Robert Bosch Vakfı'nın 'Gelişmekte olan ekonomilerin büyümesi sona mı eriyor?' adlı konferansına katılmak üzere Berlin'de bulunan Türkiye'nin Ekonomiden Sorumlu Devlet Eski Bakanı ve ABD'deki düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü'nün Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, DW Türkçe'den Özlem Coşkun'un sorularını yanıtladı.
Kemal Derviş yakın bir tarihte global ölçekte bir kriz beklentisi içinde olunmadığını ancak gelişen ekonomilerde yavaşlayan büyümenin, Türkiye de dahil olmak üzere ortalama vatandaşı mutlu etmeyen bir ekonomik hava yaratabileceğini söyledi. Derviş ayrıca büyümedeki yavaşlamanın en önemli sebebinin gelişmekte olan ülkelere duyulan güven kaybında yattığını, bunun da sermayeyi yeniden gelişmekte olan ülkelerden zengin ülkelere çevirdiğini belirtti.
DW: Sayın Derviş, gelişmekte olan ekonomilerin büyümesi sona mı eriyor? Ve bu durum dünya ekonomisi için ne anlama geliyor?
K.Derviş: Aşağı yukarı iki yıl öncesine kadar gelişmekte olan ülkeler dünyanın en gözde ülkeleriydi. Dünya ekonomisinin bir nevi lokomotifi haline gelmişlerdi. Fakat söz konusu ülkelerle ilgili beklentiler son günlerde epeyce değişti. Son altı aydır bu ekonomilerin büyüme hızına dair endişeler var. Çin'e bakarsak, resmi rakamlar büyümenin yüzde 6-7 olduğunu, gözlemciler ise yüzde 4-5 olduğunu iddia ediyor. Tabii eskiden bu, yüzde 10'lardaydı. Ciddi bir düşüş, ama yine de söz konusu rakam pek çok ülkenin hayali. Ayrıca büyümenin biçimi de değişiyor; bu ülkeler daha çok hizmet sektörüne yönelik ve daha az hammadde, daha az enerji ithal eden bir yapıya geçiyorlar. Bu, Güney Amerika ve Afrika için etkileyici bir faktör. Ama ciddi sıkıntılar yaşayan ülkeler de var. Brezilya mesela yüzde 4'lerde küçülüyor. Yine de gelişmekte olan ülkelere bütünsel bakarsak sanayileşmiş, zengin ülkelere göre büyümeleri yüzde 2 oranında daha yüksek olacak.Tabii eskisi gibi büyümede bir patlama bekleyemeyiz, ancak açıkçası ben piyasalar kadar kötümser değilim.
DW: Büyümedeki yavaşlamadan gelişmekte olan ekonomiler nasıl etkilenebilir?
K.Derviş: Ülkeden ülkeye farklar var. Ama bir çoğunda, özellikle de hammaddeleri olmadığı için sanayiye dayanarak büyümeye güvenen ülkelerde teknolojinin getirdiği, zorladığı yapı değişikliğine uyum çok önemli. Yani yeni teknolojileri kullanabilmek, eğitimli bir işgücüne doğru gitmek gerekiyor; artık ucuz emek, düşük ücret ile hızlı büyüme zamanı geçti. Bundan sonra bilgi ekonomisine dayalı, bilgi üretebilen, dünyadaki bilgiyi sanayiye ekonomik yapıya iletebilen bir anlayış gerekiyor. Bunu başaranlar hızlı büyümeye devam edecekler. Aksi takdirde bu ülkelerdeki büyümede duraksama hatta küçülme söz konusu olabilir.
DW: Peki, söz konusu ülkelerin büyümesindeki yavaşlama gelişmiş ekonomilere yansıyabilir mi?
K.Derviş: Artık küresel ekonomide büyük bir etkileşim var. Eskiden o, tek yönlü bir etkileşimdi. Zengin ülkeler ABD, Avrupa, Japonya hızlı büyüdüklerinde gelişmekte olan ülkeler de hızlı büyüyebiliyordu. Ama tersi olmuyordu. Mesela 1997 yılında Asya krizi sırasında Asya etkilendi, biraz Rusya ve Türkiye, bir ölçüde de Güney Amerika etkilendi. Fakat zengin ülkeler etkilenmediler. Şimdi öyle değil; bugün Çin'de, Hindistan'da veya Güney Amerika'da ciddi bir yavaşlama olursa, bundan ABD, Avrupa ve Japonya doğrudan etkileniyor. O bakımdan dünya ekonomisinin yapısı değişti, karşılıklı bir etkileşim var. Zaten bunu gördük; Çin'deki ani yavaşlama, her ne kadar uzun süreli olmasa da, bütün dünya bundan etkiledi. Bu nedenle piyasalar her türlü yavaşlama karşısında artık temkinli hareket ediyor.
