Gündem

Kontrgerilla, MİT ve islami örgüt tartışmaları; işte 26 yıl önce tutanaklarda Uğur Mumcu suikastı

Orhan Doğan: Türkiye'de bir kötü oyun oynanıyor, bunu görmemiz gerekiyor

23 Ocak 2019 10:58

 

24 Ocak 1993 günü, arabasına yerleştirilen bomba ile hayatını kaybeden Gazeteci Uğur Mumcu, katledilmesinin üzerinden geçen 26 yıla rağmen bombayı araca yerleştiren Tevhit- Selam Kudüs Ordusu örgütü yöneticisi Oğuz Demir yakalanamadı. “Aranan teröristler” listesinde yer alan Demir’e ilişkin bugüne dek tek bir ipucu bulunamadı. Adli zaman aşımına 5 yıl gibi kısa süre kalmasına karşın 24 Ocak 1993'teki Uğur Mumcu suikastı, birçok kanlı eylem gibi hâlâ aydınlanmadı.

TBMM genel kurulu suikastından iki gün sonra konuyu gündeme aldı.

26 Ocak 1993 günü toplanan TBMM Genel Kurulu'nda Uğur Mumcu suikastı gündeme getirildi. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, olay duyulur duyulmaz başbakan, başbakan yardımcısı ve devletin bütün emniyet görevlileri yetkilileriyle vaka mahallinde olduklarını ve bir araştırma grubu oluşturduklarını söyledi. Emniyet Genel Müdürlüğü, Emniyet Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı elemanlarından oluşan araştırma grubunun derhal harekete geçtiğini söyledi. Sezgin, olay yerinde personelce toplanan parçaların incelemesi hakkında bilgi verdi. Bu araştırmalar üzerine 11 kişinin gözaltına alındığını belirtti. Daha sonra bunun aydınlanacağını söyledi.

Ardından SHP adına söz alan Aydın Güven Gürkan, "Faili bulunmayan bu tür cinayetlerde kullanılan her bomba ve kurşunla aynı zamanda devlet ve toplum arasındaki güven ilişkisi de katledilmiş oluyor" diye konuştu. "Halk diyor ki devlet bunları bulmuyor çünkü devlet içindeki güçlü odaklar bunların bulunmasını istemiyor" dediğine dikkati çeken Gürkan, Meclis'te bir araştırma komisyonu kurulmasını önerdi. CHP grubu adına konuşan Uluç Gürkan, cinayeti soruşturmakla görevli devlet güvenlik mahkemesi başsavcılığının umut vermediğini belirterek, "Bu başsavcılık Muharrem Aksoy, Bahriye Üçok olaylarında başarılı olamamıştır. Bugün Uğur Mumcu cinayetini böyle bir ekiple soruşturmak başarısızlığı peşinen kabullenmek anlamına gelebilir" dedi.

Refat Partisi adına da söz alan Oğuzhan Asiltürk, Uğur Mumcu'nun son açıklamalarında PKK-MİT ilişkisinden bahsettiğini, onu belgelerle açıklayacağını ifade ettiğini, herkesin bildiğini belirterek, araştırma yapan ekibe de dikkat çekerek bu ekibin içerisinde hem Emniyet Genel Müdürlüğü'nden hem de MİT elemanları olduğunu vurguladı. Asiltürk, "MİT de bu soruşturmanın içerisinde bulunuyor. Bu fevkalade yanlış bir şeydir. Yani, usul olarak yanlış bir şey. MİT'i korumak için yapmamak lazım" diye konuştu.

HEP Milletvekili Orhan Doğan, Uğur Mumcu'nun 34. basın şehidi olduğunu belirtti. Bugün ülkemizde İslami Kurtuluş Örgütü, İslami Hareket, İslami Şahin, islami cihat ve Hizbulkontra gibi yer altı örgütlerinin kontrgerilla faaliyeti yaptığını iddia edildiğini vurguladı. Orhan Doğan, konuşmasından bir saat önce Akay Yokuşu'ndan aşağıya indiğini, on binlerce insanın "Kahrolsun kontrgerilla", "Kahrolsun hükümet" diyerek sloganlar attığını söyleyerek halkın parlamentodan umudunu kestiğini belirtti. Genel Kurul'da Uğur Mumcu suikasti Kontrgerilla, islami cihat örgütleri, Mumcu'nun en son yazdığı MİT üzerinden tartışmalar ve konuşmalarla geçmişti.

