Gündem

İSTANPOL'ün Türkiye'de kutuplaşma raporuna bakış: İlk defa, Cumhur İttifakı ve muhalefet arasındaki yüzde 51-49 dengesi tersine dönebilir

“Lider değişikleri Türkiye’de her zaman kayda değer bir değişim yaratabilir”

30 Mart 2019 01:33

Derin Koçer

İSTANPOL Araştırma Enstitüsü, Türkiye’de siyasi kutuplaşmanın vardığı noktayı analiz eden raporunu geçtiğimiz günlerde kamuoyu ile paylaştı.

Raporda, ülkedeki ‘siyasi kutuplar arasında geçişkenliğin neredeyse donduğu’na vurgu yapıldı. Toplumun her iki ucundaki insanların da gündeminde ‘ekonomi’ye dair sorunlar olduğunun altını çizen araştırma, bu iki siyasi ucun Türkiye’nin karşı karşıya olduğu meselelerin sebeplerine ve çözümlerine dair mutabakat sağlayamadığını da gösteriyordu.

“Siyasi iktidar bu kutuplaşmanın sadece kullanıcısı değil, aynı zamanda başat üreticisi”

Raporun koordinatörlüğünü de üstlenen İSTANPOL yöneticileri Edgar Şar ve Seren Selvin Korkmaz, T24’ün araştırmanın bulgularından, seçim sürecinde hem iktidarın hem de muhalefetin kullandığı dile; dünyadaki yeni siyasi rüzgarlardan, Türkiye için değişimin yerelden başlayıp başlayamayacağına varan sorularını, elektronik posta üzerinden yanıtladı:

Seçime birkaç gün kala önemli bir araştırmanızın bulgularını kamuoyu ile paylaştınız. Sanırım en önemli çıkarım, Türkiye’de siyasetin aralarında geçişkenliğin hemen hemen hiç olmayan, katı kutuplara ayrıldığı… Bu, birçokları için alarm etkisi yarabilecek bir sonuç. İktidar, seçime giderken, bu kutuplaşmayı kullandı mı? Ne ölçüde başarılı oldu?

Edgar Şar: Siyasi iktidar bu kutuplaşmanın sadece kullanıcısı değil, aynı zamanda başat üreticisi. Diğer siyasi aktörlerin de hiç şüphesiz toplumun bu denli kutuplaşmasında payları var. Ancak Türkiye’de bugüne kadar sürekli derinleşen toplumsal kutuplaşmanın, siyasete ve sandığa bu kadar yansıması daha çok iktidarın fayda sağladığı bir durum yaratıyor. Pazar günkü yerel seçimlerle birlikte Türkiye, 2010’dan beri 9 yılda 9 kez sandığa gitmiş olacak ve bu seçimlerin hemen hepsinde kutuplaştırma, iktidar tarafından bir strateji olarak kullanıldı ve sonuç verdi. Özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra oluşan siyasi atmosfer ile birlikte bu stratejinin, 16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçimlerinde iktidar lehine kıl payı da olsa sonuç verdiğini gördük. Fakat genel seçimlerin 24 Haziran 2018’e çekilmesinin altındaki temel sebep olan ekonomik kriz, seçimlerden hemen sonra kendini gösterince, kimlik ve hayat tarzı temelli bir kutuplaştırma stratejisinin iktidar lehine çalışmasının çok daha zor olduğu bir siyasi atmosfer oluştu.

