19 Mart 2023 23:39
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde, “Adalet olmadan hiçbir şey olmaz. Adalet, mülkün temelidir. Mülk dediğimiz, devlet. Güven duygusu, onun arkasından dürüstlük, işin ehline verilmesi. Siz işi ehline vermezseniz o iş hiçbir zaman istenildiği gibi imar veya inşa edilemez. Siz yandaşınıza pas geçerseniz burada adalet yoktur, dürüstlük de yoktur. Şu anda ülkemizin sıkıştığı en büyük problem, kıskaç, işte bu noktada düğümleniyor. Ne adalete güven kaldı ne dürüstlük var ne liyakate önem veriliyor. Bunun için de hiçbir problem çözülemiyor. 15 Mayıs’ta yeni bir dönem başladığında ilk ele alacağımız hususlar bunlar. Adaletin tesisi, güven ortamının oluşturulması, liyakate önem verilmesi, yandaşlara hiçbir şeyin peşkeş çekilmemesi” dedi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi, beşinci gününde sürüyor. Kongre kapsamında, “Geleceğin Türkiye’sini inşa ediyoruz” sloganıyla bugün düzenlenen 'Millet İttifakı Genel Başkanlar Buluşması'na, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ve İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özlale katıldı.
Temel Karamollaoğlu, kongrede yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Tam 100 yıl olmuş. İstiklal Harbi’ni tamamlamışız. Benim aslında biraz garibime de gitti. Çünkü bu farklı bir mantık. Savaş bitmiş. Savaşın yaralarını sarmak vs. gibi işlerle uğraşırken birdenbire iktisat öne çıkmış. Ben, bu kadar uzun olduğunu da bilmiyordum. Bayağı uzun bir kongre yapılmış ve İzmir’de yapılmış. Ülkemizin bütün bölgelerinden buraya davet edilen uzmanlar, görüş sahibi olan insanlar gelmişler. Herkes gelememiş ama oldukça büyük bir sayı... İzmir 1. İktisat Kongresi icra edilmiş. Ben, elbette bu kongreyi o zaman da tertip eden başta Mustafa Kemal ve arkadaşları olmak üzere hepsini şükranla anmayı bir görev biliyorum. Çok acı bir dönem geçirdik. Bir ayı geçti. Yüzyılın adeta felaketi olarak adlandırılan depremde hayatını kaybedenlere Cenabı Hak’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, hastalarımıza ve yaralılarımıza da şifalar niyaz ediyorum. Cenabı Hak böyle bir acıyı bir daha ülkemize, insanımıza yaşatmasın diye dua ediyorum. Özet yapmakta, bazı noktalara da dikkatinizi çekmekte fayda görüyorum. Öncelikle şunu hemen ifade edeyim; Birinci İktisat Kongresi’nin maddelerini mutlaka bulun ve okuyun. Öyle uzun değil. 9 madde öne çıkmış, 12 başlık var ayrıca. Bunları okumakta fayda var.
O kongreden sonra Türkiye’de aslında ciddi bir hamle başlamış. Şunu unutmayalım; Osmanlı’nın son dönemlerinde birtakım iktisadi faaliyetlere başlandı. Ama bunlar ülkemizi ayağa kaldıracak seviyeye gelmedi. Gıdamız, giyim kuşamımızla ilgili neyimiz varsa dışarıdan geliyordu. Bundan dolayı, İzmir İktisat Kongresi’nden sonra, -o zaman bunları yayacak televizyonlar, radyolar da yok- fakat oluşturulan hava neticesinde bir hamle başladı. İkinci İktisat Kongresi’nden sonra ise bunlar biraz daha şekillenme yoluna girdi. Hangi fabrikalar kurulacak, o fabrikaları kurabilmek için hangi finans müesseseleri hayata geçirilecek? İşte Sümerbank, Etibank gibi. Malatya’da kurulan Mensucat Fabrikası gibi. Bir müteşebbisin, köylünün başlattığı Uşak’taki şeker fabrikası gibi.