 

T.B.M.M. 26 . 1 . 1993

Birinci oturum

Açılma Saati : 15.00

içişleri Bakam İsmet Sezgin'in, gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun menfur bir suikast neticesinde öldürülmesine ilişkin gündem dışı açıklaması ve SHP İçel Milletvekili Aydın Güven Gürkan, ANAP Manisa Milletvekili Ekrem Pakdemirli DYP Erzurum Milletvekili İsmail Köse, CHP Ankara Milletvekili H. Uluç Gürkan ve RP Malatya Milletvekili Oğuzhan Asiltürk'ün grupları adına konuşmalar

İÇİŞLERİ BAKANI İSMET SEZGİN (Aydın) — Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri, aziz arkadaşlarım; Meclisimizin, ulusumuzun, basınımızın ve Türkiye'nin aydınlık ve güzel geleceğinden kendini sorumlu gören herkesin üzüldüğü bir konu üzerinde, İçişleri Bakanı olarak verebileceğim ölçüde bilgi arz etmek üzere huzurunuzu işgal etmiş bulunuyorum. 24 Ocak 1993 günü saat 13.30 sularında, Gaziosmanpaşa Karlı Sokak," Erdem Apartmanı 65/9 numaralı dairede ikamet eden ve ülkemizin demokratik düzende yaşaması için, kendine özgü üslubuyla, her türlü gayreti, anlayışı; bilgisi çerçevesinde, yolsuzluklarla mücadeleyi, araştırmayı kendine şiar edinen değerli dostum, arkadaşımız, kardeşim, gazeteci yazar Uğur Mumcu, ikamet yerinin karşısında bulunan ASKİ'ye ait su deposu duvarı önüne park ettiği 06 AR 245 plakalı otosuna bindiği esnada, daha önceden, otonun hareketli kısımlarının birisine yerleştirilen, tahrip gücü yüksek bir bombanın patlaması sonucunda hayatını yitirmiştir. Acımız büyüktür.

Söz konusu olayın meydana gelmesinden sonra, Milliyet Gazetesi Ankara, Cumhuriyet Gazetesi istanbul bürolarıyla, itnter Star televizyon yönetimine telefon eden bazı şahıslar, eylemi, islamî Kurtuluş örgütü adına gerçekleştirdiklerini söyleyerek, üstlenmiş bulunmaktadırlar. Olayın vuku bulduğu anda seçim bölgemde bulunuyordum. Seçim bölgem ve İzmir'deki etkinliklerimi bırakarak, hemen olay yerine döndüm. Olay duyulur duyulmaz, başta Sayın Başbakanımız ve Başbakan Yardımcımız olmak üzere, devletin bütün emniyet görevlileri yetkilileri, sorumluları ve bütün ilgililer vaka mahallindeydiler. Olaydan hemen sonra bir araştırma grubu oluşturduk; Emniyet Genel Müdürlüğü, emniyet müdürlüğü, Millî İstihbarat Teşkilatı elemanlarından oluşan bir araştırma grubu derhal faaliyete geçti; halen çalışmalarını devam ettirmektedirler. Arkadaşlarımız, iki gün geceli gündüzlü devam eden-bir "çalışma dizisi içerisindedirler.

(Olay yerinde uzman personelce toplanan parçaların incelenmesinde de anlaşıldığı üzere, araca yerleştirilen patlayıcının, kitlesi küçük, ancak tahrip gücünün yüksek, önceden uzman bir çalışma neticesi, uzman bir kişi tarafından ancak yapılabilen, konacak yere 45 ila 60 saniye arasında yerleştirilebilin RDX-C4 olarak tabir edilen, yüksek patlayıcı özelliğine sahip bir patlayıcı türü olduğu belirlenmiştir. Yerli örgütlerin bugüne değin bu tür patlayıcı kullandığına rastlanılmamıştır.

Bu olayda kullanılan patlayıcının, ilimizde bundan önce, 28.10.1991 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri uyruklu Wictor Marvick'in, 28.10.1991 günü Mısır Büyükelçiliği Basın Ataşesi Hüseyin Kurabi'nin ve 7.3.1992 tarihinde tsrail Büyükelçiliğinde koruma görevlisi Ehud Sadda'nın öldürülmesi eyleminde kullanılan patlayıcıların aynısı olduğu ve aynı yöntemin kullanıldığı, ilk belirlemelere göre saptanmış bulunmaktadır. Laboratuvar incelemelerimiz halen devam etmektedir. Eylemi gerçekleştiren fail veya faillerin yakalanmasıyla ilgili olarak birtakım araştırmalar yaptık. Değerli arkadaşlarım, bu araştırmaların üzerine, 11 kişiyi gözaltına aldık. Bunların büyük çoğunluğu yabancı uyrukludur ve bunların sorgulamalarına devam edilmektedir. Daha evvel de müteaddit vesilelerle ifade ettiğim gibi, emniyetimiz, bu olayın çözülmesini kendisi için bir imtihan olarak görmekte, Hükümet olarak da, emniyet örgütü olarak da hepimiz, Merhum Uğur Mumcu'nun ölümündekî esrar perdesinin kaldırılması ve menfur cinayetin, bu alçak cinayetin, doğrudan doğruya Türk demokrasisine yönelen bu saldırının faillerinin bulunmasını bir onur sorunu haline getirdiğimizi ve bu konuda bütün vatandaşlardan yardım istediğimizi; ellerinde bilgi, belge, delil olabilecek, ne olursa olsun, bir görüşü içeren bilgilerin emniyete verilmesi için belirli telefon numaralarımızın, hatta benim ve bütün arkadaşlarımızın telefon numaralarının emirlerinde olduğunu söyledik, bunu kamuoyuna duyurduk,ve bunun dışında da, Hükümet olarak, bu cinayetin, bu menfur, bu alçak cinayetin failinin yakalanmasında yardımı olacak kişi ve kişilere de, emniyetin bugüne değin verdiği ikramiyelerin en büyüğünü verecek şekilde ödüllendireceğimizi de ifade ettik.

