21 Ekim 2014 16:39
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet dosyasının kapatılmasına ilişkin olarak hükümete ağır eleştiriler yöneltti. "17 Aralık’tan sonra yapılan bütün yasal düzenlemelerin tek amacı vardı. Yolsuzluk dosyalarını kapatmak" diyen Kılıçdaroğlu, "Bu hırsızların ortaklarına da sesleniyorum. Ağzımızdan çıkan kanun oluyor, ne yaparsak yırtarız demeyin. Bazı suçların zaman aşımı yoktur. *Pinochet nasıl yargılandıysa, siz de aynı şekilde yargılanacaksınız" ifadelerini kullandı. Dosyaya takipsizlik kararı veren savcı Ekrem Aydıner'i de eleştirerek "Düşüncesini, kalemini, vicdanını, adaleti satana savcı denemez. Meslektaşlarının, eşinin, çocuklarının, komşularının yüzüne nasıl bakacak?" diye sordu.
Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında milletvekillerine ve toplantıyı izlemeye gelenlere seslendi.
Kılıçdaroğlu'nun açıklamalarından satırbaşları şöyle:
21 Ekim 1860'da Tercümanı Ahval yayına başladı. Gazeteciler gazeteciler günü olarak kutlar o günü. Gazeteciler kendi bayramlarını kutlayabiliyorlar mı? Özgürce yazıp çizebiliyorlar mı? Rahatlıkla iş bulabiliyorlar mı? Böyle bir ortam ne yazık ki yok.
Bir bakan Avrupa Birliği'ne gidiyor. Gazetecilere baskı yok diyor. Ben merak ediyorum bu bakan hiç Alo Fatih'i duymamış mı?
Her gazetenin içine bir hükümet komiseri yerleştirip haberlere müdahale edildiğini biliyoruz. Şimdi geliyorlar medyaya baskı yok diyorlar.
Her yerde baskı var. Kimisine ekonomik, kimisine sosyolojik baskı uyguluyorlar.
Salihli'de üzüm mitingi yaptık. Bizi dinleyen bütün çiftçi kardeşlerime sesleniyorum, neyin fiyatı yüzde 50 düştü ki, sizin ürettiğiniz üzüm 5 liradan, 2 buçuk liraya düştü? Sizi sefalete sürükleyen siyasal iktidara 2015'te ders vereceksiniz. Bunu bekliyoruz.
Salihli'de üzüm mitingi yaptık. Bizi dinleyen bütün çiftçi kardeşlerime sesleniyorum, neyin fiyatı yüzde 50 düştü ki, sizin ürettiğiniz üzüm 5 liradan, 2 buçuk liraya düştü? Sizi sefalete sürükleyen siyasal iktidara 2015'te ders vereceksiniz. Bunu bekliyoruz.
21 Ekim'de Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü. Bir basın bayramı günü... Büyük bir insandı, bilge bir insandı. Siyasal olayları tarihin süzgecinden geçirerek değerlendirirdi. Ama ondan rahatsız oldular. Bu ülkede aydın olmanın zor olduğunu biliyordu. Aydın olmak halkın lideri olmaktır. Aydın olmak zulme karşı direnmektir. Eğer bir aydın tanımını kişiselleştireceksek o aydın sayın Kışlalı'dır.
Eğer 17 25 Aralık dosyalarında rüşvet ve yolsuzluk dolayısıyla bir delil yoksa emin olun dünyadaki hiçbir yolsuzluk davasında bir delil yoktur. Her türlü delil, her taraftan fışkırıyor. Paralar, makineler, dolarlar, liralar, fotoğraflar… Ama savcıya göre hiçbir şey yok.
Ayakkabı kutularında da var. Kamuoyuna mal olan küçük bir alan. Asıl 247 milyar liralık bir yolsuzluk var. Bu savcı hiçbir delili görmüyor. 25 Aralık 2013. Bunların bir bakanı, Erdoğan Bayraktar. Televizyonlarda, “rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle istifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyonu yayınlayınız’ şeklinde tarafıma baskı yapılmasını kabul edemem” diyor.
