23 Aralık 2018 20:39
Murat Yetkin *
ABD’nin Suriye’den askerlerini çekme kararı PKK’yı mı, Amerikalı Demokratları mı, yoksa bizdeki genel memnuniyetsizlikten çıkış umutlarını akıl almaz biçimde ABD’ye bağlayanları mı daha çok üzdü diye soracak olsanız, hemen verecek bir cevabım yok. Ama bu karara giden süreçte neler yaşandığına dair bir takım perde arkası bilgiler ortaya çıkmaya başladı; onu hemen paylaşabilirim.
Bu paylaşımda üç şey bulacaksınız:
1- Trump, Suriye ve Afganistan’dan çekilme kararıyla ABD dış politikasını güdümüne almaya çalışan askeriye içindeki önemli bir ekibi, CIA-Dışişleri desteğiyle tasfiye hamlesi yaptı. “Kürdistanlı Lawrence” McGurk’un istifası bir dönemi kapattı.
2- Trump, Türkiye ile Suriye’de muhtemel bir çatışma ortamının hem NATO’ya zarar vermesinin hem Türkiye’nin Rusya’ya biraz daha itmesinin önüne geçti.
3- Bu gelişmelerde Ankara’nın Suriye-PKK konusunda ısrarcı tutumu ve Kaşıkçı cinayeti ardından yaşananlar pay sahibi oldu.
Sözü fazla uzatmayayım, çünkü verilecek çok bilgi var:
• 1 ARALIK: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan G-20 Zirvesi için gittiği Buenos Aires’te Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump ile görüştü. Aynı gün düzenlediği basın toplantısında Fırat’ın Doğusundaki PKK varlığına karşı yakında operasyon başlatılacağını söyledi, ABD’yi desteğe son vermeye çağırdı.
Bu çıkış içeride ve dışarıda bazı yorumcular blöf olarak nitelendi. Oysa ABD’nin NATO müttefiki Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, ülkesinin güvenliği için gerekirse Amerikan askerine de kurşun sıkmaktan çekinmeyeceklerini söyleyen dünyadaki tek lideri oluyordu bu beyanla. Durum Amerikan yönetiminin PKK’ya verdiği destek sınırlarının dışına çıkıyordu ama siyasi miyopluk bunun görülmesine izin vermiyordu.
• 4 ARALIK: Amerikan istihbaratı CIA’nın Senato’da verdiği brifingten çıkan senatörler, Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda öldürülmesi arkasında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın olabileceğinden söz etmeye başladılar. CIA Başkanı Gina Haspel, Kaşıkçı cinayeti ardından (23 Ekim’de) Türkiye’ye gelerek MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile görüşmüş, bu görüşme sonrası ABD yönetimindeki hava değişmeye başlamıştı. Senatodaki CIA brifinginin hemen ardından Fidan’ın da ABD Kongresinde bir grup senatörle bir araya geldiği haberleri fısıldanmaya başladı.
• 7 ARALIK: ABD Dışişlerinin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey Ankara’ya geldi. Cumhurbaşkanı Dışişleri ve Güvenlik Baş Danışmanı İbrahim Kalın, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal ile görüştü, sonra Ürdün’e gitti. Jeffrey daha önce Ankara ve Bağdat büyükelçiliklerinde bulunmuş, hem George Bush, hem Barack Obama döneminde üstlendiği görevlerden sonra şimdi de Trump yönetiminde çalışıyordu. Amerikan derin devleti diye içinizden geçiriyorsanız, benden bilmeyin.
• 8 ARALIK: Meclis Başkanı Binali Yıldırım, “Terörizm ve Aşırılıkçılıkla Mücadele” toplantıları için gittiği Tahran’da Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile görüştü, Suriye konusu ele alındı.
• 10 ARALIK: MİT Başkanı Fidan, Türkiye’ye dönüşünde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ayrıntılı brifing verdi.
• 12 ARALIK: Erdoğan, “Hedefimiz Amerikan askeri değildir” dedikten sonra “Operasyon birkaç güç içinde başlayacak açıklamasını yaptı. Milli Savunma Bakanı Akar da Türkiye’nin sınırlarında bir “terör koridoruna” asla izin vermeyeceğini, müdahale edeceğini söyledi.
