Gündem

'Kürtler yoksulluğu etnik algılıyor, bu hassasiyeti anlamamız lazım'

Prof. Sencer Ayata, İnegöl ve Dörtyol olaylarına ilişkin incelemelerde bulundu.

07 Ağustos 2010 03:00

T24 - ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü, CHP PM üyesi Prof. Sencer Ayata, İnegöl ve Dörtyol olaylarını inceledi. Prof. Ayata’ya göre, “Adaleti ben sağlarım” diyen gruplar ortaya çıktı ve bu çok tehlikeli. Ayata, Türkiye’nin birçok yerinde benzer ortamlar bulunduğu uyarısını yapıyor. Ayata,  protestocuların güvenlik güçlerine yönelik tepkisinin dikkate alınması gerektiğini söyledi.

Prof. Ayata, Vatan gazetesinden Deniz Güçer'e İnegöl ve Dörtyol olaylarına ilişkin incelemelerde bulundu:


İki olayı da bir süredir masaya yatırdığınızı biliyoruz. Öncelikle çıkışlarında bir farklılık var mı?

İki yerde olayların başlangıcı oldukça farklı. Dörtyol’da polis aracına ateş açılıyor, 4 kişi ölüyor. Emniyete silahlı saldırı tertipleniyor. Tipik terör olayı. Oysa İnegöl’de kıvılcım sıradan bir asayiş olayı. Yani birisi planlı eylem, diğeri kendiliğinden bir hareket. Ama yol açtığı toplumsal sonuçlar itibarıyla paralellikler var.

Ne tür paralellikler var?

Dörtyol’da yaklaşık bin kişi hemen toplanıyor ve BDP binasını kuşatıp, içindeki eşyaları yakıyor, Kürtlerin işyerlerini tahrip ediyor, hatta yağmalıyor. Daha sonra Emniyete saldırıyorlar, içeride olduğunu düşündükleri suçluların kendilerine teslim edilmesini istiyorlar. İnegöl’de de yaklaşık aynı büyüklükte bir grup bu defa güvenlik kuvvetleri ile karşı karşıya geliyor. Çatışma çok ciddi ve yaklaşık 30 güvenlik görevlisi yaralanıyor. Ama aynı saatlerde Huzur Mahallesi’nde oturan Kürt kökenli grup şehirlerarası yolu trafiğe kapatıyor.

Yani iki tarafta gerginlik son noktaya ulaşıyor...

Evet. Küçük kent ortamında çok hızlı iletişim sağlanıyor. Tepkiyi artıran dedikodular bu sayede yayılıyor. Kalabalıklar hızla oluşuyor. Hedef esas olarak PKK, BDP ve bir ölçüde ilçede yaşayan Kürtlere ait işyerleri. Her iki olayda ciddi olarak üzerinde durmamız gereken bir başka olgu ise, güvenlik güçleri ile yaşanan gerilim ve hatta ciddi çatışma.

Polise de büyük bir tepki olduğunu gözlediniz diyebiliriz?

Her kentte aynı dinamikler geçerli değil elbette. Dörtyol’daki göçmen nüfus ayrışmış mekanda yaşıyor, yoksul, politize ve BDP’ye yakın duruyor. Ama İnegöl’de aralarında korucu kökenli aileler bulunan, görece varlıklı, arsa, konut sahibi bir kesim var. Kentle alışveriş ilişkileri, cemaat ve yardımlaşma bağları, siyasi ilişkileri kuvvetli. Belediyeden yakın ilgi görüyorlar. Cemaat bağları var. Bu kesim daha çok iktidar partisine yakın. Milliyetçi kesimin bundan rahatsız olduğu anlaşılıyor. Hükümetin ve belediyenin kendilerini dışladığını, onlara arka çıktığını düşünüyorlar. Güvenlik kuvvetlerinin bu ölçüde hedef alınmasının arkasında bu var. Onlar da kendilerine göre ayrımcılık hissediyor. “Adaleti kendi elimize alırız” diyorlar. Ben Türkiye’de çok yerde bunu görüyorum.

Bu son derece tehlikeli değil mi?

