Gündem

KCK'lı Cemil Bayık, çözüm sürecinin aktörlerini nasıl tanımladı?

Bayık'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Öcalan, Yalçın Akdoğan, Hakan Fidan, Demirtaş ve Fethullah Gülen hakkındaki yorumları...

16 Mart 2015 10:07

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, çözüm sürecinde rolleri olan ve kamuoyunun önüne çıkan aktörlerin süreçte nerede durduklarını ve ne ifade ettiklerini şöyle yorumladı:

Recep Tayyip Erdoğan: Diktatör.

Yalçın Akdoğan: Dinci yanı da olan bir milliyetçidir. Sürecin gelişimini sağlamakla görevli kılınmasına rağmen hâlâ milliyetçi yaklaşımlar içinde. Kendisine verilen rolü oynayamaya çalışan bir memurdur. Şimdi süreci yürütmekle sorumlu bir bakan rolü var ve onu oynuyor. Yarın savaş sorumluluğu rolü verilirse de onu yapar. Hangi görev verilirse onu yapar, ne rol biçilirse onu oynar.

Hakan Fidan: Erdoğan’ın güvendiği sır küpüm dediği kişi. Çeşitli hedeflerle siyasete atılmış olsa da Erdoğan tarafından hırpalandı. Fidan’ın engellenmiş olması Erdoğan istemeden AKP’den tek bir adım atılamayacağını kanıtladı. Süreç açısından değerlendirdiğimizde Hakan Fidan, sürecin olumlu yönde gelişmesine çaba gösteren biridir. Bu çorbada tuzu var.

Abdullah Öcalan: Halkların özgürlüğünü, kardeşliğini ve birliğini ifade ediyor.

Selahattin Demirtaş: Toplumu kucaklamak isteyen, ülkedeki özgürlük ve demokrasi sorunlarını çözmeye çalışan, güven veren bir siyasetçi.

Fethullah Gülen cemaati: AKP ile Aralarında hiçbir fark yok. Ama çatışmalarındaki temel nokta iktidar mücadelesidir. Aslında ikisi de birbirini kullandı. AKP, Kürdistan’da yapmak istediklerini Cemaat’e yaptırdı. Sonrasında da kendisini kurtarıcı olarak göstermek istedi.

"Türkiye’de iktidar olmanın yolunun Kürtleri ezmekten geçtiğini" söyleyen Bayık, "bu tezin en somut örneğinin Tansu Çiller iktidarı olduğunu" belirtti.

Cumhuriyet'ten Ahmet Şık’ın sorularını yanıtlayan (16 Mart 2015) Bayık'ın açıklamalarından satır başları şöyle:

Daha önce Türkiye’de iktidara gelebilmek ve iktidarda kalabilmek, sistemde yer edinebilmek için her kim olursa olsun güç odaklarının PKK’nin tasfiye edilmesini kabul etmesi gerektiğini söylemiştiniz. Bunun için de çetecilikten, yolsuzluk ve rüşvete ve insan hakları ihlallerine kadar uzanan kirli yöntemlerin uygulandığını ulusal ve uluslararası yasaların ayaklar altına alındığını belirtmiştiniz. Bu saydıklarınızın hepsi şu anda da Türkiye’nin gerçeği. Ve iktidarda olan AKP sizinle masaya oturmuş durumda. PKK’nin tasfiye planlarının değiştiğini söylemeliyiz ya da AKP Kürt hareketini klasik yöntemlerle tasfiye edemediği için mi masaya oturdu?

- Türkiye’de iktidar olmanın yolu Kürtleri ezmekten geçiyor. Kim Kürtleri ezeceğini söylerse ve onun sözünü verip mücadelesini yürütürse o iktidara gelir. Gereğini yapmazsa da iktidar olamaz ya da iktidardan iner. Mesela bu tezin en somut örneği Tansu Çiller iktidarıdır. Çiller, “Ya bitecek ya bitecek” dedi ve bunun için her şeyi yaptı. Anayasayı ve yasaları ayaklar altına attı. Cinayetler gerçekleştirdi. Ama bitiremedi. Kendisi bitti. AKP de benzer bir sözle iktidara geldi. Sorunu en iyi kendisinin çözeceğini, Kürtleri en iyi kendisinin tasfiye edeceğini söyleyerek iktidara geldi. Bunun için de Çiller gibi benzer çabalar yürüttü.

