Yaklaşık 30 yıldır "MHP" ve "Türkiye'de milliyetçilik" üzerine çalışan gazeteci - yazar Kemal Can Cumhuriyet gazetesinden ayrıldığını "Eyvallah” başlıklı son yazısıyla açıkladı. Can, "Defalarca olduğu gibi, yine hiç düşünmeden, tereddüt etmeden gitmenin zamanı" diye yazdı.
Cumhuriyet gazetesinin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı’nın, yönetim değişikliği sonucunu yaratan toplantısı cuma günü yapılmıştı. Vakfın başkanlığına Alev Coşkun'un getirildiği toplantıda yaklaşık 2 yıldır Murat Sabuncu'nun yürüttüğü genel yayın yönetmenliği görevine de haber koordinatörü şefi Aykut Küçükkaya'nın atanmasına karar verilmişti.
"Sorular sorma, cevapları arama çabası, buna alan açan mecralarla devam edecek" diyen Can'ın son yazısı şöyle:
• “Beş soru on cevap” sürecek mi?
Söz konusu yer Cumhuriyet olunca, “meslekteki 36. yılımda” diye başlayan cümle tuhaf duruyor. Ama ne yapayım ki, yine söz konusu yer Cumhuriyet gazetesi olunca meslekte pek de taze olmadığını söyleme ihtiyacı duyuluyor. Neyse uzatmadan söyleyeyim; defalarca olduğu gibi, yine hiç düşünmeden, tereddüt etmeden gitmenin zamanı.
Mesleğin gereği; yapılan her işin, her iddianın, her gelişmenin farklı taraflarını görmeye çalışmak, aynı soruya verilecek farklı cevapları bulmaya çalışmak. “Beş soru on cevap” da böyle bir arayışın ismiydi. Bazen soruların fazla tartışmaya yer bırakmayacak apaçık cevapları vardır, cevabıyla gelen soruda yapılacak tek şey olur.
• İç tartışmada taraf tutmak mı?
Yapılan şey, yapılma biçimi, yapanlar ve ilk adımlarla gösterilen yol, nereden temin edildiği, kullanım garantisinin hangi merci tarafından verildiği belirsiz etiketlerden, Çiğdem Toker’in söylediği gibi gazeteciliğin yargılandığı mahkeme iddianamelerinden alınmış pasajlarla kurulmuş bildirilerden daha fazla şey anlatıyor.
“Cumhuriyet gazetesi kimin” tartışmasının tarafı, heveslisi olmayı hadsizlik kabul ederim. Fakat, bugün gazetecilik yaptıkları için ağır bedeller ödemiş, muhtemelen ödemeye devam edecek, gazetecilik yapmak için harcadıkları emeğin tanığı olduğum insanlara söylenenler ve yapılanlar, “hoş değil” sınırının çok ötesinde.
• Ahlaki sınırlar politik midir?
Ahlak ve vicdan fena halde siyasidir. Ne yapıldığını, neden ve nasıl yapıldığına bakarak anlamaya çalışmak daha öğreticidir. Gelmekte olanla ilgili de daha fazla şey anlatır. Siyasette kayıp ve kazançların kalıcılığı da, ahlaki tutarlılık ve vicdani meşruiyetle çok daha ilgili. Aynıları aynı, ayrıları ayrı yerde tutan da bu.
Durduğumuz yerler kadar, durmamamız gereken yerler; binmemiz gereken trenler kadar, olmamamız gereken gemiler; söylemek zorunda olduklarımız kadar, konuşmamamız gerekenler; yapmaktan vazgeçilmeyeceklerle, asla yapılmayacaklar var. Ve bunlar büyük sloganlar ve iddialı misyonların gürültüsünden çok daha politik.
• Alkışlar ve tepkilerin mesnedi?
Türkiye çok uzun bir süredir kaynağı, kanıtları ve tutarlılığı çok tartışmalı sıfatların, etiketlerin gelişigüzel kullanıldığı bir zeminde konuşuyor. Adaletin ölümü, gündelik dile de ispat yükümlülüğü yürürlükten kalkmış gibi yansıyor. Herkes, suç atıp suçsuzluğun kanıtlanmasını bekleyen yeni dönem savcılarını taklit ediyor.
Nereye gidildiğini, arkada kalanlar değil, yola birlikte devam edenler gösterir. Kanaatler ve husumetlere, hele de iddialara göre değil, pek de gizli saklı olmayan eylemlere bakarak karar vermek yanılgılardan koruyabilir. Büyük komplolar aramak yerine açık seçik niyetleri okumak hem daha kolay, hem daha hızlı olur.
• “Eyvallah” neyin vedası?
Daha önce de yazmışlığım var ama dokuz aydır düzenli yazdığım Cumhuriyet gazetesine veda zamanı geldi. Benim için ve birçok insan için mesleğin önemli okullarından biri olan Cumhuriyet gazetesinde birlikte çalıştığım, çoğu aynı zamanda dostum olan insanlara ve elbette okurlarına bir teşekkür borcum var. Sağ olun.
Gazetecilik de, siyaseten doğruları savunmaya devam etmek de, kendini övecek tek insan ve yaptıklarından utanan biri haline gelmeden yaşamak da bir yolculuk. Her yolculuk karşılaşmaları mümkün kılar. Sorular sorma, cevapları arama çabası, buna alan açan mecralarla devam edecek. Eyvallah...