Savcı bunu görmüyor. Diyor ki, “kabul etmiyorum çünkü, soruşturma dosyasında var olan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan’ın onayıyla yapıldı. Bu minval üzerinden bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettiğimi açıklıyorum.”
Daha ne söylesin? Kendi bakanı. Beraber çalıştığı bakan. Yıllar yılı TOKİ’de başkanlık yaptı. Başbakan’ın talimatıyla yapıldı bunlar diyor.
Bir yolsuzluk dosyasını kapatmaya çalışabilirsiniz. 17 Aralık’tan sonra yapılan bütün yasal düzenlemelerin tek amacı vardı. Yolsuzluk dosyalarını kapatmak.
Davutoğlu’nun görev alanını çizdiler. “Sen şu konularda görev yapacaksın” diye. O da “başım üstüne” dedi. Bugün konuşmasının temel nedeni de budur.
Bir ülkede bu kadar yolsuzluk ve hırsızlıuk var ve Başbakan konuşmuyorsa, ciddi açık var o ülke iyi yönetilmiyor demektir. Dönemin Başbakanlık Müsteşarı polise telefon ediyor, “savcıyı alın” diyor, “içeri alın” diyor. “Ne bekliyorsunuz” diyor. “Kanun manun dinlemem, kanun biziz, siz gereğini yapın, gerekirse kanun çıkarırız” diyor. Ama bir kişi, savcı, bunları yapmadı ve görmedi.
Madem bu konuya girdik, önce hırsızlara seslenmek istiyorum. Ey hırsızlar, rüşvetçiler, rantçılar, komisyoncular, kaçakçılar, sakın devleti de hükümeti de satın aldık demeyin. Satın aldığınız, şerefini satılığa çıkarmış adamların kendisidir. Onlar gelir geçer, bu ara dönem mutlaka biter. Bu devlet asli rotasına döndüğü zaman adaletin tokadı suratınıza çarpacak. Bu hırsızların ortaklarına da sesleniyorum. Ağzımızdan çıkan kanun oluyor, ne yaparsak yırtarız demeyin. Bazı suçların zaman aşımı yoktur. Pinochet nasıl yargılandıysa, siz de aynı şekilde yargılanacaksınız.
Sevgili yurttaşlarım bizim kültürümüzde tarihimizde hırsızlığın zorbalığın yeri yoktur. Biz padişahını Kanuni diye öven bir milletiz. Bizim yanımızda rüşvetçiler yok, kaçakçılar yok katiller yok. Bizim yanımızda alnının akı ile kazanan Somalı madenciler var. 14 yaşında biber gazı kurşunu ile hayatını kaybeden Berkin Elvanlar var. Bizim yanımızda adalet için sokağa çıkıp öldürülen Ali İsmail Korkmazlar var. Bizim yerimiz burası.
Biz Ethem Sarısülük’ün katiline 7 yıl hapis verip annesine 10 yıl verenlerden değiliz. Biç Ethem Sarısülük’ün annesinin yanındayız. Ethem için içimiz nasıl yanıyorsa sokak ortasında linç edilen Yasin için de Diyarbakır’da linç edilen Yusuf Er için de üzülüyorum.
Savcıya da sözümüz var. Ona savcı diyoruz. Resmi adı savcı. Gerçek adı Rıza Sarraf’ın avukatı. Savcı ile avukatın rolü farklıdır. O savcı şunu unutmasın Nazi Almanyası’nda Hans Frank’ın açıklaması var. Verdiğiniz her karada kendinize şunu soracaksınız. Benim yerimde Führer olsaydı nasıl karar verirdiniz.
Bu savcı da benim yerimde Erdoğan olsaydı nasıl karar verirdi diyerek karar verdi. O savcı adalet sarayına giderken diğer hakimlerin yüzüne nasıl bakıyor acaba. Eşinin çocukların yüzüne nasıl bakıyor. Komşularının yüzüne nasıl bakıyor. Soyadı Aydıner bence değiştirsin. Karanlık soyadı çok yakışır. Ona savcı denmez. Düşüncesini, adaletini, kalemini satan adama savcı denemez.
