Söyleşi

Mustafa Mutlu: Kürtçe haber için aldıkları çanaklarla porno izlediler, ensest patladı!..

Mustafa Mutlu, Vatan'dan kovulma sürecini, yapılan 'dozajı düşür' uyarılarını, Cem Uzan ve Star gazetesi dönemini, romanında Güneydoğu konusunda öne sürdüğü iddiaları anlattı

14 Ekim 2013 03:20

Hazal Özvarış

[email protected]

 

Medyada sıkıyönetimin her mahalleye bir tebligatı oldu, oluyor. Kâh Yeni Şafak'ta Ali Akel ve Kürşat Bumin için yapıldı o tebligat, kâh Milliyet'te Hasan Cemal, Metin Münir, Nuray Mert ve Can Dündar için. Mustafa Mutlu da, bu tebligat külliyatına eklendi ve 10 yıldır yazdığı Vatan gazetesindeki işine son verildi.

Bu tebligatların altında kimi zaman, habercilik dışında önemli işleri olan medya patronlarının, kimi zaman tahammül sorunları uluslararası raporlara da geçen iktidarın imzası bulunuyor. Tebligatları ortak imzayla okumak da mümkün.

Nitekim Mustafa Mutlu, Vatan serüvenini dokuz günde yazdığı "Dön Kardeşim" adlı kitabında kendi lisanıyla anlatıyor ve kitabına koyduğu alt başlıkta ortak imzayı haber veriyor:

"İktidar-medya ilişkilerinin perde arkası."

İktidar-medya patronları hattında olanlar, susan-susmayan, yazan-yazmayan herkesçe malum.  Mutlu'nun işine son veren isim, nihayet Vatan ve Milliyet'in patronu Erdoğan Demirören. "Nihayet" diyoruz, zira Demirören'in nerelerde ilham aradığını Başbakan Tayyip Erdoğan'ın kendisi gazetecilere açıklamıştı. Malum, Başbakan, Demirören'in Milliyet ve Vatan'ı aldıktan sonra arayarak medya grubunun başına kimi getirmesini uygun göreceğini sorduğunu, kendisinin de Akif Beki'yi tavsiye ettiğini duyurmuştu.

Peki bu arada yazarlar ne yapıyor? Köşe yazarlığı nasıl icra ediliyor? Baskı nasıl inşa ediliyor, nasıl uzlaşmalar veya kavgalar yaşanıyor?

Bu ve benzer soruların cevabı için, Vatan'dan sonra Aydınlık'ta yazmaya başlayan Mustafa Mutlu ile, "Dön kardeşim" kitabında altını çizdiğimiz satırlar eşliğinde konuştuk. Kendisine Vatan'dan atılış sürecini ve gazetecilik anlayışını, Star gazetesi yıllarına da uzanarak ve zaman zaman sabrını zorlayarak sorduk. Buyrun…

 

'Emine Erdoğan, AKP'li belediyeler, Deniz Feneri yasaklı konular'

 

- Aydınlık yazılarına "Beni susturmak isteyenler sayesinde bileklerimdeki kelepçe kırıldı" diyerek başladınız. Vatan'da ellerinizi kelepçeleyen kimdi?

Özellikle 2007'den sonra iktidarın artan baskı ortamında o baskıya boyun eğmek durumunda olan gazete patronları ve yöneticileri.

- Sizi nasıl "kelepçelediler"? Hangi konularda kendinizi sınırlandırılmış hissettiniz?

Haftada iki üç yazıdan sonra ettikleri uyarı telefonlarıyla ya da birebir görüşmelerle "Başımızı belaya soktun", "Yukarıdan yine telefon geldi", "Aman şu konulara gir, aman bu konulara girme" gibi uyarılarla bu kelepçeyi kollarımda hissettim. Kelepçenin açılımını gazetecilik dilinde yapmamı istiyorsan; örneğin, "Aman Emine Erdoğan'a girme", "Aman çocuklara girme", "AKP'li belediyelerin yolsuzluklarına girme", "Deniz Feneri'ne girme"... Bunlar merkez medyada faaliyet gösteren gazetelerin her birinde uygulanan yasaklardır. Şu sözünü ettiğim konularda, merkez medyada haber yazabilen ya da yorum yapabilen tek bir kalem varsa ben bu kelepçeyi taşıdığımı hissettiğim için özür dilediğimi söyleyeceğim.

 

'Demirören, Erdoğan'ın önüne dosya koyduğunu söyledi'

 

- Size göre şu an merkez medyada yazan herkes kelepçeli mi?

Merkez medyada bir kelepçe politikası izleniyor. Bazı konular "cıs". Girilmesi tehlikeli, girildiğinde anında tepki çeken konular var. Son olarak bunlara, Erdoğan Demirören, bana üç dört ay önce yaptığı bir telefonda, cemaat-iktidar arasındaki kavgayı da ekledi. "Bunlar, bunlar zaten yasak, bunu da yazmayacaksak ne yazmamızı bekliyorsun" dedim; "Otoyolları yaz, iyi giden ekonomiyi yaz, sağlık sektöründeki başarılı hareketleri yaz" dedi.

- Demirören, Başbakan Erdoğan'la ilişkisine dair neler anlatıyordu?

"Beyefendi üç haftada bir beni Dolmabahçe'de kabul eder, görüşmelerimizde her defasında önümüze bir dosya koyar. Vatan ve Milliyet gazetelerinde aleyhe sayılabilecek yorumlar ve haberler o dosyanın içinde yer alır. Son zamanlarda - bu görüşmeyi, holding merkezinde bir sene önce yaptım - hep senin yazıların ağırlık olarak bu dosyada yer alıyor. Dön kardeşim" demişti.

- Bu görüşmeyi köşenizde yazmak istemez miydiniz?

Vatan gazetesinde çalışırken, Vatan gazetesindeki köşemde yazmaktan mı bahsediyorsun?

- Evet. Sizce bu mümkün müydü?

Sence?

- Bu holding gazetesi olmaktan kaynaklanan bir durum mu sizce?

Hayır, hiçbir kurum buna izin vermez. Eğer bu kadar demokrat olsa, zaten o görüşme yapılmaz.

 

'Aydınlık'ta da Doğu Perinçek'i eleştiren bir yazı yayımlanmaz'

 

- Hiçbir kurum buna izin vermiyorsa, örneğin, Aydınlık'ta da Doğu Perinçek'i eleştiren bir yazı mı yayımlanamaz?

Elbette. Bu gazetenin doğasından kaynaklanan bir şeydir. Ortada bir sahiplik müessesesi var, burası bir cooperation değil. Eğer Aydınlık yöneticileri bir gün benimle böyle bir konuşma yaparlarsa ve o yazılmayacak konuşmadır. Ama Aydınlık'ta ve diğer özgür habercilik yaptıklarını düşündüğüm gazetelerde bu tür konuşmaların yapılmadığına inanmak istiyorum.

 

'10 yıl çalıştığım gazete, sözleşmem olmadığını öne sürdü'

 

Kaldı ki böyle bir konuşma yapılan gazeteci, bunu yazdığı zaman, 212 sayılı Basın İş Yasası gereği tüm haklarından feragat ettirilerek, müesseseyi kötülemek suçlamasıyla kapının önüne konur ve beş kuruş tazminat verilmez. Ben, Vatan'da bu konuşmayı yazmaya kalkışmadığım halde sadece iktidara birtakım sorular sorduğum için, patronumun "Güzel şeyler de yaz kardeşim, dön kardeşim" uyarılarına uymadığım için kapının önüne kondum. Ve 10 yıllık kıdem tazminatım yakıldı. Tüm bunları yok sayın, haftada 7 gün yazı yazdığım gazete, benim çıkışımı bile veremedi. Sözleşmem olmadığını öne sürdü. Sözleşmesiz insan çalıştırmak en büyük suçtur biliyorsunuz iş yasalarında. 

- Siz Demirören'e dava açtınız mı?

Tabii ki açtım.

- Tazminat davası mı?

Tazminat davası açtım. Bu sonuçlandıktan sonra mobbing davası da açacağım.

- Daha geriye gidelim; alıntılar kitabınızdan: "Yazılarımı ya toptan değiştirmem ya da yumuşatmam isteniyordu. İsmail (Vatan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Yuvacan) bu yaptığın sansür kardeşim, diyordum. Sonra da sırf bu genç adamın patronundan fırça yememesi, ekmeğinden olmaması için dediğini yapmaya çalışıyordum."