"Siyasi iktidarın Türkiye için siyaseten söyleyecek yeni bir sözü yok"

İktidar bu seçimin bir “beka seçimi” olduğunu iddia ettikçe, ekonomik kriz ve hayat pahalılığı daha çok konuşulmaya başlandı. Üstelik tanzim satış gibi bir takım uygulamalarla da siyasi iktidar kendisi açısından riskli bir biçimde ekonomik krizin konuşulmasına katkıda bulunmuş oldu. Zaten tüm bu sebeplerden ötürü siyasi iktidar için kampanya süreci de hayli çelişkili bir hal aldı. Kentlerde sokakları “aşk hikâyesi”, “gönül işi” gibi sloganlar kaplarken, gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerekse MHP lideri Bahçeli’nin söylemleri emsali görülmemiş bir seviyede sert ve kutuplaştırıcıydı. Bu aslında siyasi iktidarın Türkiye için siyaseten söyleyecek yeni bir sözünün olmamasıyla ilgili. Nitekim bazı yerlerde Cumhur İttifakı’nın yereldeki adayları proje ve vaatleriyle öne çıkmak için, siyasi iktidarın merkezden uyguladığı bu stratejiyi kendi kampanyalarına entegre etmediler. Örneğin Binali Yıldırım birden fazla kez bunun bir yerel seçim olduğunu, beka tartışmasının bu bağlamda yersiz olduğuna dair sözler söyledi. Sonuç olarak bir takım adayların bile şüpheli yaklaştığı bu kutuplaştırıcı stratejinin seçmende beklendiği karşılığı bulmadığı açık. Tam da bu sebeple belki de ilk defa Cumhur İttifakı ve muhalefet arasındaki yüzde 51-49 dengesi tersine dönebilir. Tabii bu durumun, sonuçları heyecanla beklenen büyükşehirlerin sonuçlarına nasıl yansıyacağını şimdiden ön görmek güç.  

Sanki özellikle ‘beka sorunu’ tartışmaları bu kutupları gergin tutmaya yönelikti. Oysa sizinki de dahil birçok araştırma, toplumun gündeminde ‘beka’nın değil, ekonominin, işsizliğin olduğunu gösteriyordu. Bu ortak öncelikler bile neden kutupları gevşetemiyor?

Edgar Şar: 2015 yılından sonra Türkiye’de yaşanan geniş çaplı terör olayları ve nihayetinde 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle birlikte uzun bir süre Türkiye’nin en önemli sorunu sorulduğunda seçmenin “güvenlik” cevabını verdiğine şahit olduk. Bu durum 16 Nisan referandumu ve kısmen 24 Haziran seçimlerinde de böyleydi. Böyle bir siyasi atmosferin siyasal iktidarın uyguladığı kutuplaştırıcı stratejinin özellikle Cumhur İttifakı seçmeninin konsolide olması için uygun ortamı sağladığını söyleyebiliriz. Fakat 24 Haziran seçimlerinin ardından ekonomik krizin tabanda giderek daha da hissedilir olması, Türkiye’nin en önemli sorunları noktasında ekonominin zirveye çıkmasına ve emsali görülmemiş toplumsal kutuplaşmaya rağmen farklı bloklardaki seçmenin bu konuda ortaklaşmasına yol açtı. Fakat bu ortaklaşma şu anda bizimkine benzer bir takım araştırmalarda ortaya çıkan ve henüz analiz edebildiğimiz bir olgu. Yıllarca uygulanan kutuplaştırma siyaseti sonucunda oluşan “yankı odaları”nda yaşayan seçmen, diğer bloktakilerin ne dediğinden bihaber; duyduğu tek şey kendi bloğundaki seslerin yankıları... Dolayısıyla emsali görülmemiş bir düzeye ulaşan bu kutuplaşmanın çözülmesi bu kadar kolay olmayacak. Fakat özellikle ekonomik krizin tetiklediği, “pastanın nasıl paylaşıldığı” ile ilgili sorunların her iki bloğun da gündeminde ilk sırada olması, kutupların nasıl gevşeyebileceği ile ilgili bir ipucu veriyor. Mevcut koşullarda bunun siyasal sonuçlarının ne olacağını ya da bu sonuçları ne zaman göreceğimiz ise cevaplar ayrıca düşünülmesi gereken sorular. Henüz kutuplaşmanın halen çok derin olduğu açık. Öyle ki 31 Mart yerel seçimleri için beklenen en büyük değişiklik bile yüzde 51-49’luk dengede yüzde 51’in iktidardan muhalefete geçmesi...  

