29 Mayıs 2021 16:05
Gül Atmaca
Koronavirüs salgını yerkürenin üzerine siyah bir toz bulutu gibi çöktü. Şu anda tek çare aşıymış gibi görünüyor. Ancak böylesine büyük küresel bir tehdit karşısında ülkeler arasında işbirliği olması gerekirken bile kapitalizmin korkunç çarkları işlemeye devam ediyor. Zengin ülkeler ihtiyaçlarından fazla aşıyı alıp stoklarken, aşının hiç ulaşmadığı yoksul ülkeler olduğunu görüyoruz, salgının yeni milyarderler yarattığını okuyoruz. Azımsanmayacak sayıda ilaç fabrikası olan Hindistan, ne yazık ki ölüm oranlarıyla başı çekiyor. Kast sisteminin geçerli olduğu ülkede, zenginler çoktan aşı olmuşken yoksul çoğunluk sokaklarda ölüyor. Yani insanlar hasta yatağında hatta ölürken bile eşit değil.
İnsanlık tarihinde avcı toplumundan tarım toplumuna geçişten sonra mal-mülk farkı oluşmaya başladı. Bu da sınıfların doğmasına neden oldu. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçtikten sonra sınıfsal farklılıklar ve sömürü farklı biçimde devam etti. Bilişim çağındayız, yaşam biçimi değişiyor, bakmayın bizim hâlâ "soğan-patates" konuştuğumuza, dünya bir yandan robot çağını, genetik mühendisliği, Mars'ta yaşam kurulmasını tartışıyor. Fakat hangi çağda olursak olalım değişmeyen bir şey varsa o da emeğin ve kaynakların sömürüsü, bir de ona karşı verilen hak ve eşitlik mücadelesi.
Bugün emperyalizmin başlıca oyun alanı olan, işgallerle, mezhep savaşlarıyla anılan Orta Doğu, bin yıldan daha uzun bir süre önce yani 9. yüzyıl ve sonrasında, yukarıda bahsettiğimiz türden bir eşitlik arayışına sahne oldu. Karmatiler bugün Bahreyn'in bulunduğu yeri merkez seçerek komünal bir düzen kurdular ve 150 yıldan uzun bir süre ayakta kaldılar.
Nasıl mı?
İslamın 3. Halifesi Hz. Osman'ın, 2. Halifesi Hz. Ömer'in toprak politikalarını değiştirip Kureyş kabilesinin Mekke'den çıkmasına izin vererek onlara toprak bağışının önünü açması, Emeviler ardından Abbasileri ganimet, rant ve toprak ağaları devletine dönüştürmüştü. Abbasi aristokratları, Aşağı Mezopotamya'da Dicle ve Fırat nehirlerinin Basra Körfezi'ne dökülmeden önce birleştiği verimli Şatt'ül-Arap bölgesinde büyük arazilere sahip oldular, buralardaki büyük çiftliklerde köleleri çalıştırdılar.
İlahiyatçı-yazar İhsan Eliaçık'ın "İslam'ın 'Yoldaşlar'ı (Refik'leri): Karmatiler"* başlıklı makalesindeki sözleriyle devam edersek:
"Arabistan'ın, Irak'ın, Suriye'nin, İran'ın, Mısır'ın verimli topraklarına tek başlarına sahip olan aristokrat bir zümre ortaya çıkmış, saray hayatı, debdebe, tantana almış başını gitmiş, ezilen halk kitleleri adeta kaderine terk edilmiş, Afrika'dan (zenc), Hind'den (zutt) getirilen köleler bataklıklarda, pirinç tarlalarında, maden ocaklarında karın tokluğuna çalıştırılmaya başlanmıştı…"
İmparatorluğun büyük şehirlerinde böyle bir gelişme ve büyüme yaşanırken iç bölgelerde sefalet olabildiğince derinleşmişti. Hal böyleyken bugünkü Irak sınırları içinde bulunan Küfe'de, Şii İsmaili inancına mensup Hamdan Karmat adlı bir hamal ilk örgütlemeyi (M.S. 890) başlattı. (Küfe, Hz. Ali'nin M.S. 661'de katledildiği için ayrıca önemli, bunu bir kenara not edelim.) Hamdan Karmat, köylere, bataklıklara, kabilelere, Abbasi aristokratlarının topraklarında çalışan işçilerine, zenci kölelere, dai'leri (çağrıcı, davetçi) göndererek fikirlerini yaymaya başladı. Karmatilerin yükselişi, bölgeye çalıştırılmaya daha doğrusu sömürülmeye getirilmiş Afrikalı köle ayaklanmalarıyla aynı döneme denk gelmişti. Yani, bölgedeki koşullar köklü bir devrimcilikten başka çıkar bir yol bırakmamıştı. İslam dünyasında başta Şiiler olmak üzere muhalif dünya, "Mehdi gelecek, vahşet bitecek" beklentisi içindeydi.
