T24 - Çocukların dünyası bambaşkadır. Kavgaları da eksik olmaz, haylazlıkları da, gürültü patırtıları da… Her biri bir inci tanesidir aslında. Ne kadar kavga ederlerse etsinler, onlar bilirler ki her daim kardeştirler. Sarılıp öpüşünce yelkenler suya iner, kardeşlik devam eder.
KADIRGA'DAN MANZARALARBeyazıt’tan Kadırga’ya gidebilmek için Gedikpaşa’dan uzun bir yokuşu inmeniz gerekiyor. Biz de Kadırga Meydanı’na doğru ellerimizde fotoğraf makineleriyle ilerliyoruz. Meydana geldiğimizde adımlarımız giderek küçülüyor. Gözlerimiz sokakları taramaya başlıyor.
Binalar çok eski, harap. Ayakta durabilmek için birbirlerine tutunmuşlar. Camdan cama gerili iplere yeni yıkanmış çamaşırlar serilmiş. Kadınlar kapı önlerine oturmuş sohbet ederken, erkekler kış için odun kırıyor, kapı önlerindeki taşları düzenliyorlar. Oradan oraya koşuşturan, hoplayan zıplayan çocuklar ise neşe saçıyorlar etrafa. Kadırga’nın sokaklarına ses veriyor, can katıyorlar. Her sokaktan çocuk sesi, her sokaktan çocuk şarkıları yükseliyor. Kızlar öğretmencilik, evcilik, seksek, erkekler futbol, uzun eşek oynayıp bisiklete biniyor.
Minik bir kız, yavru bir kediMahalle sakinlerinin elimizdeki fotoğraf makinesine vereceği tepkiyi önceden bilmek çok zor. Muhabir arkadaşımla çekine çekine giriyoruz sokaklara. Bir kız çocuğu görüyoruz yolun az ilerisinde. Elindeki iple bir yavru kediyi nereye giderse oraya çekmeye çalışıyor. Ondan daha büyükçe bir kız da yavru kedinin annesini… “Ben bu küçük kızın fotoğrafını çekmeliyim. Ona yaklaşmanın bir yolunu bulmalıyım” diye geçiriyorum aklımdan ve başka bir kediyi kestiriyorum gözüme. Kedinin fotoğraflarını çekerken bir yandan da kızlara yaklaşıyorum. Gülümsüyorlar bana. Ben de onlara gülümseyip nihayet fotoğraflarını çekiyorum.
Elif ve Roni. Elif dokuz, Roni ise üç yaşında. Roni’nin isminin anlamını soruyoruz. Kapının önünde kızını gözetleyen annesi, “Gözün aydın demek,” diyor. Roni’nin saçlarını pembe bir bere kapatmış, görünmüyor. Bere çıkartıldığında sarı saçları ortaya dökülen küçük kız, annesinin yakınında eli belinde poz veriyor hemen.
Roni Mardinli ve Türkçe bilmiyor. Soru sorulduğunda ya da ona bir şey söylendiğinde yanıt vermiyor. Belli ki anlamıyor. Annesi söylediklerimizi Kürtçe söylediği zaman ona Kürtçe yanıt veriyor. Bize ise gülümsemek ve en afilli pozlarını vermekle yetiniyor.
Kadırga’ya Güneydoğu Anadolu’dan gelen göç oldukça fazla. Burada oturanların çoğu Mardin, Batman, Bitlis ya da Adıyaman’dan gelmiş. Oysa ki bir zamanlar Kadırga Ermenilerin semti olarak bilinirmiş. Bugün ise, Ermeni yok denilecek kadar az. Tek tük kalmışlar. Onlar da yaşını başını almış, evlerinden çıkamaz olmuşlar. Çocuklarını da öğrenimleri için ya Ermeni okullarına gönderiyorlarmış ya da Ermenistan’daki okullara. Bugün Kadırga’yı dolaştığınızda Ermenilerle karşılaşma olanağınız neredeyse hiç yokken, Romanyalılar var.
