Başbakan Ahmet Davutoğlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yla yapacağı görüşmede ele alacağı konuları 4 başlıkta sıraladı. Davutoğlu, görüşmeyi planladığı konuları yeni Anayasa, iç tüzük, reformlar ve kalıcı bütçe konusu olarak sıraladı.
Habertürk’ten Özcan Tikit’e konuşan Davutoğlu’nun açıklamaları şöyle:
Sayın Kılıçdaroğlu ile yapacağınız görüşmeden umutlu musunuz?
Bu ziyaretleri düşünürken birkaç şeyi hedefledik. Birincisi yeni bir döneme başlıyoruz; bir diyalog başlatmak. Nasıl biz Başbakan olduktan sonra Azerbaycan’a gidiyoruz... Bir geleneği oluşturmak.
Gündem olarak ne var diye sorduğunuzda; yeni Anayasa, ardından ikinci olarak üzerinde durmayı arzu ettiğimiz husus iç tüzük, Meclis’i daha iyi çalıştırabilmek için... Üçüncüsü reformlar. Bizim açıkladığımız reform paketleri var, bunlarla kanaatlerini almak ve süratle çıkmasını sağlamak, çünkü herkesin kabul ettiği reformlar bunların çoğu. Bu üç konu üzerine odaklanacağız. Bir de kalıcı bir bütçeye kavuşulması için yardımcı olmalarını rica edeceğim.
Esas itibarıyla bu dört konu, tabi merkezinde yeni Anayasa hususu var. Niye yeni bir Anayasa ihtiyacı içindeyiz, çünkü 12 Eylül Anayasası toplumun bütününü kuşatan bir Anayasa olarak yazılmadı. Mümkün olan en geniş tabanda bu Anayasa’yı oluşturma ihtiyacı var. Onun için de önce muhalefet liderleri sonra da sivil toplumla sürekli temas halinde olacağım. Yani bu, bir seferde gidip ‘Biz Anayasa’yla ilgili şunu düşünüyoruz, bunu kabul eder misiniz etmezseniz ne olacak?’ falan gibi bir tartışma değil.
Yani interaktif bir süreç başlatmak istiyorsunuz?
Bir şeyi konuşacağım Kılıçdaroğlu ve Bahçeli ile. Yeni Anayasa konusunda onlar için en uygun yöntem nedir? Çünkü usulde anlaşamazsak; sonra ‘Sen şununla gelme, ben şunu söylemeyeyim’ gibi başlarsak bunlar doğru değil. Herhalde ne Kılıçdaroğlu’nun ne Bahçeli’nin itirazı yoktur. HDP’yi de zikretmek isterdim ama malum sebeplerle görüşmeyeceğiz.
12 Eylül Anayasası’nın tümden değişmesi gerektiği konusunda kimsenin bir itirazı yok. Görünüşte... Gerçekten herkes değişmesini istiyor mu? Bu ayrı bir soru. Hem 12 Eylül darbesinden şikâyet edip hem 12 Eylül Anayasası’na sığınmak doğru değil. Bu sebeple yöntemi istişare etmeyi düşünüyorum. Sonra da muhtevayla ilgili hususlar... Son birkaç gün uzlaşma komisyonunda yapılan tartışmaların metinlerini okudum. Ciddi bir külliyat var okumaya devam ediyorum. Bu sürece katkıda bulunan arkadaşları cumartesi gecesi topladım, ilerleyen saatlere kadar onları dinledim. Yani ezberden herhangi bir çalışma yapmadan gitmiyoruz.
Bir meselenin ruhu, bir de formu vardır, Anayasa’larda da böyle. Şöyle bir formülü doğru görmüyorum; ‘12 Eylül Anayasası’nın ruhu yaşasın, formunu değiştirelim.’ Şimdiye kadar çok revizyon yapıldı, revizyonist yöntemleri oldum olası benimsememişimdir. Yani şekli bazı şeyleri değiştirelim 1-2 maddeyi, bugünkü krizleri aşalım veya şöyle yapalım gibi. Ruhu o kadar bozuk ki 12 Eylül Anayasası’nın olmuyor.