Elbette. Böyle olaylarla karşılaşınca hemen ‘Nedir bu linç psikolojisi?’ diyoruz. Tamam işsiz insan çevresinde saygınlığını yitirir, öz saygısını kaybeder. Öyle olunca dışarıda suçlu arar. Başkalarına öfke duyar, saldırır. Ama burada bunun ötesinde bir durum var. Kimlerden olursa olsun, “Yönetim adil olamıyor” deyip “Adaleti ben sağlarım” diyen kesimler var. Esas sorun adalete güvenin kaybolmasıdır. Adil olmak yansız olmak demek. Aksi halde herkes adaleti kendi eline almaya kalkar. Yönetim odur ki, kimseye “Ben adaleti elime alırım” dedirtmemeli.

“Provokasyon” iddialarına katılıyor musunuz?

Yetkililer kışkırtıcıların rolü, yağma ve muhalefetin parmağı gibi konular üzerinde duruyor. Bunlara bakarak olayları milliyetçilik faktörüne ve provokasyona bağlıyorlar. Öfkeli kalabalık varsa, asılsız dedikodu, kışkırtıcılık, yağma gibi unsurların işin içinde olmaması zaten pek mümkün değildir. Bu hareketler plansız ve denetimsizdir. Aksi halde yasal, planlı ve örgütlü bir mitingden söz etmiş oluruz. Provokasyon yoktur demiyorum. Tersine etkin güvenlik önlemleri belki de çoğu durumda olayları ciddi hasar oluşmadan önleyebilir. Ama bu sorunların sadece bir boyutu. Haydi çıksın en yetenekli üç beş provokatör Taksim Meydanı’ndan 3 bin kişiye istediğini yaptırıversin.

Nasıl oluyor da bir anda binlerce insan biraraya geliyor? Kamplaşma bu derece hızlı ve keskin mi?

Doğru soru. Milliyetçi refleks nasıl bu kadar bu kadar insanı hızla topluyor, benzer hedeflere yöneltebiliyor? Dörtyol’da öyle tehlikeli bir gelişme oluyor ki, esas onun üzerinde duralım. Çünkü önemli olan, ertesi gün.

“Ertesi gün”de tehlikeli bulduğunuz şey nedir?

Ertesi gün BDP milletvekilleri şehri ziyaret etmek istiyor. Parti binaları, yakınları zarar görmüş. Tabii çok üzücü bir durum. Çünkü hangi nedenle olursa bir parti başkanı ülkesinin bir kentine girememiş oluyor. O sırada BDP’liler gelecek diye Fatiha okuyan ve İstiklal Marşı söyleyen bir kalabalık toplanıyor. Binalara Türk bayraklar asılıyor. Ve müthiş bir sayı, yaklaşık beş bin kişi toplanıyor.

Sayı bu kadar önemli mi?

Çok önemli. Nüfusu 70 bin olan bir yerde çocuk, yaşlı, kadın var, memur ve fabrika işçisi var. Burada siyasi görüşten çok sayıyı önemli buluyorum. Bu büyüklükte bir taban nasıl oluşuyor? Kalabalık BDP’nin gelmeyeceği anlaşılınca dağılıyor. Ama aynı saatlerde Doğu kökenli göçmenlerin yaşadığı eski Mezbaha bölgesinde yaklaşık bin kişi toplanıyor ve PKK lehine sloganlar atıyor.

Siyasiler içeri girseydi çok büyük olaylar yaşayacaktık...

Doğru çünkü esas büyük tehlike bu karşılıklı duruş. Arada birkaç kilometre ve biri birine bilenen iki karşıt grup. Güvenlik güçleri iki tarafa barikatlar kurarak büyük tehlikeyi önlüyor. O öfke orada oldukça bin kişi, “Diğeri benim beş katım” demez. Kalabalık cesaret verir. Büyük resim üzerinde durmak gerekir. Böylesine karmaşık, çok yönlü ve önemli toplumsal olgulara tekil olaylarmış, üç beş provokatörün işiymiş, muhalefet kışkırtması gibi bakmak bizi çok yanlış sonuçlara götürebilir. Gelişen ve göç alan birçok küçük ve orta çaplı kentimizde benzer ortamlar var.

