Mehmet Ali Erbil, toplumdaki gidişattan ürküyor. Erbil, Türkiye’de gelinen noktadan hiç mutlu olmadığını söylüyor.
Mehmet Ali Erbil, Vatan gazetesinden Buket Aşçı’ya verdiği röportajda, “Erdoğan’la diktatörlüğe kayıyoruz” diye konuştu. Erbil’in röportajı şöyle:
“Onu izlerken şaşkına dönmemek mümkün değil. Her kesimden insanı konuşturup güldürüyor. Mesela başörtülü, beş vakit namaz kıldığı belli olan, muhafazakâr diye tanımlanacak bir teyzeyi bile kıkırdatmayı “Bak kocama ne yakışıklı” dedirtmeyi başarıyor. Yani bu ülkede halkın ortak bir dili varsa, onu iyi biliyor.
Bu yüzden ekran kazalarından ötürü sert eleştirilere, “sulu” sıfatlarına muhatap olsa da Mehmet Ali Erbil’i dinlemekte fayda var... Canlı yayında yaptığı çıkışın bu kadar reaksiyon yaratması da bu özelliği ile ilgili olabilir. Zira kendisi iki somut örnekten hareketle pek çok kişinin aklından geçen ama yüksek sesle söylemekten kaçındığı, dahası ülkemize kondurmak istemeyeceğimiz bir korkuyu yüksek sesle söyleyiverdi: “Tek partili bir döneme mi geçiyoruz?” Şimdi herkes onun bu sözlerini ve çıkışını konuşuyor. Yani bu çıkışı tek bir olaya bakarak mı yaptı yoksa gözlemlediği başka sorunlar da var mı? Ya da söz konusu olan kötü bir yolculuğun yarattığı bir panik miydi? Açıkçası uzun yıllardır ekranda olan son derece deneyimli biri için bu, pek mümkün görünmüyor. Nitekim kendisi de “Neden kimse sesini çıkarmıyor, asıl ben bunu anlamıyorum?” diyor.
Kimse sesini çıkarmadı, bunu anlayamıyorum
Canlı yayın deneyimi çok yüksek bir televizyoncunuz. Ne oldu da, canlı yayında isyan ettiniz?
Bursa’ya gittik. İDO’yla... Gemide sadece tek kanalın yayın yapması, hem de majör olmayan bir kanalın, dikkatimi çekti...
Yani “herkesin seyrettiği bir kanal olsa sorun yok” diyorsunuz?
Tabii. Mesela RTÜK’ün istatistiklerine göre çok seyredilen bir kanal ya da devlet kanalı TRT söz konusu olsaydı dikkatimi çekmezdi. Ama Haber 24 majör değil. Bu da beni bir sanatçı, vatandaş olarak iğreti etti ve kaptana çıktım. O da bana şöyle şeyler söyledi; “Bu kanal ihaleyi kazanmış, uydu sistemleri gibi birtakım şeylere sponsor olmuş. İDO da anlaşma gereği, bu kanalı yayınlayacakmış.” Yani körler, sağırlar birbirini ağırlar durumu! Bu ihaleden diğerlerinin haberi var mıydı, yok muydu, bunu bilemem! İşin hukuksal tarafına da aklım ermez ama çok rahatsız oldum.
Sanırım asıl sorun dönüşte yaşandı?
Geminin kalkış saati beş buçuktu (17.30). Biz beşte gemideydik, bizim gibi birçok insan da. Herkes gelmiş, yerinde oturuyor. Hep beraber Haber 24’ümüz açık, Başbakanımızın seçim konuşmasını seyredip dinliyoruz! Aa, saat beş buçuğu on geçiyor, ama hareket etmiyoruz... Başbakanın seçim konuşmasını dinliyoruz. On beş geçiyor, durum aynı. Yirmi dakika gecikti ancak... Herkesin hayatında 20 dakika çok önemlidir. Hele 50 yaşından sonra çok daha fazla. Ama kimse de sesini çıkartmıyordu! Bu çok daha enteresan!
Siz ne yaptınız?