Bu arada, Karmatiler, gizli bir topluluk değildi: Faaliyetleri kamuya açıktı; ancak yeni üyeler yedi aşamalı bir başlangıç sürecinden geçmek zorundaydılar. Burada yedi sayısı önemli çünkü Karmatilerin inanç sisteminde yedinci ve sonuncu İmam Muhammed bin İsmail el-Mektum'un (Yedinci Ali) mehdi olarak döneceğine inanılıyordu.
Karmati hareketinin üyeleri birbirine "refik" (yoldaş) diye hitap ediyorlardı. Harekete katılanlar için ilk farz, mal verme, paylaşım ve bölüşümdü. Öyle ki bu namazdan önce geliyordu. Hareketin sosyal hedefi: zengin-fakir ayrımını ortadan kaldırmak, köleliğe son vermek, toprak reformu yapmaktı. Kurdukları "Daru'l-Hicre" isimli kentte önce Ramazan ayındaki zekat, fitre ve sadakalar ortak bir havuzda toplanmaya başladı.
Etraftan toplananlar mallar ortak hazineyi oluşturdu. Harcamalar, duyulan ihtiyaca göre yapılıyordu. Hiç kimse yoksul değildi. Ve hiç kimse bir diğerinden zengin değildi. Karmatilerin kurduğu düzen içinde kadınların rolü üst düzeydeydi. İdarede yer almaları, üst düzey toplantılara erkeklerle birilikte katılmaları kadınların hareketteki rollerini göstermesi açısından kayda değerdi.
Özel mülkiyetin olmadığı bu toplumsal düzenin kurucularını Araştırmacı-yazar Faik Bulut, "İslam komüncüleri" olarak tanımlıyor.
Karmatiler gerçekten de toprak köleliğine son verdiler. Yoksul köylüye toprağı işleme hakkı verdiler ama kimse toprağın sahibi olamazdı. Eyaletler, kendi aralarında eşit yetkiye sahip altı kişilik bir konsey tarafından idare edilirdi. Karmatilerin devrimciliği yıktıkları düzenin yerine alternatifini inşa etmelerinde de yatar. Öyle ki alternatif bir toplumsal düzen yaratıp uyguluyor ve bunu da 150 yıldan uzun bir süre Bahreyn çevresinde yaşatabiliyorlar.
Karmatiler, 10.yüzyılın büyük bir bölümünde, Kerkük'ten Basra Körfezi'ne dek Ortadoğu'yu, Umman sahillerini kontrol eden; Bağdat'taki Abbasi Halifesi'nden ve Kahire'deki rakip Fatımi Halifesi'nden vergi alan güçlü bir toplum haline gelmişlerdi. İranlı seyyah Nasır-Hüsrev, Karmati kenti Daru'l-Hicre'yi ziyaret ettiğinde (1053) insanların ne vergi, ne de aşar vergisi verdiğini söyler.
Devlet mutlak olarak laikleştirilmiştir; oruçsuz, namazsız ve hacsız bir toplum. Cami de yoktur. Bununla birlikte, İranlı bir zengin tüccar ibadet etmek isteyen yabancılar için bir cami yaptırma izni almıştı. Namaz, oruç, hac gibi ibadetler ise bireysel olup kişinin himmetine bırakılmıştır.