SHP GRUBU ADINA AYDIN GÜVEN GÜRKAN (İçel) — Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği üzere, 24 Ocak 1993 Pazar günü Uğur Mumcu arabasına konulan bir bombayla yok edildi. Mumcu'nun kişiliği üzerinde burada yeniden övücü sözler söylemeyi gereksiz sayıyorum. Mumcu'un çok saygın ve örnek kişiliği üzerinde söylenebilecek yeni bir şey kalmadı. Ulusal ve uluslararası düzeyde sözü dinlenen ve ağırlığı olan yüzlerce insan, Uğur Mumcu hakkında söylenebilecek her türlü güzel sözü söylediler, yapılabilecek her türlü değerlendirmeyi yaptılar. Bütün bunların, büyük bir içtenlikle yapıldığına inanıyorum. Sayın milletvekilileri, Türkiyemiz, çok uzun bir süredir siyasal amaçlı cinayetlerin kol gezdiği bir ülke haline dönüşmüştür.  Bunlar, bir toplumun iç diyaloğuna ve iç bütünlüğüne yöneltilmiş cinayetlerdir. Bunların faillerini bulamadığımız zaman, bu cinayete kurban giden etkili ve önemli insanın simgelediği siyasal düşüncenin yanlıları, bir bütün olarak kendilerini saldırıya uğramış sayıyorlar; bir cinayet ve bir ölümle bir anda binlerce cinayet işlenmiş, binlerce insan öldürülmüş gibi oluyor; öfke, husumet ve tepki de aynı ölçüde büyük oluyor

Katledilenin adı ne olursa olsun, düşüncesi ne yönde bulunursa bulunsun, katledilen, özünde, iç barıştır, iç sevgidir, iç saygıdır ve iç bütünlüktür. Sayın milletvekilleri, bu tür cinayetlerin istenilen etkiyi oluşturmasının ve amacına ulaşmasının en önemli koşulu, çözümsüz kalmasıdır. Bu nedenle de, büyük bir özen, dikkat ve ustalıkla işlenmektedir. Bu yüzden de yerleşik soruşturma ve kovuşturma mekanizmaları da, yerleşik kadrolar da, failleri bulmakta yetersiz kalmaktadır. Bu durum ise, sonunda devlete yönelik, büyük bir güven bunalımına neden olmaktadır. Faili bulunmayan bu tür cinayetlerde kullanılan her bomba ve kurşunla, aynı zamanda devlet ve toplum arasındaki güven ilişkisi de katledilmiş oluyor. Sayın milletvekilleri, faili bulunmayan bu tür rejim cinayetlerinde halk diyor ki, "Devlet bunları bulmuyor, çünkü devlet içinde bazı güçlü odaklar, bunların bulunmasını istemiyor." Halk diyor ki, "Devlet bunları bulmuyor, çünkü devlet içindeki bazı odakların bunlara karışmış olabileceğinden çekilmiyor." Halk diyor ki, "Devlet bunları bulmuyor, çünkü bulamıyor, kendi zaaf içinde." Bunların hangisi doğru olursa olsun, sonuç değişmiyor ve hep aynı kalıyor. O da, halkla devlet arasındaki güven ilişkisinin büyük ölçüde zedeleniyor olmasıdır.

Sayın milletvekilleri, biz, SHP Grubu olarak, böyle bir Meclis araştırma önergesini tek başımıza verebilirdik; ancak, bizim SHP Grubu olarak asıl istediğimiz, Parlamentonun ve hükümetin bir bütün olarak duruma el koymasıdır. Bu nedenle, Parlamentoda temsil edilen tüm siyasal partilerin yetkililerinin bir araya gelerek, böyle bir Meclis araştırmasının, gereği, yararı, gerekçesi ve kapsamı üzerinde düşünce alışverişinde bulunmalarını istiyoruz; ortak bir Meclis araştırması önergesini hedefliyoruz.