İşin garibi, benim şahsi kanaatime göre, bugün Türkiye’de yapılması icap eden en önemli işlerden bir tanesi, uçak sanayinin teşhisidir. O dönemde bu, en önemli mesele olarak gündeme getirilmiş. Uçak fabrikasının temeli hemen atılmış, uçak imalatına hemen başlanmış. Ne zaman? 1920’ler. Peki biz neredeyiz şimdi? Havanda su dövüyoruz. Bazı konular gündeme getirildiğinde ‘O kadar uçmayın’ deniyor. Ne uçması? Millet Ay’a, Mars’a gidiyor. Biz, kendi ülkemizde bir yerden bir yere giderken başka ülkelerin imal ettiği uçakları alarak ancak seyahat edebiliyoruz. Ama maalesef çok kısa bir zaman içinde bu teşebbüslerin hepsi akim kalmış. Ben, Vecihi Hürkuş’u unutamam. Böyle bir meseleyi kendine dert etmiş. Uçak imalatına hemen başlamış. Birkaç yüz tane uçak imal etmiş ve ihraç etmiş bunları. Ben, ister istemez, böyle bir konu gündeme geldiği zaman Nuri Demirağ’ı unutamam. Kendisine, 1930’larda Silahlı Kuvvetlere uçak alabilmek için yardım talebinde bulunanlara kardeşi yardım etmişi. Ama demiş ki ‘Ben bir kuruş vermem. Ama siz bana bu uçağı sen yapar mısın dersen ben onu yaparım’ demiş. Yaklaşımdaki fark, düşünce. Nuri Demirağ, Demirağ soyadını nerden almış? Fransızlar, İngilizler Türkiye’de demir yolu döşüyorlar, senede 100-150 km. ‘Sizin o bütün projelerinizi ben 1,5-2 sene içinde tamamlarım’ demiş. Kendisine vermişler. Onu tamamlayınca da Mustafa Kemal Atatürk, kendisine ‘Demirağ’ soyadını vermiş. Durduk yere verilmemiş ki isim.
O dönemdeki hayal, ufuk, bizde maalesef bugün yok. Kardeşlerimiz, genel başkanlarımız, arkadaşlarımız güzel ufuklar çizdiler ama bugüne kadar biz bir şey yapamamışız ki bu noktada. Kendi içimize kapanmış, çekişmelerle uğraşmışız. Bizim problemlerimizi çözecek adımları atamamışız. Aslında ülkemizin ayağa kalkması, yaşanabilir bir ülke haline gelmesi için iktisaden kalkınması şart. Ama nereden başlayacağız denildiği zaman herkes ittifak etti, dikkat ederseniz. Adalet. Bir ülkede adalet olmadan siz hiçbir şey yapamazsınız. Adalet olmazsa güven, huzur olmaz. Biz, bunu biraz daha kapsamlı olarak, ahlaki ve manevi değerler ihya edilmeden bir ülkede huzur olmaz diyoruz. Ahlaki ve manevi değerleri bazıları sadece bir utangaçlık gibi tarif etmeye kalkıyor. Hayır. Bunun başında adaletin tesisi gelir.
Adalet olmadan hiçbir şey olmaz. Devlet, adalet üzerine inşa edilir. Adalet, mülkün temelidir. Mülk dediğimiz, devlet. Devletin temeli adalete dayanır. Yeter mi? Hayır. Kapsam genişler. Güven duygusu, onun arkasından dürüstlük, işin ehline verilmesi. Siz işi ehline vermezseniz o iş hiçbir zaman istenildiği gibi imar veya inşa edilemez. Dürüstlük mutlaka olacak. Siz yandaşınıza pas geçerseniz burada adalet yoktur, dürüstlük de yoktur. Şu anda ülkemizin sıkıştığı en büyük problem, kıskaç, işte bu noktada düğümleniyor. Ne adalete güven kaldı ne dürüstlük var ne liyakate önem veriliyor. Bunun için de hiçbir problem çözülemiyor. Allah nasip eder de -ittifak ettiğimizi görüyorsunuz- 15 Mayıs’ta yeni bir dönem başladığında ilk ele alacağımız hususlar bunlar. Adaletin tesisi, güven ortamının oluşturulması, liyakate önem verilmesi, yandaşlara hiçbir şeyin peşkeş çekilmemesi.
