24 Temmuz 2018 16:47
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yeniden milletvekili seçilmesinin ardından Yargıtay'a yaptığı 'davanın durması ve tahliye' talebi reddedilen İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun durumuyla ilgili olarak, "Enis Berberoğlu'nun esir olması bir Türkiye, demokrasi sorunudur" dedi.
Yargıtay üyelerinin Berberoğlu hakkındaki kararı beklettiğini ve adli tatilden bir gün önce karar verildiğini söyleyen Kılıçdaroğlu, "O tatil size haram olsun" ifadesini kullandı.
24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Günü'yle ilgili de konuşan Kılıçdaroğlu, 'havuz medyası' olarak adlandırılan iktidara yakın gazete ve televizyonları sert sözlerle eleştirdi. "Ya saraya yağcılık yapcaksın ya da sana yaşam hakkı tanımayacağım diyen bir dönemdeyiz. İktidar havuz medyasını oluşturdu. Devletten ihale alanlara gazeteler, televizyonlar ipotek edildi. Gazeteler zorla sattırıldı" diyen Kılıçdaroğlu, birkaç gazete dışında tüm medyanın iktidarın kontolünde olduğunu savundu.
Partisinin TBMM'deki grup toplantısında konuşan CHP Genel Başkanı, sözlerine dün 99. yıl dönümü kutlanan Erzurum Kongresi'ni hatırlatarak başladı. Kılıçdaroğlu'nun konuşmasının satır başları şöyle:
-Sevr Anlaşması'nı Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları yırtarak çöp sepetine atmışlardır. Atatürk şöyle anlatır: Siyasi, adli, iktisadı ve mali bağımsızlığımızı yaşama hakkımızı inkara yönelik olan Sevr Anlaşması bizce mevcut değildir der ve çöp sepetine atar. Saray'daki zat imzalamıştır, reddeden ise Kuvayi Millicilerdir.
-Lozan Barış Anlaşması'ndaki hükümleri tartışmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu anlaşma, büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir. Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusu teslim edilir. Bunun bize kadar gelmesini sağlayan iki önemli akıl vardır: Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü. Kişinin sarayın kulu olmasının önüne geçtiler, cumhuriyeti getirdiler. Kimsenin kulu ve kölesi olmadan vatandaş olmanın önemini öğrendik. Eşit yurttaşlık getirdiler, kimseyi ötekileştirmediler. Yeni bir demokrasiyle yola çıktılar. Bugün geldiğimiz nokta, kan ve gözyaşıyla kazanılan zaferlerin sonucudur. Bu topraklar sıradan kurulmadı. Bu devlet de sıradan bir devlet değildir. Binlerce yıllık devlet geleneği vardır. Hiç kimseye boyun eğmemiştir. Saray boyun eğdi, sonra kaçmak zorunda kaldı. Gemiye binip gitti. Bu ülkede yaşayanlar ise onurlarıyla yaşadılar, geleceklerini kan ve gözyaşıyla çizdiler. Sınırlarımız anlaşmalarla değil, kan ve gözyaşıyla kurulmuştur. Avukat bürolarında kurulmamıştır, bedel önemiştir bedel.
-Ödediğimiz bedeller yeterince genç kuşaklara aktarılmadı. Atatürk'ü genç kuşakların bir bölümü Kenan Evren'in gözüyle görmüştür. Atatürk iki temel üzerinde durur. Demiştir ki, "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir." Kendi ülkemde, bayrağımın altında aç da kalsam özgürce yaşayacağım demiştir. Bağımsızlığın ne kadar önemli olduğunu bilen Mustafa Kemal, nasıl kurulması gerektiğini söylüyor: Savaş alanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa geleceğimiz tehlikedir. İçinde bulunduğumuz durum şu anda budur. Türkiye tefecilerin dayatmalarıyla yönetilir hale gelmiştir.
-Atatürk'ü anlamak mavi gözleriyle sarı saçlarıyla değil; fikirlerini anlamak, onun mücadelesini vermekle olur.
-24 Temmuz 1908'de dönemin sarayının sansür memurları gazetelere giderler. Haberleri denetlemek ve sansürlemek için ve gazetelere giremezler. İzin verilmez. Gazeteler, 25'inde özgürce çıkar. O gün basın bayramı olarak kutlanmıştır. 1946'dan beri. 1971'de ise yeniden baskı kurulmuştur. Muhtıralar döneminde özgürlükler, insan hakları kısıtlanmıştır.
