01 Kasım 2013 18:35
AKP’li dört kadın milletvekilinin TBMM Genel Kurulu’na başörtüleriyle girmesiyle tarihe geçen 31 Ekim’deki TBMM oturumunun tutanakları yayımlandı.
CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan, MHP Genel Başkan Yardımcısı Ruhsar Demirel, AKP Grup başkanvekilleri Mihrimah Belma Satır, Nurettin Canikli, HDP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç'nın söz aldığı oturumda yapılan konuşmaların tam metnini içeren Genel Kurul tutanakları şöyle:
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 11’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri, bugün kıyafet konusunda yeni bir uygulama söz konusu. Grup başkan vekillerimizin, her gruptan bir milletvekiline söz verilmesine ilişkin talebi vardır, sırasıyla söz vereceğim.
İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce’ye aittir.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, “Türban yüzde 1,5’un sorunudur.” diyen Sayın Mehmet Ali Şahin’e, “Sadece üniversite öğrencilerini düşünüyoruz.” diyen Sayın Başbakana, “Kız çocuklarımı türban yüzünden Türkiye’de okutamadım.” deyip erkek çocuklarını da Amerika’da okutan Sayın Başbakana, “Bir Hristiyan haç takarsa, bir Musevi takke takarsa, bir Müslüman baş örtüsü takarsa tarafsız davranamayabilir; hizmet konusunda endişe verebilir, korku yayabilir.” diyen Sayın Bülent Arınç’a saygılarımı sunarak başlamak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
METİN KÜLÜNK (İstanbul) – Hala orada mısın sen?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bugün geldiğimiz nokta bir özgürlük tartışması değildir, bir kıyafet tartışması değildir, bu tartışma bir demokrasi tartışması da değildir; bu tartışma bir zalimin yeni bir mağduriyet yaratma tartışmasıdır. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) “Benim başörtülü bacıma Beşiktaş Meydanı’nda eli sopalı saldırdılar:” deyip kameralardan bu görüntüleri bilemeyenlerin anlattığıdır bunlar. “Camide içki içtiler.” deyip “Cuma günü görüntüleri açıklayacağım.” diyerek aradan yirmi cuma geçmesine rağmen bu görüntüleri açıklayamayanların tartışmasıdır bu. Camileri hazineye satarak belediyelerin borcunu ödeyenler siz değil misiniz? Şimdi de “Örtünmek dinin emridir.” diyor Başbakan.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Din söylüyor, Başbakan söylemedi.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Peki, dinin emriyse sadece dinin bir tane mi emri var? Yetimin hakkını yememek, ihalelere fesat karıştırmamak…(CHP sıralarından alkışlar) Milletin içine nifak sokmamak, milleti ayrıştırmamak, açları doyurmak, onlara iş bulmak dinin emri değil mi? Ölülerimizin arkasından kötü konuşmamak dinin emri değil mi? Peki, siz madem dinin emrini yerine getiriyorsunuz, şimdi soruyorum: Miras konusunda da bu emri yerine getirecek misiniz? (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) – Yalova Camisinde konuşuyor.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Kız çocuklarına mirastan 1 pay, erkek çocuklarına 2 pay verecek misiniz? Ben örtünen kardeşlerime sesleniyorum. Babanızın mirasından 1 pay, erkek kardeşinize 2 pay verecek misiniz? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Bir sayın milletvekili “reset”lendiğini söylüyor. Bakın, İslam anlayışını bu kadar dejenere eden, İslam anlayışını hiç bilmeyen bir açıklamadır bu.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Kim söylüyor bunu? Kim söylüyor, kim?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Kişi Allah karşısında “reset”lendiğine karar veremez, ancak tövbe eder, af diler, yalvarır yakarır. Onun “reset”lenip “reset”lenmediğine, kabul olup olmadığına kişi kendisi karar veremez. Bu İslam anlayışını bile bilmeyen bir anlayıştır.
Değerli arkadaşlarım, siz Allah karşısında “reset”lendiğinize karar veremezsiniz ama Tayyip Erdoğan karşısında “reset”lenmiş olabilirsiniz. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Siz öyle yapıyorsunuz herhâlde.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Sizlere bir kez daha sesleniyorum. İçinizden bir arkadaşımız bir kez olsun bu kürsüye gelip de bir kez konuşmadı.
AHMET YENİ (Samsun) - Konuştukça batıyorsun!
MUHARREM İNCE (Devamla) – Milletin sorunlarını anlatmadı.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sanane ya!
MUHARREM İNCE (Devamla) – Burada, merdiven altında sigortasız çalışan, AVM’lerde asgari ücretle çalışan, tatili olmayan kadınları bir kez olsun o arkadaşım gelip bu kürsüden savunmadı. Yürüyüşe katıldı diye on beş yaşındaki kız çocuğunun saçından çekildi, o kız çocuğunu burada savunmadınız. “Kırmızılı kadın” diye tanıdığımız, ağzına yüzüne biber gazı sıkılan kadını bir kez olsun burada savunmadınız. Kıyafeti nedeniyle Genel Başkan Yardımcınızın talimatıyla işten atılan sunucuyu hiçbir kadın milletvekili gelip buraya, bunları savunmadınız. Meclise türbanla girme mücadelesi veriyorsunuz ama milletin vergilerinin nasıl harcandığının kontrolü mücadelesini vermediniz. Sayıştay raporlarının bu Meclise gelmesi için ağzınızı açmadınız. Asrın yolsuzluğundan Almanya’ya giremeyenler Çankaya Köşkü’ne girdi, bu konuda tek kelime laf etmediniz. “Uludere’de 35 çocuğun ölümüne sebep olan olaya ilk emri kim verdi?” diye bir kere sormadınız. Bakalım, “reset”lendiniz, şimdiden sonra soracak mısınız doğrusu çok merak ediyorum. Sivas’ta 35 kişiyi diri diri yakanların davasının…
SIRRI SAKIK (Muş) – Tezkereye siz oy vermediniz mi!
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Tezkereci!
MUHARREM İNCE (Devamla) – ...zaman aşımına uğramasına “Hayırlı olsun.” diyen Başbakana bir kez olsun karşı çıkmadınız. (AK PARTİ ve BDP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri lütfen.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Başbakana Kevser Suresi’ni öğretip… İnşallah bundan sonra Başbakana Kevser Suresi’ni öğretirsiniz ve Başbakan da artık Kevser Suresi’ni öğrendikten sonra…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Size lazım o.
MUHARREM İNCE (Devamla) – …seçim meydanlarında “Soy önemli, soy!” demez. Kevser Suresi’ni bilen, seçim meydanlarında “Soy önemli, soy.” der mi? İnşallah şimdiden sonra Başbakana onu öğretirsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
İnşallah şimdiden sonra “Benim maaşımı, şans oyunlarından, lotodan, totodan, iddiadan, yedi gün koşturduğunuz beygirlerden, içkiden alınan vergilerden ödemeyin.” dersiniz. (AK PARTİ sıralarından “Oynamayın.” sesi)
Kardeşini danışman yapıp, kardeşini çapraz danışman yapıp, maaşı cebe atıp ondan sonra da hacca gidenlerden hesap sorarsınız diye düşünüyorum... Sorarsınız diye düşünüyorum…(CHP sıralarından alkışlar)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Kimmiş soralım… Soralım… Beraber soralım.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Burada “Sataşın, sataşın CHP’yi tahrik edin de bize saldırsınlar, biz de mağdur olalım.” diyenlere inşallah cevap verirsiniz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
OSMAN ÇAKIR (Düzce) – Böyle bir mantık olur mu?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
MUHARREM İNCE (Devamla) – İnşallah cevap verirsiniz. İnşallah, milletin huzurunda yetimin hakkını artık savunur, Başbakanın karşısına çıkarsınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
21/12/2002’de Strazburg’da Başbakan şöyle diyor: “Ya, ne türban meselesi, 5 milyon 300 bin işsizimiz var, açlık sınırında olan milyonlar var, insan var; bunları konuşalım önce.” diyor başbakana. Peki, işsizlik çözüldü mü? Sorunlar bitti mi? Açlık sınırı çözüldü mü?
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – O iş bitti, hepsi çözüldü.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Bunların hiçbirini halletmeden acaba şimdi Başbakana “Ya, gel bu işsizliği konuşalım.” diyecek misiniz?
Sizlerin, seçim yaklaşırken sizin üzerinizden siyaset yapılmasına, mağdur edebiyatı yapmanıza izin vermeyeceğiz. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
OSMAN ÇAKIR (Düzce) – İhtiyacımız yok… İhtiyacımız yok…
MUHARREM İNCE (Devamla) – Sizin bir tane sermayeniz var. Bakın, o arkadaşlarıma şunu söylemek istiyorum: “İktidar olmak için papaz elbisesi bile giyerim.” diyene “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.” diyebilecek misiniz, bunu merak ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Türkiye’de bütün özgürlükleri yok ettiniz.
AHMET AYDIN (Adıyaman) – Daha geçen pazar günü…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (İstanbul) – Ahmet Aydın Bey, işi sulandırma ya!
MUHARREM İNCE (Devamla) – Türkiye’nin bütün özgürlüklerini yok ettiniz. Türkiye’de Kamu İhale Kanunu’nu neyle örteceksiniz? Yandaşlarınıza ihale vermek için o kanunu yüz kez, mevzuatı yüz kez nasıl değiştirdiğinizi gelip burada anlatabilecek misiniz?
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Kim vermiş açıkla, varsa bir şey açıkla.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Siz dinin emrinden bahsediyorsunuz. “Şans topu”nu kim buldu mucitler? İçinizdeki mucit kim? (CHP sıralarından alkışlar) “İddia”yı kim buldu mucitler, kim? Beygirler iki gün koşuyordu, beygirleri yedi gün koşturuyorsunuz, yetmedi, bir de gece koşturuyorsunuz. Kumardan parayı kazanan kim? Siz değil misiniz? Bunlar siz değil misiniz? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Başka işin yok mu, bunlarla mı uğraşıyorsun?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
MUHARREM İNCE (Devamla) – Irak’ta Müslümanlar öldürülürken, Irak’ta Müslümanları öldürürken o askerlerin, öldüren askerlerin sağ salim dönmesini, o konuda dua eden siz değil misiniz? AVM yapmak için Malatya’da cami yıkan siz değil misiniz?