Ekmeğinden olmaması tabiri kendisine aitti. "Ben de emir kuluyum, aksi takdirde ekmeğimden olacağım, iki tane çocuk okutuyorum" diyordu. Ben de "Senin çocukların çocuk da bizimkiler değil mi! Gazeteci dik durur, herkes gerekirse bunun bedelini öder" diyordum. "Ne yapayım abi, ekmek kapım" diyordu. O yüzden bu ifadeyi kullandım.

 

'Deşifre olabileceklerini görsünler diye...'

 

- Bir parantez: Kitabınızın kapağında da mesajını paylaştığınız Vatan gazetesi Yuvacan'ın iznini aldınız mı?

Gerekmez. Avukatlara sordum, Turgut Kazan, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, Celal Ülgen gibi birçok hukukçu bilim adamından görüş aldım. Eğer bu İsmail'le aramda özel bir sorun olsaydı, bu mesajı yayınlamam suç oluşturabilirdi. Ancak mesleğime yönelik ve yönetimin ya da patronunun yıllardır kanıtlanamayan baskısını kanıtlamaya yönelik bir mesaj olduğu için yayımlamakta sakınca olmadığını söylediler. Ve bugün baskıya alet olan gazeteciler de deşifre olabileceklerini görsünler de baskının dozajını azaltsınlar diye mahkemeye mobbing davasında delil olarak sunacağım bu mesajı kitabın kapağına taşıdım.

- Bankalar bile telefonda "Konuşmanızı kayıt altına alıyoruz" diye uyarı yaparken, siz örneğin bir mailinizi bir arkadaşınızın kitabında görmek ister miydiniz?

Eğer İsmail'i arayan ben olsaydım, ona mesaj atıp, ondan gelen mesajı yayımlasaydım, dediğiniz doğruydu. Ben dururken beyefendi arıyor, tak tak anlatıyor. Ben bunu kaydetmedim. Kaydetme amacıyla görüşme yapmak suç oluşturabilir ve mahkemede geçerlilik taşımaz. Fakat Türk medyasında baskı o kadar olağanlaştı ki artık bu talepleri gönderenler suç işleyip işlemediklerini görmez hale geldiler ve bunu mesaj olarak atmakta sakınca görmez hale geldiler. Neden bu tarafını sorgulamıyorsunuz?

- Parantezi kapatarak devam edelim. Kitabınızda yazar editörü Aytekin Hatipoğlu'nun bazı yazılarınızı değiştirmek için aramalarından bahsederken "İyi niyetinden kuşku duymadığım için 'madem seni rahatsız etti, istediğini yap' diyordum" ifadesini kullanıyorsunuz. Bu kişiler patrona rağmen bu girişimlerde bulunamayacağına göre, siz "iyi niyet" diyerek durumu rasyonalize etmiyor musunuz?

Aytekin Hatipoğlu ile 20 senedir birlikte çalıştık. Benim başıma sadece patrondan ya da iktidardan dert gelmesin diye değil, aynı zamanda beni yasalara karşı koruyacak müdahaleler de önerirdi. Ben, örneğin, birine yalancı diyorsam, bunun yasal olarak suç olduğunu hatırlatırdı. Ben de bunu son derece iyi niyetli bulurdum.

 

'Kaleyi terk etmemek için Vatan'dan istifa etmedim'

 

- 2007'den beri baskı olduğunu söyledikten sonra müdahalelere bazı sebeplerle "tamam" dediğinizi yazıyorsunuz. Burada bir meşrulaştırma yok mu?

Tamam dediğimi söylemiyorum, sadece baskılardan söz ediyorum. Baskıya konu olan yazımı oturup yeniden yazdığımı söylüyorum. Orada tamam yok. Sadece onları rahatsız eden yazıyı, yine mesajı değiştirmeden, asla taviz vermeden ve olayı saklamadan yeniden yazmaktan bahsediyorum. Ve arkasından gelen yeni uyarılardan söz ediyorum. Ben bu süreçte Deniz Feneri de yazdım, Başbakan'ın ailesinin çocuklarının bir altın firmasına ortak olduklarını da yazdım. Yazma denilen konularda yazmaya devam ettim.

Vatan'da kalmak için bu kadar çaba göstermemin sebebini de söyleyeyim size. Tepkilere anında tavır koyup istifa etmenin iki sakıncası vardı; birincisi ben yıllardır, iktidarın artan baskıları karşısında her kurumdaki onurlu duruşa sahip kişilerin kurumlarına sahip çıkmalarını, "kale"yi terk etmemeyi önerdim yazılarımda. Örneğin, Atatürkçü askerlere, gerçek hukukçulara yönelik baskılarda "Aman istifa etmeyin, sizin yerinize gelecekler mutlaka iktidar yandaşları olacak ve bir kale daha düşecek" dedim. Böyle düşünen bir insan olarak, istifa etmedim.

- "Neden istifa etmedim" sorunuza kitabınızda verdiğiniz üç maddelik yanıttan ek yapalım. Birinci madde “maddi yıkım”, ikinci madde de maddiyata ilişkin. T24'tekiler gibi senelerdir tek kuruş almadan yazan yazarlar varken, ayrıca sizin de istifa etmekten çekinmediğiniz kitabınızda başka vakalardaki tavrınız nedeniyle ortadayken, maddiyat neden elinizi tuttu?

Tutmadı. Size gerekçesini anlattım. Anladığım kadarıyla maddi kısmına saplanıp kalmışsınız. "Mustafa Mutlu bir para manyağıdır" gibi bir izlenim çıkarmak istiyorsanız buna da saygı duyarım. Ama size ısrarla anlattım. Türkiye, bir dönüşüm süreci yaşıyor. Bu dönüşüm süreci de bazı kalelerin ele geçirilmesiyle yaşanıyor. CHP'yi bile ele geçirmeye çalışıyorlar. Böyle bir süreçte başkalarına "Kalelerinizi koruyun" diyen bir insan olarak, yazılarından taviz vermeden, en sert muhalefeti yapmaya çalışarak ve yazdığı yazılar yüzünden kovulan bir adama sizin "Para için mi ayrılmadınız" sorusunu sormanız bana yadırgatıcı geliyor.

- Kimseyi "para manyağı" gibi gösterme kaygımız veya amacımız yok. Kitabınızdan çıkan notlar eşliğinde size bu soruları soruyorum.

Ben bir öğretmen çocuğuyum. 4 kardeşiz. Hayatımız boyunca babamızdan bize kuruş kalmadı ve ben, 32 yıldır sadece kalemimle hayatımı sürdürüyorum. Ek bir gelirim olsaydı, izleyeceğim yöntem farklı olur muydu diye sorarsanız, hayır, olmazdı. Yine o kaleyi düşürmemek için elimden geldiği kadar mücadele ederdim.

Ancak siz bana gelen baskılar sonucunda benim tavır değiştirdiğimi, yumuşadığımı, dozajımı düşürdüğümü kanıtlarsanız bu soru o zaman gerçekçi olur ve karşınızda para için kalemini satan bir adam olur. Ben diyorum ki, aynı şekilde yazmaya devam ettim ve işimden atıldım. Sizce daha fazla nasıl bir bedel ödeyebilirdim?

 

'Muhabirlerin maaşına yakın bir maaş alıyordum' 

 

- Sizden gayrı, köşe yazarlarının kimi zaman astronomik boyutlarda olan maaşlarının ellerini tutmalarına neden olduğuna dair bir tartışma da var.

Kitabı okurken bir noktayı kaçırmışsınız. 2007'den itibaren ben Zafer Mutlu, Aydın Doğan ve Erdoğan Demirören tarafından maaşına zam yapılmamış bir adamım. Hangi fahiş ücretten bahsediyorsunuz? 2007'de aldığım ücreti, 2013 yılının Eylül ayına kadar aldım. Enflasyonun 6 senelik götürüsünü hesaplarsanız reel ücretimin ne kadar gerilediğini görürsünüz.

Ayrıca, gerek internete bakınca, gerekse okur profili araştırmalarından göreceksiniz, en çok okunan yazarlardan biriydim. Ve benim maaşım, ayrıldığım tarihte muhabir arkadaşlarımın maaşına yakın bir maaş olarak kaldı. Bana her şeyi sorabilirsiniz, ama doğru bilgiye dayalı olması kaydıyla.

- Soruları size sorarak, bilgiyi sizden alma amacımızı belli ediyoruz. Ve kitabınız dışından bir bilgi yansıtmıyoruz.