Sayın milletvekilleri, burada, rahmetli Abdi İpekçi'nin eşi Sibel İpekçi'nin, Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü törenine katılamayışının nedenlerini açıklayan mektubundan bir paragraf okumak istiyorum. Sayın ipekçi diyor ki: "Aradan tam on üç yıl geçti. Değerli Andreas Politakis'in girişimleriyle kurulan bu ödül, kök saldı, gelişti, yüzlerce değerli ürün verdi; ama bu on üç yıl içinde, eşimin yaşamını noktalayan kurşunların neden sıkıldığına dair, halen, kesin bir bilgi elde edilemedi, kimi ipuçları yeterince değerlendirilmedi. On üç yıl içinde, görev başında bulunan hükümetler bu konuda yeterli duyarlılığı göstermediler. Eşime o kurşunların sıkılmasına kim, neden karar vermişti; bu sorunun cevabı açıklığa kavuşmamışken, böylesine yüce, böylesine saygıdeğer bir törende bile olsa, kamuoyunun karşısına çıkma hakkını kendimde görmüyorum. Ya da, başka bir deyişle, şu ya da bu nedenle kamuoyu karşısına çıkmak gerekirse, içimden yalnızca şu soruyu haykırmak geliyor : Kim, neden?!." Sayın milletvekilleri, bu feryat, yalnızca Sibel İpekçi'nin feryadı değildir. Yıllardır, toplum olarak hep birlikte, tıpkı Bayan İpekçi gibi aynı haykırışı yapıyor ve aynı kayıtsızlıkla karşılıyoruz. Kim, neden, niçin?!. Sayın milletvekilleri, Meclisimizin, durumun önemine uygun kararlar alacağı inancı içinde, sizlere saygılar sunuyor, bugüne değin siyasal cinayetlerde yitirdiğimiz değerli evlatlarımızın ve kardeşlerimizin anısı önünde, SHP Grubu olarak bir kez daha saygıyla eğiliyoruz, (SHP, CHP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) —

CHP GRUBU ADINA H. ULUÇ GÜRKAN (Ankara) — Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gazeteci yazar Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 günü alçakça bir suikaste kurban gitti. Kendisi, Türk basınının araştırmacı gazetecilik dalında önde gelen bir değeriydi; demokrasinin, laik cumhuriyetin inançlı ve kararlı bir savunucusuydu. Bu nitelikleriyle Uğur Mumcu'nun katledilmesi, kamuoyunu derinden sarstı. Değerli milletvekilleri, yaklaşık bir yıllık bir aradan sonra oluyor bu olay. Terörün yeniden kamuoyunda büyük yankı uyandıracak kişilere yönelmesi, bu bakımdan bir dizi soruyu da beraberinde getiriyor. Acaba, Uğur Mumcu'nun canına kim ya da kimler kastedebilir? Değerli milletvekilleri, bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak önemsediğimiz bir noktanın altını çizmek istiyorum.

Bugün, ne yazık ki, Uğur Mumcu cinayetini soruşturmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı da umut vermemektedir. Birkaç nedenle umut vermemektedir; birinci neden şudur ; Bu Başsavcılık, Muammer Aksöy, Bahriye Üçok olaylarında başarılı olamamıştır, başarısızdır. Bugün Uğur Mumcu cinayetini böyle bir ekiple soruşturmak, başarısızlığı peşinen kabullenmek anlamına da gelebilir. (CHP sıralarından alkışlar) İkinci neden :,Uğur Mumcu, araştırmacı kimliğiyle, sağlam hukuk bilgisiyle, bu Başsavcılığa, bir hukuk adamı, bir savcı olarak güvensizliğini onlarca yazısında açıkça ortaya koymuştur; taraf olmuşlardır. Sağlıklı bir hukuk adamının, bu soruşturmada sorumluluğu üstlenmemesi gerekirdi: •'

Üçüncü neden, maalesef, bütün bu kuşkularımızı, tespitlerimizi doğrulayan : -basına da yansıdı- DGM Başsavcısının, olay yerine gidince, henüz hiçbir şey belli değilken, "dış mihrakların işidir" gibi bir fikir spekülasyonuna hemen başlamasıdır. Bu olay, öyledir ya da değildir; ama orada bu fikir spekülasyonunu yapacak, belki hedefi saptıracak bu spekülasyonu yapma görevi, maalesef, hukuk anlamında da o kişinin görevi olmamak gerekirdi.

Bu bakımdan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak -Sayın Adalet Bakanımız da buradayken- hukuken bir yol bulunup, Uğur Mumcu cinayetini ve diğer faili meçhul benzeri cinayetleri soruşturacak, işinin en iyisi bir ekibe özel görevlendirmeyle verilmesinin yolunun araştırılmasını diliyoruz ve öneriyoruz.

