Mahmut Celayir radikal bir aidiyet fikriyle kendi kişisel tarihinin ve tüm elemanların manzarasının resmini yapıyor.
Radikal'in haberine göre; Mahmut Celayir’e doğduğu yer Bingöl deyince aklına ne geldiğini sorduğunuzda “Dağlar” diyor. İstanbul için su, yaşadığı Suttgart için ise orman... Zaza dilinde ‘taşların arkasındaki’ anlamına gelen ‘Pekerun’ başlıklı sergisiyle C.A.M. Nişantaşı’na konuk olan Celayir, radikal bir aidiyet fikriyle kendi kişisel tarihinin ve onu kuşatan kolektif tüm elemanların manzarasının resmini yapıyor. Hızlı, bir izlenimciyi andıran fırçasını, Bingöl civarındaki yolları daha da görünür kılmak için değil, o yolları aşındıran görünmeyen tüm çatışmaları, çelişkileri görünür kılmak için kullanıyor...
Öncelikle manzara resmine yüklediğiniz anlamı anlamları konuşalım.
Kendime çerçeve çizdiğim bir alan manzara resmi. Aslında toprak resmi diyorum; toprak bizim için daha önemli. Kendimi, üretimimi manzara geleneği içinde buluyorum.
Yerli manzara geleneğiyle nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
Türkiye’de çok farklı. Toprak ülkesiyiz, hepimizin aşağı yukarı bir köyü var ama manzara geleneğinde bunun karşılığı yok. Ben bu anlamda kendimi Alman romantikleriyle ilişkilendiriyorum. 19. yüzyıl doğuyu yapan romantiklerle yaptıklarımı bağlantılı buluyorum. Mesela bir Caspar Friedrich’le... O ve onun gibilerinin doğaya açılımları beni ilgilendiriyor. Doğa benim içimde deyişleri... Doğaya bireysel bakmaları...
Yerli modern gelenekte manzaraya, aksaklıkları örtmek, bir anlamda bakanı iyi hissettirmek, hatta kimi zaman modernliğimizin altını çizmek için başvurulmuş. Çallı ve kuşağının izlenimciliğini hatırlarsak... Ama aslında onlarla bir ortak yönünüz var, manzarayı hızlı fırça darbeleriyle resmetmek gibi...
Bu gelenek dediğiniz gibi doğayı bir hesaplaşma alanı olarak görmemiş. Boğaz’ı seyrederken Boğaz’ı seyredilir bir şekilde resmetmiş. Benim için doğa bir hesaplaşma alanıdır. Mesela bazı manzara resimlerim, siyah ve beyaz çünkü gerçek doğanın dışına çıkmak için böyle. Yabancılaşmayı anlatmak için böyle.
Benim size izlenimci gelen hızlı fırçam da bu zamanın izlerini vurgulamak için devreye giriyor. Doğanın bir hafızası var. Geçmişi var. Mesela bu sergide Kral Yolu manzaraları var. Bingöl ve civarı. Benim için hem kolektif hem de kişisel tarihi olan manzaralar. Büyükannem iki gün yürür oradan Elazığ’e geçermiş. Büyük İskender de bu yoldan geçmiş. İran ve Yunan arası yollar bunlar. Doğu ve Batı’nın, aşk ve nefretin yolları. Ben fırçamı dediğiniz gibi hızlı, bu izleri vurgulamak için kullanıyorum.
Siz sergilerinize Kürtçe isim koyuyorsunuz, resimlerinize de... Kürt kimliğinde tutarlı olduğunuzu ve olmak gerektiğini belirtiyorsunuz. Kürt kimliğinde tutarlı olmak ne demek?
Zorunda olduğun bir olay. Benim kendi gerçekliğim bu. O bir malzeme ve bu malzeme çok dokunulmamış bir malzeme. Evet, çok tehlikeli olabilir, politik manipülasyonlar yaratmak adına. Bunu iyi saptamak lazım. Kürt sanatçı, folklorik olana başvururken çağdaş normlardan geri kalmamalı. Çok bağırmamalı politik olmak adına. Kürtlerin öfkelerini dengelemeleri lazım.
Siz Almanya’da yaşıyorsunuz bunu iyi bilirsiniz ki Batı bu bağırışları seviyor ve besliyor. Siz bununla yaşamayı nasıl başardınız?