Tüm bu il ve ilçelerde “Göç” problemin ana kaynağı mı yani?

Göç farklı kökenden gelen kimseleri bir araya getirir. Bunlar bazen kolayca kaynaşır. İşyerini, okulu, mahalleyi paylaşır, birlikte çalışır, kız alıp kız verir. Bazen de ayrışma olur. Farklı gruplar birbirleri ile yan yana yaşar ama aradaki bağlar zayıf kalır.

İnegöl ve Dörtyol’da da durum aynı sanıyorum?

Şimdi her iki kentin eskiden yerli bir nüfusu var. Daha sonra, biri kuzeyde, diğeri güneyde iki kente aynı yıllarda Boşnak, Arnavut, Makedonyalı ve Kafkas göçü olmuş. Daha sonra 1970’lerde sanayileşme başlayınca, Orta Anadolu kentlerinden ve Karadeniz’den göç alıyorlar. Hatta o dönem İnegöl, Şavşat ve Posof’tan göç alıyor. Bir de Bulgaristan’dan geliyorlar. Kürtler dahil bir kaynaşma olmuş aralarında. Ciddi husumetler, kavga yok. Her iki kente en son göçenler ise Doğudan.

Bu son göç dalgası oradaki kaynaşmayı mı bozuyor?

Dikkat etmişsinizdir hep Türk-Kürt çatışması üzerinde duruldu. Ama “Yerli” dediklerimiz arasında çok farklı kökenlerden insanlar var. Yani yerli, her zaman eşittir etnik Türk değil. Sanıldığı gibi bir türdeşlik yok küçük Anadolu şehirlerinde. Örneğin milliyetçi gençler dediğimiz zaman bunlar Boşnak, Gürcü, Laz kökenli de olabilir. Bu farklı etnik kökenlerden gelenlerin kaynaşmaya direnen farklı kimliklere daha tepkili olduğunu gözlüyorum her yerde.

Yani göçle gelen Kürtlere tepki artıyor?

1990’larda Türkiye tam bir göç patlaması yaşadı. Bence entegrasyon için yaklaşık 20-25 sene kritik süre. Göç eden her dört aileden birisi bu süre içerisinde durumunu iyileştiriyor. Bu 20-25 yılda eğitim, meslek, konut, aile yapısı ve sosyal ilişkiler önemli ölçüde değişiyor. Kentli ikinci kuşak oluşuyor. Evleniyor, diğerlerine daha fazla karışıyor. Türkiye’nin belki de en temel toplumsal ve siyasi çalkantılarının arkasında yatan bu henüz bütünleşmemiş kentli nüfus sorunu. Yani son 10, 15 yılda gelenler. Kürt göçmenlerin büyük bölümü de bu son büyük göç dalgasının içinde yer alıyor.

Ekonominin etkisi de var kuşkusuz değil mi?

Son 20 yılın ekonomik koşulları daha zor. İşsizlik ve yoksulluk çok yaygın. Yoksul göçmenlerin çalıştığı kayıt dışı ekonomilerde iş güvencesi daha zayıf. Doğu kökenli göçmenler kentin merkezinden uzakta oturuyorlar, ayrışmış mekanlar ve yarı kapalı mahallelerde. Konutlar iyi değil, altyapının iyileşmesi zaman alıyor. Ayrışmış mekanlarda yaşayan göçmenler kendileri ve diğerleri arasındaki farkları her an görüyor, yaşıyor. Örneğin zengin semtlerden farklıklarını görüyorlar.

Aynı zorlukları Laz, Boşnak göçmenler de çekiyor. Yine de çatışmaya giden etnik problemler ortaya çıkmıyor?

Doğru, kentlerde yoksullar sadece Kürtler değil. Ama en yüksek oran kente yeni gelen Kürt nüfus arasında. Yoksulluk, ayrışmış mekanlarda oturmayla birleşince dışlanma daha belirgin bir biçim kazanıyor. Kürtlerin durumunda sınıfsal ve kültürel farklılıklar üst üste biniyor. Doğu kökenli göçmenler toplumdaki eşitsizlikleri ve haksızlıkları etnik olarak algılıyor. Yani “Kürt olduğum için mağdurum, dışlandım” diyor. Ondan dolayı dışlanmış olmayabilir ama bizim bu hassasiyeti iyi anlamamız lazım.