Gazeteler büyük baskı altında, gazeteciler hapiste, gazeteler kendilerine otosansür uyguluyorlar. Düşüncelerini değil, artık magazin haberlerini köşelerine koyan yeni bir anlayış var. Ya saraya yağcılık yapcaksın ya da sana yaşam hakkı tanımayacağım diyen bir dönemdeyiz. İktidar havuz medyasını oluşturdu. Devletten ihale alanlara gazeteler, televizyonlar ipotek edildi. Gazeteler zorla sattırıldı. Birkaç gazete dışında medyanın tamamı hükümetin kontrolünde. Tek bir görevleri var; iktidara yağcılık yapmak, sarayın gözüne girmek. Uçağına alır mı diye aşağılık davranışlar sergilemeye başladılar. Alsa ne olur olmasa ne olur!
Havuz medyasının en belirgin özelliklerinden biri de sürekli yalan haber yazmasıdır. Havuz medyasına verilen bütün desteklere rağmen gazeteleri satılmıyor. Almıyor kimse, güvenmiyor. Güvenmediği için de gazeteler basılır, dünyanın reklamı alınır, tamamına yakını hurdacıya gider.
Bir gün yurtdışından dönerken uçakta hostes arkadaş soruyor. Hangisini alacaksınız diye. Kimse istemedi, tamamını katladı dolabın içine koydu. Medya üzerinden ne yaparlarsa yapsınlar halkın sağduyusunu engellemeyecekler.
-Türkiye'de 140'ın üzerinde gazeteci hapiste. Birinin durumu daha özellikli. Ece Sevim Öztürk, 15 TEmmuz darbe girişimi oldu, demokrasiye ihanet ediyordu ama arkasındaki sır neydi, bunu araştırıyor. Sen misin bunu araştıran, yakaladılar, doğru hapise! Neden korkuyorsunuz? Neden 15 Temmuz'un detaylarının ortaya çıkmasından neden korkuyorlar? Bunu araştırmayacaksın diyor, neyi araştıracak peki?
-Gazetecilik bir kamu görevidir. Bugün kamu görevi yok, sadece ve sadee saraya hizmet edenler grubuna giren ciddi bir medya çalışanı var. Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak hala ofiste. Biz demokrasiyi, medya özgürlüğünü savunacağız. Kendi televizyon kanalları var, açık çağrı yaptım, bizi de çıkarın diye. Biz sarayın yaptığı gibi şunu, bunu çağır demiyoruz. En muhalifini çağır, katılmayan şerefsizdir. Asla çağıramazlar çünkü halkın doğruları öğrenmesini istemiyorlar.
-Enis Berberoğlu da uzun yıllar medyada çalıştı. Şu anda hapiste. Onu ben bir demokrasi kahramanı olarak görüyorum. İktidarın isteği üzerine hapishanede tutuklu, yani esir. Hiçbir suçu yok! Ama tutuklu, hapiste, esir. Dolayısıyla Enis Berberoğlu'nu mahkum eden olay bir Enis Berberoğlu olayı değildir. Bu olmaktan çıkmıştır. Olay, Berberoğlu ailesinin olayı da değildir. Olay, bir CHP milletvekilinin tutuklu olmasından da çıkmıştır. Bir Türkiye, bir demokrasi olayıdır.
-Gönlümüzde yatan mahkemelerin bağımsız olması. Ama yok. Talimatla karar veren mahkemeler var. Bakıyor, nasıl karar verirsem sarayın gözüne girerim, yargıtay yolu açılır diyor. Böyle düşünenler hakim, yargıç değildir. Onlara yakışan en güzel unvan 'Yargıya ihanet edenler'dir. Türkiye'nin en temel sorunu yargıdır. Yargı tutsak aslında, rehin altında. Karar veremiyor. Rehin altında bir yargı olur mu?
-Koca koca Yargıtay üyeleri biri hariç farklı düşünüyor. Neymiş özel hüküm varmış, geçici maddede. Ne yapsın içeride tutması lazım, bir şeye sarılması lazım. Yasama dokunulmazlığı sürekli değil. Seçilen milletvekili dokunulmazlık kazanır. Yargı dokunulmazlığının geçici olduğunu bu hakimler bilmiyor mu? Kararı beklettiler. Adli tatilin başlamasından bir gün önce karar verdiler, sonra hep beraber tatile çıktılar. O tatil size haram olsun!