“DÜNYAYA AÇILIRKEN BİRTAKIM CİDDİ HATALAR DA YAPTIK. EKONOMİMİZİ BÜTÜNÜYLE DIŞA BAĞLADIK”
Geçmişten de ders almamız icap ederdi diyorum. Benim hâlâ havsalam almıyor. Neden Türkiye’de hâlâ 1920’lerde başlamış olan, sadece bir kişi değil, birkaç teşebbüsle ele alınan uçak sanayi hedefine ulaşamadı? Bu bir gerçek. Biz, bunu anlamak mecburiyetindeyiz. Eğer bir yerlerde yanlış yapılmışsa kendi kendimizi de tenkit etme mecburiyetindeyiz. Elbette İkinci Dünya Harbi’nin devreye girmesi bizim birçok teşebbüsümüzü engelledi. Ben de o dönemi pek hatırlıyorum diyemem ama 1940’ların başında, hatta daha sonraları ekmeğin karneyle alındığını biliyorum. O dönemde birtakım adımları atmak kolay değildi. Ancak onun hemen arkasından dünyaya açılırken birtakım ciddi hatalar da yaptık. Ekonomimizi bütünüyle dışa bağladık.
Erbakan Hoca, Almanya’da gitti, doktorasını aldı. Sonradan üç tane doktora çıkaracak kadar da araştırma yaptı. Almanya’da kalmasını istediler, ‘Ben kendi memleketime gideceğim’ dedi. ‘Ben motor profesörüyüm, o halde motor imalatını gerçekleştireceğim’ dedi. Kendisine gerekli imkanlar sağlandı. O zaman döviz devlet tarafından veriliyor, kolay değil. Üç senede motor fabrikasını kurdu. 1960 ihtilalinden iki ay önce de açtı. 9 bin liraya satılan motor, birdenbire 6 bine indi. Hoca bunu 5 bin 500’e indirince 4 bine indirdiler. 3 bine inince 2 bin… Artık o fabrikanın çalışması mümkün değildi ama kimse tedbir almadı. Ordu mensuplarına, ‘Eğer siz bu teşebbüse biraz destek verirseniz, -destek dediğin bunların alımını gerçekleştirin- ihtiyacınızı yerli olarak karşılayın’ denildiğinde maalesef bu tedariki karşılayan kurumun, askeriyenin içinde, başında bulunan kişi ‘Biz Amerikalıları küstüremeyiz. Senin parayla verdiğini onlar bize bedava veriyorlar’ dedi. O motor fabrikası çalıştı bilahare kör topal. Ama biz, bir türlü bunu inşa edemedik.
Devrim otomobili... O zamanki ihtilali yapanlar birtakım ideallere sahipti. ‘Biz niye yapmıyoruz’ dediler. Eskişehir Devlet Demiryolları Fabrikası’na giderseniz girişte devrim otomobillerinden birini görürsünüz. Dört tanesi imal edildi. İçine benzini biraz az koydular. Gürsel Anıtkabir’e giderken araba yolda kaldı. Neden? Kendisinde bir bozukluk değil, birisi onun benzinini yolda tükenecek tarzda koymuş da ondan. ‘İşte bizim yaptığımız araba bu kadar. Yolda bile Anıtkabir’e gidecek kadar gücü, mecali yok’ dediler. Biz bu gerçeği göreceğiz. Bunu görmeden birileri bizim ayağımıza çelme takmaktan vazgeçmez.