İlk dört madde dahil mi?
Bu tür konularda her şeye açık olmak lazım. Ben Anayasa’ların açık olması gerektiğini düşünüyorum. Kendine, halkına güvenen Anayasa açık Anayasa’dır. Terminoloji itibarıyla kapalı Anayasalar vardır. Belli maddelerinin değiştirilmesinin yasaklandığı Anayasalar. 4, bazen 10 madde olabilir bu. Açık Anayasa’da ise her şey konuşulabilir. Bu 4 madde ile ilgili benim şüphe beyan ettiğim anlamına gelmiyor. Ben o 4 maddeye inanıyorum ama halkıma, kendime, kuracağımız sisteme güveniyorum ki, bunlar açık da olsa bu 4 maddeyi değiştirmeyi kimse düşünmez, yani aidiyeti kuvvetliyse böyle bir şeye ihtiyaç olmaz. Zaten ruhu burada. Ruhu dediğim husus ne; 1- Vatandaş-insan odaklı olacak, devlet odaklı olmayacak. Bizim Anayasa devlet odaklı. Yani devleti korumak esastır. Halbuki devletin esası insandır. Mesela bu benim için olmazsa olmaz şeylerden biri. İnsan onurunu esas alacak.
Bunu temel hak ve özgürlükler konusunda taviz vermeden yapacağız. 12 Eylül Anayasası’na baktığınızda vatandaşı tehdit görüyor. Her an yaramazlık yapabilir diye sanki bakıyor, anne baba (gibi) ve kısıtlama koyuyor. ‘Şunu yapma, şunu da yapma!’ ‘Şunu yaparsan bile şunları şunları gözeterek yap.’ Halbuki ne vatandaş çocuktur ne de devlet vatandaşlar dışında var olabilen bir şeydir. Bunlar hep ruhuyla ilgili şeyler.
Bunların oluşması halinde biz formu rahat konuşuruz. Form nedir? Yönetim şeklidir. Ha bir de güçler ayrılığı prensibi ruhtur, form değildir. Yani ‘Başkanlık üzerinden diktatörlük doğar’ gibi bir kanaati serdedenlere söylüyorum; en büyük diktatörlük bazen jüristokrasi üzerinden doğabilir. Mesela Hitler parlamenter sistem içinde gelişti. Bu tür kalıpların dışına çıkmak lazım.
Anayasa’nın ruhu meselesinde anlaşabileceğinizi düşünüyorsunuz?
Düşünüyorum. Yani bence o ruhu sağlarsak, o ruh üzerinde başkanlık sistemi de, parlamenter sistem de özgürlükçü olur. Başkanlık sistemine ‘Türkiye bölünür’ diye karşı çıktıklarını iddia ediyorlar. Sanki başkanlığın öncül şartı federalizm gibi. Yahu Almanya’da federal devlet var, parlamenter sistem. Yani diktatörlük dediğiniz, gücün tek elde toplanması. Amerikan sisteminde zaten kurucu babalar bunu engellemek için bu sistemi geliştirmeye çalıştı. Çok açık konuşacağım. Meseleyi kişiselleştirmememiz, konjonktüre teslim etmememiz lazım. Yani ‘Başkanlık gelirse Sayın Erdoğan başkan olur’ ya da bugünkü konjonktür ,‘Başkanlık gelirse biz iktidar olamayız.’ Öyle bir sistem kuralım ki torunlarımız, onların torunlarının torunları da bununla yaşayabilsin, bir daha fetrete izin olmasın. 30-40, belki 10 sene sonra bilemeyiz ama biyolojik ömrün ortalamasına bakıldığında 30 sene sonra hiçbirimiz yokuz. Ben de yokum, sayın Cumhurbaşkanı’mız da yok, Kılıçdaroğlu da yok. Biz Mevlânâ muhitleri Şeb-i Arus deriz, geldi mi eyvallah. Ama 50 sene sonra Türkiye olacak. Çağrım burada liderlere; gelin konjonktürel şeyleri bir kenara koyalım. Yine başkanlığın; Türkiye’deki evrilen sistem itibarıyla geçişin kolay olacağı kanaatindeyim. Yeni bir şeyi inşa etmek bakımından da bunu savunacağız. ‘Yok biz bundan hoşlanmıyoruz’ diyorsa kendi teklifi neyse onu getirsin. Machiavelli’nin çok sevdiğim bir değerlendirmesi var. ‘Fransa gibi bir devleti kurmak çok kolay, idare etmek imkânsızdır. Osmanlı gibi bir devleti kurmak çok zor, idare etmek kolaydır’ der. Yani devleti öylesine yeniden tanzim edelim ki iyice düşünelim, konuşalım ama sonra idare etmek kolay olsun.