“İktidarın kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı söylemine karşı muhalefet yerel meselelere odaklandı ve kapsayıcı bir dil kullandı. Bunun seçim sonuçlarına yansıyacağı kanısındayım”

Ya muhalefet? Onların bu kamplaşmayı kırmak gibi bir amaçları olduğunu gözlemleyebildiniz mi seçim sürecinde?

Edgar Şar: Bir görüşe göre toplumda gözlenen kutuplaşma her ne kadar daha çok siyasi iktidarın uyguladığı strateji sonucunda oluşsa da, muhalefetin de siyaseten faydalandığı bir durum yaratıyor. Bu iddia yanlış sayılmaz çünkü iktidarın kutuplaştırıcı stratejisi sonucunda muhalefette bulunan seçmen bloğu, hiç memnun olmasalar dahi mecburen partilerine oy vermeye devam ediyorlar. Bu sebeple gördüğümüz en büyük değişiklik her iki blokta da en fazla blok için oy geçişleri oluyor. 24 Haziran seçimlerinde gördüğümüz de buydu. Seçimlerin ikinci tura kalmaması, büyük ölçüde Muharrem İnce’nin ses getiren kampanyasının gönülsüz AKP seçmenini Cumhurbaşkanı Erdoğan lehine sandığa gitmeye motive etmesinden kaynaklandı. Dolayısıyla bu seçimlerde özellikle CHP, kutuplaşmaya katkıda bulunacak bir stratejinin, muhalefetin özellikle büyükşehirlerdeki adayları açısından hiçbir katkısı olmayacağını bilerek hareket etmeye çalışıyor. Muhalefetin üç büyükşehirde büyük mitingler düzenlememesinin sebebi de bu. Dolayısıyla muhalefetin böyle bir amacı var, evet. Fakat bu o kadar da kolay değil. Araştırmamızın bulguları net bir şekilde gösteriyor ki muhalefet partileri, isimleriyle, liderleriyle ve seçmenin onları algılama biçimleriyle kendi başlarına kutuplaştırıcı bir faktör haline gelmiş durumdalar. Bu durum medyanın tek sesli olmasından da beslenen bir durum. Dolayısıyla muhalefetin bu noktada işi hiç kolay değil. Önümüzdeki seçimlerin yerel seçim olması bu noktada küçük de olsa bir avantaj muhalefet için. Çünkü her yerin kendine özgü dinamikleri var ve ulusal düzeydeki kutuplaşmanın bir parçası olmamayı başarmış olan adaylar muhalefetin şansını arttırıyor.

Seren Selvin Korkmaz: Bence muhalefetin seçim sürecinde kamplaşmayı kırmak adına önemli çaba sarfettiğini söyleyebiliriz. İktidarın kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı söylemine karşı muhalefet adayları çok doğru bir strateji ile yerel meselelere odaklandılar ve kapsayıcı bir dil kullandılar. Bunun da seçim sonuçlarına bir ölçüde yansıyacağı kanısındayım. Muhalefetin sağduyusu muhalefet oy kazandırmasa bile yaşanabilecek daha derin bölünmeleri ve çatışmaları engelledi diyebiliriz.

“İmamoğlu’nun sivri dil kullanmayan, polemiklere girmeyen yaklaşımı bu yüksek gerilimli dönemde başarılı oldu”

Peki ya yerelde değil, genel ya da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekrem İmamoğlu gibi sivri dil kullanmayan siyasetçiler karşılık bulabilir mi?

