Politika

Kültür Bakanı'ndan 'İç Güvenlik' savunması: Ekmek almaya giden çocuğun güvenliğini kim sağlayacak!

Kültür Bakanı Ömer Çelik, TBMM'de çıkan kavgalara yönelik olarak, muhalefetin fiziki saldırı huyundan vazgeçmesi gerektiğini söyledi

20 Şubat 2015 19:30

Kültür Bakanı Ömer Çelik, İç Güvenlik Paketi'nin gerekliliğini, Gezi olayları sırasında ekmek almaya giderken, polisin attığı gaz fişeğinden hayatını kaybeden Berkin Elvan'ı isim vermeden örnek göstererek, "Gelinen noktada ekmek almaya giden çocuklar öldürüldü. Ekmek almaya giden çocuğun güvenliğini, balkonda oturan ailelerin güvenliğini kim sağlayacak?'' diye konuştu.

ntv.com.tr'nin haberine göre, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, NTV canlı yayınında Funda Görey'in sorularını yanıtladı.

İç Güvenlik Paketi'nin görüşmelerine bile geçilemedi kavgalar nedeniyle. Meclis'teki bu tansiyon düşer mi, hükümetin geri adım atması ya da bazı maddeleri geri çekmesi düşünülebilir mi?

Bu paket oluşturulurken çok tartışıldı. Kendi içimizde bu sahada nasıl istismar edilebilir buna karşı ne tür tedbirler almalıyız diye konuştuk. Bakanlar Kurulu'ndaki tartışma bir beyin fırtınası şeklinde döndü. Ortaya çıkan yeni güvenlik ihtiyacını sağlamamız lazım ama elde dilen kazanımlara özgürlüklere zarar verir miyiz diye çok ciddi tartıştık. Hatta zaman zaman bunu uygulayacak olanların yetkililerine de bunu sorduk. Hedeflediğimizin dışında bir noktaya yönelir mi diye sorduk. 6-7 Ekim olaylarında hepimiz gördük. Eskiden vatandaşın güvenliği devletin içinde bir takım çeteler tarafından ihlal ediliyordu, faili meçhul cinayetler ve başka sıkıntılar oluyordu. Devlet içindeki çeteler temizlendikten sonra, demokratik bir hukuk devleti olarak konsolde olduktan sonra bu 6-7 Ekim olaylarıyla ilgili ilk defa vatandaşın güvenliğini tehdit eden asimetrik yapıların ne kadar güçlü olduğu görüldü. Batman'da belli sokaklar belli gruplar tarafından ele geçiriliyor, MOBESE kameraları yok ediliyor, vatandaşın güvenliği yok ediliyor. Buna vatandaşın güvenliği ile ilgili bir paket olarak bakmak lazım.

 

'Ekmek almaya giden çocuğun güvenliğini kim sağlayacak?'

 

Bu yetkiler o dönemde yöneticilerin elinde olsaydı bu 6-7 Ekim olayları yaşanmayacak mıydı?

Onun çok fazla boyutları var. 6-7 Ekim olayların nasıl ortaya çıktığı ne şekilde gerçekleştiği konuşulabilir müstakil olarak. Ama bu asimetrik grupların vatandaşın gündelik hayatını sabote etmesi genel kamu güvenliğini tehdit etmesi karşısında bir takım tedbirlerin alınması gerekiyor. Güvenlik ihtiyacı çeşitli olaylara göre değişebiliyor. Türkiye'nin komşularımıza bakın 1000 kilometrelik sınırda devlet yok. Bu ülkelerdeki çatışmalar örgütlerin birbiri ile kapışmalarının Türkiye'ye yansımaları oluyor. Dolayısıyla böyle bir paketin meclise getirilmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Gelinen noktada kütüphaneler yakıldı, okullar talan edildi, kamu kurumları yağmalandı, insanlar balkonlarından yağmalandı, ekmek almaya giden çocuklar öldürüldü. Ekmek almaya giden çocuğun güvenliğini, balkonda oturan ailelerin güvenliğini kim sağlayacak? 

