Politika

Kılıçdaroğlu: Hizbullah dosyaları Adli Tıp'ta 5 sene neden bekledi?

Kılıçdaroğlu, partinin genel toplantısında Hizbullah üyelerinin tahliyeleri hakkında konuştu.

12 Ocak 2011 02:00

T24- CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partinin genel toplantısında Hizbullah üyelerinin tahliyeleri hakkında konuştu. Hizbullah davası dosyalarının 5 yıl Adli Tıp Kurumu'nda beklediğini söyleyen Kılıçdaroğlu, Adli Tıp'ın delilleri kararttığını ileri sürdü.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu konuşmasına helikopter kazasında şehit olan 5 askere Allah'tan rahmet dileyerek başladı. Kılıçdaroğlu "Onlar bizim gönlümüzde hep olacaklardır" dedi. Kılıçdaroğlu'nun konuşması özetle şöyle:


“Kıvırcık Ali türkülerle yaşayacak" 


Kıvırcık Ali hepimizin tanıdığı bir sanatçı. Trafik kazasıyla yaşamını yitirmiş. Bundan sonra o türküleriyle hep aramızda olacak. O bir halk ozanı. Kendisine tekrar Allahtan rahmet diliyoruz. Hafta sonu iki ayrı bölgeye gittik. Erzin, Dörtyol ve İskenderun’a. Daha sonra Kuşadası’na gittik.


“Romanların ayağına gittik" 


Termik santral kuruluyor bütün Erzin karşı çıkıyor. Dörtyol’da insanlar heyecanlı, parti belli bir dinamizm kazanmış. Kuşadası’nda roman kardeşlerimizle buluştuk. Biz onlara gittik. Ayağımıza çağırmadık. Sorunlarını dinledik. Onlar aslında çok şey istemiyorlar. İstedikleri kendi bölgelerinde insan gibi yaşamak istiyorlar. Nüfus cüzdanı sahibi olmak istiyorlar. Seçmek seçilmek istiyorlar. Her yurttaşın istediği gibi onlarda istiyorlar. Ama çoğu zaman görmezden gelinmiş, roman açılımı dediler, gittiler onların oturdukları Sultan Mahallesi’nden onları çıkardılar, sonra da 30 40 km şehrin dışına taşımıyoruz.


“Muhtarların sorunlarını biliyoruz"


Muhtarlar demokrasinin en saf yaşandığı yerdir. Onlar mahalledeki köydeki yurttaşta kendi muhtarını seçer. O açıdan, muhtarları bulundukları bölgede sorun çözen kısımda olmak istiyorlar. Muhtarlar, aldıkları aylıkları hak etmediklerini düşünüyorlar. Haklılar. Muhtarların sosyal güvenlik primini halkın iktidarı ödeyecektir. 53 bin muhtarımız var. Onların ortak ses çıkarmasını isterim. Bizim sorunumuzu hangi siyasal iktidar ele alıyor ve bize anlatıyor. Kim sizin sorununuzu çözüyorsa onun yanında olun.

Ne zaman Başbakan çıksa kürsüye Türkiye’nin nasıl büyüdüğünü anlatır. İhracatı anlatır. Anlatır da anlatır. Onu dinleyenler, Türkiye büyüyor diye düşünür. Hiç kimsenin sorunu yok onu dinlediğiniz zaman. Ama sorunlar o kadar acı ki, devletin kurumları bile gizleyemiyor.

En son TÜİK’in bir araştırması yayınlandı ve 2008’den 2009’da 818 bin yoksul sayısı arttı.


“Hepsi köşeyi döndü" 


2008’de 11 milyonken, 2009’da bu sayı 12 milyon 700 bine çıktı. Ben merak ediyorum. Sayın Başbakan buna nasıl yanıt verecek. Siz hiçbir AKP yöneticisinin, ben yoksullaştım diye bir lafını duydunuz mu? Hepsi köşeyi döndüler. 818 bin kişilik yoksul sayısı AKP’nin yarattığı tablodur. Bunu bilmemiz lazım. Bunlar sadece kendilerini düşünüyorlar. Sadece yandaşlarını düşünüyorlar. Halk yoksullaşmış, bunların amacı bunu yoksulluğu önlemek değil. Yoksulları yönetmek. Bütün yoksul kardeşlerime sesleniyorum. Sizi bu hale getiren Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıdır. Bunu unutmayın, bir köşeye yazın. Bir şey daha. Yoksulluğu en ağır yaşayan kadınlar ve çocuklar. İki gün önce Anadolu Ajansı’ndan bir haber düştü. Bir STK, Türkiye’nin 7 ilinde yoksulluk haberi . Çadırda yaşayanlar hangi koşullarda yaşadığını anlatıyorlar. Küçük çocuklarını hastaneye götüremeyenler. Doktorlar çocuk için et yiyecek diyor. Ben bunu nasıl yedireyim diyorlar. Yine bir olay yine Konya’dan. Kredi kartından batan bir vatandaş kurtarmak için kendisini tefecilere başvuruyor. Konya, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en yüksek oyu aldığı il. Polis operasyon yapıyor bunları yakalamak için.