• 13 ARALIK: Amerikan Savunma Bakanlığı, Pentagon sözcüsü, Türkiye’nin açıklamalarından “büyük kaygı” duyduklarını, (PKK’nın Suriye kolu PYD tarafından yönlendirilen) Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile koalisyonun devam ettiğini ve Türkiye’nin “tek taraflı” atacağı adımın “kabul edilemez” olduğunu söyledi. Amerikan askeriyesinin açıklaması Türkiye kadar Trup yönetimine de sesleniyor gibiydi.
• 14 ARALIK: Erdoğan ABD’ye “Siz temizleyemiyorsanız Münbiç’e gireceğiz” dedi. Bir ton değişikliği vardı. Vurgu, Fırat’ın Doğusundan çok, Batısında bulunan ve ilk ihtilafa neden olan Münbiç’e yapılmıştı. Bundan birkaç saat sonra Trump-Erdoğan telefon görüşmesi yapıldı.
Bu görüşmede Erdoğan’ın Trump’a “IŞİD’i yüzde 99 bitirdik” yolundaki kendi sözleriyle hitap ederek, PKK’ya muhtaç olmadıklarını, IŞİD’i bitirmek konusunda Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve sünni aşiretlerin desteğiyle sorumluluğu alabileceğini söylediği sonradan her iki ülke basınına sızdırılan haberlerden anlaşılıyor. Telekonferans şeklinde yapılan görüşmede Trump’ın şahin Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve Erdoğan’ın baş danışmanı ve sözcüsü İbrahim Kalın’ın da (en azından ikisinin) bulunduğu, iki liderin ayrıntıları halletme işini Bolton ve Kalın’a devrettiği anlaşılıyor. Geriye bakıldığında 19 Aralık’ta açıklanacak çekilme kararının 14 Aralık’taki bu görüşmede şekillendiği görülebiliyr.
• 16 ARALIK: Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Katar’da katıldığı bir toplantıda Beşar Esad’ın yeniden seçilmesi durumunda Türkiye’nin tanıyıp tanımayacağının sorulması üzerine Demokratik bir seçim” yapılması halde “çalışmayı düşünebileceğini” söyledi. Bu açıklama, o zamana dek Esad’ın geçiş döneminde yapılacak seçime aday dahi olmaması gerektiğini söyleyen AK Parti hükümetinin siyasi tutumunda, hem ABD, hem Rusya’ya yaklaşan önemli bir değişiklik anlamına geliyordu.
• 18 ARALIK: Çavuşoğlu, Cenevre’de BM Genel Sekreterinin Suriye Özel Temsilcisi Staffan di Mistura gözetiminde Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile görüştü. Bu görüşme Astana sürecini asıl odak olan Cenevre sürecine yakınlaştırmayı amaçlıyordu.
• 19 ARALIK: Bu gün pek çok kırılmaya sahne oldu. The Wall Street Journal gazetesi, Kaşıkçı cinayetinin İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşmasına darbe vurduğunu duyurdu. Gizli diplomasiyi Suudi Arabistan adına yürüten iki görevli cinayete karıştıkları şüphesiyle açığa alınmıştı. Bu durum Prens Muhammed bin Salman ve onun baş destekçisi sayılan ABD’nin Orta Doğu Özel Temsilcisi (aynı zamanda Trump’ın damadı ve İsrail lobisinin sesi) Jared Kushner’in ABD Başkentindeki itibarını sarsmıştı.
• 19 ARALIK: ABD Dışişleri Türkiye’ye Patriot füzeleri satılması önündeki engeli kaldırdığını açıkladı. Erdoğan, Türkiye’nin Rus S-400 füzelerini satın almasında Amerikalıların Patriot satmıyor olmasının rol oynadığını söylemişti. Moskova’dan S-400 anlaşmasının iptal olmayacağı açıklanırken, Çavuşoğlu, NATO güvenliğini ihlal etmeyecek formülün olduğunu duyurdu.