O kitaptan benim para yüzünden ayrılmadığım çıkmıyor! Üç maddeden ikisinin öyle olduğunu söylüyorsunuz ve öyle bir şey yok!

 

'Son iki-üç yıldır en çok okunan yazardım'

 

- “Para yüzünden ayrıldınız” gibi bir cümle sarf etmedik, kitaptaki ifadeleri yansıtıyoruz. Kitabınızdan okuyalım: "1- İstifa edersem iş bulmam o kadar kolay olmayacaktı. Bu da benim için maddi yıkımdı. 2- Başta kıdem tazminatım olmak üzere sosyal haklarımdan vazgeçmiş olacaktım. 3- Ruh kattığım bu gazetenin susturulmasına hizmet etmek istemedim." Üçüncü maddenizi yok saymadan, üzerine sizin diğer maddelerinizi ekleyerek devam ettik. Başka bir konuyla devam edelim, gazetede ne kadar okunduğunuzun tespiti nasıl yapılıyor?

Okur profili araştırmalarından ve internet tıklamalarından yapılır.

- Sonuç ne çıkıyordu?

Özellikle son iki-üç yıldır en çok okunan yazardım.

- Rakam var mı?

Onu ben bilemem. İnternet rakamları ortada, sanırım sizin bulmanız hiç zor değildir. Ayrıca dediğim gibi, okur profili araştırmaları yapılırdı. Oradan çıkan sonuçlar da 2004'ten beri en çok okunan yazarlar arasında olduğumu gösterirdi.

- En çok okunan yazar olup olmadığınızı değil, rakamı soruyorduk. 

Bunu siz bileceksiniz.

- Aydınlık, örneğin, bu rakamları köşe yazılarınızın yanında gösteriyor, ancak Vatan paylaşmıyor. Bilmediğim için size soruyorum. 

Niye bana soruyorsunuz? Bunu siz bileceksiniz. Okurlara 100'e kadar soru sorulur araştırmalarda ve arasında hangi yazarları okuyorsunuz sorusu da vardır. Sonuçlar da hiçbir zaman gazete yönetimleri tarafından bize söylenmez. Amaç, pazarlık konusu yapmamızdır. Ama duyumlara göre, aşağı yukarı biliriz ne kadar okunduğumuzu. Vatan'ın internet bölümünün başında olan ve benimle benzer sebeplerden ayrılan Aylin Duruoğlu'ya sorarsanız size bilgileri verebilir. Kendimi ispatladıysam geçebiliriz. Niye böyle bir yaklaşım içindesiniz?

 

'Amacınız çok dostça değil'

 

- "Gazeteci soru sorar" diyen biri olarak soru sormam sizi neden rahatsız ediyor?

Ben 32 yıl boyunca sordum. Ve soruların hangi amaçla sorulduğunu en iyi bilecek insanlardan bir tanesiyim.

- Sizce amacım ne?

Bilmiyorum. 

- En iyi bilenlerden biri olduğunuzu söylemiştiniz, sizce amacım ne?

Şu anda sizin amacınızın çok dostça olduğunu söyleyemiyorum.

- Sizce gazetecilik dostluk yapmak mıdır?

Hayır. Elbette ki kalkıp beni övecek bir şeyler yazmanızı da beklemiyorum. Ben sadece işinden atılan bir gazetecinin hikâyesi olarak baktım bu röportaja. Ama siz bana tutup da para için ayrılmamışsınız, internet sitelerinde yazan arkadaşların hiçbiri bu paraları almıyor, kendinizi kıyaslayın bunlarla diye soruyorsunuz.

 

'Gazetecilikle maaş arasında hiçbir bağlantı yok'

 

- Sizden bağımsız olduğunu altını çizerek soracağım, sizce medyanın geldiği noktanın gazetecilerin aldığı maaşlarla ve yapılan gazetecilikle hiçbir bağlantısı yok mu?

Hiçbir bağlantı yok. Gazetecilikle maaş arasında hiçbir bağlantı yok. Bugün tek işleri iktidar yağcılığı yapmak olan ve gazetecilik sorumluluğu taşımayan ve Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'nden habersiz olan insanlar, sadece iktidar muhibbi oldukları için, birileri tarafından sırtları sıvazlandığı için bazı gazetelerde köşe sahibi yapılıyor, yönetici tayin ediliyor, devlet, cemaat ve iktidara yakın eş dost kanallarında çok yüksek paralarla program yaptırılıyor. Ama gerçek gazeteciler, soru soran gazeteciler, örneğin, madem benden bağımsız, siz, daha mütevazı koşullarda çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Kesinlikle yapılan gazetecilikle alınan paranın doğru orantılı olduğunu düşünmüyorum.

- Para-siyaset-gazetecilik ilişkisini bu döneme has mı görüyorsunuz?

Hayır. Ama yandaşlık doruğa çıktığı için bu dönem, bu, daha da doruğa çıktı diyorum. Özal döneminin de yandaş gazetecileri vardı, Başbakan için "Ölürüm" diyen "gazeteciler" olduğu gibi, geçmişte de "Çiller'e aşığım", "Mesut Yılmaz için takla atarım", Demirel için "Sürünürüm" diyenler vardı. Kendisini Ecevit yerine koyup Ecevit şapkası takan, gömleği giyenler vardı.

 

'Karacan yerine Demirören'i seçtim çünkü…'

 

- Milliyet ve Vatan gazetelerinin alımında Karacan ile Demirören arasında uyuşmazlık çıktığında "safları seçmek" zorunda kaldığınızı yazıyorsunuz. Sizin tercihiniz de Demirören'den yanaydı. Seçimde kriteriniz neydi?

Aksi takdirde gazete kapanacaktı. Çünkü Ali Karacan'ların beş kuruş parası yoktu. Bir ortaklığa girip yüzde 50 hisse koymayı taahhüt etmişlerdi, ama bunu yerine getirmemiş, diğer radyo şirketlerinin iflası istenmiş, onları ayakta tutabilmek için 17.-18. şirketlerini kurmuşlardı. Bu olay Vatan ve Milliyet'te de yaşanmaya başlanacaktı. Aradan üç ay geçmiş, personel maaşları, baskı parası dâhil hiçbir harcamaya ortak olmuyorlardı. Böyle bir durum karşısında gazetenin yaşaması için en azından bu işe parasını koyan, "Ben bu gazeteyi satın aldım" sözünü veren ve bunu tutabilecek adamın işin başında olmasını istedik.  

- Bu durumda istediğiniz patron tarafından mı işten çıkarıldınız?

İstediğim patron tarafından değil, mecbur bırakıldığım patron tarafından işten çıkarıldım. Ben hiçbir zaman istediğim patron ile çalışma lüksüne sahip değilim. Cüneyd Zapsu'nun başında olduğu Amerikalı bir fonun gazeteyi satın almasına kesin gözüyle bakılırken bir günde ortaya DK (Demirören-Karacan, T24) ismi çıktı. Ve bir günde satış gerçekleşti. Bundan sonra yeni şirketin gazete üzerindeki gücüne baktık.

- Bugün "Gazete sahipliğini tecrübe etmiş bir aile Vatan'ın başında olsaydı daha farklı olabilirdi" düşüncesi aklınızdan geçiyor mu?

Türk medyasının başında tek işi, gazete sahipliğinden gelsin gelmesin, gazetecilik yapmak olan medya patronlarına baktığınız zaman onların gazetelerinin daha özgür olduğunu görüyorsunuz. Ancak başka büyük şirketleri olan veya devletin denetimine tabi işleri olanların önceliği diğer işlerine verdiğini, çünkü korkularının çok yüksek olduğunu görüyorum. Örneğin Aydın Doğan 4 milyar dolarlık bir vergi cezasıyla karşı karşıya kaldı. 2 gazetesini satınca 4 milyar, 900 küsur milyon dolara düşürüldü. Her şey iktidarın iki dudağının arasından geçerken medya patronunun devletle hiçbir ilişkisi olmaması gerektiğine inanıyorum.

 

'Bazı reklamverenler artık Vatan'la çalışmayacaklarını söylemiş'

 

- Kovulduktan sonra Vatan’a reklam verenlerden vazgeçenler olduğunuzu söylüyorsunuz.

