17 Ekim 2019 14:27
Aykut Çelikbaş*
Geçtiğimiz cumartesi günü 34 yaşındaki Kenyalı atlet Eliud Kipchoge, Viyana caddelerinde maraton mesafesini 1:59:40'da koşarak 2 saatin altına inen ilk insan oldu. Bu derece resmi bir yarışta koşulmadığı ve IAAF kurallarına uygun olmayan bazı özel şartlar altında yapıldığı için dünya rekoru olarak kabul edilmeyecek ama tüm bunlar dünyada büyük bir yankı bulduğu gerçeğini değiştirmeyecek.
Kipchoge maratona başladığında Ankara Eymir Gölü'nde Salomon How To Trail Run antrenmanımızı yapıyorduk. Antrenman bittikten sonra denemenin son yarım saatini canlı olarak izleme şansım oldu. Daha sonra tümünü internetten izledim, konu hakkında birçok yorum ve makale okudum. Tüm bunlardan edindiğim bilgiler ışığında bu denemenin ne anlama geldiği konusunda kendimce bir derleme yapmaya karar verdim. Kafanızda bazı soru işaretleri varsa belki biraz ışık tutabileceği gibi soru işareti olmayanların da kafasını bulandırabilir!
Konuya başlamadan önce son söyleyeceğimi en başta söylemekte fayda var. Kipchoge bana göre tarihin en başarılı maraton koşucusu. Ama bunun sebebi cumartesi günü iki saatin altında koşması değil. Bu deneme hiç olmasaydı bile kariyerinde koştuğu 12 maratondan 11 tanesini kazanmış olması ve dünya rekorunun sahibi olması ile bu gerçek değişmeyecekti. Katılıp da birinci bitiremediği tek maraton 2013'te ikinci olduğu Berlin Maratonu ve o yarışta birinci olan Wilson Kipsang'in Kipchoge'yi geçmesi için dünya rekoru kırması gerekmişti. Dahası okuduğum ve izlediğim röportajlarından gördüğüm kendini her yönden çok geliştirmiş olan, zihinsel açıdan da çok güçlü bir atlet olduğu ortada.
Bunu belirttikten sonra 1:59:40'ı biraz mercek altına alalım.
100 metreyi 10 saniye altında koşmak. 1 mili 4 dakika altında koşmak. İnsanoğlu yuvarlak rakamları sever. Maratonu 2 saat altında koşmak da uzun süredir bu kategorideydi. Ama bu noktaya nasıl geldik ve bundan sonrası için neler diyebiliriz önce buna bakalım.
Aslında maratonun da içinde olduğu herhangi birçok koşu performansının temel olarak üç faktöre bağlı olduğu söylenebilir.
1- Atletin kendisi (fizyolojik özellikleri)
2- Ekipman (Ayakkabı)
3- Çevresel şartlar (hava sıcaklığı, nem, parkurun yapısı, yükseklik kazanımı, hava direnci, irtifa vs.)
1991 yılında henüz maraton dünya rekoru 2:06:50 seviyesinde iken Michael Joyner adlı bir bilim insanı tüm fizyolojik değerleri optimum düzeyde olan bir insanın koşabileceği en hızlı maraton süresini hesaplamaya yönelik bir makale yayınlanmıştı. Daha sonra referans olarak kullanılacak bu makalede performansın VO2 max, koşu ekonomisi ve laktat eşiği olarak üç değere bağlı olduğunu belirtmişti. Buna göre bir insanın koşabileceği en hızlı maraton derecesini 1:57:58 olarak ön görmüştü.
Ancak 1988'de 2:06:50 olan maraton dünya rekoru 10 yıl boyunca değişmeden kalınca bu araştırma pek ilgi çekmedi. Fakat 1998'den sonra özellikle büyük sponsorlar ve yüksek para ödüllerinin de işin içine girmesi ile süreç hızlandı. Böylece 1998'den 2014'e kadar maraton dünya rekoru tam 10 kez kırıldı ve sonunda Berlin 2014'de Dennis Kimetto dereceyi 2:02:57'ye getirdi.
İşte maraton rekorunun iki saat altına inip inemeyeceği esas olarak bu andan sonra konuşulmaya başladı. Aslında bu süre hâlâ iki saat altına inmek için çok yakın değildi çünkü maraton rekorları hep birkaç yılda bir ve 30 saniyeden az sürelerle kırılıyordu. Normal şartlarda 10-15 yıldan önce bu derecelere ulaşılması birçok kişi tarafından mümkün görülmüyordu. Çünkü fizyolojik limitler tarihte hiçbir zaman bu hızda ilerlememişti ve iki saat altına inmek için fizyolojik değerlerden daha başka faktörleri değiştirmek gerekiyordu.