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Kendin inanıyor musun? Kendin inanıyor musun?
MUHARREM İNCE (Devamla) – Siz akar getirmediği gerekçesiyle camileri hazineye satıp AKP’li belediyelerin borcunu ödeyen siz değil misiniz?
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) – Ahıra çevirdiniz camileri, ahıra.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Mücahitlik taslayıp aslında gerçekte müteahhit olanlar siz değil misiniz?
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) – Camileri ahıra çeviren kim?
MUHARREM İNCE (Devamla) – Siz bu insanları yıllarca kandırdınız, bakın, bu insanları yıllarca kandırdınız. Size bu sefer bunu yaptırmayacağız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) Meydanlarda “Benim başörtülü bacım…” Başörtüsüz senin bacın değil mi?
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Senin bacın değil mi?
MUHARREM İNCE (Devamla) – Başörtülüler de bizim bacımız, başörtüsüzler de bizim bacımız. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Hadi alkışlayın, alkışlayın hadi!
BÜLENT TURAN (İstanbul) – Helal olsun Muharrem, oyum sana!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…
MUHARREM İNCE (Devamla) – Siyasetçiler zaman zaman her gittiği yerde “hemşehrilerim” der ya, her gittiği yerde…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHARREM İNCE (Devamla) – Bak, Belma Hanım, size ben bir şey söyleyeyim: Sayın Grup Başkan Vekilim, siyasetçiler…
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, sataşmak için çıktı oraya, sataşıyor.
BAŞKAN – Ama yani…
MUHARREM İNCE (Devamla) – Ama süremi çaldılar, gitmem. Bir dakika süremi çaldılar.
BAŞKAN – Buyurun.
MUHARREM İNCE (Devamla) – Sayın milletvekilleri, siyasetçiler her gittiği yerde “hemşehrilerim” der; “başörtülü bacım”, “başörtüsüz bacım” da bir söylemdir.
Belma Hanım, ben size bir şey söyleyeyim mi? Benim bir tane bacım var, bir tane kız kardeşim var.
MUSTAFA ŞAHİN (Malatya) – O da kapalı.
MUHARREM İNCE (Devamla) – O da kapalı, sizin gibi açık değil. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler, alkışlar) Yani, o arkadaşlara göre… Yani 4 arkadaşınız “reset”lenmiş ya, benim kız kardeşim 12 yaşından beri “reset”lenmiştir, size bunu anlatıyorum.
OSMAN ÇAKIR (Düzce) – O zaman niye karşı çıkıyorsun, niye karşı çıkıyorsun?
MUHARREM İNCE (Devamla) – Yani “başörtülü bacım” dediğim zaman benim ağzıma yakışır bu yakışır ama ben bunu siyaset için kullanmam, oy için kullanmam, rant için kullanmam, size de kullandırmayacağız. Bunun böyle bilinmesini istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnce.
Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Sayın Pervin Buldan. Buyurun.
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bugün Türkiye’nin en önemli meselelerinden birisi olan “türban” meselesinin ya da “başörtüsü” meselesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında çözülmüş olmasından kaynaklı memnuniyetimizi ifade etmek istiyoruz. (BDP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ayrıca, bugün bu çatı altında ikinci bir Merve Kavakçı olayı yaşanmadığı için, bir bütün olarak grupları ve partileri kutluyorum. (BDP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama şunun altını da önemle çizmek istiyorum: Bugün 4 kadın milletvekili arkadaşımızın başörtüsü takarak Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altına gelmelerinin altında en büyük neden ve sebep kadınların yıllardır alanlarda ve meydanlarda vermiş olduğu bir mücadelenin sonucudur. Bundan dolayı da bütün kadınları kutluyorum. (BDP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Çünkü AKP iktidarı 11 yıldır türban meselesini gündemine almamış ve çözmemiştir. Geçen yıl Diyarbakır Milletvekilimiz Sayın Altan Tan’ın vermiş olduğu kanun teklifi AKP’li milletvekilleri tarafından reddedilmiştir. Bu gerçeği hiç kimsenin unutmaması gerektiğinin altını önemle çizmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, özgürlükler sadece türban meselesinde olmamalıdır. Bugün Türkiye açısından sadece türban ya da başörtüsü yasaklı değildir. Bugün Türkiye’de diller, kimlikler ve kültürler, aynı zamanda inançlar yasaklı hâldedir. Bir bütün olarak Türkiye’de artık hiçbir konuda yasakların olmaması gerektiği, her konuda insanların kendilerini özgürce ifade edebildiği, özgürce yaşayabildiği bir Türkiye’yi hep birlikte yaratmak durumundayız.
Değerli arkadaşlar, birincisi erkeklere, ikincisi de ayrıca kadınlara çağrı yapmak istiyorum. Erkeklere çağrım şudur: Kadın meselesinde erkekler lütfen konuşmasın. Kadınların ne giyeceğine, kadınların ne takacağına, kadınların nasıl hareket edeceğine lütfen erkekler karışmasın. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bu konuda erkeklerin konuşmaya ne hakkı vardır ne de haddidir. Biz kadınlar olarak, bundan sonra erkeklerden bize ilişkin hiçbir şekilde bir eleştiri, bir müdahale ve bir öneri almak istemiyoruz.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – “Of” bile demeyiz.
PERVİN BULDAN (Devamla) – Biz kadınlar nasıl giyineceğimizi, nasıl yaşayacağımızı sizlerden öğrenmek istemiyoruz. Düşünecek beynimiz, hareket edecek, mücadele edecek gücümüz var olduğunu buradan ispat edebiliriz size değerli arkadaşlar.
Ayrıca, kadın arkadaşlarıma bir çağrı yapmak istiyorum:
Sevgili kadınlar, sadece başörtü meselesinde değil, kadına yönelik her türlü tecavüz, şiddet, taciz meselesinde de bir araya gelebilmeliyiz, kadınların haklarını bizler savunabilmeliyiz. Bakın, bugün Nusaybin’de bir kadın Belediye Başkanımız Sayın Ayşe Gökkan, bedenini ölüm orucuna yatırdı. Bundan haberiniz var mı? Nusaybin’de utanç duvarına karşı, Rojava’yla Türkiye arasına örülmek istenen duvara karşı Sayın Ayşe Gökkan bedenini ölüme yatırdı. Biz kadınların Ayşe Gökkan hakkında da konuşmamız gerektiğini ifade etmek istiyorum, burada hep birlikte tavır almamız gerektiğini ifade etmek istiyorum. Kadınlar tek ses olduğu sürece, kadınlar tek yürek olduğu sürece, kadınlar birlikte hareket ettiği sürece mücadelemiz daha çok büyüyecek, özgürlüklerimiz daha çok gelişecek ve Türkiye’de kadınlara bakış açısı daha fazla değişecektir değerli arkadaşlar. Bu anlamda hepinizi, özellikle kadınları, birlik ve beraberliğe, birlikte hareket etmeye, birlikte mücadele etmeye davet ediyorum.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Bütün özgürlükler bizim olsun diyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Buldan.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Ruhsar Demirel. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurunuz.
RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi adına olağan bir gündür Meclis çatısı altında. Burası Türkiye’de yaşayan 75 milyonun problemlerinin konuşulup çözülmesi gereken bir alandır. Burada özgürlük adı altında bizim görüşümüzce bir mobbing yapılıyor. Bu inançlarına dayalı olarak giyimlerini tanzim eden hanımefendilerin hayatları bir mikroskoba konuldu. Kim ne yaptı, nasıl örttü, ne etti, bunlar kimseyi ilgilendirmez. Bir parça empati yapınız lütfen. (AK PARTİ sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Burada hem sizlere hem televizyon başında bizi izleyenlere, özellikle erkeklere sesleniyorum: Empati yapınız. Hanımlarınız, kızlarınız var, nasıl giyindikleri kimi ilgilendirir? Kaldı ki bu bir inancın uzantısıysa hiç kimsenin haddi değildir ama burada özgürlük adı altında Türkiye Büyük Millet Meclisinde, milleti temsil etme yeterliğine haiz olmuş 4 hanımefendiye mobbing yapılıyor ve onlar üzerinden bize. Korkarım ki bizlerin de kıyafetleri değerlendiriliyor. Nitekim geçtiğimiz yasama döneminde bir sayın bakanın bu konuda bir atfı var bir hanımefendiye. Dolayısıyla, bunları bütün kadın milletvekilleri, bütün kadın siyasetçiler, bütün Türk kadınları ve bütün dünyadaki kadınlar adına reddediyoruz ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak insanları kılığı kıyafeti üzerinden tanımlamayı affetmiyoruz çünkü biz 2008 yılında bir yasa teklifi verdik ve şu anda hükûmet eden parti o zaman da hükûmetteydi. Onlarla partimizin yetkilileri konuşup bir akit imzaladılar. 2008 yılında “Bu sorun -eğer sorunsa ki bizce hayatın olağan akışı içinde bir tablodur- çözülsün, YÖK’ün ilgili 17’nci maddesi de kaldırılsın. İnanç bir özgürlük, eğitim bir haksa kadınları bu haktan ve bu özgürlükten mahrum etmeyelim.” dediğimizde kalkmayan parmaklar, “411 parmak kaosa kalkıyor” diye yazanlar, bugün vicdanlarına bunun hesabını versinler. 2008’de bunu yapmadılar, 2010’da tekrar ettik, dedik ki: “Bizim böyle bir teklifimiz var.” Yine hiç kimse sesini çıkarmadı çünkü seçimler vardı, çünkü referandumlar vardı, çünkü başka şeyler vardı.