DW: Bazı çevreler büyümenin FED'in faiz kararlarından ya da IMF uygulamalarından etkilendiği görüşünde. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
K.Derviş: FED'in faiz politikası garip bir hikayeye dönüştü. İki yıl önceden faizi yükselteceğiz, ama ne zaman yapacağımız belli değil dediler. Sonra Aralık'ta çok ufak bir yükseliş oldu, 0,25 baz puanlık ve bu yükseliş devam edecekti. Böyle bekleniyordu, ama etmedi. Çünkü Aralık ayından sonra gelen rakamlar ve Ocak'ta IMF'nin dünyadaki büyüme ile ilgili açıklamaları korkuttu. Dolayısıyla Aralık'tan bu yana da hiçbir kımıldama olmadı. Haziran'da belki ikinci bir adım olabilir diye bekleniyor. Ama artık bu, o kadar az bir değişiklik ki, bu artıştan o kadar bahsedildi ve piyasalar o kadar çok buna odaklandı ki kendi başına büyümeye etkisi olacağını sanmıyorum. Başka etkenlerin daha kuvvetli olduğuna inanıyorum.
DW: Bahsettiğiniz bu etkenler nedir?
K.Derviş: Gelişmekte olan ülkelere olan güven kaybı, bu etkenlerin başını çekiyor. Bu durum FED'deki faiz politikasından bağımsız olarak, sermaye hareketlerinde ciddi bir duraksama yarattı ve 2015'te sermaye gelişmekte olan ülkelerden ziyade zengin ülkelere geri aktı. Tabii burada siyasal faktörler ve dünyadaki gerilimler önemli rol oynuyor. Piyasaladaki aşırı iyimserlikten sonra gelen aşırı kötümserlik de zaman zaman büyüme üzerinde etkili olabiliyor.Fakat bunlar geçici şeyler. Temel sorun ya da soru, gelişmiş ülkeler özellikle orta gelirli ülkeler, Türkiye de bu kapsama giriyor; kendi sanayi yapılarında çağdaş teknolojinin gerektirdiği dönüşümü önümüzdeki yıllar içinde başarabilecekler mi? Eğitim sistemlerini buna uyarlayabilecekler mi? Yeterli ölçüde bu teknolojiyi kavrayabilen, kullanabilen gençleri yetiştirebilecekler mi? Ve bunu aynı zamanda bir iç barış, dayanışma havası içerisinde gerçekleştirebilecekler mi? Sosyal konularda gerilimler olduğu takdirde kuşkusuz bu, çok zor olacaktır . Esas konu işte bunlar...Ama kısa vadede piyasalar FED'in faizine odaklanıyor. Tabii FED faizleri, yüz puan yüzelli puan değiştirse bu, elbette felaket olur. Ama Amerika'nın böyle bir niyeti yok.
DW: 2008'de Bombay'da yaptığınız konuşmada küresel bir kriz olacağını tahmin etmiştiniz ve dünya ekonomilerini bu konuda uyarmıştınız. Bu krizi nasıl öngördünüz? Ve önümüzdeki süreçte dünya ekonomileri için böylesi sıkıntı günler yeniden söz konusu olabilir mi?
K.Derviş: Finans piyasaları 2000'li yıllardan sonra aşırı yükselişteydi. Finans sektörü dünyada aşırı şişmişti, özellikle Amerika'da. Dolayısıyla bunun sağlıklı olmadığını, daha dengeli bir yükselişin gerektiğini, bu yükselişte bir geri tepme yaşanabileceği hissetmiştim. Boyutu öngöremedim, tahminimden çok daha acı oldu. 2007 2008'de dünya ekonomisi bir çıkmaza girmişti. Finans sektörü hep yüzde 12-15 hatta yüzde 20 getiriyle çalışmaya alışmıştı. Reel ekonomi bu kadar hızlı büyümeyince finans ekonomisinin büyümesi çelişki; dolayısıyla da bir kriz yarattı. Bugün ise o türde bir kriz ihtimali dünya piyasaları için görünmüyor. Bankalarda riske karşı belirli bir dikkat var. Fakat esas sorun böylesi bir finas krizi değil de, tüm dünyada Türkiye de dahil olmak üzere ortalama vatandaşı mutlu etmeyen, tatmin etmeyen, beklentilerin altında düşük bir büyümenin devamı ve yavaşlayan büyümenin yaratacağı ekonomik hava. Esas sorun bu. Ve ne yazık ki ekonomideki bu hava, bazı popülist gelişmelere, siyaset sahnesinde bir takım aşırı hareketlerin güçlenmesine de neden olabiliyor.