Çetin Altan
Milliyet
Cinsellik nasıl vücutların karşılıklı olarak tadını çıkarmaksa, kafasallık da kafanın tadını çıkarmak sayılabilir.
Ancak cinsellik tüm canlıları kapsadığı halde, kafasallık canlılardan sadece insana özgü...
Onun için de “kafalarımızın tadını ne kadar çıkarıyoruz” sorusu “vücutlarımızın tadını ne kadar çıkarıyoruz” sorusuyla paralellik çizebilir.
Hangisinin “para”ya daha çok gereksinme gösterdiği ise, ayrı incelenmesi gereken bir konu...
Toplum olarak, gazete okuma düzeyinden kafalarımızın tadını tam çıkaramadığımız anlaşılıyor.
Şayet aynı oranda vücutlarımızın da zevkinden vazgeçmiş olsaydık, nüfusumuzun yüzde yetmişi cinsel ilişkinin ne olduğunu bilmeden doğup ölecekti... Tıpkı basını izlemeden doğup öldüğü gibi...
Bu yaklaşım, cinsellikle kafasallık arasındaki etki ve tepkileri, yeniden düşünmeye itiyor insanı...
Kafalarının tadına varamayan bir kadınla erkek, vücutlarının da tadına varmakta acaba bir eksikliğe düşmez mi?
Bu soru, bireylerle ilgili olmaktan çok, yüz yıllık bir zaman kesiti içinde, toplumu tümüyle avuçlayan bir soru...
Ne gazeteleri, ne kitapları, ne sinemayı, ne TV’yi, ne videoyu bilmeyen büyük büyük annelerimizle, büyük babalarımız, acaba aşkın tadını günümüz kuşakları kadar çıkartabiliyor muydu?
Kadınların sevişirken sırtüstü yatıp, kollarıyla yüzlerini kapattığı ve kıpırtısız durduğu dönemlerdi o dönemler.
Kafa zevkinden yoksunluk, vücut zevkini de iyice köstekliyordu.
Bugün kafasallıkta da, cinsellikte de çok büyük aşamalar olmuştur.
Ne kadar olmuştur?
Kesin bir yanıt vermek kolay değil.
Tam soyunmadan sevişen çiftler hâlâ daha çoğunlukta olduğu anlaşılıyor. Bunlar arasında kafalarının tadına varamayanların oranı sanırız ki yüksektir.
Matbaanın icadı, insanlıkta çok büyük bir dönemeç öyle değil mi?
O icattan yararlanamayanlar içinse, hâlâ daha matbaa icat edilmemiş gibidir.
Yani 400 yıl öncesindedirler...
Aradaki boşluğu kapattıkları zaman, matbaanın icadından önceki aşklarla, matbaanın icadından sonraki aşklar arasında da farklar olduğunu göreceklerdir.