Özellikle beyefendilere seslenmek istiyorum: Biz hanımlar üzerinden siyaset yapmayınız lütfen. Biz üzerimizden değil, bizimle siyaset yapılmasını istiyoruz ve siyasetin tek yapıldığı yer Türkiye Büyük Millet Meclisi değildir. Bütün teşkilatlarımızdaki hanımefendiler bizim için saygıdeğerdir, hepsi kıymetlidir. Sizlerin ve bizlerin buraya gelmesine sebep olan, hepimiz için verilen o ortalama 80 bin oyun büyük emeğinin sahibi, başı açık ya da kapalı, bizim için hiç önemli değil, hanımefendilerdir. Kapıları çalan, her kapıdan içeriye giren, bizler için partilerimizin politikalarını anlatan ve bizleri buraya taşıyan onların omuzlarıdır. Buna saygı gösteriniz, buna hürmet ediniz ve özgürlük adı altında bu mobbing’den, bu şiddetten lütfen vazgeçiniz.
Bugün Türkiye’de konuşulması gereken başka sorunlar var, sorunumuz bu değil. Bizim sorunumuz, bakınız, Dünya Ekonomik Forumu açıklama yaptı. Türkiye 136 ülke içinde 127’nci sırada iş gücüne katılımda. Genel sıralamada 120’nciyiz. Bugün basına bakın, 91 bin tane çocuk anne var bu ülkede. Bizim ne giydiğimizi değil, onların ne yiyemedikleri, onların nerelerde çalışamadıkları, onların evlerine götüremedikleri ekmekleri, onların alamadıkları sağlık hizmetini konuşmamız gerekirken, bizler ki bu ülkenin çok ayrıcalıklı insanlarıyız, gelir düzeyimiz olarak, eğitim düzeyimiz olarak, yaşam standardımız olarak, bizim kılık kıyafetimiz bu ülkenin sorunu olamaz. Böyle bir hakkı kendimizde görmemeliyiz. Biz burada memleketin sorunlarını konuşmak için, bunlarla ilgili çözüm önerisi getirmek için toplanmışken kendimiz bir sorunun parçası oluyorsak oturup kendi durumumuzu biz değerlendirmeliyiz. Bunların hiçbiri hakkımız değildir. Bu millet bizi buraya sorunları çözelim, var olan sorunları konuşalım ve birbirimizle uzlaşalım diye yolluyor, kavga edelim diye değil. İnsanda akıl var, insanda dil var, insanda gönül var; konuşalım, akıl süzgecimizden geçirelim ve vicdanlarımızla buluşalım diye. Rabbim her şeye muktedir; eğer kavga etmemizi istese bize birer tane pençe vermeye hiçbir engeli yoktu, bu pençeleri bize verir, biz de burada kavga ederdik. Burası ne bir boks ringi ne bir güreş alanı. Bizler burada konuşmak için varız, bizler burada aklımız için varız. Ve kendimizin “kadın” diye tanımlanmasından da -cinsiyetimizle barışık olmakla beraber- memnun değiliz. Bizler de sizin gibi birer milletvekiliyiz. Burada sizler kadar aklımızla, sizler kadar zekâmızla ve vicdanımızla, memleket adına bir hizmet yapmak için bulunuyoruz partilerimizin siyasi duruşunu temsil etmek adına.
Milliyetçi Hareket Partisi 2008 yılında bu teklifi yaptığında “hayır” diyenler, 2010 yılında teklifini tekrarladığında duymazdan gelenler bugün eğer “özgürlük” diyorsa, birazcık vicdanlarına baksınlar, neyin özgürlüğü? Zaten modern zamanların en büyük sorunu şu: Önce bir sorun yarat, sonra da “Çözüyorum.” de. “Küreselleşme” dedikleri de böyle bir şey zaten. “Kimlik siyaseti” denilen budur. Bizi farklılıklarımızla barizleştirmek yerine ortaklıklarımızla çoğaltacak akla ihtiyacımız var. Farklılıklarımızın altını çizmek hiçbirimize bir şey getirmiyor. Kaç türüz, kaç cinsiz, kaç etnisiteyiz, kaç mezhebiz? Biz ortaklıklarımız üzerinden birlikte büyümeyi isteyen bir siyasi partiyiz. Milliyetçi Hareket Partisi, toplumdaki bu tansiyonun düşmesi adına, başta Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli Bey olmak üzere, her zaman çağrı yapmıştır, bu konuda da yaptı. “Hanımefendiler istedikleri gibi girebilirler; bu, inançlarının bir uzantısıdır.” dedi. İnsanları inançları üzerinden yargılayamayız. İnsanları inanç tercihleri yüzünden bir kriterin içine sokamayız. Onlarla fotoğraf çektirip Twitter’da paylaşıp “Başörtülü Genel Kurulda bulunuyoruz.” deyip reklam yapacak bir durum da yok. Ben onu da görmüyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Bu hanımefendilerin hayatını laboratuvarmış gibi, mikroskopa koymuş inceler gibi, akvaryumdaki balık gibi… Bunlar yanlıştır arkadaşlar, yapmayınız. Birçoğunuz Twitter’dan bu tür resimler paylaşıyorsunuz. Bunlar yakışıksız şeyler. Bu hanımefendilerin eşleri yerine koyun kendinizi, bu hanımefendilerin oğulları, erkek kardeşleri yerine koyun. Bunların hayatı özel hayat.
Mahremiyet bizim toplumumuzdaki en önemli değerdir. Mahremlerimize girmeyiniz. Bir kadın ne örtecek? Bir kadın kaç çocuk doğuracak? Bu doğuracağı çocuğu sezaryenle mi yapsın? Ayran mı içsin? Bular, bizim özel hayatımız. Bunlar, bizim mahremimiz. Mahremimize girmenizden -erkek arkadaşlara söylüyorum- rahatsızız. Sizin bu yüksek perdeden, dikte edici konuşmalarınızdan rahatsızız. Biz ne yapacağımızı bilecek durumdayız ki, vatandaş bizi seçti ve buraya yolladı. Sizlerden hiçbir farkımız yok. Anayasa’nın “Eşitlik” ilkesine hatırlatmak istiyoruz sizlere. Bizim mahrem alanımızdan çıkınız çünkü bu, bizim olduğu kadar ailelerimizin de mahremi. Biz sizlerin ne yiyip ne içtiğini konuşuyor muyuz? Ne giydiğinizi, ne taktığınızı konuşuyor muyuz? Ve bunları konuşmayı da doğru bulmuyoruz. Siyaset bu değildir. Siyaset, evet, bir tercihler manzumesidir ama bu tercihler millet adına, vatan adına, memleket adına yapılacak tercihlerden ibarettir. Mahremimizden çıkınız. Herkes inancının getirdiği özgürlüklerini kullansın. İnanç bir özgürlüktür. İnsanların özgürlük hanesini genişletmek devletin sorumluluğudur.
Türkiye’de bugün bu tür konuların sorun diye anlaşılma sebebi devletin fazla görünür olmasıdır. Devlet dediğimiz şeyin görünmez bir el olarak bizi kollaması gerekir ama devlet, bugün hayatımızın çok içinde, Türkiye’deki yüksek tansiyonun sebebi de bu olsa gerek.
Geriye dönük baktığımızda, evet, eğitim sistemimizde de bu var, bize hep yapmamamız gerekenler öğretildi. “Trafikte kırmızıda geçme.” Bu söylendi, onun içindir insanların sarıda geçmeye çalışması. Ama biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak şunun öğretilmesini istiyoruz: “Yeşilde geçilir, geçilecek.” Olumlu olan, özgürlükleri genişleten, haklarımızı bize öğreten her şeye biz varız.
Milliyetçi Hareket Partisi için bugün yaşanan da olağan bir süreçtir.
Hac farizasını yerine getirenlere Allah kabul etsin, Allah gitmek isteyen hepimize de nasip etsin ama inanç üzerinden bir siyaseti, kadın kimliği üzerinden ayrıştırmayı ve cinsiyet üzerinden yapılan “mobing”i grubum adına reddediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, AK PARTİ, CHP ve BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Demirel.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mihrimah Belma Satır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz.
MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, hacdan gelen arkadaşlarımıza Allah hayırlı, mübarek etsin diyorum. Bugün izlediğim konuşmalardan, dinlediğim konuşmalardan dolayı memnuniyetimi belirtmek istiyorum. İşte, Türkiye’nin beklediği, bu coğrafyada yaşayan insanların kadın erkek hepimizin beklediği ortam bu. Birlikte, beraber, insan haklarına, demokratik hakların kullanımına dayalı bir ortak yaratmak.
Değerli milletvekilleri, bugün inşallah Türkiye’deki yasakları, Türkiye’deki yasal engeli olmayan ama sıkıntılı bir ortamı da bitiriyoruz hep birlikte. Kendi istek ve iradeleriyle hac dönüşü başlarını kapatan arkadaşlarımız bugün aramızdalar, kendilerine hoş geldiniz diyoruz.
Türkiye’de –biraz evvel de konuşmacıların da söylediği gibi- kadın erkek eşitliğinin sağlanması, temsilde adaletin sağlanması için gerekli olan bir konuydu bu. Türkiye’de kadın üzerinden siyasetin yapılması, kadının giysisi üzerinden siyasetin yapılması ve gündem maddesi olması hepimizin ilk günden beri reddettiği bir konuydu. Eğer, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu yazıyorsa bunun gereğini hep birlikte yapmak durumundaydık. Bu arkadaşlarımızın Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısında olması, demokrasi gereği, laiklik gereği ve hukuk devleti olmanın gereğidir.