Reklam organizasyon şirketleri vardır, hangi medya kuruluşuna reklam verilip verilemeyeceğine karar veren kuruluşlardır bunlar. Onlardan çok önemli birinin en tepesindeki isim, “Artık Vatan gazetesinin kendileri için bittiğini çünkü bunu medya özgürlüğü anlamında yolun sonuna gelindiğini gösterdiğini, bu yüzden bundan sonra Vatan gazetesine reklam verirken özellikle bazı müşterilerinin bu gazeteyle çalışmak istemediklerini kendilerine ilettiğini” söyledi.

- İktidarın hoşuna gitmeyen yayınlar yapan, örneğin Taraf gibi gazetelere reklam verilmediği de ortadayken aykırı bir örnek olduğu için soracağım, kim bu reklam ajansının sahibi?

 Biraz önce özel hayatla ilgili, mail konusunda soru soran kişinin bu özel bilgiyi merak etmesini de ben anlamıyorum.

- "Açıklamıyorum" da diyebilirsiniz.

Bana yaptığım işle ilgili sansür tebliğ eden İsmail Yuvacan’ın maili konusunda bu kadar titiz davranırken, burada nasıl bu kadar pervasız beklenti içinde oluyorsunuz?

 

'Size göre verdiğim tavizler Demirören'e yeterli gelmedi'

 

- Sizce bu pervasızlık mı?

 Bana gelip bunu diyen kişinin adını elbette paylaşmam.

- Bunu gerginleşmeden de söyleyebilirsiniz.

Sizin başlangıçtaki üslubunuzun payı var.

- Üslubumda neyi yanlış buluyorsunuz?

İsterseniz sorularınıza devam edelim mi? Kitapta bedel ödeyen bir gazetecinin işsiz kalması durumunda karşılaşabileceği sıkıntıları anlattığım bölümü siz benim gazetecilikten ayrılmamam için verdiğim tavizlere yordunuz. Demek ki size göre verdiğim tavizler o gazete patronuna yeterli gelmedi.

 

'Fatih Çekirge imzamla küfürname yayımlamak istedi'

 

- 2002 yılında siyasete giren Cem Uzan'ın sahibi olduğu Star'da seçime yaklaşılırken hem manşetlerde, hem iç sayfalarda "İktidara 15 gün kaldı", "13 gün kaldı" gibi başlıklar atılıyor. Sizin köşenizde bu duruma ilişkin bir değerlendirme görmezken 2007 yılında Vatan’da, Uzan'ın işsizlere 350 YTL maaş vaadini eleştirip soruyorsunuz: "Bu reklamlar sabahtan akşama televizyonlarda dönüyor, bu reklamlar 'tüketiciyi yanıltan reklamlar' kapsamına girmiyor mu?" Buna benzer eleştirileri içindeyken…

Yaptım. Yazılarıma bakacak olursanız görürsünüz. Siz ısrarla bunu söylüyorsunuz, siz içindeyken T24'ü ne kadar eleştirebiliyorsanız ben içindeyken en azından Cem Uzan'ın siyasete girmemesi gerektiğini çünkü bir işadamının siyasete girdikten başına gelebilecekleri anlatmaya çalıştım.

- Bunu köşenizde mi yaptınız?

Bunu kitabımda yazdığım gibi, Cem Uzan'a da söyledim. Uzan siyasete girdikten sonra köşeme yönelik saldırıyı nasıl püskürttüğümü de anlattım. Fatih Çekirge'nin bana attığı ve "Bunu senin imzanla yayımlayacağız" dediği bir bildiriyi sadece kendi imzasıyla yayımlasın diye ertesi gün gazeteye yazar transfer edildiğini yazdım.

Bu iktidarın ilk yıllarında gayet seviyeli ama soru soran, bugünkü çizgimle muhalefet yapıyordum. Fakat o gazetenin patronu, siyasete soyunduğu için bu muhalefetim ona yetersiz geliyordu. Küfretmem beklendi. Ben hayatım boyunca küfretmedim. O esnada yetersiz bulunan sorularımı 7-8 sene sonra sorarken aşırı muhalefetten işten atıldım. Paradoks burada.

- Gazetecilik, size göre neden muhalif olmayı gerektiriyor?

4 yıl basın yayın yüksek okulunda, daha sonra da mesleğin başlangıç yıllarında ustalarımın söylediği şey, "Gazeteci kimsenin dostu olmaz. Gazeteci yanlışı bulup, yanlışın düzeltilmesini sağlayan kişidir." Örneğin, otoyollar çok güzel olabilir, ama o yolların insanların verdiği vergiyle yapıldığını bilerek, neden bundan ayrıca para alındığını, yollar güzel yapılmadıysa kaza olasılıklarını sorgulamak zorundasınız. 

 

'AKP'den niye bizi yıpratıyor diye haber geldi'

 

- Türlü türlü iktidar var; aile içinde, işte, siyasette. Sizin muhalefet ettiğiniz iktidar, AKP ve hükümetin başındaki iktidarlar mı?

Gazeteciliğimin ilk yıllarından beri muhalif olma tavrımı sürdürdüm. Ama başta ekonomi gazeteciliği yaptım ve dönüşümümü de kitapta anlattım. Bir depreme gittim ve orada yaptığımızın tereciye tere satmak olduğunu fark ettim. İşadamlarından aldığımız bilgilerle bir gazete çıkardığımızı ve bunun sadece gazete patronuna para kazandırmaktan ibaret bir iş olduğunu gördüm. Ve Uğur Mumcu'ya verdiğim sözü tutamadığımı anladım. Ve o an gazetecilikteki tavrımı değiştirmeye karar verdim.

1999'un sonundan itibaren ekonomiyi bıraktım ve gündem yazıları yazmaya başladım. Ve 2001 krizinde iktidarda olan ANAP-DSP-MHP iktidarını en sert eleştiren yazarlardan biri oldum. O dönem programıma AKP'nin önemli isimlerinden Ali Coşkun geldi ve beni bağrına bastı, "Seninle gurur duyuyoruz, gazetecilik dersi veriyorsun, bak sorduğun soruların hiçbirine yanıt veremiyorlar" dedi. "Ali Bey, öyle gözüküyor ki yakında iktidar olacaksınız, siz de büyük ihtimalle bakan olacaksınız. Ben bugün sorduğum soruları size soracağım, o gün benden nefret ediyor olacaksınız" dedim. "Olur mu öyle şey" dedi, ama benim dediğim oldu ve Ali Bey bakan olduktan sonra telefonlarıma asla çıkmadı. "Mustafa'yla bizim dostane ilişkilerimiz vardı, niye bizi yıpratıyor bu kadar" diye haber gönderdi. Beni ailede de, kurumda da iktidarda onların tavrı ilgilendirir.

 

'Felaketlerin en önemli sorumluları asker ve hukuk'

 

- Askerin iktidarına, vesayete karşı da yazı yazdınız mı?  

Her 12 Eylül yıl dönümünde yazdım. Kitaptaki, Tayfun ve Sait hikâyesini tekrar okuyun. 14 yaşından beri sokaktan çekilmedim ve askerin tekeline aldığı Kemalizm sevdasına her zaman karşı çıktım. Türkiye'de bugün yaşanan bütün felaketlerinin en önemli iki sorumlusu olarak, bir askeri, iki hukuku görüyorum. 12 Eylül'de hukukçular 17 yaşındaki çocuğu astılar, bugün de hukukçular suçsuz insanları sadece muhalif oldukları için zindanda tutuyorlar.

- Askeri vesayet 12 Eylül'le sınırlı değil, Yargıtay’ın da darbe planı olarak nitelendirdiği, 2003'te Çetin Doğan'ın isim vererek seçilmiş AKP iktidarına karşı verdiği seminer…

Burada gazeteci olarak doğru bilgiye sahip değiliz. Soruyu sorarken bile taraf oluyorsunuz, seminerin darbe planı olduğunu kabul ediyorsunuz. Ben bunun gerçek amacını sorgularım. Yargılanan bazı askerlerin o dönemde Amerika'da, Brüksel'de olduğu gerçeği var.

 

'Askerin siyasete karışmasını desteklemem, ama 28 Şubat farklı'

 

- Çetin Doğan'ın, kendisinin de yaptığını kabul ettiği, seminer konuşmasındaki "Genelkurmay Başkanı hükümete ultimatom vermeli, ‘Bu işin sonu boktur’ demeli" içeriği sizce olağan mı?