Son yıllarda yeni tanıştığım insanlarla konuşurken aile kökenimin Dersim/Tunceli'ye dayandığını söylediğimde çoğunun yüzünde onaylayan bir gülümseme görüyorum. Dersim'in yüzyıllardır süren baskı ve zulme rağmen direnci ve ilericiliği bu sempatinin kaynağı. Bu sempatinin son yıllarda artmasında ise Komünist Başkan Fatih Mehmet Maçoğlu'nun rolü büyük. Oysa Türkiye gibi genelde sağa çeken bir ülkede komünist belediye başkanı seçilmesine şaşıranlar oldu ama ben onlardan birisi değilim. Çünkü Alevi-Bektaşi öğretisini besleyen damarlardan birisi tam da "yoldaş" Karmatilere bağlanıyor. Şunu da eklemek lazım: Karmatiler sadece Araplardan oluşmuyordu, azımsanmayacak sayıda Acem ve diğer halklar vardı.
Faik Bulut, Cumhuriyet'ten Miyase İlknur'a verdiği röportajda Karmatiler için, "O tarihte başkenti Lahsa olan günümüzdeki Bahreyn'de oluşmuş bir toplumdan, devletimsi bir sistemden söz ediyoruz. Tam olarak devlet diyemiyoruz çünkü onlar devlete de karşı bir devlet anlayışına sahipler. Günümüzde Anadolu Alevilerine miras kalan en önemli şeylerden birisi iktidarı benimsememe anlayışına sahip bir toplum özlemidir. İktidarın ezen, baskı altına alan yönünü değil sadece idare eden, düzenleyen, insan ilişkilerini, üretim ilişkilerini tepeden gözleyen, denetleyen bir yapıyı esas alıyorlar" diyor.
Karmatilerin, Hz. Ali'yi bayraklaştırmaları da unutulmamalı. Zaten Mekke ve Medine'de en alttakilere yani kölelere, köylülere ve yoksullara sahip çıkan da Hz. Ali olmuştu. Hz. Ali'nin Küfe'de (M.S.661) ve oğlu (Peygamberin torunu) Hz. Hüseyin'in Kerbela'da 680'de katledilmesi, Şii inancının temel taşlarından olan "mazlum ve hakkı yenmiş duygusunu" doğurdu. Karmatiler gibi sosyal eşitsizliklere itiraz noktasından isyan aşamasına gelmiş kitleler başkaldırı için buna sarıldılar.
Alevi-Bektaşi inancında önemli bir yeri olan Hallac-ı Mansur için bazı kaynaklar, İsmaililerin bölge sorumlusu olduğunu yazar. Hallac-ı Mansur, Abbasiler'e karşı ayaklanmış olan Karmatilerle gizlice mektuplaştığı için ve "Ene'l Hak-Ben Tanrıyım" sözüyle ilahlık iddiasında bulundu diye 8 yıl hapiste tutulduktan işkence edilerek katledildi.
İlahiyatçı-yazar Eliaçık, Hallac'ın da Karmati fikirleri doğrultusunda ihtiyaçtan fazla mal biriktirmeyi haram saydığını belirterek, "… Bizlere hep 'kendini tanrı yerine koydu, onun için idam edildi' diye öğretildi. Halbuki asıl sebep teolojik değil; ekonomi-politikti. 'Lehu'l-mülk' diye haykırması, kavmin iktidar ve zenginlikten şımarmış ileri gelenleri (mele-i mütref ) takımına, müstağnilerine, bahçe sahiplerine isyan etmesiydi…"
Karmatiler, kutsal kente yönelik ticaret yapılmasını dine saygısızlık olduğu gerekçesiyle karşı çıkarak buraya giden kervanlara saldırıyorlardı. 930 yılında Mekke'de Kabe'yi basıp "bu taşa mı tapıyorsunuz?" diyerek hacıları kılıçtan geçirip Hacerü'l-Esved'i kaçırmaları en ünlü vukuatlarındandır.