Bildiğiniz gibi, bu anlamda hiçbir yasal engel yoktu, İç Tüzük’te de engel yoktu ama uygulamadaki sıkıntılardan dolayı başörtülü arkadaşlarımız maalesef eğitimde, kamuda ve Mecliste yer alamıyorlardı. Bugün inşallah demokratikleşme hareketinin neticesi yapılan yönetmelik değişiklikleri sonucunda kamuda görev alan arkadaşlarımız son nokta olarak da Mecliste bizlerle beraber siyaset yapmaya devam edecekler. Burada önemli olan kadın temsil oranının artması. Türkiye’de yüzde 70’e yakın kadın başörtülü ve bu arkadaşlarımızın Mecliste temsilinde sıkıntılar yaşanıyordu. İnşallah bugünden sonra, bu konu da çözülmüş olacak ve daha çok arkadaşımız karar mekanizmalarında, milletvekilliğinde ve başka bölümlerde görev alacaklar.
Değerli milletvekilleri, biraz evvel söylenen konuşmalara ben de aynen katılıyorum ve şunu söylemek istiyorum: Kadınlar bugüne kadar hep teferruat durumunda kaldılar, olayların öznesi olmadılar. Kadınların, hep başörtüsü üzerinden, kılık kıyafetleri üzerinden, yaşam tarzları üzerinden gündem yaratıldı. İnşallah bugünden sonra, bu konuda da çözüm üretilmiş olacak ve kadın üzerinden siyaset yapmanın önüne geçmiş olacağız.
Bugünlerde, Türkiye Cumhuriyeti’nin doksanıncı yıl dönümünü yaşadığımız günlerde, gerçekten bir başka taçlandırdık Meclisimizi. Daha evvel, yıllar evvel Sayın Merve Kavakçı döneminde yaşanan sıkıntıları yaşamadık. Hep birlikte, bu Mecliste bu gündemle toplandık ve bu arkadaşlarımızla beraber siyasette Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarına devam edeceğiz. Kadınların siyasette var olması, siyasette kalıcı olması; hangi siyasi partide olursak olalım, hangi görüşte olursak olalım birbirimizi desteklemekle olacaktır. Kadınların siyasette aktif yer alması Türkiye toplumunun daha ileriye gitmesi için bir sebep olacaktır diye düşünüyorum.
Biraz heyecanlıyım, kusura bakmayın. Bu konuşmayı aslında Mahir Bey yapacaktı, bizim çalışmamız öyleydi ama bana verildi. Gerçekten, şu resme baktığım zaman, memnuniyetimi de belirtmek istiyorum. İnşallah daha güzel günlerde birlikte olmayı diliyoruz. Arkadaşlarımıza aramıza hoş geldiniz diyorum. Bundan sonra, kadınların Türkiye’de siyasette, ticarette, eğitimde, kamu otoritelerinde daha fazla yer alması için hep birlikte çalışacağımıza dair söz veriyorum.
Heyetinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Satır.
Sayın milletvekilleri, Halkların Demokratik Partisi Genel Başkanı, İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel’e yerinden söz vereceğim.
Sayın Tuncel, buyurun. (BDP sıralarından alkışlar)
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
27 Ekimde Ankara’da yaptığımız kongreyle yeni bir partimiz oldu, Halkların Demokratik Partisi adına tüm Genel Kurulu saygıyla, sevgiyle selamlıyoruz, Başkana da teşekkür ediyoruz bize söz hakkı verdiği için.
Değerli arkadaşlar, gerçekten Türkiye demokrasisi açısından uzun süredir tartışma konusu olan ve bu konuda çok çeşitli defalar da Türkiye'nin gündemine gelen, her zaman gerilim konusu olan bir sorunu çözmüş oluyoruz.
Tabii ki bu, Türkiye'nin bütün sorunlarını çözdüğü anlamına gelmiyor, çok daha fazla sorunlarımız var, ama bu sorunu çözme konusunda bugüne kadar bunun mücadelesini veren, bu konuda bedel ödeyen başörtülü kadın arkadaşlarımızla, başörtülü kadınların özgürlüğünü savunan başı açık kadınların verdiği mücadele sayesinde bugün bu ayıbın ortadan kalktığını görüyoruz. O açıdan bu bir iktidarın falan başarısı değildir, bu konuda bedel ödeyen, bu konuda bedel ödeyen kadınların yanında olan ve ortak mücadele eden kadınları bir kez daha buradan saygıyla, sevgiyle selamlıyoruz.
Ama biz biliyoruz ki kadınların sorunları çok fazla, sadece mesele başörtüsü meselesi değil, inanç özgürlüğü meselesini de ele aldığımızda, başı açık kadınların da özellikle Alevi kadınların da çok ciddi sorunları olduğunu biliyoruz. Sadece bir dine mensup olanlar değil, bu ülkede inanmayanların da aslında ciddi anlamda sorunlar yaşadığını biliyoruz. Eğer bu Parlamento gerçekten başörtülü kadınların sorunlarını çözme konusunda kendisini iradeli görüyorsa, önümüzde inanç özgürlüğü kapsamında bundan sonraki sorunları çözme konusunda da kendisini yetkili, sorumlu görmelidir, bunu sadece siyasetin bir malzemesi hâline getirmemelidir, bunun altını bir kez daha çizmek istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, hep biz kadınlardan bahsedilirken ne yazık ki eşit bireyler olarak bahsedilmiyor. Bu ülkenin Başbakanı bile kadın erkek eşitliğine inanmadığını her fırsatta ifade ediyor. Kadınların nasıl doğum yapması gerektiğine, kaç çocuk yapması gerektiğine, kadınların nasıl giyinmesi konusunda dikkat ederseniz hep erkekler konuşuyor.
Yine -biraz önce sayın hatip de ifade etti- biz hep birilerinin bacısı oluyoruz ya da annesiyiz ya da kız kardeşleriyiz. Şunu bir kez daha söylemek istiyoruz: Biz kimsenin bacısı, kız kardeşi, annesi falan değiliz. Biz, burada, Parlamentoda erkeklerle siyaset yapan kişileriz ve özgür bireler olarak siyasette duruşumuzu ifade ediyoruz. O açıdan, diğer yaklaşım, geleneksel olarak erkek egemen sistemin devam ettirilmesi anlamına geliyor. Her gün her gün aslında biz bunun mağduriyetleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Her gün bu kültür, erkek egemen sistemin kadınlığı ikincil gören, erkeğin yedeğinde gören, ancak kadınları mutfakta gören ya da kadınları birisinin bacısı, annesi, kız kardeşi olarak gören zihniyet aslında bugün yaşadığımız sorunların temel kaynağıdır. Umuyoruz ki bugün buna da bugün nokta konulacak ve kadınlar adına lütfen artık kadınlar konuşsun, erkeklerin söylediği her söz aslında bu geleneksel erkek egemen sistemi devam ettirendir. Tabii, sadece kadınların konuşması da yetmez. Kadınlar…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuncel.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Bitiriyorum Sayın Başkan, bir dakika verirseniz.
BAŞKAN – Bir dakikayı… Bayağı verdim ben size de gitti.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Tamam.
BAŞKAN – Mikrofonu açın.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Müsaade edin, taze parti.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) – Genel Başkan, Genel Başkan.
BAŞKAN - Şimdi bakın, biz birbirimiz biliyoruz. Üç dakikaya ayarlamıştım.
Buyurun, açtık.
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Kadınların da hangi perspektiften olaya baktıkları önemlidir diye düşünüyorum ve biz bir kez daha Halkların Demokratik Partisi adına şunu ifade etmek istiyoruz: Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi geç de olsa bir hak ihlalini ortadan kaldırmıştır. Bu, önemlidir ama bundan sonra üzerimize düşen çok büyük sorumluluklar var. Bu ülkede inanç özgürlüğü konusunda hâlâ ciddi mağduriyetler yaşayanlar var. Mesela, 3 Kasımda İstanbul’da Aleviler sokağa çıkacak eşit yurttaşlık temelinde. Onların sorununu da burası, bu Parlamento çözmek zorundadır. Eğer çözmezse işte o zaman burada inanç özgürlüğünden falan bahsetmek mümkün olmayacaktır.
Değerli milletvekilleri, gerçekten demokrasi bizim açımızdan olmazsa olmaz bir konudur. Eğer demokrasi inşa edeceksek farklılıklarımızı reddetmeden, farklılıklarımızla bir arada durmayı becerebilmemiz gerekiyor. Bu konuda da bütün farklılıkların hak ve hukukunu gözeten bir noktadan; birbirine dayatan, birbirini ötekileştiren, baskı uygulayan noktadan değil, birbirinin hak ve hukukunu gözeten bir noktadan bakmak gerekiyor. O açıdan, bugün buraya baş örtüsüyle gelen kadın arkadaşlarımız keşke daha öncesinden bu şeyi yapsalardı daha iyi olurdu. En azından sokakta mücadele eden kadınların mücadelesine de destek olmuş olurlardı ama bugün burada bu tartışmanın bitmiş olmasının önemli olduğunu düşünüyoruz.
Bir de son noktada, özellikle bu kılık kıyafet yönetmeliği konusunda partiler henüz anlaşmadılar. Biz de diyelim ki artık bu etek giymek meselesinin çözülmesi gerektiğini, nasıl giyileceği… Bu Parlamentoya bu da bir baskı aslında, kontrol etme mekanizmalarından biri. Kadınların Parlamentoya nasıl gireceği meselesinin de düzenlenmesi gerekiyor. Daha önce de biliyorsunuz Şafak Hanım benzer bir sorun yaşamıştı, o zaman yine bu sorunu çözememişti bu Parlamento, kadınlar olarak da biz çözememiştik. Belki bunun öz eleştirisini vermek gerekiyor. (BDP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuncel.
Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.
Gündem dışı ilk söz Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaşanan mağduriyetler hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Şafak Pavey’e aittir.
Buyurun Sayın Pavey. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu arada, Sayın Pavey için Sayın Selçuk Özdağ feragat etti, kendisine de buradan… Yani bilgi vermiş olalım.