Türkiye, dünyanın en stratejik bölgesidir. Neresi dünyanın merkezi deseniz, alın haritayı önünüze, karşınıza Türkiye çıkar. Bu bölgede bizim hakim olmamızı istemiyorlar. Onun için biz, çok farklı bir politika izlemekle mükellefiz. Elbette biz dünyayla bütünleşelim. Kavga edelim demiyoruz. Ama onların oynayacakları oyunlar karşısında da uyanık olmak, dik durmak mecburiyetindeyiz. Kendimizi güçlendirecek adımları atmak mecburiyetindeyiz.
Sayın Kılıçdaroğlu söyledi; sanayileşmek bizim en önemli adımlarımız. Bütün arkadaşlar da ittifak halinde. En önemli yapacağımız işlerden bir tanesi. Benim kanaatim şu; ben Batı’da yetiştim, onları da gördüm. Okulu orada okudum. Onların her şeyini çok iyi biliyorum diye bir iddiam da yok. Ama biz dışarıya bağlı kaldığımız müddetçe hiçbir zaman ayakta kalmamıza bizim imkan vermezler. Eğer biz bir hamle yapacaksak ekonomist olarak hesabı yapanlar, ‘Biz her şeyi yapamayız. Mutlaka kârlı olanları yapalım. Diğerlerini biraz daha sonraya bırakalım’ diye bir kanaate gelebilirler. Ben aynı kanaatte değilim. Nasıl ki 1920’lerde, 1930’larda o gün için zor olan, en ileri teknolojiyi gerektiren uçak imalatı hiç tereddütsüz başlatılmışsa biz bugün onu başlatmak mecburiyetindeyiz.
Cumhuriyet’in başlangıcında biz, kendi aşımızı kendimiz ürettik. Dünyada önde gösterilen ülkelerden biriydik. Tifo, verem, suçiçeği vardı. Biz, şimdi kendi aşımızı üretmiyoruz. Niye? Neden dışarıdan gelecek aşıya muhtacız? Müesseseyi kapatmışız. Bunun bir gerekçesi olması icap eder. Her yönüyle, başta ilaç ve gıda olmak üzere kendimize yeterli bir politika oluşturmak mecburiyetindeyiz. Hemen arkasından da sanayinin bütünü; ağır sanayi, yüksek teknoloji gerektiren sanayi başta olmak üzere inşaatlara, yatırımlara başlamak mecburiyetindeyiz. Nereden? Edirne’den Kars’a kadar. Diyarbakır’dan Antalya’ya, İzmir’e kadar. Her yerde, Türkiye bütün olarak bir şantiye havasına bürünecek. Bugün İstanbul’da bin kişiye iş sağlayacak yeni bir tesis kurmak, bu vatana yapılacak en büyük kötülüktür.
Sen Kızılay, başkasına, muhtaca ulaştıracak çadır varken onu vermeyip kâr edebilmek için başka yardım müessesine bunu satmaya kalkarsan ben sana nasıl güveneyim? Böyle bir mantık olur mu? Onun için biz, her konuda ülkemizin bütününde kalkınmayı hedef olarak seçmeliyiz. Her ilde mutlaka temel atılacak, bir tesis kurulacak. Bir değil, birkaç tesis kurulacak. Türkiye bir şantiye havasına bürünecek. Devlet de her yere elini uzatacak.
Ben, dövizin dışında ülkemizin başka bir şeye ihtiyacı olduğu kanaatinde değilim. Teknolojiler bugün artık kolayca temin edilebiliyor. ABD’den olmazsa İngiltere’den, olmazsa Almanya’dan, Çin’den, Rusya’dan bunu getirmek mümkün. Ama döviz konusunda başlangıçta birtakım sıkıntılar olabilir. Siz de yatırımları, döviz ihtiyacını azaltacak yatırımlarla yatırımları öne alırsanız bu problemi de kısa zamanda çözebilirsiniz. Önümüzde bizim büyük bir pazar var.
