Gündem

İyi Partili Çıray: Türkiye, iki ayıyla korunmasız biçimde yatağa girdi, bunlardan biri şöhreti dünyayı tutmuş Rus ayısı üstelik!

"Türkiye'nin şu anda hiçbir ‘etnik' etiketli açılıma ihtiyacı yok"

06 Eylül 2019 08:58

İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Milli Güvenlik Politikalarından Sorumlu Başkanı Dr. Aytun ÇırayTürkiye'nin Suriye politikasını değerlendirdi. İsmet İnönü'nün, "Büyük güçlerle ilişkiye girmek ayıyla yatağa girmek gibidir" sözlerini hatırlatarak, "Biz şu anda bir değil, iki ayıyla hem de neredeyse tamamen korunmasız biçimde yatağa girmiş durumdayız! Bunlardan biri şöhreti dünyayı tutmuş Rus ayısı üstelik! Bu ayıların bizi sürükledikleri nokta çok ölümcül" dedi.

Sözcü yazarı, gazeteci Uğur Dündar'ın sorularını yanıtlayan Aytun Çıray'ın açıklamalarının bir bölümü şöyle:

(U.D.): Size göre bu noktaya nasıl gelindi?

(A.Ç.): Suriye ve Suriyeliler meselesi, tek adam rejimini belirleyen iktidarın yanlış, hatta felaket denecek dış politika anlayışının eseridir. Bakın 7 yıl önce tam da bugünlerde dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan ‘Emevi Camiinde Cuma namazı kılmaktan' dem vurmuştu. Bazı AKP milletvekilleri televizyonlarda ordumuzun üç saatte Şam'a gireceğini ciddi ciddi ifade etmişlerdi. Ama maalesef bu öngörüsüzlüğe “stratejik derinlik” diyebildiler!.. Cumhuriyetin en sağlam kurumsal yapılarından olan Dışişlerimiz adım adım devreden çıkarıldı. Bu kuruma sanki yabancıların elindeymiş gibi, adeta fütuhat mantığıyla yaklaşıldı.

Sonuç, resmi rakamlara göre 4 milyona yakın Suriyeli ülkemizde. Kayıt altına alınmamışlarla sayı 5 milyonu aşıyor. Sayıları 400 bini bulan bir Türkiye doğumlu bir Suriyeli kuşağı da cabası. Ancak meseleyi kördüğüm haline getiren tek faktör Suriyelilerin sayısı ve karşımıza çıkaracakları muhtemel ağır sorunlar değil… Konunun çok daha ürkütücü bir boyutu ve cephesi de var.

(U.D.): Bu ağır tanımı açar mısınız?

(A.Ç.): Bizim iki süper global gücün, yani ABD'nin ve Rusya'nın bölgeye ilişkin plan ve projelerini nihai hedeflerine ulaştırmakta çok mesafe kaydettiklerini farkında değilmişiz gibi davranmamız. ABD ve Rusya en baştan paylaşımda anlaşmıştı.

(U.D.): Yani ABD'nin Fırat'ın Doğusunda PKK uzantısı YPG'yi ordulaştırıp garnizon devlet haline getirmesini ve Rusya'nın Akdeniz”e iyice yerleşerek, Esad rejimini tahkim etmesini mi kastediyorsunuz?

(A.Ç.): Aynısını ve daha fazlasını! Rus destekli Suriye Ordusu İdlib'e çok yaklaşmışken, ABD Türkiye'nin güvenlik sağladığı bölgedeki radikal dinci unsurları havadan vuruyor. Yani iki süper güç de Suriye'deki kendi yerel müttefiklerinin egemenlik ve hayat alanlarını koruyup güçlendirecek şekilde hareket ediyorlar. Bizse S-400- F-35 kıskacında kendimizi gülünç düşürecek sözde çıkışlarla avutup kandırıyoruz. Rahmetli İnönü, diplomasiyi çok iyi bilen ve Yurtta Sulh- Cihanda Sulh ilkesinin tavizsiz uygulayıcısı bir devlet adamı olarak ‘Büyük güçlerle ilişkiye girmek ayıyla yatağa girmek gibidir' demişti. Biz şu anda bir değil, iki ayıyla hem de neredeyse tamamen korunmasız biçimde yatağa girmiş durumdayız! Bunlardan biri şöhreti dünyayı tutmuş Rus ayısı üstelik! Bu ayıların bizi sürükledikleri nokta çok ölümcül.