Edgar Şar: İster yerel seçim ister cumhurbaşkanlığı seçimleri olsun özellikle iki adayın yarıştığı durumlarda, kimliksel fay hatları üzerinden yapılan kutuplaştırma stratejisi mevcut siyasal iktidarın lehine sonuçlar veriyor. 24 Haziran seçimlerinde seçimin ikinci tura kalmamasının temel sebebi de buydu. Muharrem İnce’nin devasa mitingleriyle muhalefet bloğunun seçimi kazanma umudunun zirveye ulaşsa da, bu durum Cumhur İttifakı bloğunun büyük ölçüde konsolide olmasına katkı sağladı. Dolayısıyla sivri dil kullanılarak izlenen kutuplaştırıcı bir strateji genelde siyasetçilerin kendi kutuplarını konsolide etmesinin ötesinde bir sonuç vermiyor. Halbuki mevcut koşullarda muhalefetin seçimlerde başarılı olmasının tek yolu iktidara oy veren seçmen bloğuna da ulaşabilmesi, bir miktar da olsa güven verebilmesidir. Bunun yolu ise bana kalırsa sivri dil kullanmaktan ziyade, Türkiye’nin herkesin üzerinde mutabık olduğu temel sorunlarını merkeze alan bir siyaset ile geniş kitleleri mobilize etmekten geçiyor. Biraz daha somutlaştırırsak muhalefet, benimsediği siyaset ile bir yandan “kazanabiliriz” umudunu seçmenine verirken, diğer yandan da bugüne kadar iktidara oy vermiş olan seçmene de sesini duyurabilecek bir yol haritası benimsemeli.

Seren Selvin Korkmaz: Ekrem İmamoğlu’nun sivri dil kullanmayan, polemiklere girmeyen yaklaşımı normal bir yerel seçim atmosferinin aksini yaşadığımız, yüksek gerilimli bir dönemde başarılı oldu diyebiliriz. Seçim sonucundan bağımsız olarak İmamoğlu’nun tüm tartışmalardan sıyrılarak yerelde İstanbul’un sorunlarına odaklanması gerilimden bıkan seçmen için önemli bir alan açtı. Bu noktada İmamoğlu sakin, başarılı ve tutarlı bir kampanya yürüttü. Ancak, Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi siyaseten pek çok alanda sıyrılmanın mümkün olmadığı bir pozisyon için hassas konularda beyanda bulunmadan, sivrilmeden etki yaratmak hayli zor olabilir. Burada kutuplaştırıcı, ötekileştiren bir sivri dili kast etmiyorum ancak ünlü siyaset teorisyeni Chantal Mouffe’a katılarak siyasette hegemonya kurabilmek için mutlaka karşıtlıklar yaratmak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye son dönemde bu karşıtlıkları ne yazık ki çok talihsiz bir şekilde yaşadı ve toplum adeta ortadan ikiye bölündü. Böyle bir karşıtlık değil kastım ama “ortak iyiyi” inşa ederken ona karşı olanlara da pozisyon alacak bir tutum... Fakat açık ve net olan şu ki Türkiye’nin kapsayıcı, çatışmadan uzak, aynı masada oturup tartışabilen, topluma huzur ve adalet  vaat eden siyasi aktörlere ihtiyacı var.

“Kutuplaşmayı aşacak yeni siyaset için kimlik siyasetinin çizdiği kalın çizgileri aşan yeni koşullar oluşmaya başladı”

Bu siyasi kutupların kırılması nasıl mümkün olacak?

Edgar Şar: Kutuplaşma ancak, iki bloktaki toplumsal kesimlerin de aynı sorunlardan mustarip olduklarını ve hoşgörüsüzlüğün bu sorunları derinleştirdiğini anlayıp “bir arada barış içinde yaşam” iradesini göstermeleriyle kırılabilir. Aslında bu sürecin başlayabilmesi için ilk şart sağlanmış durumda. Bu da muhalefete, “bir arada barış içinde yaşam” hedefinin merkeze alındığı bir siyaset oluşturma fırsatı veriyor. Toplum bu denli kutuplaşmışken güven tesis etmek çok zor olsa da, yerel yönetimler burada büyük bir fırsat. Muhalefet, belediyeleri kazandığı kentlerde gelecek perspektifini ortaya koyarak bu süreci başlatabilir.

