Doğan Akın
Aktütün baskını, terörle mücadele ve Kürt sorunu konusunda Türkiye’nin gerçekçi bir muhasebe yapmasına vesile olmalıdır. Ancak böyle bir muhasebe, katlanılan büyük acının geleceğin kardeşlikle inşasına katkısını sağlayabilir.
3 Ekim Cuma günü 17 şehit verilen baskında 23 PKK’lının öldüğü açıklandı. Çatışmaları takip eden sürede sınır ötesi hava operasyonları aralıksız sürüyor. TBMM, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) sınır ötesi operasyon yetkisini 1 yıl daha uzatmaya hazırlanırken terörle mücadele için sivil-demokratik düzenlemelerde geri adım atılarak askeri güvenlik önlemlerinin artırılması gündeme gelmiş bulunuyor.
Bazı gazete ve televizyonlarda sert askeri önlemler ve sınır ötesi kapsamlı bir operasyon dışında seçenek olmadığı yolunda yayınlar yapılıyor. Bu bağlamda manşetlere çıkan “15 ŞEHİT VAR DAHA NE BEKLİYORUZ - Irak’a girelim… Teröristlerin inlerini yerle bir edelim taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayalım” (Sözcü 5 Ekim Cumartesi) ve “Hâlâ mı demokratik çözüm – KONUŞUN KAHPELER” (Tercüman / 6 Ekim Pazartesi) başlık ve üst başlıklarını not edelim.
Bu gelişmelere -ne yazık ki- alışık sayılırız.
Ancak Aktütün baskını, alışık olmadığımız bir süreci de önümüze koymuş bulunuyor. TSK yönetiminin, canları kendisine emanet edilmiş gençlerin hayatı konusunda yeterli önlemi alıp almadığı kuvvetli biçimde sorgulanıyor. Daha önce “tek tük” diyebileceğimiz örneklerini gördüğümüz bu tutum, ilk kez böylesine yaygın olarak sergileniyor. TSK’ya açık eleştirileri bilinen yazarlar bir yana Genelkurmay karargâhında itibarlı isimlerin başında gelen kıdemli yazar Cüneyt Arcayürek’in köşesinde bile, “Çuvaldızı kendimize batırmanın da zamanı gelmedi mi” ifadesinin altında bu tutumun yansımalarının (Cumhuriyet 7 Ekim Salı) bulunması sorgulamanın yaygınlığı konusunda sağlam bir fikir verebilir.
Kürt gençlerinin dağa çıkmasının engellenmesi için sosyo-ekonomik önlemler geliştirilmesi fikri, Aktütün saldırısı ile bir kez daha kuvvetli bir gerekçeye kavuşmuş görünüyor. Ancak terörle mücadelede yaklaşık çeyrek yüzyıllık bir maziye rağmen bu konuda insanımıza güven verecek bir mutabakata ulaşıldığını söylemek çok zor. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da Kara Kuvvetleri Komutanı’yken önemini vurguladığı bu önlemlerin etkili olamayacağı yolunda hükümet kanadında dile getirilen görüşlerin varlığı dikkat çekiyor. “Dağa çıkışlar önlenmeli” görüşüne Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in yanıtının “Kandil’de yuvalananların önemli bir kısmı Türk vatandaşı değil ki. Size dağları tek tek sayayım… Oralardaki bölücü örgüt militanlarının üçte biri bizim dışımızdakiler” olduğunun altını çizelim. (Sabah - 7 Ekim Salı)
TSK’nın AB’ye uyum düzenlemeleri kapsamında atılan bazı demokratikleşme adımlarından vazgeçilmesi isteği, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı iktidarının ilk döneminde açılım ararken Diyarbakır seferinde yapayalnız bırakan DTP’nin çözüm arayışlarına katkı sağlamayan tutumları, hükümetin kararsız ve çözüm üretemeyen tavırları ile hemen her terör saldırısında Kürt siyasetçilere karşı yapılan kışkırtmaların Türkiye’yi esenliğe kavuşturmayacağı ortadadır.
Türkiye bütün enerjisini, Kürt gençlerinin dağa çıkışını önlemek için hangi adımların atılması gerektiğine harcamak konusunda daha fazla gecikmemelidir. Kardeşliğin bekası ve geleceğin barış içinde inşası, bu yoldaki bütün fikirlerin açıkça tartışılmasını gerektiyor.
Bizim şimdilik dünya konjonktürüne de uygun önerimiz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yıllarca kötü işletildikten sonra kapatılan, satılan, satıldıktan sonra kapısına kilit vurulan veya çürümeye terk edilen kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT) tekrar açılmasının gündeme getirilmesidir. Örneğin “devletin et üretiminde ne işi var” gibi gerekçelerle kapatılan et kombinaları tekrar açılarak öncelikli amacı kâr olmayan “kamu iktisadi kurumları” modeliyle işletilmelidir. Örnekler hayvancılık, maden ocakları, çimento, mandıracılık gibi birçok alana yayılabilecek şekilde artırılabilir.
Mevcut teşvik sistemi, özel sektör yatırımlarıyla Doğu ve Güneydoğu’da ek istihdam yaratılması ve ekonominin canlandırılması yolunda yıllardır hiçbir ciddi sonuç sağlayamadı. Piyasa ekonomisinin bölgede geçerli bilançosundaki sonucun “Bırakınız işsiz kalsınlar, bırakınız dağa çıksınlar” olduğunu görmek gerekiyor!
KİT’lerin bölgede canlandırılması ve işsiz nüfusa iş sağlanması, insanların gururunu zedeleyen karşılıksız parasal yardımlar yapmaktan daha doğurgan, daha onurlu, daha güvenilir sonuçlar verecektir.
ABD ve Avrupa ülkelerinin bile şirket kurtarmak için piyasaya müdahale ederek “devletçiliğe” sarıldığı bu dönemde “insan hayatı” buna değmez mi?
Aktütün’de kaybedilen canlar, terör ve şiddetin reddedilmesi ile ülke bütünlüğünün korunması yolundaki ortak paydada her türlü adıma cesaret verebilmelidir...