12 Mart'ı, 12 Eylül'ü yaşamış birisi olarak söylüyorum; askerin siyasete karışmasını hiçbir zaman desteklemedim. 28 Şubat'ı bu sürece dâhil etmiyorum. 28 Şubat'ı birilerinin kendi iktidarını kurma girişimi olarak görüyorum. Anayasa'da onlarca değişiklik yapanlar, askere o görevi veren maddeyi kaldırmadılar ve dini istismar ettiler. O yetkiyi kullanmaları için askeri perçinlediler. Bugün Yargıtay'da tamamlanan yargı süreci de beni tatmin etmedi. Yüzlerce çelişkili duruma rağmen, en azından usulden bozulması gereken karar bozulmadı. Ve bu kararın hangi ceza dairesi tarafından bozulmadığı da ortada. Yargıtay'ın verdiği kararın vicdanları sızlattığını düşünüyorum.

 

'Uzan, Çekirge’ye neden 3 milyon dolar verdi?'

 

- Güncel bir röportajdan: Cem Uzan, Taraf’a "Hurşit Tolon'un talimatıyla manşet atıldığını bilsem Fatih Çekirge'yi ve Yılmaz Özdil'i kovardım" dedi...

Cem Uzan ismi yanlış hatırlıyor. O Hurşit Tolon değil. Size sadece bunu söyleyebilirim. O dönem Çekirge'nin askerlerle iç içe olduğunu kitabımda ben de yazdım. Uzan orada ya kendisine yanlış bilgi verildi, ya da yanlış hatırlıyor.

- Yani bir askerden talimat alındı?

Hayır, bunu diyemem. Ama Çekirge'nin bir askerle yakınlığı olduğu söyleniyordu. Gazete içindeki iktidarı da buna dayanıyordu.

- Nasıl bir iktidardan ve ilişkilerden bahsediyorsunuz?

 En azından tenis arkadaşıydı. Ve asker yanlısı haberlerin Çekirge kanadından geldiğini o dönemde bilmeyen yoktu Star'ın içinden ve dışından.

- Herkes biliyorsa Cem Uzan'ın bilmemesi mümkün olabilir mi?

Cem Uzan'ın bilmediğini söylemiyorum. Uzan, Çekirge’ye 3 milyon dolar verdiğini söylüyor. Bu konuma gelmeden önce bir gazetenin Ankara temsilcisiydi. Hangi özelliklerinden dolayı bu parayı verdi? Bence Uzan'a bu soruyu sormak lazım. Bence, Uzan, o parayı birtakım kaynakları taşıyacak kişi olduğu için verdi.

- İktidarın her çeşidine muhalifim, diyen biri olarak bu ilişkileri deşifre etme ihtiyacı duymadınız mı?

Nesini deşifre edecektim?

- Çekirge'nin bahsettiğiniz askerle ilişkilerini.

Bu ilişkileri o zaman bilmemizin imkânı yoktu.

- Biraz önce söylediklerinizden aksini anladım.

O zaman kimin kiminle ilişkili olduğunu nereden bileceğiz! Gazeteye bir manşet giriyor, bu manşetin nereden geldiğini ancak o manşeti atan veya sayfayı düzenleyenler bilebilir. Ben o dönemde yazılarımı evden yazan bir yazardım.

- 7 Temmuz 2003'te Star’ın birinci sayfasından bir başlık: "Hükümetin yapamadığını Tolon Paşa yaptı." O günlerde askeri vesayetin izlerini Star'da süremiyor muydunuz?

Gazetelerde genel bir tavır vardır, siz gazete olarak muhalefet yapıyorsunuz, iktidarın genel yanlışların peşindesiniz, amaçlarını sorguluyorsunuz. Onların arasına askerin tepkisini de koyuyor gazete yönetimi. Ankara mahreçli bir haber. Siz de ertesi gün gazeteyi açtığınızda sıradan bir okur gibi görüyorsunuz. Bunun habercilik mi, yoksa dizayn faaliyeti olup olmadığını o an için sorgulama şansınız yok. Hayat gürül gürül akıyor.

 

'İmar Bankası'nın eleştirilecek bir şeyi yoktu'

 

- Askeri vesayete temkinli bir insan olduğunuzu söylediniz, muhalif gazete ile asker başlıkları ayırt edilemez mi?

O dönemin gerçeği buydu. Cumhuriyet manşetleri veya Fikret Bila imzalı manşetler de farklı değildi. O dönemin genel yayın yönetmenleri ya da Ankara temsilcileri "Türban konusunda ne düşünüyorsunuz paşam" der, o paşa da ismini saklamaya bile gerek duymadan konuşurdu. Herkes bunu yaparken, Star'ın yapmaması da belki gazetecilik eksiği olarak algılanabilirdi. Ankara temsilcilerinin yaptığı buydu. Burada, konuşan kadar soruyu soranın sorumluluğunu sorgulamak gerekir.

- İmar Bankası yolsuzluğu patladığında Star'ın ekonomi sayfasındaki köşenizde bunu eleştirdiniz mi?

İmar Bankası'nın eleştirilecek bir şeyi yoktu ki. Siz, ısrarla çalıştığınız kurumu sorgulamak, o kurumu da deşifre etmek gibi bir sorumluluk veriyorsunuz. O kurumun içinde sizi tutuyorlarsa, bu, size bütün bilgileri ulaştırıyorlar da sizi baskı altında tutuyorlar anlamına gelmiyor. Siz zaten birçok şeyin herkes ne kadar farkındaysa o kadar farkında oluyorsunuz. İmar Bankası olayını Hürriyet'in dönemin ekonomi müdürü Vahap Munyar ne kadar biliyorsa ve yazmamakla ne kadar sorumluysa ben de o kadar sorumluyum. Ve sizden en kısa zamanda T24 hakkında sorgulamalara başlamanızı bekliyorum. T24'ün maddi yapılanması, kurucusunun gazeteciliği de dâhil özel ilişkilerine kadar bütün konularda soruşturmacı gazeteciliğinizi yapmanızı istiyorum. Söz veriyor musunuz?

- Vesile olduğunda neden olmasın.

Lütfen o “vesile olduğu” bölümünün altını çizin.

- Sizinle söyleşimizde de vesile kitabınız.

Eğer ben o küfürnameyi köşemde yayımlasaydım, siz bana bu soruları sorabilirdiniz. Ama siz bana bunun ötesine geçip İmar Bankası'nı neden yazmadığımı soruyorsunuz!

- Evet, ekonomi servisinin başındayken ve bir köşeniz varken, İmar Bankası ve ÇEAŞ yolsuzluklarını neden yazmadığınızı soruyorum.

Ben ekonomi servisinin başındayken İmar Bankası yoktu. Ben 1999'da ekonomi servisini tamamen bıraktım, gündem yazarlığına geçtim. Ekonomiyle hiçbir alakam yok.

- Temmuz 2003'te Star'ın birinci sayfasında İmar Bankası haberleri yer alırken, sizin de aynı gazetede köşeniz var.

Köşem olması İmar Bankası'nı yazmamı mı gerektiriyor?

- Bahsi geçen isim gazetenizin patronu Cem Uzan ve Türkiye'nin en büyük yolsuzluklarından birinden bahsediyoruz. 

Ee?

- Neden yazmadığınızın sorulması meşru değil mi sizce?

O gazete Uzan'ın gazetesi. Uzan'ın en büyük yolsuzluğu yaptığı söyleniyor. Ben o gazetede siyaset yazıları yazıyorum ve dönüp neden İmar Bankası yazmadım diye suçlanıyorum, öyle mi?

 

'İmar Bankası, ÇEAŞ ve KEPEZ'i yazmadım, çünkü…'

 

- Ekonomi geçmişi olan bir gündem yazarının ilgisini çekmez mi ülkenin gündemindeki yolsuzluk vakası? Ki söyleşinin başında Deniz Feneri'ni, yolsuzlukları yazdığınızı söylediniz.

İmar Bankası yolsuzluklarının hangi yıl başladığını araştırdınız mı? 1994-1995'lerden itibaren olduğu söyleniyor. O güne kadar bu ülkeyi yöneten iktidarlar hiçbir suçlama yöneltmezken, ne zamanki Uzan siyasete soyunuyor, "geçmişteki pis işler" başlığı altında sadece İmar Bankası'nda değil ÇEAŞ'ta, KEPEZ'de yumaklar atılıyor.