Seren Selvin Korkmaz: Türkiye’de siyasi kutuplaşma mevcut taraflar pozisyonlarını korumaya çalıştıkça devam edecek gibi görünüyor. Kutuplaşmayı aşmanın yolu ise bugünkü siyaseti belirleyen kimliksel paradigmanın dışına çıkmaktan geçiyor. Bu da Türkiye toplumunun gündelik hayattaki kaygılarına, ortak dertlerine seslenebilen yeni bir siyasi dil ve yeni aktörlerle mümkün. Toplum çatışmadan, kutuplaşmadan bıktı, yoruldu ama bir taraftan da kimlik siyaseti hala seçmeni mobilize ediyor. Bu mobilizasyon “kolaycı” bir siyasi hamle. Çünkü çok çaba sarfetmeden bir “öteki” yaratarak toplumdaki sorunların tüm kaynağını ona atfetmek yapısal çözümler üretmekten daha kolay. Araştırmamızda da gözlemlediğimiz üzere Türkiye’de her ne kadar kimlik siyaseti belirleyici olsa da özellikle son dönemlerde yaşanan ekonomik bunalımın etkisini gündelik hayatta hissettirmesi ile birlikte ekonomik argümanlar da belirginleşmeye başladı. Haliyle, kutuplaşmayı aşacak yeni siyaset için kimlik siyasetinin çizdiği kalın çizgileri aşan yeni koşulların da oluşmaya başladığını söyleyebiliriz. Türkiye’de kimlikleri dışlamayan ama toplumun değişen kaygılarına cevap verebilen, topluma ortak iyiyi, birlikte yaşayabileceği öngörülebilir bir geleceği sunan yeni bir siyasi ütopyayı kurabilmek ve bunu siyasallaştırmak kutuplaşmayı aşabilmenin önemli bir adımı olacaktır.

“Lider değişikleri Türkiye’de her zaman kayda değer bir değişim yaratabilir”

Yeni bir siyasi oluşum ya da muhalefet blokunda lider değişikliği, hatta yerel seçimlerde büyük şehirlerin el değiştirmesi gibi senaryolar, kutupları gevşetebilir mi?

Edgar Şar: Türkiye’de seçmen hem kendi desteklediği siyasi partiyi hem de karşı kutuptaki partileri liderleriyle özdeşleştiriyor. Bu durum aslında siyasetin de liderler üzerinden okunmasına yol açmış durumda. Dolayısıyla lider değişiklerinin Türkiye siyasetinde her zaman kayda değer bir değişim yaratma potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorum. Ancak başta siyasal tarihimizde emsali görülmemiş kutuplaşma olmak üzere, Türkiye’nin en temel sorunlarına çözüm üretilmesi için lider değişiminin çok ötesinde yepyeni bir siyasal perspektif oluşturulması gerekiyor. Bu olmadan, lider değişikliği sayesinde iktidar değişse dahi Türkiye mevcut temel sorunlarını çözemeyeceğinden uzun vadede pek de bir değişiklik olmayacağı açık. Büyükşehirlerde ise yönetimin el değiştirmesi tek başına ne kutuplaşma ne de diğer sorunlara çözüm üretebilir. Bunun için muhalefetin yereldeki yönetim anlayışıyla vaat ettiklerini yerine getirip, seçmene Türkiye’nin geleceği ile ilgili bir perspektif sunabilmesi gerekir.   

“Keskin kutuplaşma, barış içinde bir arada yaşayabileceğimiz bir toplum olma hayalini kurmayı da güçleştiriyor”

Siyasetin kutuplara hapsolması, Türkiye’nin ‘demokrasisi’ için ne anlama geliyor? Zaten -en hafif tabirle- yıprandığını söyleyebileceğimiz demokrasiyi bu durum da yaralıyor mu?

