Gündem

İstanbul Barosu'nun yeni başkanı Mehmet Durakoğlu: Atatürkçü çizgi devam edecek

"Sabah 6’da kapı çalındığında gelenin sütçü olmasıdır yargı bağımsızlığı"

25 Ekim 2016 15:02

İstanbul Barosu'nun yeni başkanı Avukat Mehmet Durakoğlu, baroda başlayan yeni dönemle ilgili olarak "Biz kendimizi bir aydınlanma devriminin barosu olarak düşünüyoruz. Atatürkçü çizgiyi aynen devam ettireceğiz. En temel sorun, Türkiye’de yargı bağımsızlığının bir türlü sağlanamamış olmasıdır. Yargı bağımsızlığı insanca yaşamak demektir. Sabah 6’da kapı çalındığında gelenin sütçü olmasıdır yargı bağımsızlığı. Biz hep hukuku savunduk" dedi.

Geçtiğimiz günlerde yapılan seçimlerde Mehmet Durakoğlu, oyların yaklaşık yüzde 55'ini alarak koltuğun yeni sahibi olmuştu.

Cumhuriyet'ten Ali Açar'a konuşan Mehmet Durakoğlu'nun açıklamaları şöyle:

- Seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kadar farklı bir sonuç bekliyor muydunuz?

Bekliyordum bu sonucu. Ümit Kocasakal döneminde daha fazla oy almıştık. Ancak, İstanbul Barosu bütün avukatların barosu olmak zorunda. Bu bilinçle işi götüreceğiz. Genel olarak sorunlarımız ortak.

- 10 yıldır yönetimdesiniz. Başkan olarak Mehmet Durakoğlu’nun farkı ne olacak?

En temel iddiam bu konudaki deneyimim. Kazım Kolcuoğlu ve Ümit Kocasakal döneminde başkan yardımcılığı yaptım. Gerçekten büyük projelerin içinde yer aldım. Barodaki 10 yıllık değişimin temel taşlarından biri olmaya çalıştım. Dolayısıyla birincil farklılığım deneyimim... Ancak biz bir ekip hareketiyiz.

- ‘İstanbul Barosu sadece bir baro değil’ dediniz, bu söyleminizi biraz açar mısınız?

İstanbul Barosu, Türk yargı tarihinin en önemli dönemeçlerinde çok doğru tanılar koymayı başarabildi. 2010 referandumuna çok açıkça ‘hayır’ dedik. ‘Yetmez ama evet demeyin’, ‘yapmayın’ dedik. Dinletemedik. Ergenekon-Balyoz soruşturmaları sırasında tavır koyduk. O yargılamaların Türk yargı tarihinin utanç tablosu olduğunu söyledik. Açılım politikası sırasında da ‘insanların elinde silah tuttuğu bir dönemde uzlaşma masası söz konusu olmaz’ dedik. Anlatamadık. Suriye, Ortadoğu politikası, Osmanlı geleneğinin ortaya çıkarılması rüyasına döndü. Tüm bu süreçlerde koyduğumuz teşhis nedeniyle İstanbul Barosu’nu büyüttük. İstanbul Barosu o nedenle artık sadece bir baro değil. Biz kendimizi bir aydınlanma devriminin barosu olarak düşünüyoruz. Atatürkçü çizgiyi aynen devam ettireceğiz. En temel sorun, Türkiye’de yargı bağımsızlığının bir türlü sağlanamamış olmasıdır. Yargı bağımsızlığı insanca yaşamak demektir. Sabah 6’da kapı çalındığında gelenin sütçü olmasıdır yargı bağımsızlığı. Biz hep hukuku savunduk.

- Ümit Kocasakal’ın, genel kuruldaki, ‘Baroyu sarı sendika yapmak istiyorlar’ eleştirisine katılıyor musunuz?

Bir ironiydi. Hukukun Üstünlüğü Platformu’nun adayı Mehmet Sarı ve ekibi genel kurula sarı atkılarla geldiler. Sarı imajı ortaya koymaya çalıştılar. Ümit Hoca da sarı baro nitelendirmesini yaptı. Gerçekten de onların tanımladıkları baro gerçekten sarı barodur. Sarı sendikanın ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz. Baro ve iktidar arasında göbek bağı yaratmak istiyorlar. Bize ‘siyaset yapmayın’ diyorlar. Siyaset yapmayın demek, siyaset yapmanın ta kendisidir. Diyelim ki avukatlar için en lüks ortamları yarattık. Yargın bağımsız değil ki... Duruşmaya girdiğinde mahkeme duvarlarına çarparak geri geliyor söylediğin sözler. Avukatlığı nasıl yapacaksın?

- Genel kurulda, Tahir Elçi’yi sahiplenmediğiniz gerekçesiye protesto edildiniz...

