02 Ağustos 2021 22:10
Konya'nın Meram ilçesinde Dedeoğulları ailesinden 7 kişi öldürüldü. Yapılan katliamın ardından kentte Kürtler diken üstünde yaşıyor. Neredeyse 30 senedir Konya’da yaşayan Leyla ve abisi Murat ile Dedeoğulları ailesinin yakınları yaşadıkları endişeyi anlattı. Leyla ‘diken üstünde olma’ halinin nefret söyleminin arttığı, Kürtlerin hedef gösterildiği zamanlarda belirginleştiğine dikkat çekiyor. Murat ekliyor: “Kendimizi güvende hissetmiyoruz, kime sorarsanız sorun, ister iktidar yanlısı Kürt olsun ister muhalefet yanlısı Kürt olsun... Çayını içen komşun bir gün senin kapına dayanabilir, bu duyguyla yaşıyor insanlar. Normal vatandaş, Türk birisi, yani demez ki ‘ben gideyim de bir Kürdü öldüreyim’, ama sen her gün ‘terörist, vatan haini’ o bu dersen birbirine komşuluk eden insanları da düşman edersin. Bunun nedeni düşmanlaştırma politikası. Eee üstüne sırtları da sıvazlanınca ceza verilmeyince sonuç vahşet oluyor.”
Evrensel gazetesinden Meltem Akyol, Konya'daki katliamın ardından kentteki son durumu, katliama uğrayan ailenin yakınlarından aktardı:
Dedeoğulları ailesi, 12 Mayıs’ta da saldırıya uğramış ve yaralanmışlardı. 12 Mayıs’taki saldırı sonrası 13 Mayıs’ta karakolda ifade veren Barış Dedeoğulları, şu ifadeleri kullandı:
“Saat 02.30 sıralarında komşularımız Lütfi Keleş, oğlu Ali Keleş ve İbrahim Keleş, kardeşi Veli Keleş, onun oğlu Ali Keleş ile enişteleri Yahya Çalık isimli şahıslar ile onun oğlu Ali Çalık, Ramazan Çalık etrafı beton duvar ile çevrili sürgülü demir kapıyı açıp, içeri izinsiz girdiklerinde Veli’nin oğlu Ali Keleş duvar üzerinden atlayıp, avluya girdiklerinde ellerinde demir çubuk ve ağaç plastik sopalarla geldiklerinde abim Metin Dedeoğulları karşılarına çıktı. Ben gittiğimde abime sopalarla vuruyorlardı. Yahya’nın ve Veli’nin ‘Ben ülkücüyüm sizi buradan kaldıracağım’ dediğini duydum. Şikayetçiyim”
O saldırıdan 10 gün sonra, 22 Mayıs’ta Dedeoğulları ailesi bir kez daha saldırıya uğradı. Katledilen baba Yaşar Dedeoğulları Konya Savcılığında verdiği ifadede, “Yahya Çalık isimli şahısla aramızda 10 yıldır husumet vardır. Husumetin sebebi bizim Kürt olmamız. Daha önce de biz bu nedenle mahkemelik olmuştuk. Husumetimizin sebebi kısaca budur” dedi.
28 Mayıs’ta ise bu kez evlerinin gizli kamerayla çekildiğini, eve kimin girip çıktığının takip edildiğini söyleyen Barış Dedeoğulları, Konya Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulundu. Bütün bu şikayet ve ifadeler tutanaklara geçti.
Ailenin avukatı Abdurrahman Karabulut, ailenin defalarca "Tehlikedeyiz” dediğini ancak etkin bir koruma yapılmadığı gibi tutuklanan saldırganların da birer birer serbest bırakıldığını anlattı. Karabulut, üzerine basa basa “Bu saldırının geleceği belliydi, uyardık” dedi.
Saldırıya ilişkin 14 kişi gözaltında ancak fail Mehmet Altun hâlâ yakalanmadı. Daha olay yaşanır yaşanmaz “Bu ırkçı bir saldırı değildir” açıklamaları yapan valilik ve İçişleri Bakanlığı ve hatta Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un ortaya çıkan tutanaklar sonrası ne açıklama yapacağı merak konusu.
Saldırının yaşandığı gece Konya’ya ulaştım. Şehir sessiz ama tedirgindi. Dile bile kolay gelmiyor, aynı aileden 7 kişi öldürülmüştü.
Cenazelerin getirildiği hastane önünde, mezarlıkta, taziye evinde herkes birbirine acı ve öfke ile bakıyor ve aynı şeyi söylüyordu: “Bu aile bir Kürt aile olmasaydı, başlarına böyle bir olay gelmeyecekti. Allah kabul etmesin, Allah kabul etmesin”
Özellikle Konya’da yaşayanlar tedirgin, sohbet ettiğimiz herkes son dönemde daha da tırmandırılan ırkçı yaklaşımlara dikkat çekiyor ve ‘göz göre göre geldi’ diyor.