ŞAFAK PAVEY (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; size bu konuşmayı her şeyin yasak olduğu Genel Kuruldan yapıyorum. Ortalama yaşın 50’lerde olduğu bir mecliste, su içmenin dahi yasak olduğu bir genel kuruldan yapıyorum. Yaşlı haklarının, hasta üyelerinin haklarının bile düşünülmediği bir genel kuruldan söz ediyorum. Turist olarak bile gitmediğiniz coğrafyalarda, Afganistan’da, Yemen’de, İran’da yıllarca türban kullanmaya mecbur edilmiş biri olarak yapıyorum. Mecliste pantolon giymesi bir erkek vekil tarafından engellenmiş bir kadın vekil olarak yapıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Olmayan bacağı erkekler tarafından siyaset sohbetine dönüştürülen biri olarak yapıyorum ve artık, AKP’nin başı açık vitrin vekillerinin emanet oyları gerçek sahibelerine geri verme zamanlarının geldiklerini düşünüyorum. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
MEHMET METİNER (Adıyaman) – Hiç yakışmıyor sana!
ŞAFAK PAVEY (Devamla) – AKP’yi iktidara taşımış asıl kadınlarının Meclis koltuklarını almalarının hakları olduğuna inanıyorum. Ayrıca, AKP’li kimi vekillerin başörtülü eşlerini saklamaya çalışıp utanmalarından kendim çok inciniyorum. Elbette ülkemde sekülarizmin geleceği ile ilgili muazzam endişelerim var. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri, rica ediyorum.
ŞAFAK PAVEY (Devamla) – Ama kaygım, türbanla kırmızı ruj arasına sıkıştırılmış semboller değildir. Demokrasi paketinde aynı ideolojiyi paylaşan erkek polis doğal karşılanırken türbanlı kadın polise yasak gelmesine çok şaşırmıştım. Daha vahim bir cinsiyet ayrımcılığı olabilir mi? Ben polisin başındaki türbandan değil, bana vadettiği şiddet geleceğinden korkarım. Mecliste cemevi açmak için Diyanetten fetva isteyen anlayıştan korkuyorum yani bir inancın ibadet hakkını diğer inancın iznine bağlayan anlayıştan korkuyorum. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Hukukun karşısına dini koyan anlayıştan korkuyorum. Kadın özgürlüklerinden asla korkmam. Söylemek isterim ki özgür bir hayat çok zor kurulur ama çok kolay yıkılır. Tam da bu nedenle çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla Çamlıca Parkı’nın kuytularında sevgilisiyle öpüşen genç kıza özgürlüğünü Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
ÜLKER CAN (Eskişehir) – Hop, hop, hop!
ŞAFAK PAVEY (Devamla) – Türbanla özgürlük ilişkisi bıçak sırtı gibidir.
HÜSEYİN FİLİZ (Çankırı) – Onun adı özgürlük değil!
ŞAFAK PAVEY (Devamla) – Bir yandan inanç özgürlüğünü temsil eder, öte yandan inanç baskısını. Birçok kadın inanarak örtünürken birçok kız kendilerini kontrol eden aile güçleri tarafından zorla kapatırlar.
KADİR GÖKMEN ÖĞÜT (İstanbul) – Bravo, bravo!
ŞAFAK PAVEY (Devamla) – Clinton 2007’de “Kadın değişirse gelecek de değişir.” demişti. Hatta Emine Erdoğan o kadar beğenmiş olmalı ki geçenlerde bir konuşmasında kullandı.
Sosyal özgürlük alanlarımız geleceğimizden çalınarak birer birer imha ediliyor. 5 yaşında örtülen, 15 yaşında evlendirilen kızlarımızdan bahsediyorum. Geleceğimiz gerçekten kadınlarımızın hâli üstünden berbat bir şekilde değişiyor. Biz kültür olarak hiç önemsemeyiz ama her özgürlük aynı zamanda büyük bir sorumluluktur.
Türbanlı kadın vekillerden beklentim büyük. Mesela ülkemin neden kadın hakları konusunda dünyanın 120’ncisi olduğunu anlatmalarını bekliyorum. Neden 57 İslam ülkesindeki toplam kadın hakları ortalamasının, tek başına Birleşmiş Milletlerin üyesi bile olmayan Tayvan’ın seviyesine ulaşmamış olduğunu açıklamalarını bekliyorum. Artık türbanı bir insan hakları ihlalinden bir insan hakları kazanımına dönüştürmek onların sorumluluğundadır. İnanç özgürlüğünün en büyük güvencesi geleceğimizi dinî rehberlikle kontrol etmek değil, kusursuz bir sekülarizmdir. Lütfen hatırlayın, Orta Doğu’da bizim seküler toplumumuz tek taş pırlanta gibi ışıldıyordu.
Oldukça merak ettiğim bir ayrıntı var: İnanç gösteri için kullanılabilir mi? Büyük bir ruh temizliğinden doğan muhteşem bir tevazuyla yaşanması emredilmiyor mu?
Buraya gelmeden önce türbanlı vekillerimizin konuşmalarını taradım. Başkalarının özgürlüklerine dair tek bir kelime kullanmadıklarına rastladım. Kendi inanç özgürlüklerine gösterdikleri hassasiyeti ruhban okulu, azınlık okulları, cemevleri, bir inanç biçiminin mundar olarak ilan edilmesi gibi sorunlu inanç alanlarında göremedim. (CHP sıralarından alkışlar)
İBRAHİM KORKMAZ (Düzce) – Sen onlar için ne yaptın?
BAŞKAN – Sayın Milletvekili, lütfen.
ŞAFAK PAVEY (Devamla) – Mesela bilimin özgürlüğünü kelepçeleyen YÖK hakkındaki fikirlerini de bilmiyorum ama şu hakareti bütün haberlerde duydum ve çok üzülerek: “Başımı açarak bir daha kirlenmeyeceğim.” Bu durumda başı açık olanlar kirlenmişler midir? (CHP sıralarından “Helal olsun!” sesleri, alkışlar)
İnanç üstünden öbürünü kirli ilan edebilmek kimin haddi olabilir?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Pavey, size ek süre veriyorum. O sürede tamamlayın lütfen.
ŞAFAK PAVEY (Devamla) - Görülüyor ki bir arada yaşama efsanemiz çökmüş. Kibirden küfelik olmuşsanız size benzemeyenin çığlığını nasıl duyacaksınız?
AHMET BERAT ÇONKAR (İstanbul) - Başkasının dinî inancını yargılamak senin hakkın değil.
ŞAFAK PAVEY (Devamla) - Bir taraf bir arada yaşamanın yolunu ararken öbürü sindirmek, dönüştürmek, özgürlüklerini birer birer yok etmek istiyorsa, bizi yok ettiğinizde gelecek olimpiyat tanıtımına kimi koyacaksınız? (CHP sıralarından “Bravo!” sesleri, alkışlar)
Biz Sivas’ta yakılan, Gezi’de vurulan, evlerine işaret konulan, hayat tarzından ötürü cezalandırılanlarız ama her nasılsa kronik mağdur hep sizsiniz. Azınlığın çoğunluğu ezmesi sürdürülemez ama çoğunluğun azınlığı ezmesi sürdürülebilirdir, asıl korkutan da budur.
ALİ ŞAHİN (Gaziantep) – Asla, o da sürdürülemez. Zulüm sürdürülemez, zulüm baki kalmaz.
ŞAFAK PAVEY (Devamla) - Gerçekten bu ülkeyi korkunç bir akıbete sürüklemekten kaçınmaya niyetliyseniz adaletle öç almak arasındaki farkı en kısa zamanda öğrenmeye mecbursunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Bizden çatışma bekleyenler için altını çizmek istiyorum: Biz çatışmıyoruz, var olmak için direniyoruz. Tarihe dönüp bakarsanız hepimizi neyin beklediğini çok açıklıkla göreceksiniz. Kendi yarattığınız radikal canavarın sizi de teslim almasını, sadece bizim var olma mücadelemiz engelleyebilir. Bundan sonrasını arif olanlara bırakıyorum.
Saygılarımla. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pavey.
Hükûmet adına Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Buyurunuz.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) – Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, çalışmalarımızın başarılı olmasını diliyorum.
Sayın Pavey’in gündem dışı konuşmasına karşı, Hükûmet olarak düşüncelerimizi ifade etmek için huzurlarınızdayım. Sayın Başkana teşekkür ediyorum.
Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu çok anlamlı hâle getiren, bir olağanüstülük yükleyen ve sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın dikkatlerini buraya toplayan ve şurada basın localarını tıka basa dolduran değerli gazeteci arkadaşlarımla birlikte herkesin merakla beklediği bir konu var. Bu konu ifade edildi, bazı milletvekili arkadaşlarımız kendi bireysel kararlarıyla başlarını örtme ihtiyacı duymuşlar, bunu takınmak suretiyle Genel Kurula geldiler. Zannediyorum, bu, Türkiye’de ilk defa oluyor. Olabilir, her şeyin bir ilki vardır. Buna karşı toplumda çok yüksek bir tepki yok, olumsuz anlamda söylüyorum. Siyasi partilerimizden de olumlu tepkiler var, olumsuz tepkiler var. Bugün madem ki herkesin gözü buradadır, ne olacak diye, nerede bir kavga çıkacak diye, nerede çirkin bir söz sarfedilecek diye bekleyen pek çok insan var. Siz bunların hepsini boşa çıkardınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ben yüce Meclisi bu konuda takdirle karşılıyorum.