 

'AKP sinsi yöntemler izledi'

 

AKP ve Erdoğan, Çiller’den daha tehlikeliydi. Çiller açıkça askeri yöntemlerle, cinayetlerle bunu yaparken AKP daha sinsi yöntemlerle ve tehlikeli biçimde yaptı. Binlerce insanı tutuklayarak diri diri gömmeyi çok önemli bir demokratikleşme adımı olarak topluma sundu. “Kürt sorunu yok, PKK ve terörist sorunu var” dedi. Bizi bitirmeye çalıştılar ama tam tersine, PKK bitmek bir yana Ortadoğu’nun en önemli aktörü haline geldi. Bu koşullar ve yürütülen mücadeleler AKP’yi köşeye sıkıştırdı. Bu yüzden masaya oturmak zorunda kaldı. Buna mecburdu.

 

'Ortak açıklama kabuldür'

 

Öcalan’ın belirlediği 10 maddenin ortak toplantıyla duyurulması müzakere sürecini başlatır diye yorumlanıyor. Öyle mi?

- Siyaseti bilen herkes ortak açıklama yapılmasının bu 10 maddenin hükümet nezdinde kabul edildiği anlamına geldiğini bilir. Öyleyse hükümetin şimdi bu maddelerde belirtilenler yönünde adımlar atması gerekiyor. Biz de bunu bekleyeceğiz. Eğer söz konusu adımlar atılır, önerdiğimiz mekanizmalar geliştirilirse yeni adımlar atarız.

 

'Demokrasi mi dikta mı?'

 

10 maddenin en sonuncusu yeni sivil anayasa talebi. Bunun için 330 milletvekiline ihtiyaç var ve dolayısıyla çok uzun bir sürece yayılabilir. Yeni anayasa olmadan adım atılmaz diye bir ön şartınız var mı?

- Hayır. Yani yeni bir anayasa şu anda hemen yapılamaz. Çünkü zaten seçim ortamına girildi. Önümüzdeki seçimler yeni bir anayasanın oluşturulması için temel teşkil ediyor. Türkiye tarihinde belki ilk kez parlamento seçimi bu kadar önem kazandı. Çünkü bu seçimlerde ortaya çıkacak tablo yeni anayasanın hangi temelde oluşturulacağını da ortaya çıkaracak. Türkiye’nin bir dikta rejimi mi olacağı, faşist bir döneme mi gireceği yoksa yüzünü demokrasiye mi çevireceğini bu seçimler belirleyecektir.

 

'İç Güvenlik Paketi’ne karşı sonuna kadar mücadele'

 

AKP’nin İç Güvenlik Paketi’ni Meclis’ten geçirmesi Türkiye’ye totaliter bir rota çizildiğine işaret etmiyor mu?

- Doğru; şu ana kadar ki bütün göstergeler AKP’nin Türkiye’yi kendi hegemonyasına doğru götürmeye çalıştığı şeklindedir. Seçimler sonunda Türkiye’yi AKP diktasına teslim etmemenin yolu bir bütün olarak sistemden rahatsız olan güçlerin HDP çatısı altında bir araya gelmeleridir. Böyle bir Meclis tablosu AKP hegemonyasının önünü keser. Bu konuda çok netiz. İç Güvenlik paketi yasalaşırsa sonuna kadar mücadele edeceğiz. O yasalar kesinlikle demokrasiye karşıdır. Ve sonuna kadar karışında duracağız. Geri çekilmesi gerekiyor.

 

Cemil Bayık’a göre süreçte kim kimdir?

 

Müzakere sürecinde rolleri olan ve kamuoyunun önüne çıkan aktörler var. Bu kişilerin süreçte nerede durduklarını ve ne ifade ettiklerini kısaca yorumlar mısınız?

Recep Tayyip Erdoğan: Diktatör.

Yalçın Akdoğan: Dinci yanı da olan bir milliyetçidir. Sürecin gelişimini sağlamakla görevli kılınmasına rağmen hâlâ milliyetçi yaklaşımlar içinde. Kendisine verilen rolü oynayamaya çalışan bir memurdur. Şimdi süreci yürütmekle sorumlu bir bakan rolü var ve onu oynuyor. Yarın savaş sorumluluğu rolü verilirse de onu yapar. Hangi görev verilirse onu yapar, ne rol biçilirse onu oynar.

