Hürriyet muhabiri İsmail Saymaz, Gülen cemaati üyelerinin şifreli haberleşme programı olduğu ifade edilen ByLock'un, patent sahibi David Keynes ile yaptığı söyleşiyle ilgili olarak "Sosyal medyada, televizyonda o kadar çok 'Tutuklanacaksın' dendi ki ertesi sabah polis gelir diye evi temizler hale geldim" dedi.
Hürriyet'ten İpek İzci'ye konuşan Saymaz'ın açıklamaları şöyle:
Bu bayram ne yapacaksın?
-Çalışacağım ama bayramdan sonra Rize’nin Pazar ilçesinde bir kültür-sanat derneğinin açılışına gideceğim.
Elini öpeceğin kimse yok mu?
-Rize ve Erzurum’da el öpme alışkanlığı yoktur. El öpme, televizyonlarda görüp yaygınlaşan bir davranış, hatta ‘kibar işi’ diye dalga geçeriz. Biz sarılırız birbirimize.
Senin için Ramazan Bayramı ne demek?
- Ramazanda hep dedemi hatırlarım. Onun elinde büyüdüm, küçükken onunla iftar açmak, onunla bayram namazına gitmeyi çok severdim.
Son kitabın ‘Çay Güzeli’nde kendini ve hayatındaki insanları öyküleştirerek anlattın, onlardan biri de dedendi.
- Evet, sıradan insanların sıradışı hikâyelerini yazmaya çalışıyorum. Mesela, Rize’de dükkânı battığı için hamsiciliğe başlamış birinin gün boyunca içinden bahis tutup akşamki kumar parasını çıkarma hayali benim için sıradan insanın hayatındaki sıradışı bir davranış.
Senin hayatından çıkar mı sıradışı bir hikâye?
-Anası-babası ancak ilkokul üçe kadar okumuş bir ailede doğup ben dahil üç kardeşin üniversiteyi bitirmiş olması bence sıradışı... Geçen sene Erzurum’da yaşlı bir teyze “Bizim evlatlarımıza örnek oldun” demişti.
Kendini en çok nereye ait hissediyorsun, Rize mi Erzurum mu?
-İstanbul’dayken Rize’ye, Rize’deyken Erzurum İspir’e ait hissediyorum. Rize’de doğdum büyüdüm, ailem Erzurumlu. Burası, Türkiye’de temel ve milliyetçi kimlikleri taşıyan bir yer. Bugünkü siyasal iktidara ya da sistem karşıtlarına sorduğunda bu bölgeyi ‘sistemin dayanağı olan ve aslında sistemin ürettiği bütün artı değerden yararlanan bir yer’ olarak tarif eder. Ama bundan ötürü de oralarda yaşayanlarda ve oralı olanlarda bir vazgeçmişlik, peşinen orayı bırakmışlık da var.
Ne demek ‘bırakmışlık?’
- Recep Tayyip Erdoğan iktidarının 15. yılına giriyoruz ama Rizespor küme düşüyor! Çaykur, Rize’yi ayakta tutan tek yerdi ama Varlık Fonu’na devrettiler. Ordu ve Giresun’da şehrin merkezinden kıyısına yürüyüş mesafesi 15 metreydi, insanlar çarşıya indiğinde denize yürüyebiliyordu ama artık denizimizle şehrimiz arasında Berlin Duvarı gibi bir üstgeçit var. Artık Rize’nin herhangi bir yerinden baktığında denizi göremiyorsun. Trabzon Of’tan başla, Artvin’in Sarp sınır kapısına kadarki 25 üstgeçide bak, 20’sinin adında ‘şehit’ yazıyor, hepsi Rize’nin ölmüş çocukları. Rize’de yaşayanların büyük bir bölümü orta gelirin altında, çocuklarının gelecekleri üzerine düşünüyorlar.
Peki ya Erzurum?
-Erzurum’un ne toprağı ne de hayvanı para ediyor. Sene 2017 ama aralıktan mayısa dek Ovit Dağı Tüneli’nden cenaze geçirilemiyor çünkü yol kapalı. Ben ilk öykümü yazarken Rize’de AKP’li bir abi, “Bir hikâyesi bile olmayan bizim Rize’nin hikâyesini mi yazdın” dedi. Cumhurbaşkanı var, başbakanı var, müteahhidi var, mafyası var, futbol kulübü var ama yazarı yok, şairi yok, edebiyatçısı yok.
Memleketten çıkalım; mesai arkadaşı olduğumuzu bilen herkes kaç korumayla gezdiğini soruyor, biliyor musun?
-Televizyon programları başladığından beri ismim üzerinde çok spekülasyon yapılıyordu. Hedef gösterildiğim için beni panele, imza gününe çağıran bazı yerlere ‘Koruma önlemi alın’ demiştim. Bu koruma meselesi de herhalde buradan çıktı. Yoksa korumayla gezmiyorum.
O programlar hayatında bir şey değiştirdi mi?
-Tabii, evi değiştirmeyi düşündüm. Özellikle ByLock haberimden sonra çok hedef gösterildim. Şikâyetçi oluyordum, şikâyetim işleme bile konmuyordu. Sosyal medyada, televizyonda o kadar çok “Tutuklanacaksın” dendi ki ertesi sabah polis gelir diye evi temizler hale geldim.
Nasıl?
-Bari geldiklerinde ev dağınık olmasın diye düşünüyordum! Bu hal insanı yıpratıyor ve ben bunu 10 yıldır yaşıyorum. 2009’da İlhan Cihaner ve Hanefi Avcı hakkında kitap yazdığımda, 2012-2013 arasında işkence ve kötü muamele haberleri yaptığımda da aynı tedirginliği yaşadım.
Hakkında bilmediğimiz bir şey?
-Beni al, Rize’de bir çay ocağına koy, orada boş konuşmakla saatlerimi geçirebilirim.
Ne anlatacaksın?
-Herhangi bir şey... Çay sorunu, minibüsçüler arasındaki kavga, betonun sertliği, eski okulun dönüşümü... Aladağ’da çarşıyı geziyordum, iftar saatinde kimseyi bulamadım, sıkıldım. Bir sucuk-ekmekçi buldum. Sırf insan buldum diye onunla iki saat sucuk konuştum. Ben yeter ki kendimi tedirgin, horlanmış ve yabancı hissetmeyeyim, hemen hemen her sohbetin unsuru olabilirim.
- ‘Çay Güzeli’nde otobiyografik bölümler de var, kurmaca bölümler de. Ama kurmaca bölümdekilerin bir kısmı da benim kendi yaşadıklarım. Rus pazarındaki kasetçi çocuk benim, hâlâ o sayede Kiril alfabesini okuyabiliyorum. Ses Sineması’nın karşısında balık satan, bahis tutan hamsici benim küçük amcam, iş kazasında gözünü kaybeden Bahattin de benim yakınım.
- İlk öyküleri 7-8 yıl önce yazdım ama ara verdim. Üç yıl önce ‘Kafa’ ve sonra ‘Bavul’ dergileriyle ayda bir yazı yazmaya başlayınca bir Rize anlatısı oluştu. Doğduğum, büyüdüğüm ve tanıdığım insanları anlatmak gibi bir yola girdim. Bir kısmını arkadaş ortamında anlatıyordum. Sonra bir metne dökmeyi daha yararlı buldum. Yoksa kendimi önemsediğimden değil.