Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Faiz neden, enflasyon sonuçtur” görüşünün iktisat teorisinde karşılığının olduğu savunuldu. Ekonomist Lütfi Öztürker, “Faiz mi enflasyonun nedenidir, yoksa enflasyon mu faizin?” başlıklı yazısında, iktisat dünyasında son yıllarda ilgi gören “Neo-Fisher” yaklaşımının; faiz inerse enflasyonun da düşeceği, faiz oranları artmaya başlayınca ise enflasyonun da artacağını savunduğunu belirtti. Öztürker, “Bu yaklaşımın ortaya çıkışının altında yatan sebep, gelişmiş ülkelerde 2008 global krizinden sonra faizlerin mevcut enflasyonun çok altına düşürülmesine rağmen enflasyonun halen arttırılamamış olmasıdır. Fisher paradoksu da denilen bu yaklaşıma göre uzun dönemde düşük nominal faiz oranı enflasyon beklentisini düşürürken mevcut enflasyonu da düşürmektedir” dedi.
Öztürker şunları söyledi:
“Literatürde hem Fisher hem de Neo-Fisher hipotezini test etmek amacıyla yapılan çalışmalarda, her iki hipotezin hem doğrulandığı hem de reddedildiği farklı sonuçlara ulaşılmıştır. Bu durum ülkemiz için de geçerlidir ve seçilen döneme ya da metodolojiye bağlı olarak her iki hipotez de doğrulanıp yanlışlanabilmektedir. İşin ilginci 32 OECD üyesi ülkeye yönelik güncel bir çalışmada, enflasyon oranlarında meydana gelen yüzde 1’lik değişimin faiz oranlarını aynı yönde yüzde 0.81, faiz oranlarında meydana gelen yüzde 1’lik değişimin ise enflasyon oranlarını yine aynı yönde yüzde 0.63 oranında etkilediği tespit edilmiştir. Buna göre Fisher etkisi daha baskın olmakla birlikte Neo-Fisher etkisi de geçerli olduğundan, enflasyon ve faiz oranları arasında çift yönlü bir nedensellik ilişkisinden de bahsedilebilir.”
“Bu durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yalnız olmadığını, Neo-Fisherci görüşlerin kendisini desteklediğini, faizin sebep enflasyonun da netice olduğunu söyleyebilir miyiz?” diye soran Öztürkler, kendi sorusuna şu yanıtı verdi:
“Hem evet hem hayır! Evet çünkü 2008’den sonra gündeme gelen Neo-Fisher etkisi henüz merkez bankalarınca benimsenmiş olmasa da literatürde çok ciddi biçimde tartışılmakta ve destekleyici teori ile ampirik çalışmalar sunulmaktadır. Hayır çünkü merkez bankaları politika faiz oranlarını hala daha klasik Fisher-Taylor modellerine göre belirlerken enflasyonu yükseltebilmek için ilaveten parasal genişlemeye de başvurmaktadırlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda bugüne dek verdiği en kapsamlı röportaj olan Londra’daki 15 Mayıs 2018 tarihli canlı Bloomberg TV mülakatında ‘16 yıl önce iktidara geldiğimizde faiz oranları yüzde 63’tü ve biz bunu zaman içersinde tek haneye düşürdüğümüzde, başlangıçta yüzde 30 olan enflasyonun da tek haneye düştüğünü gördük. Ne zaman ki bu gerçekleşti ülkemde yatırım patlaması yaşandı ve kişi başına milli gelir de 3 bin 500 dolardan 11 bin dolara kadar yükseldi’ demişti… ABD dahil hiçbir gelişmiş veya gelişmekte olan ülkede Neo-Fisherci yaklaşımın merkez bankalarınca henüz benimsenmediğini hatırlatalım. Türkiye’de benimsenecek olsa bile cari açık problemimiz nedeniyle yabancı sermayeyi düşük (reel) faizle cezbetmenin çok zor olduğunu bugünlerde bir kez daha tecrübe ediyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Mayıs 2018 tarihli röportajında yüksek reel faizden yakınmasına rağmen işin esasında reel faizler bunun öncesinde uzunca bir süre düşük olmanın da ötesinde negatif bölgede seyretmiştir. Üstelik reel faizdeki bu kesintisiz düşüşe paralel biçimde ülke kredi notu da sürekli yükselerek Mayıs 2013’te yatırım yapılabilir seviyeye (baa3) kadar ulaşmıştır. Cumhurbaşkanı röportajı verdiğinde ise faiz-enflasyon-reel faiz üçlüsü sırasıyla yüzde 14.32, yüzde 12.15, yüzde 2.17 seviyelerine yükselmiş ve kredi notu ise ba2’ye gerilemişti. Öyle görünüyor ki Cumhurbaşkanı Erdoğan her daim düşük veya negatif reel faizle birlikte yatırım yapılabilir ülke kredi notu arzu etmekte fakat bunların bir araya gelebilmesi için geçmişte yaptıklarını bugün tekrar etmek istememektedir. Öyle ya, reel faizi soluksuz düşürürken ülke notumuzu Mayıs 2013’te yatırım yapılabilir seviyeye kadar arttırmayı başardık da 2020’nin başında tekrar giriştiğimiz negatif reel faiz politikasında nasıl oldu da aynı not baş aşağı geldi? Yoksa reel faizin tayin edilmesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikalarından başka belirleyici başka parametreler de mi var? Misal, Amerikan Merkez Bankası FED’in politika faizi bunlardan biri olmasın? Veyahut da bu ikisinin bir bileşimi olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan (ve/veya TCMB’nin) politikaları ile dış konjonktür beraberce mi çiziyor ana çerçeveyi?” dedi.
Öztürker, bu sorunun yanıtını yeni yazısında araştıracağını belirtti.