Katliamdan sonra hastane önünde görüştüğümüz Yaşar Dedeoğulları’nın kuzeni Erol Şan, defalarca aileyi oradan taşınmaya ikna etmeye çalıştıklarını anlattı çaresizce: “Lanet olsun, evdir, topraktır, satalım, yanımıza gel dedim. Gelmedi, bırakmadı. Emniyet müdürü, vali katliamın aydınlatılması yönünde sözler verdi. Bu kez de aydınlatılmazsa yenileri gelir. Doğrusunu konuşmak gerekirse hepimiz tedirginiz. Bu olaydan sonra ansızın bir cani benim kapımda, başka bir kardeşimin kapısında belirebilir. Bunun garantisi yok. Bu yüzden bunun cezalandırılması lazım.”
Meram bölgesinde yaşayan iki kardeşle hastane önünde konuşuyoruz. Leyla ve Murat diyeceğim onlara. Gerçek isimlerini de yaşadıkları yere dair detayı da aktarmayacağım. Çünkü kaygılılar, dahası ben de kaygılıyım.
1994’te gelmişler Konya’ya, Siirt’ten. Komşularının hepsinin Türk olduğunu söylüyor Leyla, “Kendilerine ülkücü diyorlar. İlk taşındığımızda yıllarca her sabah ‘ölürüm Türkiyem’ şarkısı ile uyanırdık. Her sabah. Yüksek sesle. Terasta oturup evimizi gözlerlerdi” diye anlatıp ekliyor: “Biz şimdi bir şey söylesek, gidip uyarsak o ‘husumet’ dedikleri şey olur bizim de aramızda…”
Neredeyse 30 senedir Konya’dalar, aile fertleri orada evlenmiş, işe girmiş, çocuklar doğmuş. Ama hâlâ diken üstündeler. Leyla bu diken üstünde olma halinin nefret söyleminin arttığı, Kürtlerin hedef gösterildiği zamanlarda daha da belirginleştiğine dikkat çekiyor: “Ne zaman Kürtler hedef olsa, nefret söylemi devreye girse hemen anlıyorsunuz yapılan muameleden. Bunu yaptıklarında neye neden oluyorlar görsünler, bu yaşadığımız bir caninin, bir ırkçı katilin işi değil yalnızca, oraya giden taşlar her gün döşeniyor.”
Murat inşaat işlerinde çalışıyor. Katledilen 7 kişilik Dedeoğulları ailesini de daha önce katledilen Hakim Dal’ın ailesini de tanıdığını söylüyor ve soruyor: “İki aile de varlıklı aileler, öyle arsadır, başka bir şeyden husumettir yalan. Yani ne yüzünden tartışırlarsa tartışsınlar mesele Kürt olmalarına geliyor. Bir de bak ‘arazini bize satıp gideceksin’ diyorlar. Yani ‘buraların asıl sahibi benim, sen çalıştın ev aldın, arsa aldın bunun önemi yok, ben istersem benim olur’ yaklaşımı bu. Bunun sebebi sadece bu katillerdir diyebilir miyiz?”
Kendi yaşadıklarını da şöyle anlatıyor Murat:
“Karşı tarafımıza inşaat yapılmıştı, inşaatın bizim eve bakan yüzüne ‘ya sev ya terk et’ yazdılar, ta ki inşaat bitene kadar o öyle kaldı. Komşularımızdan biri evlerinin bize bakan bacasına ‘reis’ yazmış, hâlâ duruyor. Bak bu komşular bizim görüştüğümüz insanlar. Onun bir sıkıntısı oluyor, bir ihtiyacı oluyor biz yardıma gidiyoruz. Bizim iyi olduğumuzu biliyor. Çocuğunu bize emanet edeceğini de biliyor ama buna rağmen ırkçılık duygusuna yenik düşüyor. Gidiyorsun evini yapıyorsun, teşekkür ediyor, çaya oturuyorsunuz ‘nerelisin’ diye soruyor. Siirtliyim diyorsun ya, yanıt ‘ee olsun’ oluyor. O ‘olsun’da işte büyük bir ayrımcılık yatıyor. İzmirliyim, Aydınlıyım desen gelmiyor o olsun. Söz konusu Kürt olunca…”
Türkiye’nin her yerinde yapılan ırkçı saldırıların kaygılarını arttırdığını söyleyen Murat şöyle sürdürüyor sözlerini:
“Bak her defasında biraz daha vahşileşiyor. Kendimizi güvende hissetmiyoruz, kime sorarsanız sorun, ister iktidar yanlısı Kürt olsun ister muhalefet yanlısı Kürt olsun... Çayını içen komşun bir gün senin kapına dayanabilir, bu duyguyla yaşıyor insanlar. Normal vatandaş, Türk birisi, yani demez ki ‘ben gideyim de bir Kürdü öldüreyim’, ama sen her gün ‘terörist, vatan haini’ o bu dersen birbirine komşuluk eden insanları da düşman edersin. Bunun nedeni düşmanlaştırma politikası. Üstüne sırtları sıvazlanınca, ceza verilmeyince…”
Bu sözler aklıma öldürülen Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in “Bebekten katil yaratan karanlık” sözlerini getiriyor. Aradan onca zamanda değişmiyor bu gerçek, bebekten, komşudan katil yaratan karanlık sürüyor ne yazık ki.
