T24 - Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar, Altın Portakal film festivali juri üyeliğinden çekilmek zorunda kalan Emir Kustarica'nın Sırp milliyetçiliğiyle gölgelenen geçmişini iki kadının hikayesi eşliğinde ele aldı.
Çongar'ın ' Kusturica vesilesiyle iki kadının hikayesi' başlığı ile yayınlanan (12 Ekim 2010) yazısı şöyle:
Sonya Bişerko
1948 Belgrad doğumlu bir Sırp, Belgrad Üniversitesi İktisat Bölümü’nden mezun. Yugoslavya’nın parçalanması öncesinde, ülkesini Londra ve Cenevre’de temsil eden bir diplomattı. 1991’de Miloşeviç’in faşizan politikalarını protesto ederek Dışişleri’ndeki görevinden istifa etti. 1994’te Belgrad’da Helsinki İnsan Hakları Komitesi’ni kurdu. Helsinki Komitesi adına yayınladığı sayısız raporda ve yaptığı konuşmalarda, ayrıca 2004 tarihli Srbija na Orijentu (Doğu’daki Sırbistan) adlı kitabında, Sırpların Srebrenica’da yaptığı soykırımı, “soykırım” kelimesini kullanarak anlattı; Banja Luka’da, Vukovar’da yaşanan kıyımı belgeledi; Sırp yönetiminin ve askerlerinin “savaş suçu” işlediğini söylemekle kalmadı; Miloşeviç ve rejiminin suç ortakları arasında, milliyetçi nefreti besleyen mesajları nedeniyle Sırp Ortodoks Kilisesi’ni ve Sırbistan Bilimler ve Sanatlar Akademisi’ni de saydı. Lahey’deki Savaş Suçları Mahkemesi’nde Sırp liderlere karşı kullanılan delillerin önemli bir bölümünün derlenmesinde katkısı oldu.
Eski Sırp cumhurbaşkanı Stamboliç ile başbakan Cinciç’i öldürdüğü için cezaevinde olan Milorad Ulemek adlı tetikçi, 2008’de Kurir gazetesinde yayımlattığı bir mektupta, Bişerko’yu “orduma ve kiliseme karşı çıkan yavşak” diye nitelendirip tehdit etti. Aynı yıl, bir Sırp neo-faşist grup, Bişerko’nun kapısına bir “swastika” çizdi. Eski Sırp futbolcu Duşan Saviç de, Bişerko’dan “Washington ve Brüksel tarafından, Sırp kimliğini tahrip etmek, Sırp ulusunu yok etmek için görevlendirilmiş bir ajan” diye söz etti.
Yönetmen Emir Kusturica, bu koroya, Bişerko ve diğer Sırp insan hakları eylemcilerini, “deliklerine saklanıp para için yalan söyleyen ve Kosova efsanesini karalamaya çalışan fareler” diye tanımlayarak katıldı. Kusturica’nın “Kosova efsanesi” dediği şey, Osmanlı’nın 1389’da Sırp prensi Lazar’ı yenerek ele geçirdiği Kosova’nın Müslüman kimliğinden arındırılıp, yeniden Sırplaştırılması amaçlı savaş ve beraberinde getirdiği kıyımdı.
Sonya Bişerko, bugün hâlâ Helsinki İnsan Hakları Komitesi’ni yönetiyor ve hâlâ ölüm tehditleri alıyor.
Seada Vraniç
1949 Travnik doğumlu bir Boşnak. Zagreb Üniversitesi’nde siyaset bilimi okudu. Yıllarca Belgrad’da yayımlanan Borba gazetesinin Zagreb muhabirliğini yaptı. Mart 1992’de Karadağ’da yayımlanan Montegrin gazetesi ondan Bosna üzerine bir makale istedi. Bosna Savaşı daha yeni başlamıştı ve Vraniç, Hırvatistan’a gelen Boşnak mültecilerle konuşmaya karar verdi. Savaşın iç yüzünü bilmiyordu henüz. Biyelyina’dan kaçan iki çocuklu bir kadınla mülakat yaparken, kadının “Sırp askerleri insanların boğazlarını kesiyorlar, bedenlerini yakıyorlar...” cümlesinin sonunu getiremeyip, “tecavüz” kelimesi dudaklarından döküldüğü anda ağlamaya başladığını görünce anlayıverdi. Vraniç, Bosnalı tecavüz kurbanlarıyla ilk kez böyle tanıştı. “O zamanlar tecavüzün ne olduğunu bilmiyordum bile” diyecekti sonradan; “tecavüzün askerlerin kadınları cinsel ilişkiye zorlamasından farklı bir şey, bir savaş taktiği, bir toplu kıyım yöntemi olduğu; bu yöntemin, ‘Sırplaştırma projesi’nin Belgrad’daki siyasetçilerce karara bağlanmış bir parçası olarak, sistematik biçimde uygulandığı aklıma bile gelmemişti.”
Seada Vraniç, o günden sonra hayatını, Bosnalı tecavüz kurbanlarının hikâyesini dünyaya duyurmaya adadı. Bine yakın kadın ve çocukla tek tek konuştu. Zaman hızla yirmi birinci yüzyıla akarken, Avrupa’nın bağrında, babalarının ırzına geçildikten sonra kazığa çakılarak ölüme terk edildiğini seyretmek zorunda bırakılan çocuklar vardı. Sekiz yaşında, on yaşında, on iki yaşındayken, Sırp askerlerinin tecavüzüne uğramış kızlar vardı. Ve kadınlar, yüzlerini gizleseler de, her yanında sigara söndürülmüş memelerini kameralara açabilen, kendilerine tecavüz eden sekiz- dokuz-on Sırp askerinden hangisinin tohumu olduğunu bilmedikleri bebeklerini o yaralı memelerle emziren kadınlar vardı.
Seada Vraniç, konuştuğu çocukların ve kadınların anlattıklarını baştan sona teybe kaydetti. 1996’da Zagreb’deki Antibarbarus Yayınevi’nden çıkan Pred zidom sutnje (İngilizcesi sonradan Breaking the Wall of Silence olarak yayımlandı) adlı kitap, bu mülakatlardan oluştu. Tam da adının hakkını veren bir kitaptı bu; Bosnalı tecavüz kurbanlarının çığlığını dünyaya ilk kez bu kadar kuvvetli bir şekilde duyuruyor, sessizliğin duvarını yıkmayı deniyordu.
Saraybosna’daki hükümet, rakamı “elli bin” olarak açıklasa da, Seada Vraniç’e göre, Bosna Savaşı’nda tecavüz kurbanı olan kadınların toplam sayısı yüz bine varmış olabilir. “Çünkü” diyor Vraniç, “hikâyesini anlatmaya hazır her tecavüz kurbanının yanında, soluğu utançla kesilmiş, hakikati kelimelere dökmektense sırrıyla birlikte gömülmeye razı bir kurban da var mutlaka.” Emir Kusturica ise malum, Türkiye’den ayrılmadan önce, NTV’de Can Dündar’a, “Savaş başladıktan sonra Fransız basınından ‘Tecavüzler hakkında ne düşünüyorsunuz?’ diye sordular. Beyanım şu yönde; herşeyin abartıldığını söyledim” demişti. Başka söze ne hâcet!
(Yasemin Çongar / Taraf/ 12 Ekim 2010)