Başbakan Tayyip Erdoğan'ın medya boykotu çağrısına bir ‘fetva’ ile katılan, bu nedenle hem tepki hem destek alan ilahiyatçı Prof. Hayrettin Karaman, ‘Ben mahalleye baskı yapan bir adamım. Mahalle bana baskı yapamaz. Çünkü mahallenin kâhyası benim" dedi.
'Yandaş olmayan medya yoktur' diyen Karaman, Almanya'daki Deniz Feneri skandalında ise, çürüklerin temizlendiğini, Türkiye'de adı geçen isimlerin bu işe karıştığına inanmadığını söyledi. Kişilerin değil, ancak devletin laik olabileceğini ileri süren Karaman, AKP iktidarıyla birlikte 'mahalle'den çoğu kişinin mala, mülke, şöhrete, lüks ve gösterişe kapıldığını kaydetti.
Sözleri fetva sayılıyor
İslami kesim arasında çok önemli yeri olan ve pek çok eseri bulunan ilahiyatçı Prof. Karaman, başörtüsü yasağını protesto için çalıştığı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden istifa etti. Arapça, Farsça ve Fransızca bilen Karaman, Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde, Erdoğan'ın gazeteleri boykot çağrısına destek veren bir yazı yazınca, gündeme geldi.
Karaman yazısında, ‘Bir Müslüman olarak ahlak, insaf, vicdan sınırlarını aşan, ideolojik, ekonomik menfaati için her şeyi mubah sayan medyayı boykotun farz, desteğin haram olduğunu ifade etmek isterim’ diye yazdı.
İslami kesimde bir fetva olarak algılanan Karaman'ın bu sözleri, hem destek, hem de tepki aldı. Bu tartışmalardan sonra Star gazetesi Prof. Karaman'la konuştu. İşte yapılan röportaj:
Siyasi konulardan kaçınma gibi bir hassasiyetiniz vardı. Ne oldu da ‘bir kısım medyanın boykot edilmesi’ gibi sert geçen bir tartışmada fikir beyan ettiniz?
Meşhur Sultanahmet mitinginin olduğu 1997’de de bir medya boykotu yazısı yazdım ben. İkisi birbirine çok benziyor, hem neyi protesto ettiğim hem ne istediğim var. Yani benim çıkışımın Başbakanın beyanatıyla veya medyada bir grubun iktidara karşı tavrıyla alakası yok. Dünya görüşümle, davamla, toplum tasavvurumla, din ahlak gelenek ve muhafazalık anlayışımla alakası var. Çıkışımı Başbakanın beyanatı tetiklemiş, konuyu hatırıma getirmiş olabilir ama ben bunu hep yapıyorum.
Neyi hep yapıyorsunuz?
Emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker (iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma). O yüzden gündeme denk gelmesinde sakınca görmedim. Başbakan başka bir saikle, başka hedefe yönelik konuşuyor, bense başka. Başka bir iktidar gelse de ben fikrimi aynen söylerim.
Şahsi fikriniz, din álimi kimliğiniz nedeniyle, haram-helal bağlamı taşıdığı için fetva hükmü taşıyor.
...Tabi fetva hükmü taşır.
Zamanlaması da düşünülünce bu, sizin siyasete müdahil olduğunuz anlamına da gelir mi?
Dinle siyaset ilişkisi tartışılıyor ya, ben başından beri diyorum ki; laiklik bir devlet tavrıdır, fertler laik olmaz. Ben fert olarak laik olmadığım için devletin hükümetin bürokratların dinim açısından davranışlarını gözlemler, dinime, dini haklarıma, özgürlüğüme bir sataşma, bir zarar gördüğümde tepki gösteririm. Bu siyasete müdahale ise, evet, işte böyle siyasete müdahale ederim.
Bu yazınız da mı böyle görülmeli?
Hayır, yazının muhatabı siyaset değil medya. Bunu da sağ sol, İslami gayri İslami kesim diye ayırmadan yapıyor, nitelikler sayıyorum: Ahlaksız, edepsiz, başörtüsüyle, İHL’lerle, zorunlu din dersiyle uğraşan, cephe alan, haksız, uğursuz, yalancı, iftiracı diyorum.