Seren Selvin Korkmaz: Aslında mevcut siyasal kutuplaşma demokrasideki geriye gidişin de bir ürünü diyebiliriz. Örneğin yaptığımız araştırmaya göre Türkiye’nin farklı kutupları ülkenin temel sorunlarının ne olduğu konusunda uzlaşsa da bu sorunların sebebi, kaynağı ve sorumlusu konusunda ayrışmakta. Cumhur ittifakı seçmeninin algısında bu sebep sonuç ilişkilerinde iktidarın siyasi söylemlerinin oldukça etkili olduğunu söyleyebiliriz. Demokrasinin temel kurumlarından biri olan bağımsız ve özgür medyanın eksikliğinde demokratik değerleri besleyen eleştirel düşünme ve sorgulama ortamının oldukça yıprandığını da görüyoruz. İktidar da muhalefet de kendi “yankı odalarına” hapsoluyor. Yani farklı fikirleri duymuyor, tartışmıyoruz. Bu yalnızca medyanın tarafsızlığı ile ilgili de değil, siyasi söylemlerin gündelik hayata yansıması ve kutuplaşmanın yarattığı duvarlarla da ilgili.  Haliyle demokrasi, adalet gibi tüm ülkeyi ilgilendiren değerler/kurumlar siyasetin konusu olmaktan uzaklaşıyor.  Keskin kutuplaşma barış içinde bir arada yaşayabileceğimiz bir toplum olma hayalini kurmayı da güçleştiriyor. Çünkü taraflar “ortak bir gelecek” kurgusunda birleşemiyorlar.

Biz, bu kutupların içinde siyaset tartışmayı unutup sadece kavga etmeye mi başladık? Türkiye’de siyasetin dünyanın konuştuğu ‘çevre meseleleri’, ‘kapitalizmin/neo-liberalizmin krizi’ gibi meselelere dair söyleyecek sözü var mı?

Seren Selvin Korkmaz: Araştırmamızın en önemli bulgularından birisi Türkiye’de Cumhur İttifakı ve muhalefet seçmeninin Türkiye’nin en önemli sorunları konusunda hemfikir olması. Bu sorunlar ağırlıklı olarak ekonomi ve ekonomi ile ilişkili sorunlar, Suriyeli göçmenler ve eğitim olarak ifade ediliyor. Daha geniş bir perspektiften baktığımızda bunların dünyanın sorunlarından farklı, Türkiye’ye özgü sorunlar olmadığını söyleyebiliriz. Göç, eğitim, ekonomi gibi meselelerin kaynağında “eşitsizlikler” var. Bugün dünya siyaseti neo-liberalizmin derinleştirdiği bu eşitsizlikler çerçevesinde şekilleniyor. Öyle ki artık dünya siyasetini şekillendiren elitler de eşitsizlik meselesinin sistemi tehdit ettiğini düşünüyor. Ocak ayında Davos’ta dünya liderlerini bir araya getiren zirvenin bu seneki hakim konusu eşitsizliklerdi. Bir başka deyişle sistemin krizi dünyanın tartıştığı bir mesele. Türkiye’ye gelince sorunlar sistemin krizi ile yakından ilişkili olmasına rağmen kimlik siyasetinin ve kutuplaşmanın ördüğü perde ile Türkiye toplumu hala bu sorunları kimliksel paradigmalara hapsolmuş bir şekilde tartışıyor. Bu da yüksek siyasetin sıkışmışlığı ile yakından ilgili. Alternatif söylemler, çözümler üreten siyasi kadrolar veya aktörlere sahip değil şu an Türkiye. Haliyle toplum bu sorunları derinden yaşasa da siyasi bir söyleme veya mobilizasyona dönüşemiyor. Çevre, iklim gibi meseleler belirli alanlarda mücadele konusu olsa da hala Türkiye siyasetinin esas gündemini oluşturamıyor.