Ekmek almaya giden çocuğu polis biber gazıyla yaralayıp ölümüne neden olduysa ve bu polise daha fazla yetki verilirse daha kötü olaylarda olabilir. Asıl endişe bu. 

Verilen yetki bu tip her seferinde üstüne gidilmesi gereken, yapıldığı zaman sonuna kadar soruşturulması gereken ve hak ettiği cezayı alması gereken meselelere alan açan bir mesele değil. Biz kötü niyetlilerine eline kötü niyetli alan açıyoruz ve ellerine yetki veriyoruz diye düşünmeyelim. Eline verilmiş biber gazını, eline verilmiş yetkiyi veya silahı vatandaşın güvenliğini tehdit edecek şekilde kullanan bir kamu görevlisi olursa onunda karşısında biz oluruz, hukukla oluruz. Kamu görevlisini orantısız biçimde güçlendiren onun yapacağı yanlışlar karşısında hiçbir müeyyide getirmeyen bir sistem değil bu. Zaten sahada pratik olarak uygulanan şeyler var. Önünüzden bir araba geçiyor içinden uyuşturucu olduğuna inanıyorsunuz ama yargı kararı alamadığınız için güvenlik görevlisi onu seyretmek durumunda kalıyor. Burada ortaya çıkan güvenlik açığının giderilmesi lazım.

 

'Fiziki saldırıda bulunma huyundan muhalefet vazgeçmeli'

 

Meclis'te muhalefet bir türlü ikna edilemiyor ve hiç kimsenin istemediği görüntüler ortaya çıkıyor. Bunu engellemek için en azından yapılacak bir şey var mı?

Meclis en itibarlı kurumlardan birisi bu tür görüntüleri hiç birimiz tasvip etmeyiz. Fakat muhalefetin aklına ilk gelen şey kürsüyü işgal etmek. Siyasete girdiğim ilk günden beri hiçbir zaman vazgeçmedikleri iki huyları var. Beğenmedikleri bir konuşma yapılacağı zaman ya da buna karşı bir fikri mukavelede bulunmak yerine meclisi terk etmek ya da kürsüyü işgal etmek. Kürsüde konuşan hatibin konuşmasını fiziki şekilde engellemekten vazgeçmesi lazım. Onun dışında bir şiddet ortamı olduğunda ister bizim partimizden ister başka partiden olsun TBMM üyelerinin biz taraf olmasını istemeyiz. Ama kürsü dokunulmazlığı sadece hukuki bir dokunulmazlık değil. Fiziki saldırıda bulunma huyundan muhalefet vazgeçmeli aksi takdirde bu istemediğimiz görüntüler ortaya çıkıyor.

Bir güvenlik ihtiyacı var Türkiye'nin şu anda dediniz ve bu değişebilir dediniz. Hükümet seçime giderken elinde böyle kamu güvenliğini sağlayacak yetkiler güçlü şekilde olsun daha sonra bu riskler ortadan kalktığında sonra konuşuruz yeniden noktasında mısınız?

Hayır onu kastetmiyorum. Güvenlik paketleri ya da bir takım düzenlemeler aşırı konjonktürel tepkilerle mi yapılıyor diye soruyorsunuz. Mesela 10-12 yıl önde bir düzenleme yapıyorsunuz aradan 5-10 yıl geçiyor bunu yeniden şekillendirmeniz gerekebiliyor. Burada bazı maddelerde farklı yaklaşımlar getirdiğiniz zaman kimisi ileri kimisi geri buluyor bunu. Bizim burada yapmamız gereken hayatın dinamizmi içinde ortaya çıkan yeni gelişmelerle birlikte güvenlikçi bakış açısında sahip olmadan demokratik bir perspektifle güvenlik ihtiyacını karşılamak. Ama güvenlikçi bir bakış açısıyla her şeyi kontrol altında tutalım dediğimizde bu demokratik toplum yapısına karşı bir şey. Bunun dengesini bulmak zorundayız. Benim gördüğüm bizim gerek bakanlar kurulunda gerek başka mekanizmalarda bunu tartışırken hepimiz baktığı gözlük özgürlük güvenlik dengesinde özgürlük aleyhine bir durum ortaya çıkmasın şeklindeydi.