RP GRUBU ADINA OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) —Bu, geçmişte de denendi, çok insan bu uğurda hayatını kaybetti; ama, o insanları öldürenler, kendi fikirleri için, bir zerre başarı elde edemediler. Bu, yeni bir şey değildir; ihtilalden önceki dönemde, biz, bunları, acı acı yaşadık. İnsanların öldürüldüğü, kurşunların sıkıldığı ortamda, fikir mücadelesi olmaz. Kurşunlar, önce, fikirleri ortadan kaldırırlar, onları katlederler. İnsanların düşüncelerini serbestçe söylemelerinin imkânının sağlanması gerekir. Suikastın bir başka şekli için -birçok gazetede var- kontağa bağlı olarak bu patlayıcının kullanıldığı söyleniyor. Halbuki, yerinde inceleme yapanlardan dinledim, kontağa bağlı değil, egzoza bağlı, "egzozun ısınması neticesinde" diye ifade ediliyor. Değil mi. öyle bir patlayıcı ki, şimdiye kadar, bu tip terörist eylemlerde kullanılan patlayıcıların bir kademe daha ilerisi. Bağlandıkları yerde, dış kabloları, biliyorsunuz, plastik maddeler koruyor, bunlar egzozun ısısından, zamanla ısı çok fazlalaşınca eriyor; eriyince, ikisi de egzoza temas etmek suretiyle bir kısa devre oluyor; kısa devre olunca, doğrudan doğruya fünye patlıyor ve patlayıcıyı harekete geçiriyor. Şu patlayıcı, bir defa Türkiye'de imal edilmiyor. İkincisi, bir başka karanlık emel daha var : Bir kişiyi öldürmeyi de hedeflemiyor.

Uğur Mumcu'nun, son açıklamalarında PKK-MİT ilişkilerinden bahsettiğini, onu belgelerle açıklayacağını ifade ettiğini hepimiz biliyoruz, duyduk, okuduk. Bu arada, komisyon başkanı çok değerli bir arkadaşımızın, beyanatı var gazetelerde, "Benimle de konuştu, bu belgelerle ilgili bazı şeyler söyledi, Buluşacaktık, ömrü vefa etmedi'' diyor. Bunlar soruşturulurken, devleti korumak için, müesseseleri korumak için, adı geçen müesseseleri, birtakım yanlış, hatta asılsız ithamların altından kurtarmak için, bu müesseseler işin içine sokulmaz, korumak için sokulmaz. Halbuki, Sayın İçişleri Bakanımızın, soruşturma için bir ekip, bir grup kurulduğu ifadelerini hep beraber burada dinledik. Bu ekibin içerisinde, hem Emniyet Genel Müdürlüğünden hem de MİT'ten elemanlar var.

Değerli arkadaşlarım, bir hadise var, soruşturuluyor. Bu hadisede, doğru veya yanlış -doğru olduğunu kimse peşin olarak söyleyemez, yargı kararı yok ki, şu şöyledir diyebilelim. Diyemeyeceğimize göre, doğru veya yanlış- "MİT'le ilişkilerden dolayı öldürüldü" deniyor ve MİT de bu soruşturmanın içerisinde bulunuyor. Bu, fevkalade yanlış bir şeydir. Yani, usul olarak yanlış bir şey. (RP sıralarından alkışlar) MİT'i korumak için yapmamak lazım, eğer korunması isteniyorsa, bilmiyorum tabiî... Sonra bir rapor çıkacak, herkeste şu kanaat hasıl olacak : Toplum, "Zaten itham edilen bunlardı. Bunlar da girdiler komisyona ve rapor hazırladılar. Sanki, raporlarında kendi kendilerini mi itham edeceklerdi?" diyecektir ve kimsenin de ağzını bağlamak mümkün olmayacaktır, Halbuki, bunları önlemek için yeterli elemanlar da vardır, bunların dışında yürütülür soruşturma.

Değerli arkadaşlarım, olayın arkasında neleri arayabiliriz? Oluş şekliyle, bu patlayıcının Türkiye'de yapılamayacağını da uzmanlar ifade ettiğine göre, bunun arkasında birtakım gizli mihrakları aramamız mümkündür. Çok fazla dedektifliğe de ihtiyaç olacağını zannetmiyorum. Şu anda Türkiye'de birçok ajanlar cirit atıyor ve bu ajanlar, bizim dost bildiğimiz ülkelerin ajanlarıdır. Şu hadise münasebetiyle de basına aksetti; biz, hadise dolayısıyla, Amerikan İstihbarat Teşkilatından ve MOSSAD'tan bilgi talep etmişiz; CIA ve MOSSAD'tan bilgi talep ediyoruz. "Kadı ola davacı ve muhbir dahi şahit, ol mahkemenin hükmüne derler mi hiç adalet" diye bir söz var ya!.. (RP sıralarından alkışlar

Şu halimize bakınız; bizim kendi istihbarat teşkilatımız, gözümüzün bebeği gibi koruduğumuz, her türlü imkânı kendilerine verdiğimiz istihbarat teşkilatımız, gidecek, Yahudi istihbarat teşkilatından bilgi alırsa, bunu aydınlatacak, CIA'den bilgi alırsa bunu aydınlatacak, bunlardan bilgi talep edecek!.. , . Ben, bunu doğru bulmadığım gibi, bu işin, kesin çözümüne ulaşmasını engelleyen bir yanlış tutum olarak da görüyorum.

Şırnak Milletvekili Orhan Doğan'ın, gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun katline ilişkin gündem dışı konuşması ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in cevabı.

BAŞKAN — Gündem dışı iki arkadaşıma daha söz vereceğim. Uğur Mumcu'nun katliyle ilgili, şahsı adına, Şırnak Milletvekili Sayın Orhan Doğan, Buyurun efendim.

