*T24 çeviri
Britanya seçimleri üstüne yazmak uzun süre içimden gelmedi. Trump’a sarılmacı, önemi kendinden menkul, bjr-öyle-bir-böyle, Downing Sokak 10 No’daki makama seçim kazanmadan gelip yerleşen Theresa May oyları silip süpürerek Brexit zaferini zirveye taşıyacak, İngiltere’yi kendi minik fare deliğine sokacaktı.
Üstünde durulacak daha önemli konular vardı, 2017’de, Bolşevik Devrimi’nin 100. Yılında, ABD yüzyılının sona ermesi gibi. Perdeyi Donald Trump adında cahil bir soytarı indirdi.
Ayrıca, Britanya’da üstüne yazılacak ne vardı ki: 8 Haziran seçimleri formaliteden ibaretti; Blair’in sol-ortayolcu mecrasından uzaklaşan Jeremy Corbyn yönetimindeki İşçi Partisi eriyordu. O tantanalı Brexit oylamasından yavaş yavaş ayılmaya başlayan Britanyalılar, sürü uyuşukluğuna dalmışlardı. Boris Johnson gibi ciddiye alınma iddiasını çoktan yitirmiş bir Dışişleri Bakanı’nın alkışlarıyla May seçimde yetkiyi alarak elinden gelenin de kötüsünü yapmaya devam edecekti.
Sonra, biri Manchester’da öteki Londra’da, iki lanet terör saldırısı meydana geldi. Önce de ileri sürdüğüm gibi, DEAŞ ne pahasına olursa olsun Rakka’dan sökülüp atılmalıdır.
(Bu konuda herhangi bir kuşkunuz varsa, Matthew Heineman’ın “Raqqa is Being Slaughtered Silently” (Rakka Sessizce Katlediliyor) yurttaş-gazeteci grubu hakkındaki yeni filmi “City of Ghosts”u (Hayaletler Kenti) seyredin.) Şerrin de bir başkenti var. Yok edilinceye dek oradan çevreye yayılacak.
Kuşkusuz, Trump Londra sokaklarına dökülen kandan ucuz bir siyasi çıkar elde etmeye kalktı. Londra Belediye Başkanı Sadık Han’ın sözlerini tamamen amacı dışına taşıyarak, bir tweet bombardımanıyla, bağnazlığının güçlü bir örneğini verdi. Tanınmış bir Müslüman’a hakaret etmek Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın içinden geliverdi.
Trump’ın saygınlıkla ilişkisi, aşağı yukarı, karbondioksidin temiz havayla ilişkisi gibidir.
Ve Brexit faciasının etkilerini ABD ile ticaretin artırılmasında gören May ile Johnson’un kucakladıkları kişi işte bu kişidir.
Unutmadan belirtmeli, birkaç ay önce Britanya’nın Trump’ı Paris Antlaşması’ndan kopmamaya ikna ettiğini dünyaya müjdeleyen de Johnson’du. Ne de olsa bir devlet ziyareti daveti yapılmış, atların çektiği saltanat arabası, Kraliçe kabulü: Muhterem Muhtaç’a ikram, tüm o Britanya Debdebesi… Biz biliyoruz elbet, AB’ye karşı olmazdan önce yandaş olan Johnson’un sözlerinin değerinin ne olduğunu: Zero. O nedenle, Trump’ın gezegenimize karşı yaptığı kol hareketi anlamına gelen Paris kararının bu ülkede tepki uyandırmamasına şaşmamalı.
Son aylarda insanın maruz kaldığı tüm bu utanç verici görüntülerin en fecisi, güzel zamanları hoş bir anı olarak geride bırakmış bulunan ABD ile Britanya’nın despotların lütfuna ve inayetine mazhar olmak için yarışa girmeleriydi. AB yakamızdan düşsün; bize Recep Tayyip Erdoğan ile Xi Jinping yeter. ABD-sonrası yüzyıl işte böyle başlıyor. Düştük ki ne düşüş…
Tiksinti, bir noktada, çıkış yolu bulmalı. Birden, işte, önümüzde bir seçim var. Muhafazakarların silip süpüreceği beklentisi buharlaştı. Theresa May berbat, çamlar deviren bir ‘önünüzdeki lezzet fukarası yemeği yeyin’ seçim kampanyası yürüttü.
Halkın bir bölümü tam da bir “müşteri pişmanlığı” duygusu yaşarken, Başbakan sert bir Brexit tutumu sergiledi. Bunama Vergisi diye bir şeyle ortaya çıktı ki, bunun anlamı, uzun yaşadıkları için insanları cezalandırmaktır. Bu fikir pek iyi gelmedi seçmene.
Çevreye yaydığı bir “Ne yapsam, ne talep etsem benim hakkımdır,” havasıdır, Corbyn’i radikal bularak İşçi Partisi’nden ayrılan Lordlar Kamarası üyesi Parry Mitchel’in sözleriyle.
Corbyn, aksine, seçim kampanyasını hatasız yürüttü. Tony Blair’den ödünç alınmış da olsa, “Birkaç kişi için değil, bir çok insan için” şeklindeki sloganı ilk zamanki kadar etkili oldu. İzleyicilerinden, özellikle 30-altı yaştaki kentli nüfustan güçlü destek buldu. Bu kitle için Corbyn, kapitalizmin bozduklarını düzeltmeye gelmiş bir Mesih’tir. O, mağrur bir sosyalist, demiryollarını kamulaştıracak, üniversiteleri yeniden ücretsiz kılacak, sosyal sağlık hizmetine milyarlar aktaracaktır (bir biçimde bütçeyi de denkleştirerek elbet).
Bernie Sanders gibi, ve Trump gibi, Irak Savaşı’nı başlatan, 2008’deki finans faciasını yaratan, Euro krizine yol açan, gemi azıya almış cezasızlık ve her devirden daha derin bir eşitsizlik doğuran sistemi sona erdirecek kişidir o.
Araştırmalar şu sıra Corbyn ile May arasında sadece birkaç puan fark kaldığını gösteriyor. Seçimler, hiçbir partiye çoğunluk vermeyen bir sonuç doğurabilir.
Seçim gerçekler dünyasında yapılır; çoğu kez nahoş tercihlere gebedir. Corbyn’in anti-Amerikacı tavrından, uzun zamandır süren Hamas flörtünden, yakın çevresinin bilgisiz Marksist artıklığı ile anti-siyonizminden, Nato’ya yönelttiği saldırılardan, gerçekleşmesi mümkün olmayan vergi-yatırım vaatlerinden hazzetmem. Kendisi, Sovyet Moskova’nın muhtemelen Washington kadar kötü olmadığına gerçekten inanmış o soğuk savaş kalıntılarından biri gibidir.
Öte yandan Corbyn, May’in o utanç verici Trump-sevdalısı tavrına yatmayacaktır. Muhafazakarların o burnu havada vatanseverlik görünümündeki mülteci karşıtlığına prim vermeyecektir. Terör saldırılarından sonra Suudi Arabistan’la “zor görüşmeler” yapılması gerektiğini söyledi: Çok şükür! Gittikçe yükselen eşitsizliği ele alacaktır.
Brexit’i mümkün mertebe yumuşakça yapacak, Britanya’yı Avrupa’ya olabildiğince yakın tutacaktır. Zaferi -ki hala muhtemel değil- Brexit faciasının sorumlusu olan Muhafazakarların cezalandırılması anlamını taşıyacak. Siyasal bir yeniden yükseliş çok seyrek olarak böylesine yerinde, hakkedilmiş olur.
Bu kadarı da bana yeter.
Roger Cohen/ New York Times International Edition