Hükümete yakınlığıyla bilinen Karar gazetesinin köşe yazarı İbrahim Kahveci, ekonomik göstergeler olarak kabul edilen Euro/TL paritesinin 4 liranın üstünü, dolar /TL paritesinin ise 3,78'i gördüğü dönemde AKP'nin ekonomik politikalarını eleştirdi. Kahveci, "Maalesef ki, Ak Parti ekonomi yönetimi kendi ekonomi programını bir türlü yazamadı. Yamalı bohça gibi, ordan- burdan eklemelerle işi götürmeye çalıştı. Ama olmadı..." görüşünü savundu
İbrahim Kahveci'nin Karar gazetesinin bugünkü (10 Ocak 2016) nüshasında yayımlanan 'Acı gerçek ve doların gücü' başlıklı yazısı şöyle:
Bir zamanlar dillere dolanan şu cümleyi hatırlarsınız: “Finanse edildiği sürece cari açık sorun değildir.”
Burada kilit nokta “finanse edildiği süre.”
Peki, ya finanse edilmediği süreç gelirse ne olacak? Nasıl bir büyüme modeli oluşturulacak?
***
Benim hiç mi hiç anlamadığım bir durum var. Bazı sorunlar ortaya çıkmadan hiçbir adım atmıyoruz. Hiçbir çözüm modeli geliştirmiyoruz. Öylece oturup seyrediyoruz. Sonra da sorun ortaya çıkınca etrafta düşman arıyoruz.
Öyle bir halimiz var ki “bakın şurada bir sorun birikiyor; şimdiden çözelim” diyenleri de hemen bir güzel linç ettiriyoruz.
Şimdi buna bir örnek vereyim: Çok uzun yıllar, nerede ise her yazımda ‘sermaye piyasalarının’ öneminden ve borsanın değerinden bahsederdim. Borsaya “ortaklık piyasası” diyerek faize karşı alternatif yer olarak önerirdim. Batı ülkelerinde olduğu gibi para, faiz dışında adres aradığında dolar yerine borsaya gitmeli diye tavsiyelerde bulunurdum. Borsada yaşanan sistematik soygun-vurgunları dile getirerek önlem alınmasını ve küçük yatırımcının korunarak orada tutulmasını tavsiye derdim.
Yıllarca borsayı yazdım.
Yıllarca ‘sermaye piyasalarının’ ne kadar önemli olduğunu ele aldım
Yıllarca borsada sistemin vurgun üzerine kurulduğunu, ortaklık sisteminin düzgün çalışmadığını anlattım
Yıllarca faizi değil, ortaklık piyasasının geliştirilmesi gerektiğini belirttim.
Ama olmadı...
Borsaya bir kumarhane gözü ile bakıldı.
Bilançocunda kar yazan bankalar bile 1 ay sonra batıp devlet el koyduğunda “almasaydılar hisseleri” denildi. Oysa devletin resmi kurumlarında yayınlanan bilançolarda kar vardı. O zararlar resmi bilançolarda görülmüyordu.
O kadar çok sorun birikti ki borsada. Şirket patronları ile anlaşıp 2-3 yıllık bilanço oyunları üzerine soygun sistemleri kuruldu. Halka satılan içi boş göstermelik şirketler 1-2 yıl içinde patır patır battılar. Kimse bir şey diyemedi. Kimse vurgunların içini deşemedi.
Ve borsa bitti.
Borsa bitince ne mi oldu? Küçük yatırımcının faizden kaçtığında gidecek tek adresi dolar oldu.
***
Bir taraftan 14 yılda 494,5 milyar dolar cari açık üzerinden artan dış borçlar ve dış riskler oluştu.
Diğer taraftan negatif faiz ısrarı ile tasarrufları bitirip, küçük yatırımcıya dolardan başka alternatif bırakmadık.
Ve dolar hızla yükselirken de suçluyu dışarıda aramaya başladık.
Neresi milli ekonomi?
Yanılmıyorsam 2013 yılıydı. O sıralar Sanayi Bakanı olan Sn Nihat Ergün’e bir kez daha şunu sordum “Sayın Bakanım savunma sanayinde gösterdiğimiz yerlilik ve üretkenliği neden özel sektör sanayinde gösteremiyoruz?”
Gerçekten de karşımızda çok ilginç bir tablo var: Savunma sanayinde yerlilik oranı yüzde 60’ı geçerken, özel sektör sanayide yüzde 80 ithalat bağımlılığı yaşıyoruz.
Türkiye, 14 yılda 494,5 milyar dolar cari açık veriyor; yani yabancı sermayeye bağımlılığı artıyor. Ve bu ekonomiye ‘milli ekonomi’ diyorlar.
Yazının başında verdiğim noktaya geri döneceğim. Hani şu “finanse edildiği sürece cari açık sorun değildir” görüşüne. Geçen hafta Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek MUSİAD toplantısında acı gerçeği nihayet söyledi: “Cari açığa dayalı model yanlışmış”
***
Türkiye, 2001 yılında IMF liderliğinde ve temsilcisi Kemal Derviş önceliğinde “Güçlü Ekonomiye Geçiş” başlığında bir ekonomi programı yazdı. Bu programı ise en güçlü şekilde Ak Parti uyguladı. Hatta hala daha bu programı uygulamaya devam ediyor.
Maalesef ki, Ak Parti ekonomi yönetimi kendi ekonomi programını bir türlü yazamadı. Yamalı bohça gibi, ordan- burdan eklemelerle işi götürmeye çalıştı. Ama olmadı...
Geldiğimiz noktada yabancı sermaye bağımlılığı had safhaya ulaşmış bir ekonomik modelde artan kurların sorumlusunu dışarıda arayarak kendi çözüm modellerimize hiç kafa yormuyoruz.
Hatta sorunların çözümü için de bankalara faiz düşürün baskısı ile Millete de döviz bozdurun tavsiyesi ile olayın üstünü kapatmaya çalışıyoruz.
Oysa yangın alttan alta alevlendi ve artık önlenemez noktaya ulaştı. Oysa ben dolarda 3,75-80 aralığını en üst seviye olarak düşünüyordum. Bu gidişle artık sorunun nereye varacağını kestiremez oldum.
Galiba olayın en acı tarafı da bu: Öngörülemez bir ekonomik tablo oluştu.
TEPAV’ın Ar-ge; inovasyon ve verimlilik araştırmasında bir sanayicinin “alay mı ediyorsunuz, burada elektrik yok, elektrik. Ne ar-gesi, ne inovasyonu, ne verimliliği” söylemi tüm ekonomi için geçerli oluyor. Ortak akıla ne kadar da çok ihtiyacımız varmış...