
İlkeli olmak, dürüst olmak, sahici olmak...

Yılmaz Özdil:
Uğur Abi’den öğrenmeye hep devam ediyorum. Benim ısrarla doğru dediğim, onun yanlış dediği her konuda haklı çıktı. Abim de olduğu için aynı zamanda, bana şımarıklık, serserilik etme hakkı tanıyor, sağ olsun. Onunla çalışmaktan gurur duyuyorum. O benim meslek idolüm. Çok kolay kirletilebilen, çok kolay kaybedilen bir meslek ama Uğur Dündar hep zirvede. Bana göre haberin Zeus’u. Bu meslekte 20 yılı devirdim ve şimdiden sırtımda Brütüs koleksiyonu var ama ben Uğur Abi’ye sırtımı yaslayabiliyorum. Bu herkese nasip olmayan bir şey.

Uğur Dündar:
Yılmaz yazılarıyla da, televizyonculuğuyla da Allah vergisi bir yeteneğe ve tevazuya sahip. İnanılmaz yaratıcı bir adam...