Önce gerekli üç faktörü daha detaylı şekilde inceleyelim.
Bir atletin sahip olduğu fizyolojik değerlerin ne anlama geldiğini anlamak için Joyner'ın araştırmasında bahsettiği VO2 max, koşu ekonomisi ve laktat eşiği değerlerinin ne anlama geldiğine hızlıca göz atmak gerek.
VO2Max: Kısaca vücudunuzun aktivite esnasında sürdürebildiği en yüksek hızda kullanabildiği maksimum oksijen miktarı şeklinde tanımlanabilir. Laboratuvar testleri ile ölçülen bu değeri tespit etmek için genelde bir koşu bandı üzerinde yavaş başlayıp giderek hızlanırsınız. Yorgunluktan dolayı durmak zorunda kaldığınız anda kullandığınız oksijen miktarı bu değerdir. İnsan vücudunu bir araba gibi düşünürseniz bu değeri arabanın motorunun büyüklüğü olarak düşünebilirsiniz. Bu değer rastgele seçilmiş iki insan arasında önemli bir fikir verse de, dünyanın en iyi atletleri konu olduğunda tek başına yeterli bir gösterge değildir. Örneğin İskandinav cross country ve bisiklet sporcuları dünyanın en yüksek VO2Max değerlerine sahip olsa da, en iyi 100 maraton derecesi içinde İskandinavya'dan bir atlet göremezsiniz.
Koşu ekonomisi: Belli bir hızda koşmak için ne kadar oksijene ihtiyaç duyduğunuzu gösteren değerdir. Aynı örnekten gidersek bir arabanın 100 km'de 6 litre benzin yakması gibi, bir insanın da bir km'yi belli bir hızda koşması için ne kadar oksijene ihtiyacı olduğu ölçülebilir. Kısacası bu veri, koşunun size getirdiği maliyet hakkında bilgi verir. Aynı hızda koşan iki atletten koşu ekonomisi daha iyi olan, VO2Max değerinin daha küçük bir yüzdesini kullanarak koşabilir.
Laktat Eşiği: VO2Max'e motor, koşu ekonomisine yakıt tüketimi dersek, laktat eşiği ise arabanın maksimum hıza olabildiğince yakın bir hızda sorun yaşamadan (örneğin su kaynatmadan, motoru patlatmadan) gidebilmesi olarak tanımlanabilir. Eğer bir koşucu laktat eşiğinin altında koşarsa yorgunluğu uzunca bir süre erteleyebilir, üstüne çıkarsa koştuğu hızı uzun süre devam ettiremez. Elit koşucular genelde maksimum nabızlarının yüzde 80 ila 85'ini kullanarak laktat eşiğinin altında kalabilirler.
Buradan hareketle bir atletin daha hızlı koşabilmesi için ya arabanın motorunu büyütmesi (VO2Max'ını yükseltmesi) gerekir ki bu genetik özelliklere de bağlı olduğu için özellikle elit seviyelerde çok zordur. İkinci ihtimal antrenmanlarla laktat eşiğini yükseltmektir. Böylece daha yüksek hızlarda daha uzun süre koşulabilir. Kipchoge'nin özellikle bu konuda rakiplerine bir üstünlüğü olduğu düşünülüyor. Üçüncü ihtimal ise koşu ekonomisini geliştirmek, yani yine bir araba mantığından gidersek aynı hızda koşarken daha az yakıt tüketimine ihtiyaç duymak. İşte bunu yapmanın yollarından bir tanesi de kullanılan ekipman. Bu da bizi bir sonraki faktöre yani ayakkabıya taşır.
Hatırlayacağınız gibi Mayıs 2017'de yine Nike'ın sponsorluğunda Kipchoge İtalya'da Monza Formula 1 pistinde bir deneme daha yapmış ama 25 saniye ile 2 saatin üstünde kalmıştı. Kipchoge bu denemede Nike'ın Vaporfly 4% modeli ile koşmuştu. Nike bu ayakkabının her adımda yüzde 4 enerji tasarrufu sağladığını iddia etmiş ve ayakkabıyı bu şekilde pazarlamıştı. Bu ifade önceleri bir pazarlama taktiği olarak görülse de daha sonra yapılan bağımsız laboratuvar çalışmalarında gerçekten de ayakkabının yüzde 4.2 oranında enerji tasarrufu sağlayabileceği ortaya çıkmıştı. Hatta sponsoru Adidas olan bazı atletler, Nike logosunu kapatarak bu ayakkabıyı giymiş ve uzak ara en iyi derecelerini koşmuştu.