Bu yatırımlar tamamlandıkça güçlenir, zenginleşir. Peki bu zenginleştiğimiz yeni imkanları nasıl kullanacağız? Gelir dağılımında adaleti sağlayarak. Bunun başka bir yolu yok. Yıllardır Türkiye’de toplu sözleşmeler hep açlık sınırında yapılıyor. Aman insanımız aç kalmasın. O insan, çocuğunun ayakkabısını, kendi giyimini, okul ihtiyacını, elektriğini, doğal gazını, varsa arabasının benzinini nasıl karşılayacak? ‘Ona ben karışmam’ diyor. ‘Açlık; karnını doyurdu muydu bu yeter.’ Bundan daha büyük insafsızlık olur mu? Açlık sınır değil, yoksulluk sınırı denilen bir sınır daha var ekonomide. Bugünkü şartlarda yoksulluk sınırı, açlığın yaklaşık 2,5 katı. Bazen dalgalanıyor. Bu birdenbire olur mu? Elbette hemen, 1-2 senede olmaz ama hedef olarak seçerseniz 3-5 senede, bilemediniz 6-7 senede bunu gerçekleştirmek mümkün. O gerçekleştiği zaman ne olur? Türkiye’de muazzam bir talep açığı doğar. Çünkü cebine bu sınırda maaş koyan insan, ihtiyacını karşılamak için pazara çıkar. Pazardaki talep ister istemez o talebi karşılayacak yeni yatırımlara vesile olur. Biz, gelir dağılımını adil bir şekilde sağlayacağız.
İzmir İktisat Kongresi’nin 6. maddesi, ok açık söylemişler; ‘Hırsızlık, yalancılık, riya ve tembellik en büyük düşmanımızdır. Taassuptan uzak bir dindarlık, her şeyde esasımızdır.’ Daha sonra maalesef şartlar değişmiş. Bütün imkanlarımızı betona, asfalta hasletmişiz. Bunun Türkiye’yi kalkındıran değil, evet rahatlatan bir yatırım modeli olduğunu söyledik, kabullendik de. Ama rahatlamak, zenginleşmek manasına gelmiyor. Rahatlamak, güçlenmek manasına hiç gelmiyor. Rahatlamak, etkili bir ülke olma noktasında ise hiçbir zaman dikkate alınmayan bir husus. Biz, sadece kendimizin değil, dünyanın düzenini de değiştirmekle mükellef görüyoruz kendimizi.
Biz, İktisat Kongresi’nde özellikle bazı noktalara vurgu yapmakla mükellefiz. Biz, tahribat yapmaz, imar ederiz. Bunu içselleştirmeliyiz. Tükettiği malı mümkün olduğunca kendimiz üretiriz. Çok çalışır, ama israftan kaçınırız. Ormanlarını çocukları gibi sever, madenlerini kendi ulusal üretimi için isteriz, kullanırız, işletiriz. İrfan ve marifet aşığıdır bizim insanımız. Bunu bilelim. Bunun sadece karşılık görmesini sağlayacak adımları atalım, yeter.
Farklı görüşlere, farklı kanaatlere sahip olan partilerin bir araya gelerek Türkiye’nin problemlerini çözmek üzere yola koyulmamız gerektiğini kabullendik. Millet İttifakı’nın temel gayesi bu. Diktatörlük olmasın diye Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin değişmesini önemsiyoruz. Ama Cumhuriyet tarihinde hiç yapılmamış bir adımı attık. Daha koalisyon oluşmadan koalisyon protokolünü imzaladık, hayat geçirdik. Mutabakat metni bundan ibaret. Neden? Çünkü bugünkü şartlar bunu gerektiriyor. Seçimden sonra bunu yapmak mümkün değil. Biz, önce Cumhurbaşkanını ve Meclis’i seçeceğiz. Onun arkasından, birlikte bu ülkeyi nasıl yöneteceğiz, sistemi nasıl değiştireceğiz onun çalışmalarını yapacağız. Bu millet bize lütfeder 400’ün üzerinde bir çoğunluk verirse Meclis’te bu değişiklik birkaç ay içinde gerçekleşir. Ben, çok büyük bir farkla bu seçimin alınacağına inanıyorum.”
© Tüm hakları saklıdır.