Bugün bu güvenlik paketinin getirilmesiyle özgürlüğün aleyhine bir takım düzenlemeler olduğunu söyleyenler 6-7 Ekim olayları gibi olaylarda özgürlüğün bizzat tehdit edildiği özgürlüğün gasp edildiği olaylar ortaya çıktığında bunlara karşı nasıl tedbir alınması gerektiğiyle ilgili bir şey söyleyemiyorlar. Burada en şaşırtıcı olan MHP'nin durumu. Nerede bu devlet diyor böyle olaylarda hatta hükümet bunlara göz yumuyor diyor. Peki böyle bir boşluk var diyorsan o zaman bu tedbirleri alalım dediğimizde de bunlara da yanaşmıyor. HDP açısından da hiç kimse çözüm sürecinin Türkiye'nin kamu güvenliğini ortadan kaldıracak bir süreç olduğunu düşünmesin. Hiç kimse çözüm sürecinin bir takım paralel veya illegal yağıların devletle eşdeğer bir biçimde ilçelerde mahallelerde hükümdarlık kurmaya göz yumacak bir süreç olduğunu düşünmesin. Buradan yola çıkarak illegal bir takım eylemlerin himaye edilmesine yönelik yaklaşımlar üretmek çözüm sürecinin mantığına aykırıdır. CHP ile ilgili bir şey söylemiyorum zaten hiçbir şekilde tutarlı bir taraf yok.

HDP heyeti Kandil'e gitti geri geldi üzerinde anlaşıldığı söylenen metinde İmralı'nın mesajı da açıklanmadı ve gerekçelerden birisi de bu güvenlik paketi olarak sunuldu. Sizce burada yine hızlı adımlar atıldığı bir dönemde bunu durdurmak için bir bahane olarak mı kullanıldı güvenlik paketi yoksa ortada başka sorunlar mu vardı çözüm sürecinde adımların yavaşlamasını sağlayacak.

Kandil'den gelen bu süreç kopmuştur ya da biz bu sürecin bu şekilde ilerlemesine karşıyız, hükümet gereğini yapmıyor biz yaptık şeklindeki açıklamanın gerekçesi barajların yapılmasıydı. Barajlar yapılmasın, yollar yapılmasın bunlar bize karşı yapılıyor diye. İşin en vurgulu tarafı birisi neden karakol yapılmasın ister? Hala teröre niyeti varsa hala devletle çatışmak gibi bir niyeti varsa bunun için ister. Biz çözüm süreci derken devletin, toplumun, demokratik sistemin güvenliksiz kalacağı bir yapının ortaya çıkmasını mı istiyoruz? Tam tersine biz bu çatışmanın ortadan kalkmasını Türkiye'nin içindeki bu silahlı unsurların ülke topraklarının dışına çıkmasını söylüyoruz. Sen karakol yapma hatta baraj yapma, yol yapma noktasına getirdiğinde demek ki sen terör eylemleri ile ilgili kendine daha geniş bir alan yaratmak istiyorsun demektir. Bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil. Ortadoğu'da etrafta yeni gelişmeler oluyor. Bu yeni, gelişmeler etrafında örgütün stratejisi bütün bir batı sisteminin bizimde aynı şekilde hepimiz ortak tehdit unsuru olarak gördüğümüz şey IŞİD meselesi. Örgüt IŞİD'le mücadele etmesi üzerinden kendisine yeni bir alan açtığını ittifaklar kurduğunu elinin güçlendiğini düşünüyor olabilir. Bundan çok öncede bunu siyasetçiler söylediler, silah istese de bırakamaz çünkü IŞİD'le mücadele ediyor diye. Mesela ret inkar asimilasyon politikalarının bitmesinden sonra bu coğrafyada hepimiz ortak refah, ortak güvenlik ve ortak demokratik değerler etrafından bir arada yaşama perspektifi kurmamız mı yoksa birilerinin bütün bu kazanımları bir takım örgütlerin mevzi kazanımlarına indirgeme çabasına dönüştürmeleri mi? Bugün gelinen noktada birileri Türkiye'nin genelinin onun içinde de Kürt kimliği temelinde siyaset yapıyorsa, Kürtlerin özgürlüğünün demokratik haklarının korunmasının, Türkiye'nin ve bölgenin ürettiği refahtan faydalanmanın peşindeyse o zaman çözü süreci bitmiştir gibisinden bir açıklama yapmaya hakkı yok. Çözüm sürecini bitirmeye dönük bu sözler bire bir Kürt düşmanlığıdır.