Tüm bu araştırmalar ayakkabının elit maratoncuların sürelerini en azından 60-90 saniye kadar geliştirebildikleri konusunda ciddi veriler ortaya koyuyor. İtalya'daki denemede Vaporfly %4 modelini giyen Kipchoge, Cumartesi günü Avusturya'da Vaporfly Alphafly% prototip modelini giydi (düzeltme için tribündergi'ye teşekkürler) ve bu ayakkabı hakkında henüz bir araştırma yok. Ama koşu ekonomisine katkısının yüzde 4'den daha fazla olduğu iddia ediliyor. Nike'ın patent başvurularına göre bu ayakkabının tabanının ön kısmında içi sıvı dolu dört adet ped var ve bunlar belli bir basınca kadar şişiriliyor. Bu pedler koşucunun uyguladığı kuvveti tabandaki karbon fiber tabakaya yayıp, yere bastıktan sonra gelen tepki kuvvetini geri iletmekle görevli.
Bir görüş bu ayakkabıyı herkes alıp giyebileceği için bunun bir sorun yaratmadığını savunuyor. Fakat karşıt görüştekiler herkesin satışına açık olan ayakkabının Kipchoge'nin ayakkabısından farklı olduğunu söylüyor. Çünkü ayakkabının onun için kişiselleştirilmiş farklı bir versiyon olduğunu ve yapısının açıklanmadığını belirterek bunun etik olmadığını savunuyorlar. Ayakkabı konusunda da şöyle bir örnek veriyorlar: Dünyanın en iyilerinden oluşan 10 koşucuyu Berlin veya Londra gibi bir maratonda bir araya getirdiğinizi ve bu atletlerin en iyisi ile en kötüsü arasındaki fizyolojik farkların yüzde 2 seviyesinde olduğunu düşünün. Eğer laboratuvar testlerindeki gibi Nike'ın etkisi gerçekten yüzde 4 seviyelerinde ise kimin en iyi olduğunu atletlerin kendisi değil kimin hangi ayakkabıyı giydiği belirliyor. İddia bu. En iyi fizyolojiye ve yarış taktiğine sahip koşucunun mu kazanmasını istersiniz yoksa en yüksek teknolojiye sahip ayakkabıyı giyen koşucunun mu?
Bir diğer örnek ise 2:45'lik yüksek atlama dünya rekoru üzerinden veriliyor. Bir insanın yüksek atlamada 3 metre atlayamamasının sebebi kas ve tendon yapısının dünyadaki yer çekimine daha fazla karşı gelememesi yüzünden. Eğer bir insan, yer çekiminin daha düşük olduğu Mars'a gider ve 3 metre atlarsa, bu insanoğlunun geliştiğini değil yer çekiminin azalması ile şartların değiştiği anlamına gelir. Kısacası Cumartesi günü 2 saat altına inilmesindeki en büyük faktörün öncelikle ayakkabı (daha sonra da hava sürtünmesinin azaltılması) olduğu ileri sürülüyor.
Bu iddiayı güçlü şekilde destekleyen bazı veriler de var. Tarihteki en hızlı 12 maraton derecesinden 8 tanesi son 12 ay içinde koşuldu. En hızlı 10 kadın maraton derecesinden 6'sı da yine son 2 yıl içinde elde edildi. 2 hafta önce Berlin Maratonu'nda Bekele 2:01:41 ile Kipchoge'nin dünya rekorundan sadece iki saniye yavaş koştu. İkinci olan Legese uzak ara en iyi derecesini yaparak 2:02:48 ile bitirdi. Henüz 4 hafta önce kimsenin beklemediği bir diğer Kenyalı Geoffrey Kamworor 58:01 ile yarı maraton dünya rekorunu kırdı. Bu da yetmezmiş gibi yine bu hafta sonu Chicago'da Kenyalı Brigid Kosgei 16 yıldır yanına yaklaşılamayan Paula Radcliffe'in kadınlar dünya rekorunu tam 81 saniye geliştirerek 2:14:04'e getirdi. Bunlar niye önemli? Çünkü bunların hepsi Nike'ın yeni karbon fiber tabanlı ayakkabıları ile koşulan dereceler. Burada tabii sorulması gereken soru şu: Aynı koşucular 4-5 yıldır varlar. Hepsi aynı dönemde tarihte eşine pek rastlanmayan oranda büyük bir gelişim mi gösteriyorlar, yoksa işin sırrı koşu ekonomisini ciddi şekilde değiştiren ayakkabılarda mı?
Karşıt görüştekiler teknolojinin sürekli ilerlediğini, örneğin 1960'lardaki tartan pist kalitesinin veya ayakkabı teknolojisinin çok farklı olduğunu, dolayısı ile bunun sürecin normal akışı olduğunu söylüyorlar. Diğer taraf ise bu teknolojik gelişimlerin tarihte hep kademeli şekilde ilerlediğini ve tarihin hiçbir döneminde süreler üzerine bu kadar ani ve büyük oranda etki etmediğini savunuyorlar.