İlk konuşmayı yapan ve Sayın Başkanımızın kararıyla gruplara verilen söz ve daha sonra yeni kurulan bir partimizin eş başkanına verilen sözle birlikte hepsini dikkatle izledim. Sayın İnce’ye, Sayın Pervin Buldan’a, Sayın Ruhsar Demirel’e, Sayın Belma Satır’a, Sayın Sebahat Tuncel’e ve çok güzel bir konuşma yapan Sayın Şafak Pavey’e tebriklerimi sunuyorum. Bence, Meclise yakışan budur. Düşüncelerimizi ifade ederken kibar olmak, saygılı olmak, tartışmaya yol açmamak ve kişisel eleştiriler de bulunmamak gerekir. Bizden ve bu Meclisten, 23 Nisan 1920’den bu yana bağımsızlığımızın sembolü, millî iradenin tecelligâhı olan Meclisten beklenen budur. Beğenmediğimiz sözler olabilir, eleştiririz; beğendiğimiz sözler olur, alkışlarız ama bugün herkesin bir kavga, bir gerginlik, bir sıkıntı yaşanacağını umduğu Meclisimizde böylesine büyük bir olgunluğunun gösterilmesini, yıllardır bu Parlamentoda olan bir arkadaşınız olarak takdirle karşıladım, tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Ben de konuşmamda aynı ağırlıkta ve olgunlukta olmaya gayret edeceğim, bu bizim görevimizdir ve bu güzel, muhteşem havayı bozmamaya çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım, sadece bu sözlerimin içerisinde Sayın İnce’nin birbiriyle kafiyeli ve bugünkü konunun çok dışında kalan farklı konularda Hükûmetimizi ve partimizi suçlamasına razı değilim, bunların hiçbirisine müstahak değiliz, bu suçlamaları kabul etmiyorum ve aynen kendisine iade ediyorum. İkinci olarak, Sayın Pavey’in de -şüphesiz, çok güzel bir üslup içerisinde konuştu ama- bir yönüyle de partimizi, milletvekillerimizi veya Sayın Başbakanımız suçlayıcı ifadelerinin tartışmaya açık olduğunu düşünüyorum ama bu sözlerin bizi muhatap alan kısmını da kabul etmediğimi ifade etmek istiyorum, anlayışınıza sığınıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Buldan hatırlattığı için söylüyorum: Evet, bundan on dört yıl önce, İstanbul Milletvekili Merve Kavakçı bu salona girdiğinde Sayın Haluk İpek’in oturduğu yere oturdu, ben de Sayın Yılmaz Tunç’un oturduğu yerdeydim. DSP Grubu buradaydı, şurada ANAP vardı zannediyorum, DYP ve diğer partiler. O gün, Meclisimize yakışmayan tartışmalar oldu; ben, şahsen çok üzüldüm.
Şimdi, on dört yıl sonra, artık, Sayın Cumhurbaşkanı -o zamanın- Demirel’in bunu bir provokasyon olarak yorumlayan sözlerini, Rahmetli Ecevit’in –kendisine çok saygı duyduğum bir lider- kürsüye çıkarak yaptığı konuşmaları unutmak istiyorum çünkü onlar, Türkiye demokrasisi içerisinde kabul edilmesi mümkün olmayan şeylerdi. Düşünün, bir arkadaşımız aday olmaya karar veriyor, partisine müracaat ediyor, partisi onu il seçim kuruluna, Yüksek Seçim Kuruluna bildiriyor. Başında örtüsü var “Ben, bu hâlimle seçimlere gireceğim.” diyor; hiçbir itiraz yok, hiçbir dava açılmamış. Seçimlere girerken kampanyasında bu kıyafetiyle “Ben böyle seçileceğim.” diye halkına gösteriyor, öyle oy alıyor ve seçiliyor. Eğer seçilmesi mümkün olduysa -ki Merve Kavakçı mümkün olmuştu- il seçim kurulu mazbatasını veriyor “Milletvekili seçildiniz.” diyor. Yapılacak tek şey var, yapılacak tek şey var: Buraya gelip ant içecek. Ant içmek üzere geldiğinde de çok iyi hatırlıyorum, Rahmetli Sayın Ali Rıza Septioğlu, Sayın Akşener Başkanımın yerindeydi ve bizler de heyecan içerisinde, gecenin geç bir saatinde bunu takip ediyorduk. “Dışarı, dışarı, dışarı!”lar, yapılan konuşmalar, Başkana yapılan müdahaleler; ant içmek mümkün olmadı. Bu, bir acı tablodur. Siz farklı düşünebilirsiniz ama bugün geldiğimiz noktaya bakarak bunun tekrar yaşanmamış olmasının Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından, bazı düşüncelerin değişimi ve dönüşümü bakımından ne kadar olumlu olduğunu biliyorum. O olayın siyasi sonuçları olmuştu. En basitinden, yüzde 22’den yüzde 1,5’a düşen bir partinin o olaydan ne kadar etkilendiğini bir kenara koyalım, 2000-2001 krizleri de şüphesiz bunda etkili olmuştur ama o gün “Dışarı, dışarı!” diye bağıranların hemen hemen hepsi dışarıda kaldığı gibi, partileri de yüzde 1,5’a düştü çünkü halk bunu affetmedi, bunu yanlış buldu. “Benim seçtiğim bir milletvekilini sen nasıl Parlamentodan atıyorsun!” dedi, benim kanaatim bu. Şimdi, çok şükür, sürecin içerisinde çok şeyler gördük. Öncelikle, bu mesele, üniversitelerdeki kılık kıyafetle başladı. Yani, başı örtülü olarak kızlarımız üniversiteye gidecek mi, gitmeyecek mi?
90’lı yılların başında 3 tane üniversite hariç –birisi Hacettepe ve diğerlerini biliyorsunuz- pek çoğunda serbesti. Benim kızım da o dönemde Celal Bayar, Türk Dili ve Edebiyatındaydı. Değerli arkadaşlarım, sonra devir değişti, anlayış değişti, talimatlar yağmaya başladı, her birine yasak geldi. Kızlarımız gözleri yaşlı, birtakım travmalar geçirerek, psikolojileri bozularak, “Benim başörtülü başladığım üniversite hayatıma neden son veriyorsunuz, bu zulüm nedendir?” diyerek, gerçekten büyük bir acı yaşadılar. Mücadele, sadece, üniversitelerde kılık kıyafetin serbest olmasıyla bağlantılı kaldı.
Değerli arkadaşlarım, şimdi geldiğimiz noktaya bakıyoruz ki bütün üniversitelerimizde hemen hemen kılık kıyafet yasaklaması kalmamıştır. Öğrencilerimiz arasında bir sorun yok, öğretim üyeleriyle öğrencilerimiz arasında bir sorun yok, rektörlerle bir sorun yok, anlayış değişmiştir, buna da hiçbir siyasi partinin itirazı yok şu anda. Artık üniversitelerde kılık kıyafet serbestliği olmalıdır. Aynen şuna misal vermek istiyorum: Mazbatasını aldığı hâlde, burada andı içirilmeyen ve başörtüsü sebebiyle buradan atılmaya çalışılan insanlarımızın üniversitede okumak isteyin gençlerimizle kaderi bir noktada buluştu.
Bir başka şey: Kamuda çalışan kadınlarımızın kılık kıyafetleri noktasında yönetmeliklerle düzenlenmiş yasaklamalar vardı. Bir kısmı çok eski, bir kısmı 1983 tarihini taşıyor. Unutmayın, bayram öncesinde bu yönetmelikler de yürürlükten kaldırıldı. Yargı, emniyet ve askerî güçlerde çalışanlar hariç olmak üzere, artık başlarına istedikleri şekilde bir kıyafet seçmek suretiyle görevlerini yapabilecekler. Kurumsal olarak hiçbir partimizin de bu konuda itirazı olmadı, zannediyorum bir, iki milletvekili arkadaşımız bu konuda dava açtı ve itiraz etti.
Şimdi, geldiğimiz noktaya buralardan geldik. Arkadaşlar, ben bu konularda kendisini de işin odağına koyan, bundan dolayı mağdur olduğuna inanan bir insan olarak, Meclis Başkanlığında yaşadığımız olaylarla, onun öncesinde bir veli olarak kızımdan dolayı, daha sonra da eşinin başörtüsünden dolayı hedefte, hücumda, zan altında bırakılan bir insan olarak bu meselelerde onlarca konferans verdim, onlarca toplantıya katıldım, yüzlerce defa konuştum. Bu bizim bir hayat tarzımız oldu. Yani biz böyle bir aile içerisinde yetiştik, böyle bir aile içerisinde çocuklarımızla birlikte olduk. Niçin bu ayrımcılık var? Kapılar neden yüzümüze kapanıyor? Bu yasaklamalar niçin bizim için bu ülkeyi bir zindan hâline getiren bir yasaklama durumunda kalıyor? Hep bunları düşündük. İsyan etmedik, dağa çıkmayı aklımızdan geçirmedik, sabırla ve demokrasinin güçlenmesiyle bu sorunların çözüleceğine ta baştan inandık. Demek ki sabır çok gerekliymiş.
Evet, uzun yıllar geçti. On sene sonra, on dört sene sonra bazı şeyler gerçekleşiyor ama kırmadan, dökmeden, yıkmadan gerçekleşiyor, ele silah almadan gerçekleşiyor, dağa çıkmadan gerçekleşiyor. Demokrasi kültürünün güçlenmesiyle insanlar bir noktada “Artık böyle olması lazım canım, biraz da mahcup oluyoruz, ayıp oluyor.” deme noktasına geliyorlar, ister siyasi sebeplerle geliyorlar ister başka sebeplerle. Artık genel başkanlar çarşaflı hanımefendileri bile partilerine üye kaydetmeye çalışıyor. Artık “Aday olarak gelsinler canım, başımızın üstünde yerleri var.” diyor. Soruyoruz, aday olarak gelene eyvallah da seçildikten sonra Meclise geleceklerse ne yapacaksınız? Sükût ediyorlar, topu taca atıyorlar. Ama görüyoruz ki üzerlerinde müthiş bir düşünce var. O nedir? Artık Türkiye’nin geldiği noktada yasakların ortadan kalkması lazım, özgürlüklerin asıl olması lazım.