• 19 ARALIK: ABD Başkanı Trump, Twitter hesabından IŞİD’i yendiklerini ve ABD askerlerinin Suriye’den çekileceğini duyurdu. Pentagon bunu yalanladı. Amerikan askeri, kamuoyuna açık bir şekilde Başkanı yalanlıyor ve PKK’nın Suriye koluyla ittifakın sürdüğünü duyuyordu. Olacak iş, Amerika’da görülmüş iş değildi. Bunu bir süre sonra Trump’tan yeni bir açıklama izledi: Amerikan askerleri çekilme işlemine derhal başlayacaktı.
• 20 ARALIK: Amerikan Savunma Bakanı, Özel Kuvvetler kökenli “Kuduz Köpek” lakaplı emekli general James Mattis görevinden istifa etti.
• 21 ARALIK: Hem Barack Obama, hem Donald Trump’ın “IŞİD ile Mücadele Koordinatörü” ve Suriye’de PKK ile ittifak formülünün en önemli savunucusu olan, Birinci Dünya Savaşındaki İngiliz casusu “Arabistanlı Lawrence”a atfen “Kürdistanlı Lawrence” lakabı takılan Brett McGurk’un
görevinden istifa ettiği, ya da istifaya zorlandığı doğrulandı.
• 21 ARALIK: Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suriye’de siyasi çözüme hiç olmadığı kadar yaklaşıldığını söyledi. Çavuşoğlu, Fırat’ın Doğusundaki son gelişmelere göre askeri harekâtın bir süre ertelenebileceğinin de işaretini verdi. Krizin en azından dozu düşmüştü.
Mattis ve McGurk’un gidişleri, sembolik olarak ABD’nin Orta Doğu politikasını neredeyse son 20 yıldır yönlendiren Merkezi Komutanlık (CENTCOM) bünyesinde “savaş ağaları” gibi davranan şahinler ekibine –ki mevcut Pentagon yönetiminde de pay sahibidirler- darbe vurmuştur denebilir. PKK’yı, Amerikan askerinin burnu kanamadan IŞİD’e karşı lejyoner mantığıyla kullanmaya ne Obama ne Trump yönetimi ses çıkardı, işlerine geliyordu. Ama mesele gelip Suriye’de İsrail ile İran arasında tampon olması istenen bir Kürt devleti, hem de ABD yönetimince de terörist sayılan PKK yönetiminde bir devlet yapısına destek olma aşamasına dayanınca, Dışişlerinin “Orada durun bakalım, siyasi sahaya, bizim sahamıza giriyorsunuz” dediği anlaşılıyor.
Bugün ABD Dışişlerinin başında bir önceki görevi CIA başkanlığı olan Mike Pompeo vardır. Pompeo’nun CIA’deki yardımcısı Gina Haspel bugün CIA Başkanıdır. Haspel, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalandığı ve aynı zamanda Fethullah Gülen’in ABD’ye taşındığı sırada Türkiye’deki CIA istasyonunda görevlidir (Bu konuda Şubat ayında Doğan Kitap’tan yayınlanacak kitabımda daha ayrıntılı bilgiler bulabilirsiniz.) Haspel’in Kaşıkçı konusunda Trump’a söylediklerinin olayların akışında bir ölçüde etkisi olmuştur.
Ortaya çıkan tabloda bazı riskler var. Bunlar;
• Son dört yıldır Amerikan askeri tarafından NATO standardında eğitim verilen ve silahlandırılan ve sayıları otuz bin olarak ifade edilen PKK militanın Türkiye’ye karşı saldırılarını artırması.
• PKK’lıların ellerinde olduğu bildirilen 3,500-4,000 IŞİD militanını “artık tutamıyoruz” gerekçesiyle hapishanelerden salıvermesi ve böylece aynı zamanda “Bak, gittiniz, böyle oldu” deyip yeniden Amerikan şemsiyesi altına girmesi.
• Bu arada, İngiltere ve Fransa’nın “Biz yanınızdayız” açıklamasının, bu ülkeler Suriye’ye asker göndermedikçe herhangi bir fiziki değeri görünmüyor; muhtemelen PKK’ya “Biz sizi savunduk, bize saldırmayın, ülkemizde saldırıda bulunmayın” mesajı vermeyi amaçlıyor.