Yürürlükte olan IAAF kuralları ise kullanılan ayakkabıların yapısı konusunda net değil. Şu anki ilgili kural atletlerin kendilerine avantaj sağlayacak bir ekipman kullanamayacağını söylüyor ama bu maddede avantajın tanımı net olmadığı için herhangi bir yaptırımı yok.
Yapılan araştırmalar en iyi maraton performansı için ideal sıcaklığın 10 derece civarında olduğunu gösteriyor. Viyana'da 2 saat boyunca sıcaklığın 9 ila 11 derece arasında değiştiğini düşününce bu konuda ideal ortamın seçildiği görülüyor. Viyana'nın deniz seviyesinden sadece 165 metre yüksekte olması da bir başka ideal faktör.
Parkurun yapısına gelirsek, Kipchoge yüzde 90'ı tamamen düz olan 9.6 km uzunluğunda bir parkurda tur attı. Yapılan araştırmalara göre dönüşler ve minimal düzeydeki eğimin Kipchoge'ye kaybettirdiği zaman 5 sn'den daha az.
Gelelim en önemli faktöre, yani drafting olarak da nitelendirilen hava direncinin azaltılmasına. IAAF kurallarına göre resmi yarışlarda pacer'lar değişemiyor ve en fazla 20-30 km kadar bu tempolara dayanabiliyorlar. Bu denemede 41 pacer, sürekli değiştiği için Kipchoge'ye tüm maraton boyunca eşlik edebildiler. Hava direncini miminuma indirmek için Kipchoge bütün yarış boyunca önde V şeklinde dizilen ve arkada iki kişinin olduğu bir düzenin ortasında koştu. Eindhoven Üniversitesi'ndeki rüzgar tünelinde 100'den fazla farklı diziliş denendikten sonra bu dizilişin hava direncini yüzde 85 oranında azalttığı tespit edilmiş. Newyorker'da yayınlanan makaleye göre eğer bütün yarış boyunca kusursuz uygulanabilirse bu dizilişin Kipchoge'ye 1 dakika 52 sn kazandıracağı ön görülmüş.
Tüm bunlar ne anlama geliyor derseniz nereden baktığınıza göre değişir. Geniş kitlelere ulaşan bu tür denemeler sporu yaymak, farkındalık yaratmak ve ilham vermek için oldukça yararlı. Ayrıca son kilometreyi 2:40'da geçmesi, son 400 metrede pacer'ların yavaş yavaş açılarak geriye çekilmesi ve Kipchoge'nin son 200'deki rahatlığı bunu uzun yıllar hatırlanacak ikonik bir finiş haline getirdi. Bu açıdan bakınca deneme amacına ulaşmış gözüküyor. Ayrıca yukarıda da bahsettiğim gibi Kipchoge'nin Sub 2 koşusu hiç yapılmamış bile olsa, daha önce yaptıkları ile tarihin en başarılı maratoncusu unvanını hak etmiş olduğunu söylemek sanırım çok yanlış olmaz. Aslında denemedeki tüm lehteki verilere baktığımızda, Berlin'de gerçek yarış şartlarında ve IAAF kuralları altında koştuğu 2:01:39'un aslında ne kadar iyi bir derece olduğu da ortaya çıkıyor. (Aynı şey tabii Bekele'nin 2:01:41'i için de geçerli).
İşe diğer açıdan bakarsak, özellikle bu ayakkabıları giyen diğer atletlerdeki ani ve büyük gelişimleri göze aldığımızda ayakkabının bu sürelerde önemli bir yeri olmadığını iddia etmek oldukça zor gözüküyor. Şimdiden diğer markalar benzer yapıda ayakkabılar üretmeye başladılar ve bu durum nereye kadar gidecek bilinmiyor. Hatırlayacağınız gibi 2000'lerin başından itibaren yüzme yarışlarında mayo teknolojisi birçok değişime uğramış ve sürtünmeyi büyük oranda azaltan bu mayolarla kısa sürelerde sayısız dünya rekoru kırılmıştı. Bunun sonucunda yaşanan büyük tartışmalar sonrasında mayolar için bazı kriterler getirilmişti.
Ayakkabı teknolojisinde bu süreç nereye gidecek, yakın zamanda benzer yasaklar ve kısıtlamalar olacak mı hep beraber göreceğiz. Sanıyorum önümüzdeki 5 yıl içindeki gelişmeler bu denemenin tarihteki yerini daha iyi anlamamıza sebep olacak.
© Tüm hakları saklıdır.