Şaşırdınız mı yazınıza gelen tepkilere?
Yok. Dünyada, Türkiye’de hiçbir şeye şaşırmıyorum.
Üzüldünüz mü peki?
Ee, sizin bilmediğiniz bir de okur mailleri var. Birini okuyor rahatlıyorsunuz, birini okuyunca içiniz sıkılıyor. O kadar çirkin, kin ve kan kokuyor. İnsan diyor ki, bu ülkede emniyet olmasa demek ki birbirimizi yiyeceğiz.
İlk yazıdan sonra ‘Boykot yazıma tepkiler’ başlıklı, iki okur mailinden oluşan bir yazı yazdınız, özeleştiri olarak algılandı. Fakat bu bir özeleştiri miydi?
Evet. İki farklı okur mailini yazıma aldım. Birinin ‘Bu iktidarla yolsuzluklar arttı’ ifadesini abartılı bulduğumu, ‘aynayı kendimize çevirelim’ diyen maili de ‘Yarası olan gocunsun’ diye yorumlayarak aktardım.
Neden o özeleştiriyi, kendi cümlelerinizle değil de okur mailleriyle yaptınız. Bir kaçış mı bu?
Ben bu özeleştiriyi zaman zaman kendi kalemimden de yapıyorum. Ama bence gündem ve zaman önemlidir. Bugün medyayı eleştirip hassasiyeti olanların vazifelerini hatırlatıyorum. Bir başka gün de bizim camiadan bir fert ya da grubun, kurumun bir olumsuzluğunu gördüğümde de onu yazarım, yazıyorum da.
Üzerinizde bir mahalle baskısı oluşmuş olabilir mi?
Yok. Ben mahalleye baskı yapan bir adamım. Mahalle bana baskı yapamaz. (gülüyor) Benim yaşımda çağımda olanlar mahalleye baskı yapar, aksi halde nifak olur. Gençler büyüklerine saygılı olmalı, ben bunu ‘yeşil’ anlamda müspet, olumlu buluyorum.
Deniz Feneri ile Ergenekon davası arasında nasıl bir benzerlik ya da farklılık görüyorsunuz?
Almanya Deniz Feneri-hükümet ilişkisini, Ergenekon-ordu ilişkisine benzetiyorum. Ergenekon’da siyasetçilerin ‘Bu Ergenekon hiçbir şey değil, mühim olan, bunu yaptıran koruyan ordu, asıl onları mahkeme edelim’ dediğini duydunuz mu hiç? Yok. ‘Ordumuzu tenzih ederiz bilakis büyük komutanlarımız işin içinde değildir, hatta ordu kendi safrasını temizlemek istiyor’ deniyor. Ben aynı insafı bu konuda da bekliyorum.
Yani...
Yara Almanya’daki Deniz Feneri’nde. Mahkeme kararı orada toplanan meblağlarla ilgili. Orayla ilgili tenkitlere katılıyorum, tasvip etmiyorum. Ama işin burada ilgili ilgisiz herkese her yere, Kanal 7’ye, Deniz Feneri’ne, Başbakana yamanması arasında da fark görüyorum.
Bu davayla ilgili hiç kuşku uyandı mı içinizde?
Türkiye’de adı geçenlerin ceplerine para indirmeyecekleri konusunda hiç kuşkum yok. Bunu yapmazlar ama iş tahkik edilmeli, konduramadığımız insanlar konusunda yanılıp yanılmadığımız ortaya çıkmalı. Bu işin üstü örtülsün asla istemem.
Yardım kuruluşlarının, insanların yardım parasını -en hafif tabirle- amaç dışı kullanmasının hükmü ne?