Merak ettim, sordum; “Niye hareket etmiyoruz” diye. “Seçim otobüsü geliyor, onu bekliyoruz” dediler. Artık kaptana çıkmaya tenezzül bile etmedim. Ertesi gün de bunu programımda dile getirdim. Bunu siyaset, politika ya da muhalefet yapmak için söylemedim. Yaşadıklarımı anlattım. Ayrıca ben partiler üstü biriyim. Mesela benim için bir diğer gerçek de Bursa’nın yıllar sonra, çevre yollarına kavuşması, önemli bir trafik sorununu halletmesiydi. Bunu da söyledim hem de Bursa’da belediyede hangi parti varmış bilmeden. Çünkü bu da bir gerçek.
Sezer’in makam arabası kırmızıda dururdu
Ama eleştirilerinize itiraz var. İDO, aracın AKP’ye değil Başbakanlığa ait olduğunu ve aracın beklenmediğini sadece gemiye sığmadığı için binmek için uğraştığını söyledi.
Bu bir gerekçe mi? Sonuçta o gemi saatinde kalkmadı. Video görüntülerini izledim; otobüs giriyor, çıkıyor, manevra yapıyor... Giremeyip yoluna devam ediyor. Başka bir otobüs için bu kadar uğraşılır mıydı? Sırf yanlış anlaşılmayayım diye televizyonda “MHP’nin otobüsünü beklerler miydi” dedim yani ana muhalefetin militanı gibi görünmemek için.
Aracın AKP’ye değil Başbakanlığa ait çıkmasını bazı gazeteler “Mehmet Ali Erbil haksız çıktı” diyerek yorumladı. Sizce?
Aracın AKP’ye değil Başbakanlığa ait olması daha kötü değil mi? Devletin bu tür durumlarda herkesten daha sorumlu, saygılı davranması gerekmez mi? Hele böylesi hassas bir dönemde. Eski cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in makam arabasının kırmızı ışıkta durduğunu unutmayalım. Arada biraz fark var yani! Bunlar küçük şeyler ama çok da önemli. Bir de bunun yanı sıra yapılan haksızlıklar, ayrıcalıklar da mide bulandırıcı oluyor.
Bırakın muhalefeti, hiciv bile yok
Yapmış olduğunuz çıkışı bir patlama olarak değerlendirmek ne kadar doğru?
Ben patlama olarak nitelemiyorum. Bir-iki yıldır bazı dokundurmalarda bulunuyordum. Ama bu hep kötü de değildi. İyi taraflarını söylediğim de oldu. Mesela benim bir ilaç sorunum var. Türkiye’de bulunamıyor ve ithali çok güç.
Sağlık Bakanı’nın kapısını çaldığımda, Recep Akdağ ilacımın ithal edilmesinde kolaylık sağladı, sağ olsun! Belki “Bu çocuk en çok vergi verenlerden” dedi, belki de sağlıkla ilgili bir sorun diye halledildi... Ama ikiletmedi bile. Oysa daha önce hiçbir parti bu sorunumu halledememişti.
Bu olaydan önce eleştirilerde bulunuyor muydunuz?
Mesela seçim sürecine girilmesiyle kömürdü, beyaz eşyaydı dağıtılmaya başlanınca ben de dokundurmalar yapmaya, işin mizah yönüyle sorular sormaya başladım. İnsanlara soruyordum; “Oyunuzu size buzdolabı verene mi vereceksiniz?” diye. Elektrik yok, su yok ama buzdolabı ya da çamaşır makinesi var!
Siz bunları söylediğinizde size ne diyorlar?
Gülüyorlar... Maalesef halkımız öyle sadece gülüyor.
O zaman, “Tek partili döneme mi gidiyoruz?” dediğiniz yani bir korkuyu ifade ettiğiniz için mi bu son eleştiriniz patırtı kopardı?
Bunu korku olarak adlandırmak istemem. Şu da bir gerçek ki kimsenin pek sesi çıkmıyor. Neden bilmiyorum. İnsanlar ya bastırıldılar, ya da ürkütüldüler.
Anladığım kadarıyla böyle bir süreçten geçiyoruz. Birkaç aydının dışında, hiç kimsenin hele hele sanatçı grubunun sesi çıkmıyor. Muhalefet etmiyor. Bırakın muhalefeti eleştirel hiciv, mizah da yok.