Partilerin değerli grup başkanvekilleri, değerli gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun katline ilişkin görüşlerini açıkladılar. Ben de şahsım adına, olaya, izninizle, değişik bir açıdan bakmak istiyorum. Tarih 5 Nisan 1909, muhabir Hasan Fehmi Bey, ilk basın şehidi; tarih 24 Ocak 1993, araştırmacı, gazeteci-yazar Sayın Uğur Mumcu, 34 üncü basın şehidi... Dikkatleri çekmek istiyorum. 1909'dan 1992'ye kadar, yani, geçen 84 yılda 20 gazeteci yaşamını yitirirken, ülkemizde son bir yılda ll'i sol görüşlü olmak üzere 14 gazeteci, faili meçhul şekilde katlediliyor. Amerika'da faaliyet gösteren ve tarafsızlığı tüm uluslarca kabul edilen Freedom Housen Firmasının çok enteresan bir raporu var; enteresan olduğu kadar da, ülkem adına, Türkiye adına kaygı verici bir rapor. Türkiye ve Peru, savaşta olmadığı halde, gazeteciler açısından dünyanın öldürücü iki Ülkesi durumundalar. Yani, en çok gazeteci öldürülen iki ülke var, bunlardan biri Peru, biri de Türkiye!.. , Yine, Türkiye, Uluslararası Af örgütü ve Dünya Gazeteciler Enstitüsünün açıklamalarına göre, ülkelerinde gazetecilerin can güvenliğinin olmadığı yer ilan ediliyor; bu nedenle de kara listeye alınıyor. Yine, aynı kurulun raporundan bir paragraf: "Son bir yıl içinde bütün dünyada 80 gazeteci Öldürüldü; bunlardan 54'ü gazetecilik faaliyetlerine misilleme olarak, 22 tanesi de bir kıyımın yaşandığı Bosna Hersek'te gerçekleştirildi." 1992, dünyada gazeteciler için kara yıl olarak ilan edilirken, Türkiye -altını çizerek söylüyorum- gazeteciler için en tehlikeli ülke seçiliyor ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, yine bu raporda -çok enteresandır- Türkiye'de farklı bir konuma konularak, "gidilmez yer" ilan ediliyor. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bizler bu kürsüye çıkıp işkencelerden, katliamlardan, baskılardan, tehditlerden söz etmekten, gerçekten bıktığımızı usandığımızı ve bunları söylerken de Türkiye adına utanç duyduğumu, mahcup olduğumu, yüzümün kızardığını ve burada titrediğimi, üzülerek ifade etmek istiyorum. Ancak, bazı gerçekler vardır ki, gizlenmesinde kimse için yarar yoktur; ne Hükümetin yararı vardır ne Türkiye'ye demokrasinin gelmesini istemeyen insanların yararı vardır ne de muhalefetin bir yararı vardır. Bu gerçekleri, başta bu kürsüden olmak üzere, yaşamın her alanında dile getirmek, tartışmaya açmak ve gizliliğin, karanlığın üzerine yiğitçe gitmek, hepimizin insanlık borcudur. Bugün ülkemizde, islamî Kurtuluş örgütü,İslamî Hareket, İslamî Şahin, İslamî Cihat-B, İslamî Yumruk, Hizbullah, Hizbulkontra gibi, gizli yeraltı örgütlerinin kontrgerilla faaliyetleri yaptığı iddia edilmekte ve hatta bu iddialar, zaman zaman da kanıtlanmaktadır. Şimdi, bir şeyin yanlış anlaşılmaması için, altını tekrar çiziyorum : Ben, "bunlar var" demiyorum, bu iddia var; ama, zaman zaman da bu iddilar kanıtlanıyor. Ben, Sayın Başbakanın bugün aramızda olmasını isterdim... Geçen yıl bu kürsüden yine gündeme getirmiştim, birkaç gün önce de bir sayın arkadaşım dile getirdi; o zaman SHP'de milletvekiliydik -Sayın İnönü de çok iyi hatırlarlar- Silvan'da, bir yüzbaşının, kontrgerilla adına kiralık bir katil tuttuğunu ve SHP Diyarbakır ti Meclisi Üyesinin de ölümüne karar verildiğini, anlaşma yapıldığını, anlaşılan paranın bir kısmının ödendiğini, olayda kullanılan silah ve mühimmatın da teslim edildiğini söylemiştik

Sayın Başbakana bir grup heyetle gittik -Sayın Sezgin de anımsarlar- "Olmaz böyle bir şey" dedi, infial gösterdi Sayın Başbakan. "Bu, bir iddia, kanıtlanması da sizin boynunuzun borcu" dedik. MİT'e haber verildi, Emniyet Genel Müdürü ve içişleri Bakanlığı Müsteşarı Başbakanlık konutuna geldiler ve kiralık katil ile, kiralayan yüzbaşı arasında, teknik sistemle bir telefon bağlantısı yaptılar -efendim, çok enteresan, tekrar söylemek istiyorum- Bu telefon konuşmasında, kiralık katil, yüzbaşıya, olayları A'dan Z'ye çok açık anlattı. Sayın Başbakanın o zamanki yüz halini görmenizi isterdim; renkten renge girmişti, terliyordu, "Benim Türkiyemde böyle bir şey olamaz" diyordu; ama, oldu; ispatladık, kanıtladık..