(U.D.): Bu kadar vahim mi?

(A.Ç.): Sayın Dündar, hepimizin iliklerine kadar ürpermesi gerekir. İdlib'ten gelecek yeni bir göç dalgasının ülkemizi önümüzdeki dönemde istikrarsızlaştıracağını, çok ciddi bir terör ve sosyal patlama riskiyle karşı karşıya bırakacağını görmeliyiz. Gayet garip bir mantıkla Türkiye-Suriye hattının batı ve doğu koridoru boyunca paylaşımı tamamlamış ama birbirine rakip iki süper güçle güya işbirliği yaptığımızı sanıyoruz. Gülüyorum ağlanacak hallere.

***

"Suriye'de düştüğümüz tuzaktan acilen çıkmamızın tek yolu..."

(U.D.): Peki bu aşamada çözüm öneriniz ne?

(A.Ç.): Kısaca Suriye'de bizzat kendi elimizle içine düştüğümüz tuzaktan acilen çıkmamızın tek yolu var: Esad'la tüm diplomatik kanalları açmak ve bu işi de klasik diplomatlarımızın inisiyatifiyle  yürütmek. Geç ama güçlüklerin hiç olmazsa bir kısmını bertaraf eder. 

"Türkiye'nin şu anda hiçbir ‘etnik' etiketli açılıma, siyasi ittifaka ihtiyacı yok"

(U.D.): Bu arada bazı çevrelerde, özellikle Ekrem İmamoğlu'nun görevden alınan Diyarbakır Belediye Başkanıyla bir araya gelmesiyle birlikte yeni bir Kürt açılımından bahsediliyor. HDP'nin gerek 31 Mart, gerekse 23 Haziran'da CHP adayı İmamoğlu'na verdiği desteğin de bunun için uygun bir  toplumsal iklim hazırladığı ileri sürülüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

(A.Ç.): HDP'nin İstanbul seçimlerinde Ekrem İmamoğlu'na verdiği destek, demokrasimizin güçlenmesi içindi. Bu nedenle Cumhur İttifakı'nın yoğun karşı propagandasına rağmen İYİ Parti tabanı da büyük kararlılıkla kendi ittifak adayı olan Sayın İmamoğlu için hiç firesiz oy verdi. Şimdi halihazırda resmi olarak 2023'e kadar hiç genel seçim yok. 2023 Haziranında hem yeni Cumhurbaşkanını seçmek, hem de yeni Meclis'in şekillenmesi için oy kullanacağız. Tabii Cumhurbaşkanı ve küçük ortağı bir erken seçim talebiyle ortaya çıkmazlarsa!.. Bu ihtimalin ekonomik kriz derinleşirken ve ne zaman son bulacağı belli olmayan bir L veya U şeklinde bir krize dönüşmüşken yüksek olmadığı açık. Muhalefet elbette erken seçimi dillendirebilir; ama Meclis'te yeterli sayısal çoğunluğu olmadığı için dillendirdiği ile kalır.

(U.D.): Bunun yeni Kürt açılımı iddialarıyla ilişkisi nedir?

(A.Ç.): Oraya geliyorum işte. Bazıları HDP'nin aktif bir tabana sahip oluşu sayesinde bir erken seçimde faydalı olabileceğini düşünüyor olabilir. Bu başarıldığı takdirde erken seçimde tıpkı İstanbul'da olduğu gibi doğrudan veya dolaylı HDP takviyeli  bir CHP-İYİ Parti ittifakının seçimleri kazanabileceğini ileri sürebilir. Bunun da yeni bir Kürt açılımı için gerekli süreçleri olgunlaştıracağına inanabilir.

(U.D.): Siz bunun mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?

(A.Ç.): Ne mümkün olduğunu düşünüyorum, ne de bunun iyi niyetli bir plan olduğuna inanıyorum. Türkiye'nin şu anda hiçbir ‘etnik' etiketli açılıma, siyasi ittifaka ihtiyacı yok. Aksine bu tür projeler, Suriye ve Suriyeliler merkezli dış politika faciaları yüzünden çok sakıncalı. Türkiye'yi destabilize etmeye çalışan güçlerin işlerini kolaylaştıracak bir plan bu. Türkiye'nin içinde bulunduğumuz dönemde çok geniş bir mutabakatı içermesi gereken tek bir makul projesi olmalı.