Uzay Bulut
ODTÜ, Medya ve Kültürel Çalışmalar Bölümü, Yüksek Lisans
Kürtçe ve Türki Cumhuriyetler
On yıllardır yürütülen Kürt dilini inkâr ve imha politikaları ne yazık ki Türk halkının büyük kesiminin aklını rehin almışa benziyor ki anadilin özgürlüğü gibi hayati bir konuda bile Türk toplumu gerekli duyarlılığı göstermekten imtina ediyor.
Sistemin Kürt halkının dilini “anlaşılmaz” “bilinmeyen dil” diye tanımladığı bir süreçte, dünyanın başka bölgelerindeki uygulamalara, mesela hemen yanı başımızdaki Türki Cumhuriyetlerinin anayasalarındaki anadille ilgili maddelere bakmanın zihnimizi açabileceğini düşünüyorum.
Kırgızistan, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Tacikistan ve Özbekistan anayasaları ve anadil hakkı Kırgızistan Anayasasında 5. maddede dil haklarının güvence altına alındığını görüyoruz: “Kırgız Cumhuriyeti, Rus Dilinin ve Cumhuriyet topraklarında yaşayan bütün diğer dillerin korunmasını, eşit ve özgür gelişimini ve kullanımını güvence altına alır.” Kırgızistan anayasasından ders niteliğinde bir başka madde özellikle dikkate değer: “Devletin resmi dilini yeterince bilmedikleri için vatandaşların hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesine izin verilmez.”
Kazakistan Anayasası’nın 7. maddesinde devletin anadiller konusundaki tutumu açıklanıyor: “Devlet, Kazakistan halkının dillerinin araştırılması ve geliştirilmesi için gerekli koşulları sağlayacaktır.” 19. maddede ise “Herkes, anadilini ve kültürünü kullanma; iletişim, eğitim, öğretim ve yaratıcı etkinliklerde kullanacağı dili özgürce seçme hakkına sahiptir” deniliyor.
Azerbaycan anayasasının 21. maddesinde dillerin geliştirilmesi konusundaki Azerbaycan devletinin tavrı belirtiliyor: “Azerbaycan cumhuriyeti, halk tarafından konuşulan dillerin özgür kullanımı ve gelişimini güvence altına alır.” 45. maddede ise “Herkes, anadilini kullanma hakkına sahiptir. Herkesin, anadilinde eğitim alma ve yaratıcı etkinliklere katılma hakkı vardır. Hiç kimse, anadilini kullanma hakkından mahrum edilemez” ifadeleri yer alıyor.
Türkmenistan anayasasında 13. maddede “Türkmenistan’ın bütün vatandaşlarının, anadillerini kullanma hakkı güvence altına alınmıştır” deniliyor.
Tacikistan anayasasında anadil hakkı 2. maddeyle güvence altına alınmış: “Cumhuriyet topraklarında ikamet eden bütün uluslar ve halklar, anadillerini özgürce kullanım hakkına sahiptir.”
Özbekistan anayasasında da yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında olmayan bir maddeyle karşılaşıyoruz: “Özbekistan Cumhuriyeti, topraklarında yaşayan milliyetlerin ve halkların dillerine, adet ve geleneklerine karşı saygılı bir tavır benimser ve gelişimleri için gerekli şartları sağlar.” (4.madde)
Özbekistan anayasasının 105. maddesinde mahkemelerde anadil kullanım hakkı yer alıyor:
“Özbekistan Cumhuriyeti’ndeki adli muameleler Özbekçe, Karakalpak dili ve bölge halklarının çoğunluğunun konuştuğu dilde yapılır. Adli muamelenin yapıldığı dili bilmeyen sanıklar davanın materyallerine tam erişim, tercüman edinme ve anadiliyle mahkeme heyetine seslenme hakkına sahiptir.”
Aynı hak, Türkmenistan anayasasının 106. ve Tacikistan anayasasının 88.maddelerinde de güvence altına alınmış.
KCK duruşmalarında tutukluların anadilde savunma ve tercüman taleplerinin reddedildiğini, Kürtçenin ‘bilinmeyen bir dil’ olarak tutanaklara geçirildiğini, avukatların ve müvekkillerin mikrofonlarının kapatıldığını ve mahkeme salonuna kalkanlı komandoların girdiğini hatırladığımızda, Türkî cumhuriyetlerinin anayasalarındaki mahkemede anadilde savunma hakkıyla ilgili maddelerden T.C. devletinin ve hükümetinin alması gereken büyük bir ders olduğunu görüyoruz.
Kürtçe konuştukları için inşaatlardan atılan, linç edilen ve haklarında “yabancı bir dil” konuştukları gerekçesiyle dava açılan Kürt işçileri hatırlayalım şimdi. Abisiyle telefonda Kürtçe konuştuğu için çocuğu ve eşinin gözü önünde polislerin dövdüğü ve hastanelik ettiği Ahmet Koca adlı yurttaşı, üniversitelerde Kürtçe konuştukları için sopalarla saldırıya uğrayan öğrencileri, ilkokulda dayakla Türkçe öğrenen küçücük çocukları, Kürtçe konuştukları için evleri basılıp işkence gören, sokaklarda katledilen insanları hatırlayalım.