• PKK’nın Öcalan döneminde olduğu gibi yeniden Esad rejiminin koruyuculuğuna sığınması ihtimali mevcut. Ancak Amerikalıların önce davranıp çekilmesiyle PKK’nın özerklik için pazarlık gücü ciddi oranda düştü. Ayrıca Çavuşoğlu’nun “düşünebiliriz” açıklaması, Rusya ve İran’ın Esad üzerindeki frenleyici etkisini devreye alabilir. İsrail içinse önemli olan PKK değil, Arap ve İslamcı olmayan bir gücün varlığıdır; bu bakımdan Mesud Barzani’nin KDP’sini her durumda tercih ederler.
TRUMP’A GELİNCE, bir taşla iki değil, beş kuş vurmuş görünüyor:
1- Suriye’de bir Türk-Amerikan çatışmasını önleyerek Rusya’nın güçlendiği, Avrupa’nın güç kaybettiği, Ukrayna ve Baltık krizlerinin yaşandığı bir sırada NATO’nun sarsılmasını önlemiş olması;
2- Türkiye ile iplerin kopmasına gidebilecek bir krizi önlemiş olması;
3- IŞİD’le mücadeleyi bir NATO müttefikine (ve muhtemelen Irak ve Ürdün yönetimlerine) zimmetleyerek Müslümanların kendi içinde bu belayı ortadan kaldırması yolunu açmış olması;
4- İsrail’in asıl rahatsızlığı olan Suriye’deki İran’ın etkisini Türkiye ile dengeleyerek rahatlama sağlamaya çalışmış olması -ki Erdoğan bu gelişmeler ardından Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı aradı;
5- Ve nihayet dış politikası üzerinde (CIA-Dışişleri desteğine dayanarak) asker gölgesini kaldırmış, iç siyasette gücünü artırmış görünmesi.
Tutar mı? Emin değilim. Bunları hep planlayıp mı yapmıştır? Pek ihtimal vermiyorum, ama belki tüccar güdüsüyle yaptığı hamlenin sonuçları böyle okunabilir.
Görmemiz gerekiyor ki Erdoğan ve dış politika ekibinin ısrarcı yaklaşımı sonuç getirdi.
Hatta bundan ABD’nin çekilmesini baştan bu yana isteyen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de bir ölçüde memnun. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tam da 31 Mart yerel seçimlerine giderken ekonomide ve İstanbul Havalimanından, Telekom hisselerinin İş, Garanti ve Akbank’a devrine, üst üste tren kazalarından, yargıdaki hâkim ve savcı açığına dek devlet işleyişinde uğraştığı sorunlar karşısında dış ve güvenlik siyasetindeki adımlar bir nebze rahat nefes aldırıyor. Şimdi Trump’ın bu kararının arkasında karşılığında Türkiye’den şunu aldı, bunu aldı gibi, daha çok Obama ekibi kaynaklı iddialar yok değil. Ama Trump’ın aynı anda Afganistan’daki 14 bin askerin yarısını geri çekme kararını da almış olması, kanıtlanmadığı sürece bu iddiaları komplo teorisi saymamıza neden oluyor.
PKK’ya gelince…
Bana kalırsa utanç verici olan imza kampanyaları hazırlanıyor, Amerika Suriye’den çıkmasın diye. ABD’nin sadece PKK değil, İkinci Dünya Savaşından beri kaç Kürt hareketini kışkırtıp, ayaklandırıp sonra ortada bıraktığı bir sır değil ki. Olan, dağ başlarında, çöllerde ölüme gönderilen gençlere oluyor. Sorun her seferinde bile bile ladese gelenlerde değil mi? ABD, İsrail ve diğer bütün bölge yönetimlerinin PKK’nın miadının dolduğunu düşünmesi artık kimi şaşırtır?
Tabii bu kadar hızla yaşanan değişimler yarın ne getirir bilinmez. Yine de mevcut tabloyu yansıtmaya çalıştım eldeki veriler kadarıyla.
Bu yazı Murat Yetkin'in kişisel internet sitesinden alınmıştır
© Tüm hakları saklıdır.