Tahir Elçi benim de, Ümit Hoca’nın da çok yakın arkadaşıydı. Tahir Elçi, aynı siyasetten pek çok arkadaşımızdan da farklı bir içtenlik sergileyen bir insandır. Bu hareket, Tahir Elçi’yi sanki kullanıyor gibi. Bir dakika geç başlasalardı zaten Ümit Hoca Tahir Elçi’yi anacaktı. Konuşmuştuk bunu. Tahir Elçi’nin soruşturmasında yanındaydım. Cenazesinde de baro adına ben bulundum. Bunları yaptık diye bir prim elde etmeye çalışmanın çok doğru olmadığını düşünüyoruz. Tahir Elçi, İstanbul Barosu olarak yargılandığımız dönemde, tam da AKP’nin göbeğinde Bülent Turan’ın ‘bunlar düşmüştür’ dediği sırada, yaptığımız Olağanüstü Genel Kurula geldi. Tahir Elçi, İstanbul Barosu’nun arkasında ‘sapasağlam duracağız’ deme yürekliliğini göstermiş bir adamdı.

- Sizin döneminizde baronun ilk gündemi ne olacak?

Yargı bağımsızlığı nasıl sağlanır? Türkiye nasıl hukuk devleti olur? Önceliklerimiz bu sorunlar olacak. Gündemin en temel noktalarından biri de yaşadığımız OHAL. Geleceğe dönük ciddi kaygılar söz konusu. Şu an, avukatlar şüpheliyle cezaevinde görüşürken görüntü alınıyor. Avukatla müvekkili arasında tutanak tutulamıyor. O tutanağa el koyabiliyorlar. Şüpheliye bir evrakı bile veremiyorum. Böyle bir tablo söz konusu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi, bir ülkede OHAL’in nasıl olacağını düzenlemiş. Vazgeçilmez dört ilke var. Ölçülülük, yaşam hakkının korunması ile işkence ve kötü muamele yasağı. Endişem şudur ki; yargılamaların bitmesinden birkaç sene sonra AİHM bu sanıklar hakkında ihlal kararları verebilir. Biz, 15 Temmuz’a neden olan cemaatin üyelerinin tek tek tespit edilerek hukuka teslim olmalarını istiyoruz. Onların geçmişte bizden esirgedikleri hukukun onlara mutlaka verilmesi gerektiğini söylüyoruz.

- Meslek hayatınız boyunca yargının bu derece güven kaybettiği bir dönem hatırlıyor musunuz?

30 yıllık bir hukukçuyum. Çok kritik dönemleri gördüm. Hatta 12 Eylül darbesine ucundan yetişerek, avukatlık görevi yaptım. O dönemlerde de ‘bu kadar kötüsü olmaz’ dedik. Şimdi de tam o noktadayız. Gerçekten bu kadar kötüsü olmaz. Darbe günlerini aratan uygulamalar söz konusu. Çok büyük ihlaller söz konusu. Ama bütün bunların özünde yatan şey siyasal iktidarın Türkiye’de yargıyı ele geçirme çabasıdır. 2010’da ısrarla bir referandum yapıyorlar. Bir HSYK değişikliği yapıyorlar. 2014’te yaptıkları o düzenlemenin nasıl yanlış olduğunu anlıyorlar. Sonra gözleri açılıyor ki; o cemaat kendi yarattıkları canavarmış meğer.

- Başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilgili yorumunuz nedir? İstanbul Barosu konunun neresinde duruyor?

Ben Türkiye’de herkesin sistem değişikliği önerebileceğini düşünüyorum. Başkanlık sistemi ya da başka sistem... Öneren kişi, ‘kuvvetler ayrılığı ilkesini ayak bağı’ olarak söylüyorsa, bunu hukukçuların tercüme etmesi gerekir. Bu, başkanlığın diktaya götürülmesinden başka bir şey değildir. Türkiye’de konuşulan başkanlığın yetkileri nelerdir? İlkeler neler? Bunlar bir türlü ortaya serilemiyor. Biz baro olarak, parlamenter sistemdeki sorunların, başkanlık sisteminin nedeni olamayacağını söylüyoruz. Parlamenter sisteme ilişkin sorunlar çözülmelidir.

- İstanbul Barosu üyesi avukatların, ‘kendi kendilerini savunmak zorunda kaldıkları’ söyleniyor. Avukatların yargılandığı davaları takip ediyor musunuz?

Avukat Hakları Merkezi’miz, bir avukatın herhangi bir şekilde başı belaya girdğinde hemen müdahale eder. Sonuç raporlaştırılır. Bizim için önemli olan ise avukatın, avukatlık yaparken engellenmesi. Avukatlar, mesleklerini yaptıkları sırada çok sayıda haksızlığa uğradılar. Soruşturmalar davaların en az on katı düzeyinde. AİHM’ye başvurduk, duruma müdahale ettik. Biz avukata destek noktasında kendimizi eksik hissetmiyoruz. Bu tartışmanın İstanbul Barosu’nda yapılıyor olmasının bir başka nedeni var. Bir avukat, kendi ideolojisi, bakış açısı nedeniyle, hiç avukatlıkla ilgisi olmayan bir eylemin içerisinde olmuşsa, sanki meslekle ilgiliymiş gibi baronun müdahale etmesini doğru bulmuyoruz.

- Baroda yapacağınız işlerden de örnekler verebilir miyiz?

Genç avukatların sorunları bu dönem önceliğimiz olacak. Genç Avukatlar Platformu oluşturacağız. Genç meslektaşlarımızı karar mekanizmalarının içine sokacağız. Bu platformun her toplantısına ben de katılacağım. Yeni binamıza, 2017 yılının mayıs ya da haziran ayında geçmeyi planlıyoruz. Balmumcu’da yeni bir sosyal tesis açacağız.