Ve Emrah Gezer’i hatırlayalım… 27 Aralık 2009 tarihinde Ankara’da bir özel harekât polisi tarafından, sırtından vurularak katledilen 29 yaşındaki Kürt gencini. Emrah Gezer, arkadaşının doğum gününde “Agir Ketye Dilemin” (Yüreğime Ateş Düştü) türküsünü söylediği için kurşun yağmuruna tutulmuştu. Evet, Kürtçe şarkı söylediği için… Emrah’ın katili ise, mahkemede "tahrik indirim”inden yararlanmış ve cezası hafifletilmişti. Türk yargısı bu kararla adeta, Kürtçe şarkı söylemenin bir “tahrik” olduğunu ve bu sebeple cinayet işleyenlerin hafif bir cezayla kurtulabileceğini ilan etmişti.
Ve daha geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da Belediye Meclisi’nce Kültür Merkezi’ne verilen Kürt şair Cegerxwîn adı ile 19 parka verilen Kürtçe isimlerin “genel ahlaka aykırı ve bölücü” oldukları gerekçesiyle İdare Mahkemesi tarafından iptal edildiğini hatırlayalım.
Ve tüm bu insanlık dışı olay ve uygulamaları, Türki cumhuriyetlerinin anayasalarındaki dil haklarıyla ilgili maddelerle karşılaştıralım. Kuşkusuz ki Türkiye Cumhuriyeti, dil politikaları konusunda sadece bölgenin değil, aynı zamanda bütün dünyanın en antidemokratik ülkelerinden biri. Sınırları içinde yaşayan halkların anadillerine karşı takındığı tavır konusunda Türk devletinin sicili hiç de temiz değil.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dil haklarının işlendiği bir derse konu olsaydı, “en çağdışı ve asla örnek alınmaması gereken ülkeler” kategorisinde yer alırdı. Bir devletin kendi yurttaşlarını annelerinin dilinden koparmaya çalışması ve bu amaçla onları aşağılaması, zulüm ve işkenceye maruz bırakması, o devletin medeniyet timsali olarak anılmasını sağlamaz. Ülkeyi yönetenlerin Kürt dili konusunda kat ettikleri yolun, uydurdukları “kart kurt” palavrasını “bilinmeyen dil” olarak değiştirmelerinden ibaret olduğunu görmek bile devletin bu kategoriye ne yazık ki fazlasıyla uygun olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Tüm baskılara rağmen Kürt halkının anadilini konuşma ve koruma yönündeki mücadelesinin durmaması, hatta güçlenerek devam etmesi ise bütün bu yıldırma politikalarının ne kadar anlamsız olduğunu ve sonuçsuz kaldığını gözler önüne seriyor.
Antropolog Sibel Özbudun’un dediği gibi, “Anadilde konuşmak bir “hak” değil, bunun çok daha ötesidir. Nefes almanın bir “hak” olduğunun söylendiğini hiç duydunuz mu? Anadilin tartışılması bile bir suç, bir insanlık ayıbıdır…”
Bir dili yasaklamak demek, o dili konuşan halkı hiçleştirmeye ve köleleştirmeye çalışmak demektir. Sicilyalı şair Ignazio Buttita yazdığı bir şiirde, halkın anadilinden mahrum edilmesinin anlamını şöyle anlatıyor: ”Bir halk zincire vurulmuş, soyulmuş, susturulmuşsa özgürdür hâlâ. / İşsiz bırak, pasaportunu al, yemek yediği masayı, uyuduğu yatağı. Zengindir hâlâ. / Bir halk yoksul ve tutsaktır, dedelerinden kalan dili çalındığı zaman. Kayıptır artık.”
Eğer anayasamızdaki dille ilgili maddeler, inkâra ve asimilasyona dayalı değil de; anadillerin özgürlüğüne ve halkların eşitliğine vurgu yapan bir içerikte olsaydı, on yıllardır devam eden savaşta yitirdiğimiz gencecik kardeşlerimiz, hala aramızda olabilirdi. Daha özgür ve daha uygar bir ülkede barış içinde yaşamanın yolu, Kürt halkının ve Anadolu’nun diğer tüm kadim halklarının dilini ve kimliğini tanımak ve eşitlik ilkesi temelinde anayasal güvenceye almaktan geçiyor. Bunun için de Türk devletinin ve halkının ezen ulusa özgü kibir ve küstahlıktan vazgeçmesi gerekiyor. Kürtçenin dünyanın diğer bütün dilleriyle eşit ve onlar kadar değerli olduğu gerçekliğinin içselleştirilmesi büyük önem taşıyor. İnkâr ve asimilasyon ikiyüzlülüğünün sebep olduğu bu insanlık ayıbından kurtulmanın tek yolu budur.
Uzay Bulut
ODTÜ, Medya ve Kültürel Çalışmalar Bölümü, Yüksek Lisans