-Kemal Gözler, anayasa hukukçusu. Yazısını aynen okuyacağım:
"20 Mayıs 2016 tarih ve 6718 sayılı Kanunla Anayasamıza eklenen geçici 20’nci maddenin kapsamı, 20 Mayıs 2016 tarihinde “Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, TBMM Başkanlığına veya Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar”dır. Bu dosyalarda kaldırılması istenen yasama dokunulmazlıkları, 3 Kasım 2015 tarihli milletvekili seçimleriyle kazanılmış olan yasama dokunulmazlıklarıdır. Zaten yasama dokunulmazlığı sürekli bir şey olmadığına ve her seçimle yeni bir yasama dokunulmazlığı başladığına göre, 26’ncı yasama döneminde yasama dokunulmazlığını ortadan kaldıran bir sebep, 27’nci yasama döneminde geçerli olamaz. Enis Berberoğlu hakkında 20 Mayıs 2016 tarihinde adı geçen makamlara intikal etmiş olan yasama dokunulmazlığının kaldırılması dosyasındaki talep, kaçınılmaz olarak, Enis Berberoğlu’nun 3 Kasım 2015 seçimleriyle başlamış olan 26’ncı yasama dönemindeki yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkindir. Buna ikna olmayan var ise kendisine şu soruyu sorsun: Eğer söz konusu dosya nedeniyle Enis Berberoğlu’nun dokunulmazlığı, geçici 20’nci maddeyle değil de, TBMM tarafından kaldırılsaydı, hangi dönemdeki dokunulmazlığı kaldırılmış olacaktı?"
-Yargı ipotek altında, rehin altında. Yine de umudumuzu kesmiş değiliz. Vicdanına göre karar veren çok sayıda hakim, savcı var. Yargının onurunu ve şerefini koruyan o insanları saygıyla selamlıyorum.
-Bir de Eren Erdem arkadaşımız var. 7 Mayıs 2018 tarihinde bir iddianame hazırlanır. Olabilir, benim hakkımda da dünya kadar iddianame var. Silivri'de açıklama yapmıştım, ben Ankara'ya gelmeden fezlekem gelmişti. Çünkü saraydan emir geldi, Kılıçdaroğlu'nun sesini kesin diye. Senin feriştahın gelse ben geri adım atmayacağım!
-19 Eylül 2018'e duruşma tarihi veriliyor. Sonra her nedense erkene alınıyor duruşma. FETÖ'ye üye olmamakla birlikte bilerek isteyerek yardım ettiği için. FETÖ'nün zamanında yaptığını, şimdi saray ve adamları yapıyor. Bir ipte iki cambaz oynamaz demiştim, bir cambaz düştü, diğeri devam ediyor. Erdem, hayatı boyunca FETÖ'yle mücadele etmiştir. Karşı gazetesinin sahibi bir mesaj atıyor Eren Erdem'e, bana ulaştılar, vergi borçlarını kapatacaklar, senin hakkında bazı suçlamalar yapmamı istiyorlar. Neyle suçlanıyor Eren Erdem, gizli tanığı deşifre etmekle. Allah akıl fikir versin! İfşa eden tanığın kendisi. Eren Erdem senin borçlarını ben kapatacağım deseydi gizli tanık olmayacaktı. Eren Erdem asla böyle bir onursuzluk yapmadı, onurlu duruşunu bozmadı. Yurtdışına kaçar diye tutuklandı. 2 yılda 38 kez gitti geldi. Suçlu adam kaçar, suçlu değil ki!
-Osman Kavala, bir iş adamı. Aynı zamanda bir vatansever, insan hakları savunucusu, bir yerde insan hakkı ihlali varsa gidip ona müdahale eden yürekli bir insan. Vatan, insan sevgisi var yüreğinde. Gözaltına alındı. Neden? Neden adaletten yanasın? Tutuklanıp Silivri Cezaevi'ne gönderildi. Suçu ne; hükümet ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs. Yok ki hükümet, anayasayla kaldırıldı. Yok ki hükümet. Anayasal bir düzen de yok ki, saray düzeni var. Bununla suçlanıyor ama nasıl, ne zaman işledi o belli değil. Çünkü iddianame yok. Aylardır içeride, iddianame yok. Sonra diyecekler ki Türkiye'de adalet, hukuk, bağımsız yargı var. Ben de diyeceğim ki sen bunu benim külahıma anlat.