ORHAN DOĞAN (Devamla) — Efendim, Başbakanı ben de çok seviyorum, şahsım adına çok seviyorum, sizi de çok seviyorum, hepinizi çok seviyorum Sayın Sakıcı. O yüzbaşı, yargıya teslim edileceğine, devlet aklanacağına, Hükümet aklanacağına, Trakya'da bir kampın komutanlığına, bir sosyal tesisin komutanlığına getirilerek ödüllendirildi ve olay örtbas edildi. , Şimdi ben soruyorum : Nerede insan hakları, nerede demokrasi?.. Hani Kontrgerilla yoktu! tşte, bu bir örnek... ' Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde, eski adıyla özel Harp Dairesi, yeni adıyla da özel Kuvvetler Komutanlığı denilen bir kuruluş var... Zaman zaman bu kuruluşun kontrgerilla eylemlerine katıldığı, kontrgerillanın da onlar tarafından yönetildiği iddiası var ve yine çok enteresan, bir zamanların Başbakanı Sayın Ecevit, yakın bir tarihteki bir televizyon programında, kontrgerillanın varlığını, özel Harp Dairesinin bunun için kurulduğunu, kendisinin Başbakan sıfatı olmasına rağmen, buna engel olunamadığını üzüntüyle ifade etti ve 60 milyon insan da bunu üzüntüyle izledi. Şimdi kendimize bakıyoruz, biraz da kendimizi eleştirmemiz gerekiyor... Ne bu Parlamento ne de Hükümet, olayın üzerine gitme kararlılığını gösteremedi. Ben bir şeyden çok korkuyorum : Bir saat kadar önce Akay'dan iniyordum, 10 binlerce insan -dikkatinizi çekiyorum 10 binlerce insan- "Kahrolsun kontrgerilla" diye feryat ediyordu, 10 binlerce insan "Kahrolsun Hükümet" "Hükümet istifa" diye sloganlar atıyordu... Ben yine söylemek istiyorum, o insanları birileri örgütlemedi; Uğur Mumcu'nun ölümü, o insanları, o toplumsal muhalefete getirdi; Uğur Mumcu'nun katli, insanlarda toplumsal iç dinamiği harekete geçirdi. Korkarım ki, bir gün, bu Parlamentodan ve Hükümetten umudunu kesen halk kendi iktidarını kurar ve biz seyirci kalırız... Ben buna üzülüyorum.

ORHAN DOĞAN (Devamla) — Bitiriyorum Sayın Başkanım. Değerli arkadaşlar, ben kötü bir kasıtla söylemedim. Tabiî ki, halkın vekilleri var burada; biz halkın vekilleriyiz; ama, Türkiye'de bir kötü oyun oynanıyor. Bu oyunu görmemiz gekiyor.

ORHAN DOĞAN (Devamla) Bugün Türkiye'de bir oyun oynanıyor. Ya bu oyunu görmüyoruz ya da bu oyunu görüyor ama, bir şeyler yapmak istemiyoruz. Ben bunu çözemedim bir türlü. Şimdi, Türkiye'nin doğusunda, işte, ülkemizin bir kentinde, Batman'da, geçen bir yılda 139 insan öldürülüyor, faili meçhul ve son 20 günde 25 insan öldürülüyor, yine faili belli değil... Mardin'in bazı köylerinde ve ilçelerinde -İçişleri Bakanıma da arz ediyorum bunu, belki haberleri yoktur bu konuda- polis karakola çekiliyor, asker kışlaya dönüyor, korucularla halk karşı karşıya getiriliyor... Mardin'de asker yok şimdi; çünkü, askerler kışlasına çekilmiştir; PKK'ya karşı mücadele eden asker yok, polis de yok; asker kışlada, polis karakolda, korucularla halk karşı karşıya gelmiş... Korucu, gidip, halkı evinden çıkarıyor, yakalıyor ve mahkemeye götürüyor. Yani, güvenlik kuvvetlerinin yapması gereken, zabıtanın yapması gereken her şeyi, korucular çok rahatlıkla yapabiliyorlar... , Bir zamanlar, Türkiye'de komünizmle ülkücülük çatışması vardı. 1970'li yıllarda biz talebeydik ve o zaman komünizm, öcü gibiydi, insanlar korkuyordu ve ülkücülük, buna karşı örgütlenmeye çalışıyordu. Türkiye bir iç savaşa götürülmeye çalışıldı. Bir ara, Maraş olayları ile -yaşanmasını istemiyoruz- Sünnilik ve Alevilik çatışması gündeme getirildi; Türkiye bir iç savaşa doğru, her geçen gün, götürülmeye çalışıldı. Şimdi, Türkiye'de bir savaş daha var, yapılmak istenen bir savaş; götürülmek istenen bir yer var : Kürtçülük -Türkçülük savaşı var, Atatürkçülük- dincilik çatışması var, laiklik-gericilik çatışması var. İşte, Türkiye, bu tür kavramların üzerine bu Parlamentoyla gitmediği müddetçe, olası bir iç savaşa, ne yazık ki, seyirci kalabilecektir. Biz bunu istemiyoruz. Sayın Başkanımın da engin hoşgörülerine sığınarak bir örnek vermek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, Sayın Mumcu'yu katledenler bir şey daha yaptılar, aslında bunu düşünmemişlerdi... Ben, olayın faillerine buradan sesleniyorum : Onun dirisinden korkanlar, şimdi onun ölüsünden korksunlar. Çünkü, onun ölüsü bile -ölmesini istemezdim, uzun ömürler de diliyordum, keşke yaşasaydı- çok şey kazandırmıştır bu insanlara; bir kazanım olmuştur, İşte, onu katletmekle, ülkenin gündeminde bulunan birtakım demokratik açılmalarda gündem dışı tutulmaya çalışıldı. Anayasanın Geçici 15 inci maddesi değişecek, generaller yargılanacaktı; Kenan Evren, demokrasinin kurumları yargılanacaktı; ama, Mumcu cinayeti olunca, basın ve kamuoyunun gündemi ve dikkatler ne yazık ki, ona çekildi...