Bizim dinimizde dayanışma yardımlaşma önemlidir. Biz ‘bana ne’, ‘öteki cehennemdir’ diyemeyiz. Şimdi buna karşı çıkılıyor, kişisel yardım onura aykırı, bu işi devlet yapsın deniyor. Oysa biz herkesin açlık, susuzluk, hastalık, her derdiyle dertleniriz. Biz böyle insanlarız.
Burası tamam. Ben, mahallede olabilecek suistimale karşı cevabınız ne, onu merak ediyorum.
İşte o yüzden ben de dedim ki; mahallede olanları bahane edip bizim yardımlaşmamıza vuruyorsunuz. Bunu kabul etmeyiz, yardımlaşmaya devam ederiz. Bir yerde bir çürük yumurta varsa onu atar, o değerimizi de koruruz. Çürüklerin üstü örtülsün demiyorum bakın. İki mahalleye de söylüyorum.
Doğan grubu Ergenekon davasında kötü çaktı. Doğan grubunun ‘yandaş’ dediği ‘öteki medya’ Deniz Feneri e.V davasında nasıl bir sınav verdi sizce?
Bu işin üzerinde hakkıyla durmamaya sevk eden, karşı tarafın haksız saldırısı olmuştur. Onlar mutedil olup tarafsız yaklaşsalar, burada bir yanlışlık yolsuzluk olabilir, birlikte üzerine gidelim, deseydi ‘yandaş’ denilen medya daha mutedil olurdu. İlk günden yalan iftira ile yaygara yaparsanız, karşı taraf savunmaya geçer. Zaten kimse, bunun araştırılmasını istemiyoruz demiyor. Bak bunu mutlaka yaz: Yandaş olmayan medya yoktur. Benim için ölçü ahlaksızlığa, edepsizliğe, hırsızlığa, din düşmanlığına karşı nasıl tavır alındığıdır.
Yolsuzlukların üstü asla örtülmesin ki kuşku kalmasın. Yoksa biz çürük yumurtayı zaten eleriz.
Siyasi arena çok kızıştı, her iki mahallede de siyasetçilerin dili keskinleşti. Şerefsiz, namert gibi çok ağır laflar havada uçuşuyor. Onlara da bir şeyler söylemek ister misiniz?
Tabi ama iki taraf da öfkeyle kalkanın zararla oturmakta olduğunu çoktan fark edip, şimdi ‘kabadayılığa halel gelmeden nasıl oturacağız’ diye düşünüyor. Bunda káhyaların da faydası vardır herhalde (gülüyor). Bence bu işi daha medeni, edep dairesinde, tolere edilebilir, tahammül edilebilir bir hudutta yapmak lazım. Muhalefet tenkit eder, abartır hatta ahlaki endişeleri yoksa yalan da söyler, iftira atar. Siz de savunursunuz ama hiçbir zaman bir mümin, bana biri iftara etti diye iftira edemez, yalan söyleyemez. Frenlerini kullanmalıdır. Bir de siyasi tavsiye: Bana küfredene ben de küfredersem 3. şahıs ‘ödeştiler’ der. Ama küfretmez ‘Hasbünallah, Allah seni ıslah etsin’ dersem, 3. şahıs nezdinde, söyle bakalım, kim kazanır?
Herkes sizi iyi bir alim, iyi bir insan olarak tanımlıyor ama, asıl size göre siz kimsiniz?
Valla ben dinimi öğrenmek, yaşamak isteyen ama 60 yıldır henüz tamamlayamamış, hálá eksik sayan bir insanım.
Kenan Evren size Diyanet İşleri Başkanlığı teklif etmiş! Reddetme nedeniniz, teklifin bir darbe liderinden gelmesi mi?
Başka zamanlarda da geldi aynı teklif, ama kabul etmedim. Ta önceleri parti çerçevesinde siyasete girmeyeceğim, yönetici olmayacağım diye bir karar vermiştim, bunu uyguladım. Benim bir amacım davam yolum var. Bunlara ters düşüyordu.
Tarihin hangi döneminde nerede yaşayıp ölmek istersiniz?
Şüphesiz Efendimizin zamanında ona en yakın bir sahabe olarak.. Ama bunu umuyorum, ben mutlaka onun dizinin dibinde oturacağım inşallah.