Hakan Fidan: Erdoğan’ın güvendiği sır küpüm dediği kişi. Çeşitli hedeflerle siyasete atılmış olsa da Erdoğan tarafından hırpalandı. Fidan’ın engellenmiş olması Erdoğan istemeden AKP’den tek bir adım atılamayacağını kanıtladı. Süreç açısından değerlendirdiğimizde Hakan Fidan, sürecin olumlu yönde gelişmesine çaba gösteren biridir. Bu çorbada tuzu var.

Abdullah Öcalan: Halkların özgürlüğünü, kardeşliğini ve birliğini ifade ediyor.

Selahattin Demirtaş: Toplumu kucaklamak isteyen, ülkedeki özgürlük ve demokrasi sorunlarını çözmeye çalışan, güven veren bir siyasetçi.

Sırrı Süreyya Önder: Sürecin gelişmesine hizmet etmeye çalışan birisi. Aynı zamanda Önder Apo’yu Türkiye toplumunun çeşitli kesimlerine taşımaya ve anlatmaya çalışıyor. Bu anlamda olumlu bir rol oynamaya çalışıyor.

 

'Şartlar HDP’nin lehine'

 

HDP’nin yüzde 10 barajına takılması ihtimali AKP’nin kurmak istediği hegemonyanın yerleşik hale gelmesi riskini barındırmıyor mu?

Şartlar HDP’nin lehinedir. Mesela Kobani’deki direnişin zafere ulaşması ve DAİŞ’in orada darbe yemesi Türkiye toplumunun siyasetini etkiledi. Bu nedenle yıllardır CHP’ye destek veren Alevilerden HDP’ye doğru bir akış var. Türkiye metropollerinde yaşayan Kürtler Türkiye’yi demokratikleştirerek Kürt sorununu çözeceğini düşündükleri AKP’ye oy veriyorlardı. Ama Kobani’deki DAİŞ saldırıları sırasında AKP’nin tutumu gerçek yüzünü ortaya çıkardı. AKP’ye oy veren Kürtler kendilerini ve iktidarı sorgulamaya başladı. Demokrasi talep eden Türkiye toplumuyla AKP arasındaki çelişkiler giderek derinleşiyor. Kendi içindeki iktidar hesapları ve oyunları da AKP’yi zayıflatıyor. Bunların yanı sıra Yunanistan’da Syriza’nın başarısı, İspanya’da Podemos’un yarattığı rüzgâr, tıpkı 1968 Baharı’nda olduğu gibi kuşkusuz ki Türkiye’yi de etkileyecektir. Ayrıca AKP’yi iktidara taşıyan ABD ve Avrupa’daki güçler Ortadoğu’ya bir model olmasını istiyorlardı. Ancak Türkiye’nin giderek anti demokratik bir yönetime bürünmesi, Suriye’de DAİŞ ve benzeri radikal örgütlere sunduğu destek nedeniyle ABD ve Avrupa ile Türkiye’nin çıkarlarını karşı karşıya getirmiş durumda ve AKP’den desteğini çekiyor. Bunların hepsini bir arada düşünürseniz HDP’nin barajı geçmemesi için bir neden yok.

 

'Cemaat temas kurmak istedi'

 

Cemaat sizinle temas kurdu mu?

Cemaat sizinle temas kurdu mu? - Birkaç ay önce bizimle temas kurmak istediler. Ama kabul etmedik. Gelmek ve hatta söyleşi yapmak istediler. “Gelirsek bu gazeteciliği aşan bir duruma yol açacak” diye de söylediler. Cemaat, Kürt meselesine ve çözümüne, bize yönelik bakışını, tutum ve söylemini değiştirirse buna ikna olursak o zaman sizinle görüşürüz röportaj da yaparız dedik. Öncelikle Fethullah Gülen’in açıklama yapmasını istediğimizi söyledik.

Fethullah Gülen uluslararası medyaya çözüm sürecini desteklediğine ilişkin birtakım açıklamalar yapmıştı. Yeterli bulmuyor musunuz?

- Evet ama dilinin ucuyla söyledi. Bunu kabul etmiyoruz. Yeterli değil ve net olunmalı.

Gülen Cemaati Kürt meselesinin çözümünde AKP’den farklı mı düşünüyor?

Aralarında hiçbir fark yok. Ama çatışmalarındaki temel nokta iktidar mücadelesidir. Aslında ikisi de birbirini kullandı. AKP, Kürdistan’da yapmak istediklerini Cemaat’e yaptırdı. Sonrasında da kendisini kurtarıcı olarak göstermek istedi.