 

'Örgütün silahlı unsurlarını Türkiye'de geri çekmesi gerek'

 

Başbakanın kısa zamanda iki açıklaması oldu. Birincisi bu bahar siyaseten de bir baharı yaşayabileceğimiz bir dönem olacak dedi ve ardından süreçte kritik bir aşamada olduğumuzu açıkladı. Bundan sonra karşılıklı olarak adımlar mı bekleniyor, bir silahsızlanma çağrısı olmadan, izleme komitesi ya da Öcalan'ın yanındaki mahkumların değiştirilmesi gibi adımları atmayacak mı ve hala biz bir çağrı bekliyor muyuz 21 Mart'ta?

Bu süreç başladıktan sonra silahlı unsurların ülke topraklarının dışına çıkmasına kadar olan bütün kısım, gündeme gelen yasal düzenlemeler, kurulması düşünülen mekanizmaların hepsi kuruldu düzenlemeler yapıldı. Ama ne zaman ülke topraklarının dışına çıkma konusunda yine bir takım çevresel bahaneler öne sürülerek yeterli adım atılması o zaman süreç tıkandı. O zaman cumhurbaşkanımız başbakandı ve dedi ki; ülke topraklarının dışına tamamen şu tarihe kadar çıkacaklarını söylediler ama şimdiye kadar çıkanlar yüzde 15 civarında.

Dolayısıyla bir söz tutma veya tutmama meselesi değil de bir samimiyet testi ortaya koyulacaksa buradaki şey örgütün ülke topraklarının dışına silahlı unsurlarını çıkarma konusunda ayak sürümesi sadece bir takım bahanelere ihtiyaç duyarak sürekli güncelleniyor. Barajların yapılmasından tutunda en son gelinen güvenlik paketine kadar ondan önce de Kobani meselesinde şu olumsuzluklar olursa çözüm süreci biter dediler. Kobani Kürt bölgesi evet ama Erbil'de Kürt bölgesi. IŞİD birkaç ay evvel Erbil'in sınırına kadar geldi ve çok çatışmalar oldu. O zaman mesela Kürt hassasiyetiyse bunların birinden biz Erbil düşerse çözüm süreci biter diye bir söz duydunuz mu? 

Bu bahane üretme süreci sadece Kandil'i ürettiği bir şey mi İmralı tamamen bunun dışında mı? İmralı'nın da mı sözünü dinlemiyor Kandil?

Onun iç taktik paslaşmalar çok detay bir mesele. Eğer mesele Kürt bölgesiyle ilgili bir hassasiyet olsaydı Erbil düşerse çözüm süreci biter demeliydiler. Ama Erbil örgütün hakimiyet alanı kurduğu bir yer değil Kobani kurduğu bir yer. Kürtlerin kazanımından bahsediyorlar ama bütün getirip sadece bir örgütün mevzi kazanımlarına ya da taktik meselelerine indirgiyorlar. O zaman bu örgüt Kürtlerin kazanımı, Kürt kimliğinin serbestleşmesi, Kürt dilinin özgürleşmesi dışında bir takım mevzi kazanımları peşinde koşarak bütün bu kazanımları oraya indirgemiş oluyor. Çözüm sürecini siz bugün şöyle şöyle olursa biz bunu bitiririz noktasına getirirse bunların yaptığı örgüt kazandın Kürtler kaybetsin şeklinde bir formül ortaya çıkarmaktır.