HDP ile ilgili ‘Artık onlarla görüşmeyeceğiz’ dediniz. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Demirtaş’la ilgili bir soruşturma başlattı, ne bekleniyor buradan?
Başbakan olduğumda Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim, çok eleştiri almama rağmen hiç tereddüt etmedim. Çünkü Meclis’te grubu bulunan bir partinin eşbaşkanıydı. Başbakanlık’ta onu kabul ettiğim tarih 1 Ekim. 6 Ekim’de Kobani’yi kışkırtarak çıkarttılar. 7 Haziran’dan sonra hükümeti kurma görevini 9 Temmuz’da Cumhurbaşkanı’mızdan aldım, 15 Temmuz’da onları ziyaret ettim, o zaman da çok eleştiri aldım parti içinden. ‘Niye gidiyoruz, adam 8 Haziran’da açıklama yaptı ‘Asla’ dedi’ diye. Ben ‘Hayır’ dedim, ‘Hükümet görevini aldım kimseyi dışlamam.’ 1 Kasım seçimlerinden sonra arada terörle mücadele dahil vahim açıklamalar yapmış olmalarına rağmen ‘Herkesle görüşeceğim’ dedim. Tekrar randevu istedim. Benim HDP’yle şu aşamada görüşmem siyasi bir risk, ben bu riski aldım hiç tereddüt etmeden. Onlar karşılığında ne yaptılar? Daha randevunun mürekkebi kurumadan Demirtaş açıklama yaptı ‘Gelince şunu soracağız, bunu soracağız’ Hesap sorma makamı sanki. Yahu sen önce kendi hesabını ver. Nedir bu hendekler, barikatlar, silahlar, saldırılar. Ne yapmak istiyorsunuz?
Soruşturmaya gelince, hukuk devletinde herkes kurallara uymak durumundadır. Ha fikir hürriyeti var, herkes her şeyi söyleyebilir. Fikir düzeyinde kaldığı müddetçe. Fakat kimse var olan bir hukuk sistemi işlerken, kendi başına de-facto özerklik falan ilan edemez. Bu suçtur. Şimdi Almanya’da diyelim ki bir akşam federal yeni bir yapı ilan ederseniz Alman hukuk sistemi buna sessiz kalır mı? Ya da Amerika’da 50 federal devlet var, sen de bir federal devlet ilan ediyorsun bir köşede... Birisi ‘Böyle bir şey ilan ettim şuralarda barikat kazdım, giremez’ diyebilir mi? O andan itibaren suç başlar. Bunu kimse fikir özgürlüğü olarak göremez. Bir ilan ve bunun parçası olarak da yapılmış hendekler, barikatlar, saldırılar, Doçkalar, Kanaslar var. Bir siyasi partinin terörü ve teröristi övmesi, savunması, toplumu bu faaliyetlere katılmaya davet etmesi kabul edilemez. Her demokratik hukuk düzeni bunu suç olarak telakki eder. Yani bu konuda hiç taviz yok.
Anladığımız kadarıyla Rusya ile bir siber savaş da yapılıyor?
Tabii Rusya ile böyle bir savaş içindeyiz dememiz doğru değil, öyle bir veri yok ortada ama siber güvenlik şu anda her yerde ulusal güvenliğin bir parçası olarak telakki ediliyor. Bunlara karşı her türlü tedbiri aldık. Ama hiçbir ülke de ‘Bu tehditlere karşı korunaklıyız’ diyebilecek durumda değil. O bakımdan ciddi bir teyakkuz halindeyiz.