Siz gazeteci olarak böyle bir siyasi hesaplaşmanın içine iki nedenle girersiniz; ya olayın bilgilerine vakıfsınızdır ya da etekteki taşların dökülmesini beklersiniz. Ben o esnada vakıf değilim olaya. Yolsuzluğun 1994'te yapıldığını bırak, iki senedir sen iktidardasın. Ondan önce de senin kabine arkadaşların REFAHYOL hükümetinde ekonomi bakanlıklarını üstlenmiş. Sen o zaman hiçbir şey yapmamışsın. Bu hesaplaşmanın içinde ne yapmamı isterdiniz?

- Siyasi bir hesaplaşma insanların mağduriyetini gölgeliyor mu?

AKP tarafından tavır alıp Cem Uzan'ı suçlamamı mı isterdiniz? Burada mağdur olan Uzan ailesi de var. Bunu ilk gün de yazdım, bugün de söylüyorum. Uzan ailesi Cem Uzan'ın siyasete girme, Berlusconi olma sevdası yüzünden, hak ettiği bedeller de var ama, hak etmediği kadar bedeller ödedi. Bir aile ki tüm servetini bir olay yüzünden kaybetti. Tek soru soruyorum: Cem Uzan siyasete girmeseydi, bunun hesabı sorulacak mıydı? Yoksa şantaj malzemesi olarak mı kullanılacaktı? Ya da Uzan ailesinin dışında, bu kirli ilişkilere benzer ilişkiler yaşayan şirketler yok mu? 

- Dolayısıyla arka dönülebilir mi böyle bir yolsuzluğa?

Elbette ki arkanızı dönmeyeceksiniz ama gazeteci olmanız için bilgiye sahip olmanız gerekiyor. O siyasi intikamın da piyonu olamazsınız.

- Bilgi hâlâ yokken, örneğin, Uludere olayının da yazılmaması gerekiyor sizce?

İkisi aynı şey mi?        

- Tecrübeli bir gazeteci olarak, bilmediğiniz konularda soru sorabiliyorsunuz.

Uludere konusunda sorduğunuz sorular nedir; bu işin sorumluları kim, neden hesap sorulmuyor. Var mı üçüncü bir soru?

- Yeterli iki soru bu konu hakkında yazı yazmaya engel mi?

Uzan olayında sorulacak milyonlarca soru var. Bu soruları sorduğunuz anda ya çalıştığınız Cem Uzan'ın tarafında olacaksınız ya da onu batırmak isteyen siyasi rakibinin yanında yer alacaksınız.

 

'ÇEAŞ ve KEPEZ'de en ufak bir hukuk yanlışlığı yoktu'

 

- "Objektif olup sadece olay üzerinden yazmak mümkün değildi" mi diyorsunuz?

Objektif bilgi yoktu hanımefendi. Hâlâ yok. ÇEAŞ, KEPEZ ve İmar Bankası, Kemal Uzan'ın şirketleridir, Star TV ve gazetesi Cem Uzan'ın şirketleridir. Bunlar sadece aile bağlarından dolayı iç içe gösterilir. ÇEAŞ ve KEPEZ'de en ufak bir hukuk yanlışlığı olmamasına rağmen onları da devlet ele geçirmiştir. 

- İmar Bank’ta çifte kayıt tutma, halka açık bir şirket olarak ÇEAŞ'ın kaynaklarını çok düşük faizlerle grubun bankalarına transfer etme gibi sorunlar var. Sizce hiçbir hukuki yanlışlık yok mu?

Çifte kayıt tutma bir iddiadan ibaret. Bu belgelerle kanıtlandı mı? Veya ÇEAŞ ya da KEPEZ yargı konusu yapıldı mı?

- El konulmadı mı?

Gitti ve el konuldu. Bu mantıkla bütün işadamlarının şirketlerine gidersiniz ve el koyarsınız. Sizin diyelim ki bilgisayarınıza el konuldu, bunun için mahkeme kararı olup olmadığını sormaz mısınız? O dönemde karşılıklı tehditler yaşandı. İktidar, Uzanları ayağını denk alması yönünde defalarca uyardı, bildiğim bir şey değil ama piyasadan duyduğumuz bilgiye göre, Uzan da askerleri devreyi sokmak istedi. Bu kirli pazarlıklar sürerken ben Uzan'ın gazetelerinden birinde köşe yazan bir adam olarak, olanları anlayamadığım, taraf olmaktan imtina ettiğim için yazmadım. Şimdi neden suçlamadın diye sormanız insafsızlık değil mi?

 

'Uludere'de BDP'nin fonksiyonu ne diye soruyor musunuz?'

 

- Dolayısıyla, "yeri geldiğinde" yazmamak da, görmemek de gazetecilik oluyor?

Elbette. Bilmiyorsan ne yazacaksın? Uludere örneğini verdiniz, saydıklarım dışında üçüncü soruyu ben hâlâ bilmiyorum. Örneğin, BDP'nin bu işte fonksiyonu ne diye soruyor musunuz? Günün birinde BDP'nin bu işte fonksiyonu çıkarsa bu soruyu bugünden sormadığımız için suçlanabilir miyiz?

 

'12 Eylül'de askerlerin önünde el pençe divan durdular'

 

- 5 Kasım 2012, seçimden sonra ilk değerlendirmenizde "AKP'yi seçenler ekonomiyi düzelt, dış politikada onurlu dur, dedi" gibi ifadeler kullandıktan sonra "Seçmen resmen demokrasiyi elinin tersiyle itti" diyorsunuz. Kastınız neydi?

Ben AKP'yi kuranların birdenbire ortaya çıkmadıklarını, onların geçmişteki siyasi kariyerlerini 20 yıldır takip eden bir insan olarak defalarca sadece yargı tarafından değil, insanların gözündeki duruşu açısından da mahkûmiyet aldıklarını biliyorum. Onların demokrasi mücadelesi verdiklerine hiçbir zaman inanmadım. Örneğin, 12 Eylül döneminde bu gelenekten gelen insanların askerlerin önüne gidip el pençe divan durduklarını biliyorum. Ülkeyi dönüştürmek istediklerini çok iyi biliyorum. Demokrasiyi basamak yapmak gerektiğini söylediklerini kulaklarımla duyan bir insan olarak bunların derdinin demokrasi olmadığını yazdım, yazarım.

- 12 Eylül'de kim el pençe divan durdu bu cenahtan?

O günün gazetelerine bakarsanız görürsünüz.

- Aydınlatır mısınız?

Tamamı.

- “Tamamı” diyorsunuz. Örneğin, Erdoğan ne yaptı?

İsimleri teker teker anıp da spekülasyon yapmak istemiyorum. (Kayıt dışı olmak üzere birkaç isim saydıktan sonra devam ediyor) Askerin gelmesini şak şakla karşılayıp, "Ülkeyi iç savaştan kurtardınız" diye övgüler düzüp bugün 12 Eylül'ü yargılayan ne kadar adam varsa hepsi bu gruptan geliyor.

- Saydıklarınız Erdoğan'ın ve AKP'nin koptuklarını ilan ettikleri harekete mensup isimler. Başkalarının yaptıklarıyla AKP'li isimleri zan altında bırakmıyor musunuz?

12 Eylül'den önce Başbakan'ın il başkanlığı yaptığı dönemde yaptığı konuşmaları alın, bugünkü Tayyip Erdoğan'dan ne kadar farklı, ne kadar değil siz görün. Değiştim demekle değişim olmuyor.

 

'Akıncılara atfedilen sayısız cinayet soruşturulmadı' 

 

- Erdoğan, 12 Eylül'de "el pençe divan" durdu mu, durmadı mı?

Niçin özellikle Erdoğan'a indirgiyorsunuz. Ben sadece Erdoğan'ın o zevattan birisi olduğunu söyledim. O dönemde Milli Nizam kültüründen gelen bazıları sözüm ona bedel öderken, öbür taraftan top bize de uzanmasın diyenler oldu. Hatırlarsanız, o dönem soruşturmalar ağırlıklı olarak solculara ve sağcılara yönelik. Biraz daha detaylandırırsanız CHP'lilere ve MHP'lilere yönelik, AP'nin sadece üst kadrosuna bir gözaltı var, Milli Selamet'in de öyle, ama altı tamamen temiz. Oysa o dönemde Akıncılar denilen güç de o çatışmaların içindeydi. Akıncılara atfedilen de sayısız cinayet vardı. Bunlar soruşturulmadı. Ve 12 Eylül yönetimi, solcu ve sağcılarla kanla hesaplaşırken bunlarla uzlaşmayı öne çıkararak imam-hatipleri açtı. Bunların politikasına hizmet etti.