Özal’ın taklidini yapmayanı dövüyorlardı
Özal da tek başına iktidar olmuştu, hem de 12 Eylül’ün hemen sonrasında. Yani halkın darbe korkularının taze olduğu bir dönemde. O zaman eleştiri daha mı fazlaydı?
Evet ama Özal, vizyonu geniş bir devlet adamıydı. Hoşgörülüydü. Bu çok önemlidir. Ama gittikçe ülkemizde kayboluyor. Siyasetçiler başta olmak üzere ülkemiz hoşgörüsünü yitiriyor. Eleştiriye tahammülümüz azaldı.
Ya espri yani kendimizle dalga geçebilme yeteneğimiz?
Maalesef o da. Oysa Özal’ın taklidini yapmayanı dövüyorlardı! Rahmetlinin sanatçılara yaklaşımı da farklıydı. Bir kere hazmetmiş biriydi. Unutmayalım ki, hiciv, mizah denen şeyler demokrasinin önemli olgularındandır.
Sizce Erdoğan mizahı sevmiyor olabilir mi?
Bence özellikle Erdoğan’ın insanlara baskı yapmasını hiç anlayamıyorum çünkü kendi çıkış noktası bu değil mi? Yani çok seslilik, özgürlükçülük, çoğulcu demokrasi, insanların istediği gibi düşünce ve dileklerini ifade edebilmesi... O bu amaçla ortaya çıkmadı mı?
Artık 'Çarkıfelek Partisi' olduk
“Pek kimsenin sesi çıkmazken” siz çıkardınız. Bu da sizi şu an en meşhur muhalif yaptı. Size yönelik beklentiler var mı?
Şu an programı “Çarkıfelek Partisi” diye adlandırıyorlar. “Bakalım Mehmet Ali bugün ne diyecek, ne tür bir eleştiri getirecek” diye bir beklenti de oluştu. Ama benim öyle bir derdim yok, ben bu sözleri muhalif olayım diye söylemedim.
Çıkışınız akla Fazıl Say’ı getirdi. Ne dersiniz?
Onun ki biraz daha farklıydı çünkü onun bire bir canını acıtan bir durum söz konusuydu. Kişiliğine, sanatına, genel anlamıyla sanata yönelik bir durum... Benimkinde ise bir vatandaş tepkisi var. Herkesin başına gelebilecek bir olaya reaksiyon gösterdim ben.
Peki böylesi bir çıkış yapmış olduğunuz için korkmuyor musunuz?
Korkmuyorum ama endişelerim tabii ki oluyordu.
Mesela işsiz kalır mısınız?
Yook! Otuz yıldır hiç böyle bir endişem olmadı. Sanatıma, yeteneğime güvendiğim sürece de olmaz. Bildiğimi söylerim, eleştireceğim kişi yayın yaptığım kanalın sahibi bile olsa... Hem de ertesi gün kapının önüne koyacağını bilsem bile... Çünkü söylemezsem duramam.
Ana muhalefetin militanı değilim
Ben bir siyasetçi olsam sizi muhalifim olarak istemezdim. Çünkü hem çok seviliyor, izleniyor hem de hediye dağıtıyorsunuz... Ne dersiniz, sizce de riskli bir muhalif misiniz?
Otuz yıldır halkın sevdiği, güvendiği ve samimi bulduğu biriyim.
Tabii hediye, para dağıtan da...
Ee, dün mesela (çarşamba) Başbakanın memleketine; Rize’ye araba verdik. Ana muhalefetin militanı olsaydım verir miydim; “Size derin dondurucu yeter” derdim.
Sizin aksinize hükümeti beğenen, destekleyen çok entelektüel var. Onlardan farklı olarak siz ne görüyorsunuz?
Ben halkla bire bir yaşayan biriyim, farkım bu. Her programımda halktan en az 50 kişi ile diyalog kuruyorum. Buna stüdyodaki 100-150 kişiyi de ekleyin. Yani her gün 200-250 yeni kişiyle tanışıp konuşuyorum. Bu da çok ciddi bir gözlem...
Diktatörlüğe gidiyormuşuz gibi geliyor
İçinde bulunduğumuz süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şey gittikçe karamsarlaşıyor. Buna televizyon programları da dahil.
Ergenekon davası sizi nasıl etkiliyor?