-Üreten bir ülkede enflasyon, cari açık olmaz. Dünyada saygın bir ülkedir. Ekonomiyi tüketim üzerine inşa ederseniz üretilenleri tüketen bir ülke konumuna gelirsiniz. Nasıl geldik bu noktaya, yüksek faizler ödeyerek. Türkiye, tefecilere teslim oldu. Erdoğan, ben faizleri sıkça dile getirince rahatsızlığını ifade etti. CHP dışında bu tabloyu kimse ortaya koymuyor. 5 Nisan 2018'de yurtdışına gitmeden önce faizlerle ilgili toplantı yaptık, düşürülmesinden bahsettik, Merkez Bankası faiz artırdı diyor. E demek ki seni takmamış! Devam ediyor: Böyle bir şey olabilir mi? Böyle saygısızlık olur mu? Olmaz, doğruya doğru. Sana saygısızlık yapan adama karşı neden bir şey yapmıyorsun, tefecilerden mi korkuyorsun? 19 Haziran'da da "24'ünü hayırlısıyla atlatalım, yetkiyi verin. Ondan sonra faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz". Yetkiyi aldın, nasıl mücadele edeceğini göreceğim. Düşürürsen bu kürsüden seni öveceğim, düşüremezsen o koltukta oturmayacaksın.
-Erdoğan, namusu ve şerefi üzerine yemin ettikten sonra yurtdışına çıktı. Gazetecilere dedi ki, birileri tırmandırmaya çalışıyor ama düştüğünü göreceksiniz diyor. Birçok enstrumanımız var diyor. Ne gitar gördük ne saz! Son 16 yılda, devletin içerideki rantiyelere ödediği faiz 693 milyar lira.
-16 yıldır bu ülkeyi tefeciler yönetiyor. Sen kendinin yönettiğini sanıyorsun.
-15 Temmuzda bi darbe girişimi oldu. Hep beraber buna karşı çıktık. Parlamentoda o gece uçaktan bomba atılırken milletvekillerimiz onurlarıyla görevlerini yaptılar. 20 TEmmuz'da hükümet OHAL ilan edeceğim dedi. Ve OHAL'le darbe girişimi yeni bir sürece evrildi. 20 Temmuz'da bir sivil darbe yapıldı. Gerekçesi neydi? Bu gerekçeyi asla unutmamamız lazım. Şunları söyledi:
"Olağanüstü hâl ilanının amacı ülkemizde demokrasiye, hukuk devletine, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerine yönelik bu tehdidi ortadan kaldırmak için gereken adımları en etkin ve hızlı şekilde atabilmektir. "
-Tam tersini yaptılar. Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla örülüdür. Biz buna inanmadık, hayır oyu verdik. Evet oyu verenler tarihin önünde sorumludurlar. Hak aramanın önünü kapattılar, BM'ye dilekçe vererek biz adil yargılama yapmayacağız, işkence yapacağız diyerek Türkiye'yi rezil ettiler. Binlerce mağdur yarattılar.
-Dönemin Başbakanı, "Kurunun yanında yaş da yanıyor olabilir. 19 bin civarında göreve dönüş oldu. Yüz bine yakın da haksız işlem yapıldı diye müracaat eden var. Böyle yürümeyeceğini gördük. Yeni bir karar aldık, denetleme kurulu kurduk. Birkaç haftaya uygulamaya konacak. Hatalı işlem olabilir, önümüze gelen binlerce listeyi kontrol edip doğru yanlış yapıldığını bilemeyiz."
-OHAL için komisyon kurdular, görevi insanların AİHM'e başvurmasını engellemek. Bu haksızlıklar dönemin başbakanı tarafından dile getirilirken, kanun teklifi geldi. Görevden çıkarma eskiden Bakanlar Kurulu kararıyla oluyordu, Resmi Gazete'de yayınlanıyordu. Bunu görebiliyorduk, şimdi göremeyeceğiz.
-Haksız işlem yapanların, insanları mağdur edenlerin hiçbir sorumluluğu olmayacak. Seyahat özgürlüğü yok. Adil yargılama hakkı zaten yok. Gözaltı süreleri uzatılıyor. Sadece suçlu olduğu sanılan kişi değil, eşinin de pasaportuna el konuyor. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok.
-TMSF de doğrudan saraya bağlanıyor. Allah gözünü doyursun, ne diyeyim. Bir şirkete el konuyor, oraya atanan kayyımlar şirketin içini boşaltıp İsviçre'ye götürse, kimsenin sorumluluğu yok. Şimdi bu kanunu getiriyorlar. Haksızlık varsa bu haksızlık benim şahsıma karşı yapılan haksızlık değil. Sıradan vatandaşa yapılan bu haksızlığa karşı susarsanız dilsiz şeytansınız.
© Tüm hakları saklıdır.