Kadırga İlköğretim Okulu’nda Romanya’dan göç etmiş 12 ve 14 yaşlarında iki erkek çocukla tanışıyoruz; Marian ve Madalin. Sekiz yıldır İstanbul’dalarmış. İkisi de Türkiye’ye Rumen asıllı anne ve babasının ayrılmasından sonra gelmişler. Anne Adriana’nın şimdiki eşi, kundura işi yapan bir Türk.
“Peki sekiz yıl boyunca hiç gitmediniz mi Romanya’ya?”
“Babamla hiç görüşmüyoruz. Bizi istemiyor. O yüzden gitmiyoruz biz de.”
“Peki Türkiye’ye geldiğinizde zorluk çekmediniz mi?”
“Annem bizden önce gelip iş bulmuştu. Sonra da bizi almaya geldi.
Gelmeden önce de Türkçe öğretti bize. Pek zorluk çektiğimiz söylenemez yani.”
Marian ve Madalin’le sohbetimiz kısa sürüyor. Onlar ders için sınıfa girerken, biz de Kadırga’nın sokaklarında gezinmeye devam ediyoruz.
Hello! Çeksene beni!Elinizde fotoğraf makinesi varsa sizi turist sanan çocuklar çıkacaktır karşınıza. Beş yaşlarında esmer bir kız çocuğu “Hello! Çeksene beni,” diyor gülümseyerek. Ben de, “Peki küçük hanım” diyerek birkaç kare fotoğrafını çekiyorum hemen.
Yoldan aşağı doğru inerken kırık dökük bisikletlere binmeye çalışan birkaç çocukla karşılaşıyoruz. Bisikletlerin arka tekerlekleri yok. Bu durum onlar için pek sorun değilmiş gibi. Biniyorlar bisikletlere ite kaka sürüklüyorlar kendilerini.
Ellerinde süpürge, faraş ve poşet bulunan çocuklar da aykırı değildir bu semte. Çocuklardan ikisi süpürüyor, diğeri çöpleri faraşla toplayarak poşete dolduruyor.
“Buraları neden siz süpürüyorsunuz? Belediye temizletmiyor mu?” diye soruyoruz hemen. “Temizliyorlar ama yetmiyor, çabucak pisleniyor. Biz de toplanıp temizliyoruz işte,” diyor içlerinden faraşla çöpleri toplayan çocuk. Kapısının önünde oturan gençten bir kadın atılıyor hemen:“Kendileri pisletiyor, kendileri temizliyorlar. Bu sokakların temizliği bu çocuklara dayanır mı?”
Semt sakinleri çok sıcakkanlı, sizi kendilerindenmişçesine karşılıyorlar. Kır saçlı bir adam bize, “Hoş geldiniz,” diyerek sesleniyor. Sonra da sokakta oynayan çocuklardan birine dönüp “Nizamettin senin fazla koşmaman gerekiyor, biliyorsun değil mi?” diyor. Esmer tenli, kilolu Nizamettin, sevecen bir çocuk. Menenjit geçirdiği için koşup yorulması yasak. Okuluna da bu nedenle devam edemiyormuş.
Çocukların buluştuğu, bir araya geldiği en önemli nokta, Kadırga Meydanı. Meydandaki oyun parkı hınca hınç. Dilan, Marian, Madalin, Ahmet, Mehmet Ali, Elif, Nizamettin, Halis, Roni gibi Kadırga’nın farklı sokaklarında oturan bütün çocuklar burada. “Kardeşiz biz,” diyorlar. Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyormuş.
Hiç bilmeyenler Kadırga’yı İstanbul’un tehlikeli semtlerinden sanırlar, oysa ki içinde inci saklayan bir istiridye bu semt. İnsanlar elimizde fotoğraf makinesiyle bize ne tepki gösterir diye çekine çekine dolaşmıştık sokaklarında. Gezimiz sona erdiğinde ise, semt bambaşka bir şekle bürünmüştü gözümüzde. Aslında bir şekle büründüğü de yoktu. Kadırga hep böyleydi. Sadece biz yanlış tanımıştık onu.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: ŞERİFE TÜRK