"Dünyada yeni bir siyasi arayış var ama bu, henüz Türkiye’ye ulaşmadı"

Yayınladığınız raporu okurken ben, Türkiye’de siyasetin kutuplara olduğu kadar belli ezberlere de sıkışıp kaldığını hissettim. Fakat dünyaya siyasetine baktığımızda Jeremy Corbyn, Bernie Sanders, hatta Alexandria Ocasio-Cortez gibi isimlerin kendi ülkelerindeki ezberleri zorladığını görüyoruz. Bizim için de başka bir siyaset mümkün mü? Bu ezberler, kırılabilir mi?     

Seren Selvin Korkmaz: Başka bir siyaset elbette mümkün! Aslında dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu sistemsel kriz hali bize Gramsci’nin ifadesi ile “eskinin öldüğü ama yeninin doğamadığı” bir zamanı işaret ediyor. Yeni olanın ne olduğunu henüz bilmiyoruz ama dünyada “yeni/alternatif” siyaset arayışları deneyimlenmeye başlandı. Bu deneyim sizin bahsettiğiniz Corbyn, Sanders, Ocasio-Cortez gibi ilerici siyasal aktörler ve onlarla ilişkili Momentum, demokratik sosyalistler, Podemos, Diem25 gibi ilerici hareketlerle kendini göstermeye başladı. Kimileri mevcut siyasal partiler içinden kimileri de yeni örgütlenmelerle yola devam ediyor. Bu da bize yeni olan alternatif siyasetin tek bir yöntemi olmayacağını gösteriyor. Ancak, hepsinde ortaklaşan talebin “adalet” olduğunu söyleyebiliriz. Bu hareketler sorunlara çözüm üretemeyen mevcut siyasal parti ve aktörlerin aksine cesur ve alternatif bir söylem ile program ortaya koyabiliyorlar. Meslektaşım Alphan Telek ile birlikte uzun zamandır bu ilerici hareketler üzerinde çalışıyoruz ancak hem bu araştırmadaki gözlemlerimiz hem de başka çalışmalarımız bize Türkiye’de böyle bir deneyim sürecinin henüz başlamadığını gösteriyor. Türkiye’yi kimlik siyasetinin çizdiği sınırlardan çıkaracak yurttaşların gündelik hayatta yaşadığı adaletsizlik ve güvencesizliklere odaklanan yeni bir siyasi söylem, ortak gelecek ütopyası Türkiyeyi hapsolduğu düzlemden çıkarabilir. Çünkü bu dünya siyasetinde gözlemlediğimiz üzere zamanın ruhunu da yansıtıyor.

“Türkiye’de yerelden bir iki örnek üzerinden büyük dönüşümleri hayal etmek zor”

Seren Hanım, Sosyal Demokrat Dergi’de yayımlanan bir yazınızda dünya siyasetinden örneklerle solda yeni bir dönüşüm olduğunu söylüyordunuz. 31 Mart’ta Türkiye, solun bu dönüşümünün etkilerini görecek mi? Tunç Soyer, yine aynı dergide yayımlanan yazısında, ‘Sosyal Demokrasi 4.0’ı inşa etmeliyiz’ diyordu. Var mı Türkiye solunda böyle bir hareketlenme?

Seren Selvin Korkmaz: Ne yazık ki Türkiye solu dünya solunun çok gerisinde. Türkiye’de sol yeni/alternatif bir vizyon ortaya koyamıyor. Solun canlanmasından kasıt ancak yetmişlerin sol söylemlerini kullanmak olarak anlaşılıyor. Oysa dünya değişiyor, toplum, sınıflar, insanların kaygıları ve ihtiyaçları değişiyor. Türkiye solunun öncelikle bu değişen toplumu anlaması ve anlamlandırması ardından da onun ihtiyaçlarına cevap verebilen yeni bir vizyon ortaya koyması gerekiyor. Bunlar mevcut olmadığı için 31 Mart’ta birtakım değişimler gerçekleşse bile bunun sol dönüşüm etkisi ile gerçekleştiğini söyleyemeyiz. Türkiye solu bulunduğu sınırlardan çıkmak istiyorsa öncelikle kendi içindeki bariyerleri aşabilmeli. Cesaretli ve uzun vadeli bir siyasi vizyon ortaya koyabilmeli. ABD’de Ocasio-Cortez, Bernie Sanders gibi demokratik sosyalistlerin ortaya koyduğu da bu aslında. “İmkansız” denileni başarıyorlar. Ayrıca Türkiye solu vizyonla birlikte, bu alternatif siyaseti topluma aktaracak ikna edici yeni siyasi aktörler yaratabilmeli.