Onlara müsaade edeceksin gazi bacağına haciz koyacaksın. Bu mu adalet. Türkiye provokasyonla karşı karşıya. Daha baskıcı bir Türkiye’yi inşa etmek istiyorlar.
İktidar olduğunun farkında değil. Sen Başbakansın. Sen şikayet edeceksen kim savunacak. Adalet kavramının içini boşattılar. Özgürlük diye satıyorlar bunu. Otobüsü yakanı mahkemeye çıkardın da karşı çıkan mı oldu. Türkiye yeni bir sürecin içine sokulmak isteniyor. İtibarlı, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasisi gelişmiş bir Türkiye istiyoruz. Türkiye’nin itibarı yerle bir. En son BM’de görüldü. Davutoğlu kendi grubunda konuşma yapıyor. Biz BM Güvenlik Konseyi’ne daimi olmayan üye seçileceğiz bu bizim başarımız olacaktır” diyor. Sonuç ne oldu. Yeni Zelanda 4,5 milyon nüfuslu 145 üyenin oyunu aldı. İspanya girdi oyu aldı. Türkiye 60 üyede kaldı. Tam bir yüz karası, diplomatik darbe. BM’de Türkiye’yi bu hale getiren kim.
Bu soruyu iktidara sorma, bu hale CHP getirdi de. Hava yağmurlu olsa CHP’ye bağlayacak. BM’de neyin olup olmadığını göremiyorsun. Suudi Arabistan, Kral Abdullah Türkiye’ye geldiğinde diplomatik kuralları yerle bir ettiler. Kral ortada oturdu bir tarafında Türkiye’nin başbakanı diğer tarafında cumhurbaşkanı oturdu. Şimdi Suudi Arabistan bunlara ders verdi, BM’de aleyhine kulis yaptı. Dış politikayı iç politika malzemesi yaparsanız böyle duvara toslarsınız. Kral’ın hediyelerini de ceplerini indirdiler.
İran’a gittiler ip gibi dizildiler. Erdoğan buraya gelince kendimizi 2. Evimizde hissediyoruz dedi. İran da aleyhine kulis yaptı. Bunların tamamı gerçek. Bundan çıkan sonuç şu: Türkiye iyi yönetilmiyor. Gazetecisi memnun değil, çifti, işçi, gazi memnun değil. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy verenler de memnu değil. Ben bu hükümeti eleştirirken sakın sizi eleştiriyorum sanmıyorum. Ben sizden ülkemiz için bayrağımız için güvenliğimiz için sandığa giderken düşünün. Yeni bir hükümet, yeni bir anlayış, halktan yana politika üreten bir anlayış. Bunu hangi parti üretiyor diye kendinize sorun. Vicdanınız size seslenecek. CHP diyecek.
Bütün amacımız bunun için. Eğer yetkilendirirseniz, güç verirseniz Türkiye ayağa kalkar. Biz iktidar olmayı sorunları çözmek için istiyoruz. 1,5 milyon Suriyeli var. Sadece adresi bilinen kamplarda yaşananlar. Gelip dükkan açıyor vergi vermiyor ama sen vergi veriyorsun. Otur düşün milyonlarca Suriyeliyi dilenci haline kim soktu. Kendileri hanlarda hamamlarda sefa sürdüler. Dolarlara dolarlarını eklediler. Yeter diyen artık. Bir de bu ülkeyi dürüst namuslu adamlar yönetsin.
Size sözüm söz. CHP’nin sözü bu ülkeye adaleti getireceğiz, bu ülkeye demokrasiyi getireceğiz. Çocuğumuz işsiz diyorsun oturup kendine 12 yıldır bu ülkeyi kimin yönettiğini neden sormuyorsun. Onları çocukları işsiz mi. Demokrasinin özü soru sormakla başlar. Hayatı sorgulamakla başlar. İnanç, etnik kimlik, yaşam tarzı bunlar siyasetin konusu değildir. Kimsenin anne ve babasını seçme şansı yoktur ama herkes ailesi ile gurur duyar. Yurttaşları kimlikleri, inançları ve yaşam tarzları nedeniyle böleceksin ”bunlar benim arkam bahçemdir” diyeceksin.
