MHP ve CHP’nin cumhurbaşkanlığı seçimi için üzerinde anlaştığı Ekmeleddin İhsanoğlu büyük bir tartışma yarattı. CHP içindeki ulusalcı kesimden İhsanoğlu’nun yeterince laik ve Atatürkçü olmadığı yönünde sesler yükselirken, AKP’ye yakın bazı yazarlar tarafından ise Suudi Arabistan ve Amerika’ya yakın bir aday olarak gösterildi. İhsanoğlu da ilk açıklamasında daha önce yazdığı eserleri işaret ederek “benim alnım açık” mesajı verdi.
Hürriyet gazetesinden Gökçe Aytulu’nun haberine göre, İhsanoğlu kaleme aldığı ‘Modern Türkiye ve Osmanlı Mirası’ başlıklı makalesi ve ‘Yeni Yüzyılda İslam Dünyası’ adlı kitabında Osmanlı, Cumhuriyet, laiklik, İslam ve siyaset konularındaki düşüncelerini anlattı.
İhsanoğlu kendisini şöyle anlattı:
Dini değerler ve siyaset dengesi
Siyasetin teorisyenlerinin ve uygulayıcılarının bir yanda devamlı hareket halinde bulunan siyasî değişkenlerle diğer yanda değişmez olan din prensipleri arasında ustaca bir dengeyi kurması gerekiyor. Siyasî konuların dünyevî ve değişken olduğu, dinin ise mutlak semavî değerlere dayandığı gözden uzak tutulmamalı.
İslamcı rejimler ve katı laikler
Müslüman toplumların içinden geçtiği siyasî tecrübeler arasındaki farklılıklar İslam dünyasında hâkim ideolojiler yelpazesine de yansıyor. Bir uçta İslam’ı olabilecek en katı yorumlar ve uygulamalarla benimseyen bazı İslamcı rejimler, diğer uçta ise İslam’a yönetimde herhangi bir söz hakkı vermeyen laik rejimler var. Bunların dışındaki Müslüman ülkeler ise birbirlerinden farklı şekillerde bir üçüncü, orta yolu takip etmiş; bunlar arasında İslam’ın temel bir hukuk kaynağı olarak geçerliliğini anayasa maddesine bağlamış olanlar var.
Din ile siyaset ayrılmalı
Müslüman toplumların günümüz dünyasında kararlılıkla ileri gidebilmeleri için siyaset alanıyla din alanı arasındaki ilişkiyi, bunları birbirine karıştırmayacak şekilde tanımlamaları gerekir. Bu ilişki karşılıklı olarak yetkilerin ayrılığına dayanmalı, ayrıca çoğulculuğa yer vermeli ve bunu benimsemeli ve aynı zamanda siyasî gücün elden ele geçişinde demokratik usullere elvermeli. Din alanının siyaset üzerindeki ve siyasetin din üzerindeki kontrolü kaldırılmalı, bu ikisini birbirinden ayıran çizgi net ve açık olarak çizilmeli.
Çatışmayı Osmanlı mirası önler
(Türkiye’nin Osmanlı’nın müspet mirasına sahip çıkması) her şeyden önce dış dünya karşısında ‘Büyük devlet’ hissini yakalamasına yol açacak, aynı zamanda kendi içindeki ikilemi ortadan kaldıracak, toplumda çatışmayı ve gerginliği gidermeye yardımcı olacaktır.
Zorla kabul ettirilemez
Bugün Türk tarihinin bir döneminin -Osmanlı olsun veya Cumhuriyet olsun- nostaljisinde bulunanlar, onu idealleştirerek başkalarına zorla kabul ettirme hakkına sahip değillerdir.
Gençlik ve demokrasi
Demokrasinin önüne çıkabilecek engeller cesaretimizi kırmamalı çünkü biliyoruz ki dünyada demokrasiye giden yolların hiçbiri güllerle bezenmemişti. Tersine bunlar fedakârlıklarla, sabır ve kararlılıkla aşılabildi. Çoğulcu demokrasi uygulamasıyla İslam’daki yönetişimin temelleri arasında esaslı bir karşıtlık bulunmuyor. Müslüman toplumlarda gençlik hareketleri neticesinde totaliter rejimlerin yıkılması bize iyinin peşindeki bir gençliğin ve düşünen insanların varlığı sayesinde bu toplumların geleceğinin daha parlak olabileceği ümidini vermeli.
Yaşanan Arap Baharı değildi
Arap ülkelerinde yaşananlar arzulanan baharı getirmedi; getirdiği, despotların sonbaharı oldu. Toplumlar güçlükler ve problemler yaşamaya devam edecekler. Bu sonbahardan sonra uzun ve sert bir kış olacak, ardından değerleri ve sistemleriyle toplumların arzuladığı bahar gelecek.