O halde, ne yapılabilir? Ben, SHP Grup Başkanvekili Sayın Gürkan'ın önerisine katılıyorum, -zaten benim konuşma metnimde de vardı- iki komisyon kurulmalıdır... Sayın içişleri Bakanı Sezgin, biraz önce, "güvenlik kuvvetlerine kimse yardımcı olmuyor, görgü tanıkları yok, insanlar da korkuyor, korku olduğu için de kilitleniyor ve biz olayların üzerine gidemiyoruz, çözemiyoruz" dediler. Ben'farklı bir şey söylüyorum : iki komisyon kuralım; bir komisyon, Türkiye'nin Edirne'­ sinden Şırnak'ına, Şırnak'ından Sinop'una, Sinop'undan Mersin'ine kadar, ne kadar faili meçhul cinayet varsa araştırsın; Parlamentoda bir komisyon daha kurulsun, -bu komisyona HEP'ten de üye alınır mı alınmaz mı bilmiyorum, bunu yine Parlamentonun takdirine sunuyorum- gitsinler güneydoğuya, bizim vereceğimiz faili meçhullar listesini, bizim dışımızda, kendileri araştırsınlar; askere sorsunlar, polise sorsunlar, kaymakama sorsunlar, valiye sorsunlar, seçilmiş insanlara sorsunlar, sıradan insanlara sorsunlar kahvelerde sorsunlar ve gelsinler; eğer, faili meçhul birçok cinayetin faillerinin, devletin içinde, maaş alan insanlar tarafından yönlendirildiği ortaya çıkmazsa, biz ve ben, milletvekilliğimizi ortaya koyuyoruz. Sayın Sezgin tabiî haklı... Bir olay yansıyor, bölge milletvekili olarak ben iddia ediyorum, telefon açıyorum, şöyle bir iddia var diyorum, "Araştıracağım" diyor, araştırıyor; valiye telefon açıyor, vali, emniyet müdürüne telefon açıyor ve olay kilitleniyor; ama, orada insanlar var, demek akla gelmiyor. Yani, Sayın Sezgin olayı araştırırken, Hükümet olayı araştırırken, Bölge Valisine, valiye değil de on kişiye, halka sorsa, "kardeşim, güneydoğuda ne oluyor, siz ne istiyorsunuz, amacınız nedir?" dese bu Parlamento kilitlenmeyecektir ve çoğu olayların da önü açılacaktır. Ama nedense, 70 yıllık sistemimizin bir gereği, hükümetler sürekli, hep böyle yaptılar; olayı, olayın failine sordular, bu nedenle de ortaya çıkmadı. Onun için, ne Emeç'in faili ortaya çıkar, ne Mumcu'nun faili çıkar, ne Aksoy'un çıkar, ne bir başkasının çıkar; çıkmaz... Önce biz kararlı olmak zorundayız, biz, kendimizi vermek zorundayız. Parlamento, bunu, siyasal ve partilerüstü bir durum olarak görüp, önüne koymalıdır. Bunu biz yapmazsak, hükümetler yapamazlar.

ORHAN DOĞAN (Devamla) — Bitiriyorum efendim. Dileğimiz, Mumcu'nun, bu siyasal cinayetler zincirinin son halkasını oluşturmasıdır. Sözlerimi, bütün basın şehitlerine rahmet okuyarak tamamlarken, Yüce Heyetinizi de saygıyla, sevgiyle selamlıyorum efendim. (HEP sıralarından alkışlar)