Sayın Buldan ve diğer arkadaşlarımı… Sayın Ruhsar Demirel de çok doyurucu bir konuşma yaptı. Evet, bazı eşitsizlikler var, bazı konularda yanlış telakkiler, anlayışlar var, bunların hepsini düzeltelim. Bunların hepsinde bir araya gelip çözüm yollarını bulabileceğimize inanıyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Sayın İnce bugüne kadar yaptığı birkaç günlük konuşmalarda ve bugün de tarih vermeden bir şeyden bahsediyor. Benim bazı konuşmalarımı geçmişten bugüne kadar farklı sebeplerle gündeme getiriyorlar. Bu, benim için bir övünç kaynağıdır. Ben tutanaklara geçmiş her sözümün arkasındayım. O zaman yanlış yapmışsam yanlış düşünmüşüm, yanlış yapmışım, özür dilerim derim ama doğru olanların da bana neye mal olursa olsun arkasında dururum.
Dün ve evvelki günkü gazetelerde 2005 tarihine ait bazı haberler yayımlandı. Bugün onların hepsini çıkardım. Hiçbirisinde Sayın İnce’nin gazetelerde yazıldığı şekliyle bana atfettiği sözler yok. Aslında böyle bir imkânı vermemiş olsaydı Sayın Başkanımız, ben 69’uncu maddeden bir açıklama yapmak ihtiyacını duyacaktım. Ben kendisine de fotokopilerini göndereceğim. 14/11/2005 tarihinde ben, bizim Refik Belendir’de bir sosyal tesisimiz var, orada gazetecileri toplamışım, o günün en önemli konusu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Leyla Şahin hakkında verdiği kararı bir hukukçu olarak irdelemişim. Hepiniz hatırlayacaksınız, bu önemli bir karardı, Leyla Şahin hakkında verdiği kararın Türkiye'deki laikliği tarif etmediğini, bunun yasaklamalar noktasında kesin bir hüküm getirmediğini, bir karar alınırsa bunun da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına karşı olmayacağını söylüyorum. Altında Sayın İnce’nin bahsettiği sözlere yakın cümleler var. Bakıyorum 7 dakikam kalmış, hepsini okumak zorunda değilim, sizlere takdim edeceğim. Ama, benim başörtüsü, laiklik veya buna benzer konulardaki tüm sözlerim bunun bir ifade özgürlüğü olduğudur, kıyafet serbestisi olduğudur, bir anlatım özgürlüğü olmasıdır. Ben bunları hayatım boyunca her defasında söyledim ve müdafaa ettim.
Yani, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları bir tarafa, laiklik uygulamaları dünyanın her yerinde farklıdır. Bize biraz benzeyen Fransa bile bizden farklıdır. Fransa’yı örnek göstererek “Okullarda, koynunda kolyelerinde haç taşıyanlar, başında türban taşıyanlar kamuda hizmet veren olamaz.” şeklindeki anlayış… Eğer oranın sistemini iyice bilirseniz eğitimde düalist bir yapı vardır. Bir tarafta laik okullar vardır, bir tarafta kilisenin okulları vardır, dinî örgütlerin okulları vardır. Laik okullara ait getirilen yasaklamaları tüm eğitim sistemi içerisine alamazsınız. Türkiye, kendine özgü Anayasa’nın 2’nci maddesinin gerekçesinde yazılı laiklik anlayışını uygulamak zorundadır. Kanaatimi söylüyorum. Merak edenler için bu konuşmalarımın tamamını arkadaşlarıma, başta Sayın İnce’ye takdim edeceğim ama gündeme getirdiği için ona da çok teşekkür ediyorum.
Arkadaşlar, Genel Kuruldayız. “Her yere girer.” Her yere girmez. Elimde notlar var. Meclis Başkanlığım döneminde şimdi aramızda olmayan milletvekilleri bana her gün soru önergesi veriyorlardı. Niçin biliyor musunuz? “Bu kadar ziyaretçi geliyor, niye bunların içerisinde başı örtülü olanlar var?” Ben bunlara cevap vermek zorunda kalıyordum ve onlara diyordum ki: Millet neyse Meclis de odur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Kendi kıyafetiyle bu Parlamentoya gelecekler. Bak, notlarımda var. Yani, İzmirli bir sayın bayan milletvekili -kulaklarını en azından buradan çınlatayım- akşam da bir televizyonda konuşuyordu ne dediği de pek anlaşılmayan şekilde. Şimdi, bu arkadaşımız “İran Meclisine döndü Meclis.” diyordu. Niçin? Yukarılarda bazı dinleyicilerimizin başı örtülü olması şeklinde... Yine, aynı sayın milletvekili şurada muhalefet kulislerinin kenarında küçücük bir odada, 4 kişi veya 5 kişinin sığabileceği bir yerde kadınların namaz kılması için ayrılmış bir yere geliyor, baskın yapıyor ve orada basın toplantısıyla “Laik bir ülkede Mecliste böyle bir şey olmaz.” diyordu. Unutmayın, orada başörtülü bir kadına müdahale edecek kadar kendisinde yetki gören bir insan bugün Parlamentoda yok ama burada Sayın Cumhurbaşkanımızın eşleri var. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, geldiğimiz nokta budur. Bugün de bu işe karşı çıkanların çok büyük bir kısmının bir buçuk sene sonra burada olacaklarını tahmin etmiyorum, başkaları olacak, biz de değişeceğiz, her şey değişecek. Ama, temel insan haklarına karşı çıkma cesaretini gösteren kim olursa olsun, hangi kurum ve kuruluş olursa olsun eninde ve sonunda gidecek, onlar gidecek yerine özgürlük isteyenler gelecek. Benim siyasetten öğrendiğim bu. Şimdi, burada oturur mu, oturmaz mı; nereye bakacağız? Hukuk devletiyiz, bir hukuk normuna bakmamız lazım. Anayasa’da bunu düzenleyen bir hüküm var mı? Yok, olması da gerekmez zaten. Hukukta var mı, yani bir kanunda var mı? Yok. Ben de hukuk okudum, siz de okudunuz. Kadınların kılık kıyafetlerini düzenleyen hiçbir kanun yoktur, sadece şapka iktisası hakkında bir kanun vardır. Dinî ruhanilerin kisveleriyle ilgili bir kanun vardı; 1925’li, 1926’lı tarihlerde ama kadınların başının açık olması, kapalı olmasını söyleyen yönetmelik vardır. Yönetmelikler ikincil düzenlemelerdir ve yönetmeliklerin hiçbirisinin kanuna aykırı olmaması gerekir.
Şunu söyleyeceğim: Burada, 56’ncı maddede kıyafet konusu yazılmış, ezberinizde olduğu için tekrar etmeyeceğim ama ben farklı bir şey yaptım. Bu İç Tüzük 1973 yılında yasalaştı ve hepinizin elinde olan bu Anayasa ve İç Tüzük’ün arkasında İç Tüzük’ün hangi maddelerinin, hangi tarihte değiştiğine dair bir kayıt var. Bakınız, 56’ncı maddesi hiç değişmemiştir. Bu maddeler her hukuk normunda olduğu gibi “Özgürlükler esastır, yasaklar istisnaidir.” kuralına göre tanzim edilmiş, yani “Başı açık olmak mecburidir.” diye burada bir hüküm olsaydı bunu yerine getirmek zorundaydık.
Bakınız, 1973’teki Anayasa Komisyonu Başkanı, hepsi rahmetli oldu, bizim Cevdet Akçalı Beyefendi, İç Tüzük teklifinde imzası bulunanlar Çorum Milletvekili Abdurrahman Güler, Tunceli Milletvekili Kenan Aral, Muş Milletvekili Nermin Neftçi, İstanbul Milletvekili Reşit Ülker, Van Milletvekili Salih Yıldız ve diğerleri. Anayasa Komisyonu raporu ve Komisyondaki konuşmaların hepsini çıkardım. Hüsamettin Başer Nevşehir’den konuşuyor, Orhan Birgit konuşuyor, Cevdet Akçalı konuşuyor, diğerlerinin hepsi konuşuyor, hiçbirisinin baş örtüsüyle ilgili bir yasaklama olması veya buna ilişkin bir hüküm bulunması konusunda hiçbir sözü yok. Aksine şu var: Burada bir serbestlik olduğunu görüyoruz. Arkadaşlarımız bir gelenekten bahsediyorlar: “Şu tarihten bu tarihe kadar olmamış.” E, olmayacağı anlamına gelir mi? Hukuk uygulanırken yazılı kanun maddeleri uygulanır, ondan sonra en sonunda içtihatlara gelinir, bazı kanunlarda da gelenekler ve teamüller dikkate alınır. Yani burada “Bir gelenek var.” diyerek bunu devam ettirme iddiası, Anayasa’da, kanunda, şunda, bunda bulunmayan bir hükmü bizim için geçerli sayabilir mi? “Siyasi simgedir canım, burada olmaması lazım.” Ee siyasi simgeyse yakalarınızdaki rozet ne oluyor? Yakalarınızda altı oklu rozet olacak, üç hilalli rozet olacak, bizde ampul olacak, bunu buraya takacağız, arkadaşımızın siyasi simgesi başındaysa itiraz edeceğiz.
BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) – Öyle kimse söylemedi. Bunları kimse söylemedi.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bu gülünç olmaktır. Aslında, arkadaşlarımız dinî gerekçelerle başlarını örttüklerini ifade ediyorlar. Farklı da olabilir, moda böyle gerektirir, başında, saçlarında bir arıza vardır, başını örtmek ihtiyacı duyabilir, ameliyat geçirmiştir, bir başka şeydir. Hepsine saygı duyacağız ve sorgulamayacağız. Arkadaşlarımız ne güzel söyledi: “Kadınları kılık kıyafetleri üzerinden sorgulamayacağız.” İnandığım bir şeyi 50 defadır söylüyorum. Kadınlarımızı başı açık ve başı kapalı olarak kategorize etmek ahlaksızlığın daniskasıdır. Hiçbir şekilde bunu ayırmamak mecburiyetindeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Sayın Pavey’le ilgili -burada çok konuşmadı o konu üzerinde- bir pantolonla ilgili konu. Bakınız, arkadaşlar, burada kadının, erkeğin nasıl giyineceği yazılı ama Sayın Başkanımızın kıyafetine bakın…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
Bir cümle söyleyebilir miyim Sayın Başkanım, bir iki dakika verirseniz sözümü bitireceğim. Lütfen, takdir ederseniz.