Evet, bu iki taraf için de popülist bir tavırdır. Toprak o anlamda benim popülist olmamak için silahım. Öte yandan geldiğim yer. Resimle ya da fotoğrafla politik söylemler verme telaşından uzak durmak gerekiyor. Mesaj öncelikli işler yapmamak gerekiyor. Her şey politiktir zaten. Ben de politiğim ama o anlamda değil! Ağırbaşlı politik tavır, bu benim tavrımdır. Bir duyarlılığın var ve onu çağdaş bir temele oturman gerekiyor. İnsanın, dünyanın problemi nedir? Yerli bir malzemeyle, kendi sıkıntılarından yola çıkıp dünyanın sıkıntılarını anlaman, anlatman lazım. Asıl sorun benim kendi evimde, kendi toprağımda evet ama bu sorunun bu dünyanın tarihinde bağı nedir?
Öğrencilik yıllarınızda da Kürt kimliğinizi malzeme olarak kullanmak konusunda bu kadar rahat mıydınız?
Benim Bingöl’den kalkıp Tatbiki’ye girdiğim zaman amacım, özgür bir şekilde sanat yapmaktı. O zamanki Tatbiki, (şimdiki MGSF) çok özel bir yerdi. Balkan Naci, o zaman hocamızdı sonra çok iyi dostum oldu. Öğrencilik yıllarım, 1970’li yıllardı. Kendimi sağ-sol hareket içinde buldum. Sınıf mücadelesi içinde. Türk solunu iyi bilirim. Oradan geliyorum. TKP’liydim, akademiden arkadaşlarla birlikte.
Toplumsal gerçekçi resimler mi yapıyordunuz o dönem?
Okulda grafik okudum ama baskı resim yapıyordum. Hayır o dönem de hep doğayla bağlantılı işler yapıyordum. Geldiğim yer kapsayan bir yer. Geldiğim yer ve olduğum yer, bu büyük çelişki, hep benim konum oldu. Toprak, doğa ve kent ilişkilerini işledim. Bunu artistik olarak uygun ifade etmeye çalıştım.
Peki 1970’lerin Türk-Kürt ayrımı yapmayan sınıfsal mücadelesi neden kesintiye uğradı sizce?
O zamanki sol oluşum içinde Kürtler çok yoğundu doğal olarak onların soruları vardı. Benim de sorularım vardı. Çünkü o sıkıntıları görmüştüm. Benim hep sorularım vardı o yüzden sanatçı olmaya karar verdim. Dünyanın yolunda olmadığını çocukken gördüm. Tüm o aşiret kavgaları, bölgedeki çatışmalar, ezilenler üzerine sorular sordum. Kendimi en iyi ifade etmenin yolu olarak sanatçı olmayı gördüm.
Sanat tarihinde Kürt olduğunu sanatçıların asla dile getirmediğini görüyoruz. Bütün Trabzonluları biliriz, Bedri Rahmi gibi ama Türk resmindeki Kürtleri bilmeyiz. Kendi kendilerini asimile mi ettiler? Aklınıza gelen biri var mı?
En özgür alandan sanattan bahsediyoruz. Biz sanatçıyız. Geldiği yeri niye saklıyorsunuz ki? Ben Kürt kimliğimi malzeme yaparken buna da bir tepki yapıyorum. Geldiğin yeri saklamak kendi kendini sıkıntıya sokmak demektir. Kendine sınıf çizmek demektir. Oysa biz sanatçılar, özgürleşme derdi taşırız. Bir sanatçı olarak sınırları zorlamak, bir stil yaratmaya çalışırken sen kendi önünü tıkıyorsun sana dayatılan bir form var, içinde kalıyorsun. Benim bu anlamda buna da tepkim var. Aklıma gelen kimse yok. Ama genç kuşak sanatçılar bunu saklamıyor.
Ama onlar da bu kez Kürt kimliği üzerinden söylem geliştirerek Batı’ya açılmakla bu yüzden başarılı olmakla suçlanıyorlar...
Bunu çok yanlış buluyorum. Ortada önemli bir malzeme var ve bunu Halil Altındere, Şener Özmen, Cengiz Tekin, Fikret Atay -aklıma gelenler bunlar- çok iyi kullanıyorlar. Çok yerel bir malzeme bu. Çağdaş dünyanın içinde bu yerel malzemeyi hiç de biraz önce dediğimiz gibi bağırmadan gayet ironik kullanmayı başarıyorlar. Hepsinde ironi çok baskın ve o dile çok uygun bu.
Bir söyleşinizde demişsiniz ki “Ne yazık ki Türkiye’de Kürt kimliğini vurguladığın anda sorunlarla karşılaşıyorsun. Türk aydınının buna tahammülü sınırlı...”
Evet ama onu söyledikten sonra epey değişti. Daha rahat konuşuyoruz artık. 10 sene önce de ben bunları konuşuyordum ve bütün galeriler yüzüme teker teker kapanmıştı. Dostlarım da azalmıştı. Hakkımda söylentiler dolaşıyordu. O Kürt, o PKK’li diye? PKK’li olsam benim burada ne işim var, o zaman dağa giderim?