Jön Türk muhalefeti
Bugün bile Jön Türk zihniyeti denilebilecek, toplumu sarsan, devlete meydan okuyan ve aydınları kamplaştırarak toplum kesimlerini ters istikametlere yönlendiren menfi miras, 20. asrın sonunda Türk hayatının bir parçası olarak sürmektedir.
Kökleri havada bir ağaç
Bizden önce veya sonra çok köklü ihtilaller geçiren milletler, devlet rejimini değiştirirken, devlet-toplum münasebetlerini ihtilalin yeni idealleri uğruna baştan düzenlerken, toplumlarının mazi ile olan bağlarını kopartarak onu, kökleri havada kalan bir ağaca dönüştürme cihetine gitmemişlerdir.
Dilin hilkat garibeleri
Gelişmiş, ‘mürekkep’ bir İmparatorluk dili olan, yüksek edebiyat ve bilim dili haline gelen Osmanlı Türkçesi’nde asırlardan beri kullanılan kelimeler ile Osmanlı Türklerinin kendi türettikleri kelimeler etnik tasfiyeye tâbi tutulmuştur. ‘Özgürlük’, ‘uygarlık’ ve ‘bağımsızlık’ gibi bize has, lengüistik bakımından hilkat garibeleri olan ve herhangi bir Türk lehçesinde olmadığı gibi onu türetenlerin kendilerine ait şahsî ve gayri ilmî anlayışları içinde uydurulan bu kelimeler, bugün Orta Asya ve Kafkasya Türklerinin kullandığı ‘hürriyet’, ‘medeniyet’ ve ‘istiklâl’ kelimelerinin yerini zorla almıştır. Osmanlı Türklerinin kullandığı kelimeler bugün Çin Seddi’nden Adriyatik Denizi’ne kadar hâlâ kullanılıyor ve üniversite profesörü ile dağ başındaki çoban tarafından anlaşılıyorsa bizim en azından dil konusunda Osmanlı mirasının bugün için değer ve geçerliliğini bir daha düşünmemiz gerekir.
Osmanlı mirası kusursuz değil
Osmanlılardan bize intikal eden mirasın hepsinin kusursuz ve mükemmel olduğunu iddia etmek nostaljik bir bakış açısının eseri olduğu gibi, ideolojik bir düşüncenin temelini de teşkil edebilir. Gerçekten bu mirasta bizi menfi şekilde etkileyen hususların olduğu muhakkaktır.
Kötü miras devletin sertliği
(Osmanlı’nın kötü miraslarından biri) devletin sert müdahale refleksi ile ilgilidir. Devletin kendini her tür değerin üstünde mukaddes bir varlık yani ‘Devlet-i ebed müddet’ olarak görmesi, böylece ona mutlak şekilde itaat etmeyenleri -kendi varlığının bir parçası olsalar dahi- ağır eliyle ezmesidir.
Modern Türkiye’nin çelişkisi
Osmanlı mirasına menfi bir gözle bakmak ve psikolojik redd-i miras hâli, yeni yetişen nesillerin tarih bilincinde bir kırılma yaratmıştır. Bu da, bugün gördüğümüz üzere bizlerin, başka milletlerin sahip olduğu kavrayıcı bütünlük ve devamlılık şuurundan mahrum olarak, kendi içimizde birbirimizle olan münasebetlerde zıtlıklar ve sıkıntılar yaşanmasına yol açmaktadır.
Komünizm çöktü, şiddet tırmandı
Komünizmin ve bu ideolojiye dayanan sistemlerin başarısızlığı gelişmekte olan ülkelerde nüfusun dinamik kesimlerinde ve özellikle geniş, düşük gelirli gruplarda bir amaçsızlık hissi doğurdu. Bu gruplar kendi ülkelerinin iç ve dış siyasetinde gördükleri yanlışlıkları düzeltmek için değişim istemeye başladılar. Bunun sonucunda, İslam adı altında dünyevî hayatın zorluklarına çözümler ve uhrevî hayatta saadet vaat eden militan şiddet ‘hareketleri’ bu gruplara çekici gelmeye ve geniş kitlelerde artan kabul görmeye başladı.
Gelecek, demokrasiye bağlı
İslam coğrafyasında demokrasinin tesisi ancak iki temel prensibin uygulanmasıyla mümkün olabilir. Birincisi toplum meselelerinin ele alınışında iyi yönetişim, şeffaflık ve güven tesisi. İkincisi ise özenle oluşturulacak insan hakları kaideleri içinde siyasî hürriyetlerin kapsanması. Kilit önemdeki bu iki prensip yerine konmazsa Müslüman toplumların siyasette aktif kesimleri için tek çıkar yol hedeflerini dinin çerçevesinden aramak olacaktır.