Cumhuriyetin ilke ve kazanımlarına yönelik her şeyi aşağılayan, geçmişin mirasını yiyip, özelleştirip, yandaşlarına peşkeş çekip, yabancılaştırıp, değersizleştirip “Onlar hiçbir şeyi yapmadı, biz yaptık” diyen bir anlayışla benim uzlaşmam mümkün değil. Ben geçmişte bu değerleri yozlaştıran asker, hukukçu kişileri nasıl eleştirdiysem bugün aynı şekilde o değerleri yok sayanlarla hesaplaşmaktayım. Bir gazeteci olmayı bırakın, bir aydın olarak, bir vatandaş olarak da karşısındayım.

- Sizin endişeleriniz ne?

Bütün sıradan vatandaşların endişe ettiği gibi ülkemin bölünmesini istemiyorum, Misak-ı Milli'nin korunmasını istiyorum. Bu ülkeyi bölme yolunda verilecek her türlü tavize karşıyım, Kürt haklarının elde edilmesinin yolunun ülkeyi bölmekten geçtiğine kesinlikle inanmıyorum. Ve ülkenin dincileştirilmesine de yürekten karşıyım.

 

'AKP kadrosu şeriat devleti kuramaz'

 

- Şeriat endişeleriniz arasında değil, öyle mi?

Ben İslami yönetim lafını İslam'a yapılan bir saygısızlık olarak gördüğüm için kullanmıyorum ve dincileştirme diyorum. Bu kadrolarının da bir şeriat devleti kuramayacaklarına inanıyorum. Bunların kendi çıkarları o kadar ön plandaki şeriatın emrettiği düzeni de sağlayamazlar. Hangi şeriat düzeninde yandaşları zenginleştirmek vardır, hangi şeriatta kamu arazilerinin yandaşlara peşkeş çekilmesi vardır. Alın size manşet! Bunlar dindar değil, dinci.

 

'Alçağın biri dışkı yedirdi diye Kürtlere ayrıcalık mı vereceğiz?'

 

- Bölücülük endişesine köşenizde de sık sık yer veriyorsunuz. "Bölünme"nin zeminini "Kürt yok, Kürtçe yok" diyenlerin de hazırladığını düşünüyor musunuz?

Bakın bu ülkede klasik söylemde "Kürtlere bok yedirildi." Sen o dışkı yediren (Cumhuriyet'ten Celal Başlangıç'ın ortaya çıkardığı Yeşilyurt skandalı, T24)  alçak askeri, adamı bulup da hesap sordun mu devlet olarak? Bir kişinin yapığı yüzünden "Madem öyle Kürtlere ayrıcalık verelim." Karadeniz'de de bir sürü adam saçmasapan suçlar işledi. Herhangi bir asker Laz kızına tecavüz etti diye oraya da mı otonomi vereceğiz? İç Anadolu'da zulümlerin âlâsı yaşanıyor, oradaki insanlar hâlâ aç, hâlâ Doğu Anadolu'daki teşvik kadar teşvikten bile mahrum. Biz bölünmekle değil, birleşme ile emperyalizmin tuzağından kurtuluruz. Emperyalizmin en temel yöntemidir böl ve yönet, bu aptalca zulümlerin tek tek hesabını sorarak çözüm bulmak yerine bu tuzağa düşüyoruz.

- Türkler ve Kürtler yer değiştirse ve "Türk yok, Türkçe yok" dense yine aynı noktada durur muydunuz?

Türk ırkçılığına da, Kürt ırkçılığına da karşıyım. Bir zamanlar sosyalizm adına yola çıkan PKK'nın Kürt ırkçılığı noktasına geldiğini düşünüyorum. PKK veya BDP’den hangisinin açlıkla, yatırımsızlıkla, işsizlikle uğraştığını duydunuz? Ben Türk ırkçılığıyla nasıl mücadele ettiysem Kürt ırkçılığına asla boyun eğmem. 

 

'Güneydoğu'da kurulan çanaklarla porno izliyorlardı!'

 

- "Sonra hayat yeniden başlar" adlı romanınızda "Prof. İlhami" karakterine Candaş Tolga Işık'ın "Güneydoğu'da çanak antenlerle porno izliyorlar" iddiasını söyletiyorsunuz…

Ve oradaki ensestlerin arttığı gerçeğini söylüyorum.

- Neden?

Doğru hanımefendi! Güneydoğu'da olmasının sebebi şu. Bana bakar mısınız? Odaklanamıyorum! Güneydoğu'da olmasının sebebi şu…

- Lütfen, üslubunuza dikkat edin.

Beni dinlemiyorsunuz gibi geldi. Özür dilerim.

- Estağfurullah. Söyleşi yapıyorum, işim sizi dinlemek.

O dönemde Güneydoğu'da ağırlıklı olarak yaşayan Kürt insanların, kanallarını izleyebilmek için evlerinin damına, ineklerini satarak, anten yerleştirdiklerini kabul ediyor muyuz? Ege'de de bu vardı, ama örneğin ATV iyi çekmiyor diye yapıyorlardı, ama karasal yayın da tercih edilebiliyorlardı. Güneydoğu’da PKK'nın yayınlarını izleyebilmek için çanak büyük rağbet gördü. Ve bu çanakları kurduğunuz zaman, belli frekanslardan hard core porno yayını yapılıyor, 24 saat. Birlikteyken Kürtçe duymak, Kürtçe haber almak, PKK'daki kızlarından oğlanlarından haber almak için bu kanalları izliyorlardı. Ama yalnız kaldıklarında çocuğundan dedesine bunu izliyorlardı.

 

'Seks shop satışları çanak sonrası patladı, ensest arttı!'

 

- Maddi bir kanıt var mı?

Var, seks shop satışlarına baktığınızda, çanak öncesi ve sonrası arasında Güneydoğu'dan siparişlerin patlama yaptığını görüyorsunuz. Vibratörlerin, şişme kadınların, eskiden Konya diye bilinirdi, Güneydoğu'da patlama yaptığını görüyorsunuz. Çünkü bu ürünlerin reklamlarını sabahtan akşama o kanallarda görüyorlar. Bu bir gerçek. Candaş bu yüzden Posta'da linç edildi. Ama bir toplumsal gerçeğin altını çizmek gazetecinin işidir. Ben orada "Kürt toplumu ensestte aldı başını gidiyor" demiyorum. Orada tamamen bilimsel bir saptamada bulunuyorum.

- Varsayalım ki seks shop satışlarında patlama oldu, bunun çanakla bağlantısı nasıl bilimsel oluyor?

Çanakla bağlantılı çünkü emniyetteki raporları bölgesel olarak izlediğinizde, 1990'lı yılların başından itibaren çanaklar konduktan sonra ensestin patladığını, öldürüp kenara atılan kız çocuklarının sayısının arttığını görüyorsunuz.

- İstanbul'da da tecavüz, cinayet vakaları artış gösterirken bunu tek bölgeyle anmanızda sizce nüans eksiliği yok mu?

Ben rakamlara bakarım. Eğer bir rakam aşırı düşüş veya tırmanış gösteriyorsa bunun toplumsal olarak ne anlama geldiğini sorgularım. Benim aslında buna kitapta yer vermemin sebebi, Candaş'ın linçine tepkidir ki, belirteyim, görüşlerimiz farklıdır. Böyle bir şeyin olmadığı kanıtlanıyorsa, gazetecinin yapacağı şey düzeltmeye gitmektir. Eğer çanak antenler konulduktan sonra bu insanların 15 tane hard porno yayını yapan kanalı seyretmedikleri ve etkilenmedikleri kanıtlanabiliyorsa o zaman ben de üstüme düşeni yaparım.

- Sizin tezinizin de kanıtlandığına ben dâhil katılmayacak insanlar var.

O veriler bir gazeteci için yeterli kanıttır. Güneydoğu'da işlenen kadın, çocuk cinayetlerinin, cinsellikten kaynaklanan suçların yansıdığı emniyet ve jandarma raporlarına bakarsanız bunu bir kanıt olarak göreceksiniz. Böylesine bir tırmanış elbette ki Ege'de de, İstanbul'da da var, ama hiçbir yerde bölgesel olarak çanak anten satışı bu kadar patlamadı.

 

'Her gün porno izleyen adam...'

 

- Ensest vakaları her zaman emniyete yansımıyor, ayrıca Türkiye'de kapsamlı bir ensest araştırması bildiğimiz kadarıyla yapılmadı. 