Yarından sonrası için sorayım: Mahallelerinden ayrılamayan Türkiye’nin siyaseti için değişim, yerelden başlayabilir mi?

Seren Selvin Korkmaz: Türkiye gibi yüksek siyasetin gündelik hayatı bu denli etkilediği bir ülkede yerelden bir iki örnek üzerinden büyük dönüşümleri hayal etmek zor. Ancak, yerelden başlayacak değişimler uzun vadeli büyük değişimler için cesaret verici olabilir. Gündelik hayatta değişim yaratabilen siyasi vizyon yerel bir model üzerinden hayata geçirilip makro siyasete uyarlanabilir. Yani Türkiye toplumunun “program yetmez icraat lazım” anlayışına yereldeki başarılı, somut örneklerle cevap verilebilir. Türkiye’nin mevcut koşulları düşünüldüğünde yurttaşlarla en kolay temas sağlayabileceğimiz alan yine mahalleler. Güven ilişkileri de kamplaşmalar da mahallelerde başlıyor o nedenle yereli genelden ayırt etmek mümkün değil, ama birkaç örneğe sıkışan yerel başarının da tek başına dönüşümü tetiklemesi hayli zor.


 Edgar Şar: 2013 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü dereceyle bitirdi. Aynı yıl Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde başladığı yüksek lisans öğrenimini, “Laiklik ve Demokrasi İlişkisi: 2000’lerde Türkiye Örneği” başlıklı teziyle tamamlayan Şar, aynı bölümde doktora öğrenimine devam etmekte. Mayıs 2017’de European University Institute tarafından Siyaset Bilimi Doktora Programı’na kabul edilen Şar, güncel araştırmalarında laikliğin çağdaş siyaset teorisindeki anlamları ile Türkiye ve Ortadoğu’da din-devlet-toplum ilişkilerinin demokratikleşme üzerine etkisi üzerine yoğunlaşmakta. Medyascope.tv’ye de içerik ve yorum desteği sunan Şar, 2015-2018 yılları arasında Avrupa Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nde (PS:EUROPE) Akademik Çalışmalar Direktörü olarak görev yaptı. Şar, İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’nün (IstanPol) kurucularından biri.

Seren Selvin Korkmaz: Lisans ve yüksek lisans derecelerini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden aldı. Doktora çalışmalarını Stockholm Üniversitesi Orta Doğu ve Türkiye Çalışmaları Bölümü’nde sürdüren Korkmaz, aynı bölümde Orta Doğu siyaseti ve göç üzerine dersler vermekte. 2017-2018 akademik yılında Fox International Fellowship kapsamında Yale Üniversitesi MacMillian Uluslararası ve Bölgesel Çalışmalar Merkezi’nde araştırmacı olarak çalıştı. Sivil toplum alanında da çalışmalarını sürdüren Korkmaz, çeşitli sivil toplum kuruluşları ve araştırma merkezlerinde çalıştı; yurt içi ve yurt dışında birçok kongre, çalıştay ve seminerde konuşmacı ve organizatör olarak yer aldı. 2015-2017 yıllarında kurucusu olduğu Avrupa Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün (PS:EUROPE) Türkiye Direktörlüğü’nü yürüten Korkmaz, enstitüdeki çalışmalarını Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Akademik Çalışmalar Eş-Direktörü olarak Ocak 2018’e kadar sürdürdü. Korkmaz, İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (IstanPol) kurucularındandır.