Karar gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, bugünkü köşesinde 27 Aralık 1939 Erzincan depreminin ardından Safi Dümer’in Cumhuriyet gazetesinde yer alan makalesine atıfta bulunarak, “Yazının üzerinden 80 yıl geçmiş. Ama yazıda Erzincan geçen yerlere Elazığ yazıp, dilini de bir miktar günümüz Türkçe’sine çevirirseniz, Elazığ depremi üzerine yazılmış güncel bir yazı olarak da okuyabilirsiniz.” düşüncelerini dile getirdi.
TIKLAYIN | Doğu Anadolu fayı harekete geçti; Elazığ 6,6 ile sarsıldı
Oğur, “Neredeyse üç-dört yıl arayla Türkiye’nin farklı bir şehrinde 6’ın üstünde meydana gelen depremlerde büyük yıkımlar ve ölümler yaşanıyor. Bundan 10 yıl önce yine Elazığ’da 6.1’lik bir depremde 42 kişi hayatını kaybetmişti. Ama devlet büyükleri, her seferinde Türkiye’de sanki ilk kez deprem olmuş gibi davranıyor, bu can yakan büyük gerçeği değiştirmek için deprem öncesi yapılacaklar konusunun açılmasından ve bu yüzden eleştirilmekten pek memnun gözükmüyor.
Yaptıkları açıklamalara bakılırsa deprem durdurma şansımız olmayan bir tabiat olayı, karşısında sabretmemiz gereken bir imtihan. O yüzden devlet bütün hazırlığını ve organizasyonunu deprem sonrası için yapmış durumda. Peki gerçekten de 2020 yılında deprem hala kaçınılmaz bir imtihan mı? 6’ın üstündeki her depremde insanlar enkazlar altında kalmaz zorunda mı?” Görüşünü savundu.
Oğur, “Ülkenin en büyük şehri, kalbi İstanbul, nefesini tutmuş 7’nin üstünde bir depremi bekliyor. Depremde yıkılması beklenen en az 50 bin sakat binanın olduğu resmi bir bilgi. 50 bin daireden değil, binadan bahsediyoruz. Yani milyonlarca insanın hayatından. Yine fay hatları üzerinde kurulmuş onlarca şehirde depreme dayanıksız on binlerce bina var ve her yıl yenileri hiçbir standardı olmadan onlara ekleniyor. Ama bu dehşetengiz bilgiler de devleti, deprem sonrası sosyal medyadaki eleştiriler kadar telaşlandırmış gözükmüyor. Devlet, deprem öncesi için somut ve radikal bir hazırlık içinde görünmezken, çoğunluğu fay hatları üzerinde yaşayan insanlar da haklı olarak 1999’da bir gecede çıkarılmış ve hala cep telefonu faturalarıyla ödemeye devam ettikleri deprem vergilerinin nereye gittiğini soruyorlar. Saplantılı muhaliflikten değil, insanın en temel duygusu olan hayatta kalma güdüsünden kaynaklanan, vatandaşlığın en asgari gereği olan ve iktidarların da sabırla cevap vermek zorunda olduğu sorular bunlar...“ ifadesini kullandı.
Yazının devamı için tıklayın