Bahreyn merkezli federe yönetimin kurucusu Ebu Said el Cennabi'nin ölümünden sonra Karmatiler arasında bölünmeler ve çatışmalar, çevreden gelen düşmanlıklar ve tehditler; Halifelik orduları, Fatimiler ve komşu kabilelerle yapılan savaşlar, birliğin zayıflamasına yol açtı.
Toplumsal örgütlenmedeki başarılarına rağmen, Karmatiler İslam dünyasının "istenmeyen çocuğu" durumundaydı. Faik Bulut'un dediği gibi, "… O günkü üretim ilişkileri tarihin seyrine uymuyordu. Yani tarihsel bakımdan yükselen feodal düzenle eşitlikçi Karmati toplumu arasında kan uyuşmazlığı vardı. O zamanın ruhuna aykırı bir cennet. Bu yüzden Alevilere yaptıkları gibi, onlara da olmadık (mum söndü, kadınlar ortakmış gibi) iftiralar atmışlar…"
Karmatiler, M.S. 976'da Abbasiler Halifeliği'yle yapılan bir dizi savaşı kaybettiler; yenilgiler nedeniyle Abbasilerden aldıkları vergi gelirlerini de yitirmiş oldular. 1058 yılındaysa günümüz Bahreyn'ini ve kısa bir süre sonra bugünkü Katar'ın bulunduğu bölgenin kontrolünü yitirdiler. Lahsa bölgesinin kuzey kesiminde yaşayan Abdülkays kabilesinden Abdullah bin Ali el-Uyuni saldırıya geçti ve Karmatileri müttefikleri yerli kabilelerle birlikte yenerek Lahsa şehrinde sıkıştırdı. Yedi yıl süren kuşatmanın sonunda şehir ele geçirildi (1076) ve buradaki Karmati hâkimiyetine kesin olarak son verildi.
İlk ansiklopedik yapıt ve Ahililik geleneğiİlk İslam ansiklopedicileri sayılan İhvan-ı Safa hareketi çok ciddi bir fikirsel uyanıştır. İhvan-ı Safa Risaleleri'nin Karmatilere ait olduğu biliniyor. Dört büyük bölüme ayrılmış olan İhvan-ı Safa Risaleleri, fizik, matematik, botanik, doğa, coğrafya, müzik, mantık, sayısal ve felsefi-metafizik bilimleri kapsıyordu. Dr. İsmail Kaygusuz'un,"Dünyanın İlk Ansiklopedik Yapıtı" başlıklı makalesinde belirttiği gibi : "İhvan-ı Safa, Proto İsmaili Alevilerin (Karmatiler) ve Fatımilerin inançsal, siyasal, eğitimsel ve yönetimsel yaşamlarını düzene koyan öğretilerini resmen kurumlaştırıyor. Dahası, yüz elli yıldan fazla sürmüş olan Komünistik Karmati Federe Devleti'nin daha sonraları Alamut Nizari İsmaililerin anayasası ve yasalarını oluşturmaktadır…" Bu arada, Karmatilerin bir nevi felsefi programı olan İhvan-ı Safa Risaleleri'nde sınıfsal analize rastlıyoruz; o günkü toplum üç tabakaya ayrılıyor: Zenginler, orta halliler ve yoksullar. Karmatiler, işçileri ve zanaatkarları loncalarda örgütlediler. İslam loncalarının en erken tanımı İhvan ı- Safa Risaleleri'nde görülür. Anadolu'daki "Ahîlik" (kardeşlik) geleneği de İhvan-ı Safa risalelerine dayanmaktadır. Eliaçık'ın vurguladığı gibi lonca sisteminde bir borcun anapara dışında ödenecek miktarı yoktur. (Faiz yasaktır). Yıkıcı rekabete, tekelleşmeye izin verilmez. Ortaklaşa üretim ve paylaşım düzeni esastır. İşte böylesi bir esnaf ve ticaret anlayışı Karmatilerin Daru'l-Hicre'sinde vardı. |
Kaynakça
© Tüm hakları saklıdır.