Ne noktadayız süreçte şu an? 

Grafikte inişler çıkışlar olur ama ilerleme hiçbir zaman durmaz.
21 Mart'ta çağrı beklentisi.
Nevruz Türkiye için bir dönem noktası olsun ve bu silahlı unsurların ülke topraklarından çıkarılması için kesin bir dönüm noktasına haline gelsin.

HDP'nin buradaki tavrı daha önce başka mesajları açıklayıp açıklamama konusunda bu kadar net değillerdi ama Kandil'den gelir gelmez mesajı açıkladılar şeklinde eleştir ve yorumlarda yapıldı. Yeterince siyaseten güçlü durmadıkları şeklinde eleştiriler var. Katılır mısınız?

İyi niyetli açıklamaları var. Bu işle ilgili Meclis'teki arkadaşlarında iyi niyetli açıklamalarını zaman zaman görüyorum. Ama bu bahsettiğiniz siyasi zayıflık ve kırılganlık maalesef o iyi niyetli açıklamaların üstünü örtüyor. Genelde siyaset belli bir siyasi yapının belli bir silahlı örgütle olan ilişkilerinde dünyada genelde örgütler çözüm noktasında tutucu davranırken siyasiler daha cesur davranırlar. Bizdeyse bütün bu iyi niyetlerine rağmen zaman zaman örgütün çözümü tıkama noktasındaki açıklamalarına destek verir ya da çözüm iradesi konusunda daha kırılgan daha zayıf bir irade ortaya koyar duruma geliyorlar. Siyaset yağma iddiası ve yapılma biçimiyle alakalı bir çelişki çıkıyor önlerine. Siyaset başka tarzda yaklaşır meseleye. Eğer bunu örgütün yaptığı açıklamalar çerçevesinde siyaseti şekillendirecekseniz o zaman sürece katkı sağlamayan bir kırılganlık ortaya çıkar, süreci ilerletme konusunda gücü yetmeyen bir siyasi zayıflık ortaya çıkar.

7 Haziran seçimlerine ilişkin partinizin beyannamesinin hazırlandığı ve yeni anayasa ihtiyacının vurgulandığı belirtiliyor ve başkanlık sistemi tartışmaları öne çıkıyor. Dünde cumhurbaşkanlığı sarayındaki akademisyenlerin katıldığı yemekte konu ele alındı sizde ordaydınız. Cumhurbaşkanının orada yaptığı konuşmadan anlaşılan Türkiye'ye özgü bir model üzerinde duruluyor. Önce bu modele ilişkin denetim mekanizması nasıl sağlanacak eleştirilerine yanıtınızı alayım sonra seçim beyannamesine nasıl girdiğini merak ediyorum.