BAŞKAN – Bir dakika verdim.
Buyurun.
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Burada 56’ncı madde çok gülünç yazılmış. Benim dönemimde olmadı, kadın başkan vekili yoktu, benden sonra oldu. “Başkanlık kürsüsünde Başkan, beyaz kelebek kıravat ve siyah yelek üstüne siyah fırak giyer.” diyor. Şimdi, Sayın Meral Akşener’in -yani isminizden bahsettiğim için özür diliyorum, ayırmadığı için-öyle bir kıyafet var mı üstünde? Yok. İyi ki yok. Bu kadar rüküş bir kıyafeti Sayın Akşener’e giydirecek hâlimiz yoktu ama İç Tüzük değişmedi. İç Tüzük değişmedi, fiilî olarak kendi kıyafetlerini seçtiler, belirlediler. Arkadaşlarıma da rica ettim, memurlar için pantolon giyme özgürlüğü geldiyse bu hâliyle milletvekillerimiz için de olmalı. Derhâl -bu tasarı olmayacağına göre- bir araya gelin. Kadınlar için elbette pantolon güzel bir kıyafettir, bu olabilir. Bununla birlikte bir düzenlemeyi de rahatlıkla yapalım.
Değerli arkadaşlarım, yani burada şunu söylemek istiyorum: Aslında, grup başkan vekillerinden aldığım bilgiyle, böyle bir düzenleme yapılmak istenmiş ama bazı arkadaşlar itiraz etmişler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Pantolon ve diğer konularda, İç Tüzük’te kıyafete yönelik yeni bir şey yapılması isteniyorsa lütfen bir araya gelin.
Sözlerim bitti.
Sayın Başkana teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ben değerli arkadaşlarıma aramıza katıldıkları için teşekkür ediyorum, onları saygıyla karşılıyorum. Bu bir zafer günü değildir, bu bir nümayiş günü değildir. Olması gerekendir, olmuştur, tabiidir ve yüce Meclisimiz en büyük olgunlukla bu olayı karşılamıştır.
Hepinize candan teşekkürlerimi sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arınç.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, Sayın Arınç kendisine atfen, kendisinin söylemediği sözleri benim söylediğimi söyledi.
BAŞKAN – Buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, Sayın Arınç’ın anlattıklarının ezici bir çoğunluğuna karşı değiliz zaten, onlarla ilgili bir sorunumuz yok. Bizim anlatmak istediğimiz şu: Bunun istismarını yapıyorsunuz. Biz istismarını yapmayın diyoruz. Bir kere, burada anlaşalım.
Artı, “Benim söylemediğim sözleri söyledi.” diyorsunuz. Peki, Sayın Arınç, “Laik bir ülkenin kanun koyucusu dinî amaçlarla kural koyamaz.” diyen siz misiniz, değil misiniz? İnternet’e yazdığınız zaman “Bülent Arınç” bunları görüyorsunuz, ben bunları orada görüyorum. Yani ya o bilgisayarlar yanlış söylüyor ya ben ya siz.
İki: Yine Arınç, “Kur’an’ı, Tevrat’ı, İncil’i esas alarak düzenleme yapamaz Meclis.” Bu sözler size ait. Yani Sayın Başbakanla çelişmiyor musunuz siz? Bir taraftan “Dinin gereğidir.” diyor Başbakan, diğer taraftan siz “Laik bir ülkenin kanun koyucusu dinî amaçlarla kural koyamaz.” diyorsunuz. “Kur’an’ı, Tevrat’ı, İncil’i esas alarak düzenleme yapamaz.” diyorsunuz. Bizim sorunumuz bu, istismarı bunun.
Yani şu: “Benim çocuklarım mağdur oldu, başörtüsü yüzünden okuyamadı.” deyip çaktırmadan oğlanı da Amerika’ya göndermek. İstismar bu.
BÜLENT TURAN (İstanbul) – Katsayı!
MUHARREM İNCE (Devamla) – Hadi kız okuyamadı, hadi anladım, e oğlanın da mı türbanı var? Oğlan niye okuyamadı? (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
OSMAN AŞKIN BAK (İstanbul) – Katsayı!
MUHARREM İNCE (Devamla) – Başka, başka...
AHMET YENİ (Samsun) – Katsayı problemi yaşadı.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Camide içki içildi, hani video kaydı? Hani Beşiktaş meydanında bir başörtülü bacımıza 70-80 kişi saldırmıştı, hani video kaydı? Hadi diyelim ki toplumun infiale sürüklenmesinden korkuyorsunuz, gelin, bize gösterin bu video kaydını, biz de konuşmayalım bir daha. Gösterin o zaman.
Biz de bu ülkenin Parlamentosunda görevliyiz. İstismar etmenize karşıyız biz, bunu yapmanızı istemiyoruz. Derdimiz budur, bunu anlatmaktır.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkanım, efendim, biraz önce Sayın Arınç “Pantolonla ilgili bir düzenleme yapılması konusunda gruplar bir araya gelsinler.” dedi. Aslında bu konuda bir mutabakat var. Biliyorsunuz, içeride de bunu ifade ettim, söyledim.
BAŞKAN – Söylediniz, evet.
OKTAY VURAL (İzmir) – Bu konuyu, Sayın Şafak Pavey’in de mağduriyetine yol açan bu konuyu ivedilikle düzenleme konusunda Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütün grup başkan vekillerine sesleniyorum: Gelin, salı günü bu pantolon konusunu da hep beraber, birlikte çözelim, bunu da sonuca erdirelim diyorum.
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Canikli…
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın İnce konuşmasında Sayın Başbakanımızın istismarda bulunduğunu ifade etti. Sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, gerçekten Sayın Başbakanımızın ifade ettiği gibi, kapalı olarak, başı örtülü olarak kız çocuklarımız üniversitelerde okutulmadığı için, bu imkân kendilerine verilmediği için, sadece Başbakanımızın çocukları değil, başka binlerce kızımız sırf bu nedenle despotça önleri kesildiği için başka ülkelerde okumak zorunda kaldılar. Evet, bugün -uzun zamandan beri aslında, aylardan beri- bu uygulamaya da son verilmiştir. Bunu da bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
Şimdi, gelelim, bunu yaparken, kız çocuklarını gönderirken Sayın Başbakanımız, erkek çocuklarını okutabilirdi burada, onları neden yurt dışına gönderdi? Dolayısıyla “Bir istismar söz konusudur. ifadesi gündeme geldi hatta suçlaması gündeme geldi. Bakın, çok ciddi, ağır bir bilgi eksikliği söz konusu. Aynı sorun imam-hatip mezunları için de, onların da üniversiteye girmelerini engelleyen bir katsayı problemi vardı. Türkiye 1’incisi dahi olsa o zaman kesintisiz eğitimle ilgili o garabet ortadan kaldırılmadan önce 2010 yılında, 2011 yılında bu Meclis tarafından kaldırılmadan önce bir imam-hatip mezunu kardeşimiz Türkiye 1’incisi dahi olsa üniversiteye girme şansı yoktu. Neden? Katsayı farkı nedeniyle imam-hatipler ve diğer meslek liselerinin önü bu şekilde kesilmişti. O nedenle Sayın İnce, o nedenle o kardeşlerimiz de, Sayın Başbakanımızın oğlu da imam-hatip mezunuydu ve o katsayı zulmü nedeniyle eğitimini yurt dışında tamamlamak zorunda kaldı. Bilgi olarak söylüyorum Sayın İnce, bilmeyebilirsiniz bir şey söylemiyorum.
Biz, bakın, hep şunu söyledik, başından beri şunu söyledik: Bakın, değerli arkadaşlar, tamam, biz istismar ediyorsak istismarı hep birlikte kaldıralım o zaman, bize bu imkânı vermeyin o zaman. Gelin, yasakları kaldıralım, hepsini kaldıralım, istismar konusu da gündemden düşsün. Hep bunu söylemedik mi biz, hep bu çağrıda bulunmadık mı? Ama daha düne kadar…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - …neler söylendi. Bu olumlu havayı da bozmak istemiyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sağ olun.
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan...
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Hava gitti zaten de bir dakika.
Şimdi, sıraya girdiler…
MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Arınç, orada göstererek “Ben bunları göndereceğim.” dedi. Ben de kayıtlara geçmesi anlamında, ben de Sayın Arınç’a benim okuduğum sözlerin Vatan gazetesinde çıkmış o açıklamalarını göndereceğim. O zamanlar Vatan gazetesine tekzip yapmamış, şimdi bana Genel Kurulda yapıyor. Sayın Arınç, bana göndersin, ben de kendisine göndereceğim, bakalım neler demiş.
BAŞKAN – Evet.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Meclis İç Tüzük Uzlaşma Komisyonu üyesiyim. Kılık kıyafet yönetmeliği…
BAŞKAN – Yok, bunların hepsi bugün konuşuldu, siz kayıtlara geçmesi için söyleyin.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Söylüyorum efendim.
BAŞKAN - Ondan sonra biraz ara vereceğim, ben bayılmak üzereyim.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, şimdi bu konuda 4 parti grubu anlaşmış durumdadır.
BAŞKAN – Tamam.
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Zaten 165 maddeden birisi de odur. Bu tayyör konusu da Fransızca bir kelime olduğu için metin olarak kabul edildi. Bir engel yoktur, bütün kadın milletvekilleri pantolon giyip gelebilir buraya.
BAŞKAN – Tamamdır.
Teşekkür ediyorum.
Birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 15.38
© Tüm hakları saklıdır.