Bütün diskler çözülüyor. “Endişe duymuyorum” dersem yalan olur. Yarın öbür gün en ufak bir şeyden ötürü, bizim için de “Ergenekon’la bağlantısı var” denilebilir. Hiç belli olmaz! Sanırım beni biraz da Ergenekon’dan tutun, medya gruplarına yönelik yapılan baskılar, çıkarcı, ayrıcalıklı yaklaşımlar rahatsız etti. Yani hepsi üst üste gelince tek partili bir döneme gidiyormuşuz gibi geliyor bana. Ya da bir diktatörlüğü gidiyormuşuz gibi... Tayip Erdoğan’ı benzetmek gibi olmasın ama o yöne doğru kayıyormuşuz gibi geliyor bana.
Böyle bir kayış gerçekleşirse... B Planınız var mı? Ülkeden ayrılır mısınız?
Asla ülkemden gitmem. Kartal’da, Silivri’de kalırım ama ülkemde kalırım.
“Silivri’de kalırsam bana iç çamaşırı getirin” dediniz...
Ama yün olsun ne olur.
50 sarışın gardiyan isterim
Başka?
50 de sarışın gardiyan! Ee, artık bana böyle bir ayrıcalık yapsınlar, değil mi? Allah’ım koru yarabbi! Tabii sanmıyorum böyle şeyler olsun. Bu kadarı olmaz!
Ama buna rağmen iktidarda da bir panik havası var, bu yerel seçimde. Sanki iktidar elden gidecek, büyükşehirler elden gidecekmiş gibiler.
Kadınlar, artan muhafazakârlaşma karşısındaki “korkuyoruz” diyor...
Halkı tanırım, iyi de diyalog kurarım. Sanmıyorum ki Türk halkı laiklikten uzaklaşsın. Öyle bir yerde “dur” der ki, herkes şaşırır. Bunu bir geçiş süreci olarak görüyorum. Taşlar bir süre sonra yerine oturacaktır. Hepsi tecrübelenecek, (siyasiler) Türkiye’yi daha iyi tanıyacaklar. Çünkü altı-yedi yıllık iktidarla Türkiye tanınmaz. Bakın Süleyman Demirel’e... O bile Türkiye’yi daha yeni tanıyor. Kaç yıllık politikacı oysa...
RTÜK ya da kanaldan uyarı gelmedi
Yeni Şafak yazarı Bekir Hazar halkı aşağıladığınızı söyledi: “Kestaneyi çizdirmemek adına koyun gibi oy veriyorsunuz” dediğiniz için...
Hicivle aşağılamayı birbirine karıştırmış. Bekir Bey, o kadar hacca gidip geldi, öğrenememiş mi bunları?
“Televizyoncu siyasi yorum yapmaz” gibi bir imaj vardır. Çıkışınızın ilgi çekmesinin bir nedeni de bu mu?
Öyle bakılır değil mi? Televizyoncu işte... Hafiftir, sulu zırtlaktır. Ama sanatçı muhaliftir, sanatın özünde eleştiri vardır. Ben doğal biriyim yani bunu bilinçli yapmadım. Gündeme geleyim, reyting yapayım diye...
RTÜK’ün programınıza uyarılarda bulunduğu, bu nedenle hükümeti eleştirdiğinize dair söylentiler var?
Söz konusu bile değil. Bizim programımız Türk gelenek ve göreneklerine aykırı değil. İnsanlarımızı da eğlendiriyor ve RTÜK’le aramızda bir sorun ya da bize gelen bir uyarı yok.
Fox TV’den bir ikaz geldi mi?
Hayır.
Devam et, reyting süper, dendi mi?
O da denmedi. Benim öyle bir planım yok. Ama söylemek istediğim bir şey görürsem yine söylerim.
Halkımız aç ama yine de gülebiliyor
Çarkıfelek’te il il gezip evlere konuk oluyorsunuz. Ülkenin durumu nedir?