Konya’ya gece vardığımızda 25 yıldır Konya’da yaşayan HDP İl Eş Başkanı Gıyaseddin Almaz misafir ediyor bizi. Almaz, KHK ile ihraç edilmiş bir öğretmen, yorgun, öfkeli. Telefonu hiç susmuyor, o gece hiç uyumuyor. Sabah erkenden hastane önüne gidiyoruz, oradan mezarlığa, taziye evine.
Sorunun sadece bugün ile sınırlı olmadığını hatırlatarak başlıyor sözlerine Almaz, “40 yıldır siz böyle ırkçılık, nefret kan pompalarsanız, işte böyle caniler yaratırsınız” diyor. Konya’da Kürt nüfusunun kalabalık olduğunu hatırlatan Almaz, “Şimdi insanlar düşünüyor, Konya’da Kürt çok hepsi saldırıya uğramıyor. Doğru, örneğin Cihanbeyli ve Kulu bölgelerinde bu tür şeyler yaşanmıyor, çünkü bu ilçelerin etrafında yaklaşık 40 Kürt köyü var. Eski yerleşmiş olmaları, kalabalık olmaları vs. gibi etkenler burada bir korunak oluşturuyor. Yani Konya Kürtleri diye bir kabul var artık. 90’lardaki köy yakmalardan sonra gelenler, asıl hedef alınan onlar oluyor. Onlar hemen ‘terörist’ ilan ediliyor ve hedef oluyor.”
Bunun nedenini sorduğumuzda Almaz’ın yanıtı şöyle oluyor: “90’lardan sonra gelenler ya da son dönemde ekonomik nedenlerle hayvancılık için gelip tarla alan, ki hem Dedeoğulları hem de Dal ailesi böyledir, varlığı ve gücü sadece kendi ailesinden ibaret olan insanlar daha dayanıksız ve yalnız. Az olmanın zayıflığı ve güçsüzlüğü var. Meram da Kürt ailelerin görece yalnızlaştığı bir yer. Yani Dedeoğulları ailesi mesela oradaki tek Kürt aile. Eee defalarca saldırı yaşanmış ama hiçbir şey yapılmamış, üstüne katillerin sırtı sıvazlanmış. Her gün pompalanan nefret dili, hedef gösterme de cesaret verince… Sonuç bu katliam oluyor.”
“HDP binalarına yapılan saldırılar, işte gittiği yerde saldırıya uğrayan mevsimlik işçiler. Batıda yaşayan Kürtler için her saldırı bir mesajdır aslında, ‘yarın size de gelebilir’ mesajı” diyen Almaz, “Şimdi güvende hissedebilir miyiz hiç” diye soruyor. Ve devam ediyor: “Ben yasalarla kurulmuş bir siyasi partinin eş başkanıyım. Yasalar bizi korumuyor ki, eziyor, tanımıyor. Zaten siyasi ve ekonomik kriz nedeniyle herkes canlı bir bombaya dönüşmüş gibi. E üstüne iktidar ırkçılığını ilan ediyor, kendi tabanını korumak için düşman politikası üretiyor. Maalesef o politikanın sonucu da acı ve gözyaşı bırakıyor. Kaygı duyuyoruz, akıllı bir insanın kendi yaşamından endişe etmesi lazım. Hunharca bu katliamı yapan insan neler yapmaz”
Peki çıkış nerede diye soruyorum anlatıyor: “Bak iktidarın derdi oyunu korumak ne Kürtler ne Türkler umurunda değil. Bunun için de her şeyi yaptı yapıyor. Onu anladık. Ama muhalefetin buna dur demesi lazım. Yani Kürtler olunca sessiz kalma, çekingen açıklamalar… Olmaz işte… Bunun karşısında bir araya gelmeyi başarırsak kazanırız, yoksa kaybederiz, ama tek Kürtler değil, bütün Türkiye halkları.”
© Tüm hakları saklıdır.