‘Beyt-ül mal’in emanet edildiği Müslüman devlet adamı için ölçü Hz. Ömer’dir. O, kendi işinde kendi mumunu yakmış, Fırat kıyısındaki kuzunun hesabını verememekten korkmuştur. Bu hassasiyet bugün de sürüyor mu sizce?
Hz. Ömer zamanında zekat toplayan memurlar vardı. Kur’an onlara amil diyor. Amiller zekatı toplayıp teslim etmişler ama küfelerinin dibinde bir şeyler kalmış. Hz. Ömer sormuş, ‘Ya bunlar?’ Demişler ki ‘Bunları bize hediye ettiler’. Hz. Ömer ise ‘Siz babanızın evinde otursaydınız, bunlar size hediye edilir miydi? Öyleyse, o da devletin malıdır, verin bakayım’. Şimdi o kadar basit bir hayat yaşamıyoruz, toplum, devlet mekanizması çok farklı. Devlette hükümette yerel yönetimde görev alanların ne olduğu yolda anlaşılıyor. Yanılgı da olabilir ama baş temizse o safra atılır. Yoksa iktidar, baldır pekmezdir. Baş sağlamsa, özeleştiri yapıyor, sinekleri kovuyorsa, iyi not vermek gerek. Yeterki baş temiz kalsın.
Dindar insanların iktidarla, itibarla, para ve şöhretle buluşmasıyla, ve sonrasıyla ilgili gözleminiz nasıl?
Bu imtihanlara maruz kalıp Çemberlitaş gibi dimdik sapasağlam duranlar da var, ufak tefek çürüyenler de. Dinsiz kesimden vicdani eğitimi olanlar da var, dindar kesimden Allah korkusu olanlar da. Birinciler kendilerini eleştirerek ıslah eder, ikinciler tövbe ederek. Düştükten sonra toparlanmış insanlar da var. Üç türlü de olabilir. İnsanlık halleri bunlar, aksini düşünemezsin ki.
‘Mahalle’de lüks ve gösterişte aşırıya kaçılıp kaçılmadığı konusunda fikriniz ne?
Bak o kesin. Ben böyle bir evde oturuyorum, (köyde bir tripleks) başkasına göre kümestir ama ben hesabını verebilir miyim? Mesela 175 milyarlık bir jep alabilirim ama bu memlekette o paraya muhtaç milyonlar var. Ben bu hesabı veremem diyorum, almıyorum. Ben işte bu imtihanda bizim camianın, beklentinin ötesinde başarısız olduğunu düşünüyorum. Ötekilere ise sadece ‘Hem lüks yaşayıp hem yoksulluk edebiyatı yapmayın’ diyorum. Bizimkilere gelince, evet, mahalleye laf söylüyorum. Bizim mahallenin káhyasıyım ben, söyleyebilirim.
TRT’nin TRT olduğu yıllarda toplumun dini bilgi edinme ihtiyacı ‘İnanç Dünyası’ adlı kısır, kuru bir programın insafına bırakılmıştı. Özel kanallarla birlikte sayı gibi çeşitlilik de arttı. Ama artık iş öyle bir hale geldi ki magazin programlarının bile ilahiyatçıları var! Ne diyorsunuz bu işe?
Bu konuda da bir imtihanla karşı karşıyayız. Kimsenin malında, canında gözümüz yok da, basına intikal ettiği için öğrendik, falan kişi Ramazan’da şu kadar para alıyormuş. Bizim camia için; gazete dergi tv ve sohbet toplantıları da bir imtihandır çünkü size şöhret, menfaat, alkış, iltifat gibi şeyler sağlıyor. Bunlar cazip şeylerdir. Beşeriz, zaafımız vardır ama bunlara rağmen aynı çizgide durabiliyor musunuz? Bu konuda da ben bizim meslektaşlarımızın imtihanı kazandıkları kanaatinde değilim. Kazananı da var, kaybedeni de.