“Yoksulluk arttı, yolsuzluk sıradanlaştı" 


Bunlar 3Y ile mücadele için gelmişlerdi. Bunu devletin resmi kurumu söylüyor. Yoksulluk sayısı arttı. Yolsuzluk sayısı orada artık sayı mayı kalmadı. Artık yolsuzluk sıradanlaştı. Elazığ’da dönen dolapları gazetelerden okuyoruz. Yolsuzluk var burada diyorlar. İçişleri Bakanı hayır yoktur diyor. Yürekli bir savcı hayır var deyip, Danıştay’a başvuruyor. Danıştay araştırabilirsin diyor. Bu Bakan acaba hiç utanıyor mu? Sıkılıyor mu acaba bu bakan? Kayseri’deki olayı kapattılar. Şeytan üçgeni vardı. Ama Elazığ’ı kapatamadılar.


“Dosyalar nasıl geldi" 


Ayın 4’ünde hani o Kayseri Valiliği koltuğunda oturup da, sonra müsteşar koltuğuna oturdu. Aynı gün, sabah dosyayı onaylayan, dosyayı kapatan vali, öğleden sonra müsteşar koltuğuna oturdu. Bu dosya aynı gün Ankara’ya nasıl geldi? Hadi ulaştırma bakanı olsa deriz ki, Ulaştırma Bakanı’dır torpille getirdi. Bu dosya postaya verilecek, sonra Adalet Bakanlığı’na gelecek, sonra ilgili daire Kayseri-Ankara hattı 24 saat bile değil. Birkaç saat içinde halloluyor. Bu dosyayı Ankara’ya kim getirdi. Birisi koltuğuna mı alıp geldi? İkinci soru. Bir yolsuzluk dosyasını kapatmak için bu acele niye? Sanıyorlar ki bu dosya kapandı. Bu dosyayı açmak için sonuna kadar mücadele edeceğiz.


"Böyle yetki IV. MURAT’ta bile yok" 


Üçüncü neydi? Yasaklarla mücadele. Geçen hafta RTÜK yasası görüşüldü. Başbakan artık istediği televizyon kanalını kapatabilecek.  Padişah mısın sen kardeşim? Bu yetkiyi nasıl alıyorsun sen. Bu yetkiyi veren vekiller hiç düşünmüyorlar mı? Siz yasaklar için geldiniz. Başbakan işi gücü bırakacak artık, televizyon kanallarını izleyecek. Şunu izleyin kardeşim. 4. Murat’ta bile böyle yetki yoktu.

Yargı sadece binalardan ibaret değildir. Savcılar var, yargıçlar var, avukatlar var. Yargı bir bütündür. Bunu bir bütün alıp sorguladığınız zaman onu düzeltebilirsiniz. O nedenle bu bütünlüğü görmemiz gerekiyor. Elbette ki yargıyı sorgulayacağız. Sorunları saptayacağız. Çözüm de üreteceğiz. Çözümü de iktidar ve muhalefet partileri üretir. Barolar çözüm üretirler. Akademik çevreler, üniversiteler yaparlar.


“Yargının derdi nedir diye soramadık" 


Sorunların çözülmesinde en tehlikeli olan ön yargılı yaklaşımlardır. Böyle yaparsanız, var olan sorunları derinleştirir ya da yeni sorunlar üretirsin. Yargının da sorunları var. Çözüldü mü? Hayır çözülmedi. Görmemezlikten gelindi. Yargıyı eleştirdik, ‘davalar bitmiyor’ diye. ‘Biz yakalıyoruz hakim serbest bırakıyor’ dedik. Sormadık ‘bu yargının, savcının derdi nedir’ diye sormadık. Sorduk, yanıtını verdi, ama o yanıtlar tozlu raflarda kaldı.

Yargıç ve savcı açığı var deniliyor, evet. Sınavla alınır. Neden? Yargıçlığı yargıç gibi yapacaklar alınsın diye. Ama AKP böyle demiyor. Ben sınav yapacağım, ama ben istediğimi alırım diyor. E o zaman yapma. Yargıç savcı açığı var. Bakan çıkıyor, biz sınav yapıyorduk, Danıştay bizi engelledi. Danıştay neden engelledi?


“Yargıya yandaşlar alınmak isteniyor" 


Doğru dürüst adam gibi yapın sınavı. Biz de şapka çıkaralım. Hayır yandaşlarımızı alacağız diyor. Ama o zaman suçlu Danıştay oluyor. Haklının hakkını teslim eden bir yargı sisteminin eleştirildiği bir demokrasi olur mu hiç? 3600 civarında boş kadro var.

Sözlü sınavda torpil yapıldığı tespit edildi. Danıştay kamera konulsun dedi. Şimdi bir yasa getiriyorlar. Kamerayı kaldıracağız. Niçin? Özel hayatın gizliliğiymiş. Sınava ben itiraz etmiyorum. O sınava girenler itiraz ediyor.


“Adli Tıp'ı kendilerine benzettiler" 


Yargıyı çalıştırmayan sensin. Sen o sorunların çözülmesine değil, çözülmemesine katkı veriyorsun. Bilirkişi dedik de meşhur Adli Tıp Kurumu geldi. Bu kurum bütün ülkelerde var. Tartışmasız delillerin elde edilmesi için çok önemli bir kurum. En yetenekli insanlar burada çalışır. Ama öyle bir noktaya geldik ki Adli Tıp Kurumu’nu da kendilerine benzettiler.  Delille oynamak, delil karartmak bir Adli Tıp Kurumu’nun görevi olabilir mi? Hizbullah davasında 5 yıl dosya bekledi Adli Tıp’ta. Bunlardan biri çıktı da neden 5 yıl bekledi diye sorduklarını duydunuz mu? Sormazlar. Ama Danıştay’a, Yargıtay’a yüklendiler."