Seçim beyannamesine ne şekilde giriyor bilmiyorum giriyor mu girmiyor mu onu da bilmiyorum. Cumhurbaşkanımız mesele dışarıya hep başkanlık sistemi konuşuluyor gibi yansıyor ama orada Türk siyasi tarihi içindeki bütün sistem tartışmaları konuşuldu ve mesele başlı başına bir başkanlık sistemi tartışmasından ziyade yeni bir anayasa perspektifi içine oturtuldu. Yeni anayasa perspektifi içine oturtulurken de hem sosyolojik, hem hukukçuların yaptığı yorumlar ve çok kıymetli iktisadi yorumlarda yapıldı. 1980'deki idari yapıyla şimdikinden belki 10'da 1'i kadar milli geliri varken onu taşıyan idari yapıyla ya da hükümet sistemiyle bugün kat kat fazlasına ulaşmış ve 2023'te de en az iki katına ulaşmak isteyen bir yaklaşım içinde idari yapının nasıl güncelleneceği Türkiye'nin nasıl bir anayasaya ihtiyacı olduğu, bu anayasa içinde Türkiye'nin icrai açıdan en verimli olarak hangi sistemle bunu yürütebileceği şekilde çok geniş perspektifli bir tartışmaydı o. Bu mesele bizim için yeni değil meclis uzlaşma komisyonuna verdiğimiz öneride başkanlık sistemini vermiştik. Burada en ok tartışılan konulardan biri bize özgü sistem denirken dünde bir kere daha gördük ki aslında başkanlık sistemi denilince hemen akla Amerikan sistemi geliyor. Fakat Amerikan sistemi tekil bir sistem kendi tarihselliği içinde doğmuş bir sistem. Hem anayasa hukukçuları hem siyaset bilimciler dünyadaki sistemlerin pozitif ve negatif yanlarını tartıştılar. Hiç kimse Latin Amerika modeli aramıyor ama hakikatten çok büyük bir olgunlukla ve ciddi bir demokratik perspektifle bakan siyaset bilimciler Latin Amerika'daki sistemlere toptancı şekilde yaklaşarak haksızlık edildiğini, bunların içinde çok farklı mekanizmalar olduğunu söylediler. Burada kastedilen bize özgü bir sistem veya Türk tipi dendiği zaman akla hemen sadece başkanın yetkilerinin olduğu denge ve denetim mekanizmalarının olmadığı bir sistem deniyor. Kastedilen şey federasyon gibi bir ihtiyacımız yok, ikincisi iki kamaralı sistemin geçmişteki uygulamada büyün sıkıntılar ortaya çıkardığını gördük, böyle bir şeye de ihtiyaç yok. Tek kamaralı olabilir, üniter yapıyla yapılabilir, hatta hangi noktaların bir sistemde mutlaka karşılanması gerekir. Kuşkusuz her sistem tek başına ne iyi ne kötüdür. O sistemi verimli kılan onun sosyolojik karşılığıdır. Zaman içinde mesela Amerika Birleşik Devletleri'nde ya da başka yerlerde ilk başta kongre öndeyken daha sonra çeşitli krizler vesilesiyle hızlı karar almak gerektiğinde başkanın öne çıktığı yani sistemin kendisini, çeşitli olaylara göre güncelleyebildiği bir elastikiyete sahip olduğu gibi yaklaşımlarda oldu.
Sarayda öyle ama dışarıdaki tartışmalarda sistemle ilgili teknik tartışmalar bir yana sayın cumhurbaşkanı üzerinden yürüyor tartışmalar.Erdoğan'ın kişiliği üzerinden ve bunun nasıl demokratik olarak denetlenebileceği üzerinden devam ediyor tartışma. Kendisine özgü bir model yaratmak ve hiç denetlenmek istemiyor diyor muhalefet.
Tam tersine o toplantıda denge ve denetim mekanizmalarının en güçlü şekilde konulması gerektiğini bununla ilgili görüşleri de not aldı kendisi. Zaten bir sistemden bahsettiğimiz demokratik bir yapıdan bahsettiğimizde denge denetim mekanizmasının çok güçlüm olmadığı bir sistem zaten demokratik olmaz. Denge ve denetim mekanizmalarını çıkarır ya da bunları yetkilerin aşırı abartıldığı bir model ortaya koyarsanız Türkiye zaten 2023 hedeflerini yakalayamaz. Demokratik niteliği olan bir devlet olmaktan çıkar o zaman. Demokratik niteliğin kuvveti ile 2023 hedeflerinin yakalanması arasında doğru bir orantı var. Orada ifade etti zaman benimle ilişkilendiriliyor tartışma ama burada herkes görüşlerini açık biçimde söylesin dendi. Diyelim birileri diyor ki sayın cumhurbaşkanının bunu kendisi ile ilgili olarak gündeme getirdiğini söylüyorlarsa biz buna katılmasak bile burada denge ve denetim mekanizmalarının ortadan kalkacağını söylüyorlarsa o zaman en güçlü denge ve denetim mekanizmalarının bir sistemde nasıl olabileceğiyle ilgili görüşlerini paylaşsınlar. Sistemin aksayan tarafları mesela 150 yıllık bir parlamenter geleneğimiz var deniyor aslında bu hayali bir söz. 150 yıldır varda çalıştırabilmiş miyiz bu sistemi? İlk olarak ittihat terakki otoriterliği çıktı, arkasından darbeler tek parti rejimi vesaire vesaire. Hatta belki de parlamenter sistemin kesintisiz ve en sağlıklı işletildiği dönem son 12 sene, onu işleten partiye de kapatma davası açtılar. Burada bir sistem konuşulurken iki kriter esastır. Birisi insan haklarına, demokratik hukuk devleti niteliklerine uygun olması lazım. İkincisi de bu uygunluğun içinde en iyi yönetilebilirliğin ve icrai verimliliğin alınabileceği bir sistem olması lazım.