Dolarlarla yakalandılar, İmam Hatip yapacaktır dediler. Türkiye’de haram para ile İmam Hatip yapılmadı yapılmayacak. Kendisi sorun olan bir hükümet sorunları çözemez. Sorun olmayan ir hükümet sorunları çözer. 2015 seçimleri bir dönem noktasıdır. Türkiye için bir dönüm noktasıdır. Kararı biz vereceğiz. Türkiye’yi aydınlığa çıkaracağız. Bunun için elimiz mahkum, bunu yapacağız. Yurttaşlarımdan bize güvenmelerini istiyorum. Demokrasiye inanarak ve güvenerek yapacağız bunu. Önümüzdeki süreç içinde çok güzel projelerle halkımızın karşısına çıkacağız. Bize güvenin ve görün Türkiye nasıl ayağa kalkarmış.
Pinochet kimdir?
Şili'de 1973'te hükümete el koyan Augusto Pinochet önderliğindeki askeri rejim, gücü kolay kolay teslim etme yanlısı değildi. 1988 yılında yapılan referandumda 1974'ten beri Şili'ye başkanlık eden Pinochet'nin tekrar seçilmesi önerisine yüzde 56 oyla karşı çıkıldı. Her ne kadar bu "hayır" oyu demokratik başkan ve parlamento seçimine yol açtıysa ve Patricio Aylwin görevi 1990'da Pinochet'den teslim aldıysa da askeri rejimin Şili'deki vesayeti bitmedi. Pinochet 1980 Anayasası çerçevesinde Genelkurmay başkanlığı görevinde 1998 yılına kadar bulundu ve bundan sonrada parlamentoda senatör olarak görev almaya devam etti.
Pinochet'nin süregelen vesayetine en büyük darbe İspanya'dan geldi. Londra'da sağlık nedenleri dolayısıyla bulunan Pinochet. İspanyol yargıç Baltasar Garzon'un uluslararası tutukla emri talebi üzerine 1998'de gözaltına alındı. Garzon, Pinochet'yi İspanyol diplomat Carmelo Soria'nin suikastı ve İspanyol vatandaşlarına karşı işlenen 94 işkence vakasında sorumlu olmaktan tutuklama emrini çıkartmıştı. İngiltere'de bir sene boyunca ev hapsinde tutulan Pinochet, İngiltere, Amerika ve hala sancılı sivil asker ilişkileriyle mücadele eden Şili'nin talepleri üzerine, İspanya'ya değil kendi ülkesi Şili'ye iade edildi. Havaalanında destekçilerinin sevinç gösterileriyle karşılanan Pinochet'nin dokunulmazlığı 2000'de parlamentonun anayasa değişikliğini onaylaması ve Pinochet'ye ömür boyu senatörlük görevinden istifa etmesi karşılığı dokunulmazlık hakkı tanıdı. Fakat Şili Yüksek Mahkemesi Ağustos 2000'de Pinochet'nin dokunulmazlığının kaldırılması talebini onayladı, ve böylece İspanya'nın ön ayak olmasıyla başlayan süreç Şili'nin ulusal mahkemelerinde devam etmeye başladı. Yaşlılık ve bunaklık gibi sağlık sorunları bahane edilerek, Pinochet'nin yargılanmasının önüne geçilmeye çalışılsa da savcılık bu iddiaları kabul etmedi. Her ne kadar ev hapsinde tutulsa da Pinochet sorumlu olduğu çeşitli insan hakları ihlalleri suçlarından mahkum edilemeden ve suçlarıyla hesaplaşmadan 2006 yılında 91yaşında öldü
© Tüm hakları saklıdır.