İstanbul Üniversitesi'ne giderseniz verirler.

- Porno izlemekle şiddet arasında direkt bir bağlantı olduğunu mu savunuyorsunuz? Porno izlemenin sonucu sizce ne?

İnsanların klasik ahlak kurallarını kaybetmesi, alıştığı yaşam tarzı dışında, başka bir tarza zorlanmaları olarak yorumluyorum.

- Mesela?

Her gün porno izleyen bir adamın tavrında olabilecek değişiklikler.

- Ne yapar sizce her gün porno izleyen bir adam?

Her gün porno izleyen bir adam, evini temizlerken başındaki tülbenti kayan karısını gözünün önüne diğer kadınlar geleceği için "Seks yıldızı mı olacaksın", "Yoldan mı çıkıyorsun" diye suçlayabilir.

- Tahrik olduğu için mi?

Karısının oradaki kadınlara benzemesinden korktuğu için.

- Başka örnekleriniz var mı?

Oradaki birtakım cinsel faaliyetleri Türk toplumunda, kendi geleneğinde ayıp sayılan bazı cinsel eylemleri doğallaştırabilir ve kendisi de uygulamak isteyebilir.

- İki tarafın da rızası varsa bu yine de sorunlu mu? 

Rızası yoksa?

- Varsa kısmını soruyorum.

Varsa zaten polise yansımaz. Polise yansıyan kısımlarından bahsediyorum.

- O noktada ensest, tecavüz ve şiddet vakalarını mı koyuyorsunuz?

Kız çocuklarının dere kenarında bulunmuş cesetlerini koyuyorum.

- Sizce porno ile ölüm arasındaki ilişki ne?

Çok psikolojik bir sohbete dönüştü bu. Benim o adam gibi düşünmemi istiyorsunuz. Onu bilemem. Böyle bir gerçek var mı dediniz, ben de anlattım. İsterseniz tekrar anlatayım. İnsanlar Kürtçe kanalları izlemek için o çanakları…

 

'Emniyet raporlarında eşcinsel ilişki de var' 

 

- Anlamadığımız kısım bu değil, porno ile şiddet arasında kurduğunuz bağlantı.

Pornoyu içselleştirmişseniz eğer, insanın cinsel eylemlerinden sorumlu olduğunu düşünüyorsanız, bu kültürü alabildiyseniz, porno izlemek sizin için zarara yol açmayabilir. Ama o güne kadar çok kapalı bir toplum, birdenbire o antenlerle inanılmaz bir açıklığa, ne anlarsanız bu açıklıktan, ulaşma şansına sahipse oradaki birey davranışları değişir. Yolda gördüğü kadına, kıza tavrı değişir. Pornoda eşcinsel ilişkiyi veya hayvanla ilişkiyi izliyorsa bu yaşamındaki birtakım katı duvarların yıkılmasına neden olur. Bu duvarların yıkıldığını da bize polis ve jandarmanın suç raporları veriyor.

- Emniyet raporlarında eşcinsel ilişki ve hayvan tecavüzleri de mi var?

Her şey var. Genel olarak suç oranındaki artış var.

- Eşcinsel ilişki suç değil.

Peki, buna taraflardan biri razı değilse?

- Onun adı tecavüz olur.

Örneğin, 9 yaşındaki bir erkek çocuğu bir adam zorluyorsa ve gırtlağını kesip öldürüyorsa...

- Mustafa Bey, tabii ki bu bir suç. Ama ister hemcinsine, ister karşı cinse zorlama varsa bunun adı farklı; tecavüz.

Bu tür olaylar eskiden üçüncü sayfada sıkışıp kalıyordu, artık üçüncü sayfaya bile girmiyor.

 

'Teyit edemediğim konuları da yazarım'

 

- Candaş Tolga Işık haberini anlatırken "Bir gazetecinin hata yaptığı kanıtlanırsa hatasını düzeltir" dediniz. Bu açıdan bir vaka sizinle de gündeme gelmişti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün arabalı geçişi nedeniyle annesinin öldüğünü söyleyen bir kişi size mail attı ve siz bunu köşenizden teyit etmeden yayımladınız. Yanlış olduğu ortaya çıkınca köşenizde "Amacım belliydi: Toplumsal bir konuda uyarı yapmak. Bizzat Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın trafiğin kesilmemesi talimatı vermesiyle bu amaca ulaşıldı. Tamamen iyi niyetle de olsa, üzdüğüm, kırdığım herkesten özür dilemek boynumun borcu" dediniz. Amaca ulaşmak…

İstanbul'da trafik kilitleniyor, özellikle de devlet büyükleri kentlerde bir yerlere gidiyorsa. Hiçbir gelişmiş ülkede devlet büyüğü geçecek diye yol kesilmez. Biz bunu çok kanıksadık. Bir okurumdan mail geldi. İnternet siteleri de aynı saatte Beşiktaş-Maslak arasındaki trafiğin 5,5 saat kilitlendiğini çünkü devlet büyüklerinin dolaştığını söylüyordu. Bana gelen mailde de, bu kilitlenen trafikte annesini kaybetmek zorunda kalan bir adam, hikâyesini anlatılıyordu. Adamla tekrar yazıştım, somut bilgi verebilir misiniz diye. "Şu anda annemi hastaneye yetiştirmeye çalışıyorum, durumu çok kötü, ölecek, ölüyor" derken "Öldü" maili geldi. Bu yazıyı yazınca beni Cumhurbaşkanı Basın Danışmanı Ahmet Sever aradı, "Dün trafik gerçekten kilitlendi, böyle bir olay yaşanmış olabilir, biz ulaşmaya çalışıyoruz" dedi. Ben de bu mailleri kendisine forwardladım. Ve sonra kesin açıklama geldi, "Sayın Cumhurbaşkanı'ndan kaynaklanmamıştır, aynı tarihte İran Cumhurbaşkanı Türkiye'deydi" dendi. 

Sonra polis geldi, bana gelen mailleri verdim. Ne hikmetse polis o kişiye ulaşamadı. Ancak bu olay Cumhurbaşkanı'nı hedef alıyor gibi gözüktüğü için özür diledim. Kaldı ki yanlış da olsa, kandırılmış da olsam bu devlet büyükleri için yol kesildiği ilkelliği gerçeğini değiştirmez.

- Kısaca, teyit edilemeyen bir maili yayımlıyorsunuz ve yalanlayan bir açıklama geliyor. "Pardon, teyit edemeden yayımladım, özür dilerim" demeniz çok mu zor, "Amaca ulaşıldı" ifadesi yersiz değil mi?

Ben gazeteci olarak kimi zaman teyit edemediğim konuları da yazarım.

- Teyit edilmeyen bilgiyle amaca ulaşmak gazetecilikte var mıdır?

Haberle köşe yazıları arasında fark şudur; ben teyit edemesem de, toplumsal bir sorunu anlatan bir yazıyı hiç isim vermeden de yazarım. Çünkü haber yazmıyorum.

- "Bilgi ve rakamlarla konuşurum" diyen Mustafa Mutlu mu söylüyor bunu?

Evet, haberci kimliğimle bilgi ve rakamlarla konuşuyorum. Ama ben köşe yazarı olarak toplumsal sorundan bahsederken somut örnek vermek zorunda da değilim. Haber değil, yorum yapıyorum. Hiç öyle manidar gülmeyin.

- Manidar gülüyorum çünkü Uzan sorusunda verdiğiniz cevap aklıma geliyor.

Orada ne yorumu yapacağım! Tekrar aynı konuya dönelim, iki uçtan bir tanesini seçeceğim, ya Uzan'ı destekleyeceğim ya da Uzan'ı siyaseten yok etmek isteyen iktidarın dümenine oturacağım, öyle mi?

 

T24'ün notu: Söyleşide Mustafa Mutlu'nun romanında geçen "çanak anten" iddiasına ilişkin soru yöneltilirken gazeteci Candaş Tolga Işık'a da atıf yapıldı. Ancak Işık, söz konusu iddiayı dile getirdiği Posta gazetesindeki 27 Ocak 2011 tarihli yazısından sonra "Özür dilerim" başlıklı ikinci bir metin kaleme aldı. "Bütün bölge halkını kast etmediğinin" altını çizen Işık, "ırkçı ve Kürt düşmanı olmadığını" vurguladı ve izleyen süreçte birçok vesileyle bu açıklamasını tekrarladı.