TBMM'de çoğunluk AK Parti'de hükümet AK Partili bir hükümet sayın cumhurbaşkanı anayasal olarak tarafsız olmakla birlikte bazı noktalarda duruşunu saklamayan birisi dolayısıyla istenilen bir düzenlemenin çıkmaması zayıf. O zaman mevcut anayasada da cumhurbaşkanının çok yetkisi var. O zaman neden sistem değiştirilmek isteniyor?

Zaten sayın cumhurbaşkanımızda bunu sordu diğerleri de bunu sordu. Eğer denge denetim mekanizması olmayan bir sistem ve yetkilerin çok güçlü olduğu bir sistem istiyorsanız icranın başı olarak cumhurbaşkanı anayasal yetkileri ile birlikte ve içinden geldiği parti parlamentoya bu kadar hakimken hem hükümet üzerinde hem parlamento üzerinde bu kadar gücü var. Zaten bunu denetleyecek dengeleyecek bir şey de yok. Dolayısıyla aslında tartıştığımız şey şimdi çok güçlü denetim mekanizmaları varmışta bu ortadan kaldırılmak isteniyor gibi hayali bir şeyden bahsediliyor. Tam tersine bir daha seçilmiş iradenin üzerinde kurumların vesayeti olmasın diye bir sistem arayışından da bahsetti. Aslında başkanlık sistemi parlamentonun özgürleşmesidir. Bugünkü sistemde hükümeti kurma çoğunluğu elde eden parti yürütmeye hakim olduğu gibi yasamaya da hakim midir? Hakimdir. Ama başkanlık sisteminde öyle olmuyor. İkincisi seçime bakın 1-2 puanlık dilimle seçimi kazanabilir veya kaybedebilirsiniz. Üçüncüsü baraj yok ya da yüzde 2 civarında var. Dolayısıyla hiçbir şeyi tabu olarak görmemek lazım. Anayasa hukukçusu bir arkadaşımız bir şey anlattı. Ben bir konferanstan dönüyordum bir milletvekiliyle karşılaştım. Bana dedi ki; siz niye TBMM'yi kaldırmak istiyorsunuz diye bir soru sordu dedi. Sanki başkanlık sisteminde TBMM olmayacakmış gibi bir takım önyargılar üzerinden bu tartışmalar yapılıyor. Dünkü tartışmada benim gördüğüm şey oradaki arkadaşlarımız konularına hakimdiler, maddi bilgi temelinde ve objektif veriler temelinde konuşuyorlardı o bakımdan çok yararlı bir tartışma oldu.

Yeni anayasa ihtiyacı konusunda AK Parti'de herkesin sesinin yüksek çıktığını ama başkanlık sistemi için bu kadar ses çıkmadığını hepimiz görüyoruz. Seçim sürecini nasıl anlatacak bunu?

Bu yeni bir tartışma değil AK Parti için. Cumhurbaşkanımız o zaman başbakan olarak 47 maddede anlaşılmış o zaman bu 47 maddeyi değiştirelim hatta sonra 60 madde oldu bu ama ondan da geri duruldu. AK Parti buna kurumsal olarak yer verdi. Seçim beyannamesiyle ilgili arkadaşlar çalışmalarını tamamladığı zaman göreceğiz birlikte.