Bu bakış açısı da kopmayı hızlandırıyor galiba?

Kürtler çoğu yerde kendilerine alan açarak küçük cep ekonomiler oluşturabiliyorlar. İnegöl ve Dörtyol’da da görebiliyoruz. Pazar yeri, inşaat, emlak gibi bir çok alanda küçük tekeller kurup dışarıdan kimseyi sokmuyorlar. Bazen aşiret bağlarına dayanan iç tutkunluk bu tür örgütlenmeleri kolaylaştırıyor. Önemli bir zenginleşme olmadığı halde yerli nüfus içinde bir kesim, ‘Bak onlar nasıl tutkun, nasıl birbirini kolluyor, işimizi nasıl elimizden alıyor’ diye düşünüyor. Bir çeşit kentsel rant kavgasına dönüşüyor.

Her yerde bu kadar derin bir ayrım tespitiniz var mı peki?

Türkiye uzun süre kültürel kimlikleri kabul etmedi, bu doğru. Ama vatandaşlık temelinde yapısal ayrımcılık da yapılmadı. Kürtler istediği yerde oturdu, istediği okula gitti, seçti seçildi. Bu çatışmalar ayrımcılığı artırır mı? Bazı olumsuz gözlemlerim, endişelerim var. Kültürel kimlikler konusunda iyileştirmeler yapmak daha kolay. Ama ayrışmadan kaynaklanan ayrımcılık bir kere yerleşirse bunun önünü almak zordur. Onun için önyargıları azaltmak, dışlamayı önlemek lazım. Cumhuriyetin temeli olan vatandaş eşitliği ile kimlik duyarlılıklarını ustaca birleştirmek lazım. Zor ama büyük iş bu.

Bu zorluğa terör, her gün gelen şehit haberleri ekleniyor?

Terör ve sürekli kan dökülmesi bu kentlerde gördüğümüz etnik eksenli çatışmaların en önemli nedeni. Yoksulluk ve ayrışma başlı başına ciddi etnik gerilimlere yol açmayabilir. Ama özellikle şehit cenazeleri ve yaşadığımız aşırı kutuplaşma ve politizasyon etnik gerilim ve çatışmayı tetikliyor.


ABD’nin entegrasyon deneyiminden yararlanılabilir

Gerilim nasıl düşecek?

Tetiklenmeye her an hazır olan bir ortam var. Bunu komplolardan falan önce bir toplumsal olgu olarak görmek lazım. Ana sorunlar; İşsizlik ve yoksulluk, ayrışma, dışlama, önyargılar, etnik gerilim. Ve terör, Kürt sorunu ile iç içe geçiyor, sorunu siyasallaştırıyor, toplumu kutuplaştırıyor. Şimdi terör dursa, kan dursa önyargılar azalır, ayrışma azalır, kaynaşma artar.

Sizin özellikle önem verdiğiniz bir çözüm önerisi var mı?

Kanımca en önemli politika aracı konut. Devlet bu hassas bölgelerde yoksullar için daha fazla konut yapabilir. Bunda olumlu ayrımcılık yapılabilir. Yeni konutlarda farklı kesimlerden kimseler bir araya gelir. Mekansal ayrışma önlenir. Maliyet denebilir ama çatışmaların yaşandığı bir Türkiye’nin ekonomik maliyeti çok daha büyük. Ülkeler arasında farklılıklar var ama özellikle ABD entegrasyon konusunda büyük deneyim sahibi ve bundan yararlanılabilir.

“Köye dönüş” projesi bir çare olamaz mı?

Çok iyi bilmemiz gerekir ki, köye dönüş romantik bir hayaldir. Doğudan gelenler için de batıdan gelenler için de. Göç edenler kentte yaşayacaklar ve çoğu bir şekilde kentle bütünleşecek. Sonuçta kaynaşmayı, ortak değerleri daha çok dile getirmemiz lazım. Ayıran, koparan, husumet yaratan parçalayan yönleri değil.