İnsanlar aç, parasız ve çok şeye muhtaç. Ama küçücük bir şeyle de mutlu oluyorlar. Güneydoğu’ya 300 milyara yakın (eski parayla) hediye ve para verdik. Bu kadarını devlet vermedi, böyle bir dönemde. Şunu görüyorum insanlar küçücük şeylerle mutlu oluyor. Tabii bu bizim programda o an gerçekleşen bir durum da olabilir. Ama bence bu Türk insanına mahsus bir şey! Ne kadar doğallar değil mi? Ak Parti’ye yönelik bu kadar eleştiri getirdim, bir sonraki gece Rizelilerin bana yaklaşımda hiçbir sorun yoktu.
Sizce neden “Bu yoksulluk niye?” diye sormuyorlar?
Dilim varmıyor ama halkımız cahil. Güzel insanlar ama gerçeği göremiyorlar çünkü bunun yolu eğitimden geçiyor.
Ne tür tepkiler alıyorsunuz?
Muhteşem. Kayınpederim, “Damadımla gurur duyuyorum” dedi. Tatmadığım duyguları tadıyorum. Değer verdiğim insanlar beni takdir ediyor. Diğer sanatçılara örnek olmam gerektiği söyleniyor. Ama ben anlayamıyorum. Bir sanatçı nasıl sessiz kalabilir! Etrafıma bakıp duruyorum ama gördüğüm kişiler yalakalıktan başka bir şey yapmıyor.
Boş oy atmam, oylar bölünmesin!
Oyunuzu kime vereceksiniz?
Bu durumda kime verecek olabilirim? En iyi hizmeti kim verecekse...
Kime?
Yorum yok.
Kılıçdaroğlu sizi ikna ediyor mu?
Dürüstlüğü ile ediyor ama biraz enerjisiz, ışıksız geliyor bana. Ben enerjisi yüksek insan istiyorum. Mesela Kadir Topbaş da düzgün biri ama o da enerjisiz.
Ama Tayip Erdoğan’ın enerjisi çok yüksek?
One minute, one minute! Şaka bir yana bu ülkeye enerji gerek. Çok genç bir toplumuz, ne yazık ki bunu da İstanbul adaylarında görmüyorum.
Boş oy mu atacaksınız?
Boş atmam... Oylar dağılmasın!
20 yıl önce bu ülkede Tutti Frutti yayınlanıyordu
Kızlarınız kapanmak istese?
Saygı duyarım.
Ya bir tarikat mensubu ile evlenmek istese?
O zaman tepki veririm. Endişelenirim.
Sizce tarikatlar, benzer ilişkiler yaygınlaştı mı?
Bunlar iktidarla aynı doğrultuda gidiyor. Sanatçı hatta aydın kesimde bile bu insanların yandaşları gittikçe artıyor.
Televizyon dünyasında durum ne? Dekolteler kapanıyor mu?
Azalıyor. Görünmeyen bir sansür varmış gibi... 20 yıl önce bu ülkede Tutti Frutti yayınlanıyordu. Şimdi yayınlansa ertesi gün bakkallarda ekmek kalmaz. (Savaş, doğal afet beklentisi ile insanların ekmek stoku yapmasını kastediyor.)
O zaman “Mehmet Ali Erbil ve 50 sarışın” programı 50 türbanlı mı olur?
Yok canım, o tutmaz; 50 baltayla olur, 50 balta yarışır!
Baykal, Erdoğan ve Bahçeli’yi Çarkıfelek’e beklerim
Baykal Başbakanı sizin moderatörlüğünüzde düelloya çağırdı. Nasıl olur bu düello; Uğur Dündar tarzı mı, Çarkıfelek tarzı mı?
Çarkıfelek tarzı tabii.
Sorularınız ne olurdu?
Neler olmazdı ki! Çok hazırlanırdım. Kendi üslubumla yani insanları sıkmadan, eğlendirerek kimsenin hatta Uğur Dündar ve Mehmet Ali Birand’ın bile soramayacağı soruları sorardım. Ama hepsine. Sadece Erdoğan’a değil. Çünkü ülkenin bu hale gelmesinde CHP’nin de payı var. Bir de şöyle bir program olsun isterim: Bir tarafta Tayip Erdoğan, öbür tarafta Baykal, ortada da Devlet Bahçeli! Üçünün yarışması muhteşem olurdu herhalde. Ama 50 sarışına da Kamer Genç’in çıkmasını çok isterim! Muhteşem olmaz mı? Oradan elde edilecek gelirle de “Tunceli’ye okul yaptıralım” derim.”