15 Temmuz Darbe Girişimi

“İşkence yasaktır, OHAL ve KHK’lar iptal edilmeli”

"Hiçbir istisnai durum işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez"

16 Ağustos 2016 19:53

İstanbul Tabip Odası, KESK İstanbul Şubeleri, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi işkence yasağına, OHAL'le gelen hak ihlallerine ve ölüm cezası söylemlerinin tehlikesine dikkat çekti.

İstanbul Tabip Odası (İTO), KESK İstanbul Şubeleri, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi OHAL ilanından sonra yaşanan hak ihlallerine dönük kriz masası oluşturdu.

İTO’da bugün düzenledikleri toplantıda işkence yasağı, OHAL ve ölüm cezasına dönük tartışmalara dikkat çektiler.

Açıklamaya İTO’dan Dr. İncilay Erdoğan, İHD’den Avukat Gülseren Yoleri, TİHV’den Ümit Efe, KESK İstanbul Şubeleri adına da Görkem Doğan katıldı.

Ortak açıklamayı okuyan Ümit Efe, “Her türlü darbe, darbe girişimleri ve antidemokratik uygulamalara karşı olmak insani değerlerin korunması için zorunludur” dedi.

 

Bianet'ten Beyza Kural'ın haberine göre, açıklamadan öne çıkan noktalar şöyle:

 

“İşkence mutlak olarak yasaktır”

 

* Hiçbir istisnai durum, ne savaş hali, ne de bir savaş tehdidi, dâhili siyasi istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hal, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez.

*Darbe girişiminin faillerini açığa çıkarmak üzere soruşturmalarla binlerce asker ve sivil kişi gözaltına alındı. Ancak gözaltına alınanlar ile ilgili medyaya yansıyan haber ve görüntüler bizlerde gözaltına alınan kişilerin işkence ve kötü muamele uygulamalarına maruz kaldığı kaygısına yol açıyor.

*Darbeciler işledikleri suçun tüm ağırlığına rağmen hiçbir şekilde işkence ve kötü muameleye maruz bırakılamazlar. Yetkilileri, BM İşkenceye Karşı Komite'nin uyarı ve hatırlatması çerçevesinde, siyasal iktidarı, Türkiye'nin kabul ettiği evrensel hukukun yükümlülüklerini yerine getirmeye ve insan haklarına saygıyı korumaya, bağımsız insan hakları heyetleri tarafından gözaltı yerlerinin ziyaret edilmesi olanaklarını sağlamaya davet ediyoruz.

* Darbe girişiminde bulunanlar hakkında Anayasa ve yasalar çerçevesinde ne gerekiyorsa tüm hukuki işlemler yapılmalı, hukukun üstünlüğüne özen gösterilerek adil biçimde yargılanmalı ve suçlu bulunanlar cezalandırılmalıdır.

 

“OHAL ve KHK’lar iptal edilmeli”

 

* Yaşadığımız bu olağanüstü durumla, 27 Ekim 1983 tarihinde, yani doğrudan 12 Eylül Askeri Darbe döneminde bizzat darbeyi pekiştirmek amacıyla çıkarılan "OHAL Kanunu"na dayanarak baş etmek olanaksız. Çünkü askeri darbe girişimleri, askeri darbe döneminin zihniyeti ve kanunları ile ortadan kaldırılamaz, aksine bu tür uygulamalarla askeri darbe dönemlerinin zihniyeti daha da pekiştirilir.

* OHAL Kanunu ile hiçbir yargı denetimine açık olmayan bir şekilde Bakanlar Kurulu'nca KHK'lar çıkarılabilecek, TBMM’yi devre dışı bırakılabilecek, dahası yeterince tahrip edilen hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve insan haklarına saygı gibi demokrasi ilkelerine yönelik tahribat daha da derinleştirilecek.

* Türkiye'nin tarafı olduğu Avrupa insan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 15.maddesinde yer verildiği gibi; sözleşmenin 2. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, 3. maddesinde düzenlenen işkence, kötü muamele ve onur kırıcı davranış yasağı, 4. maddesinde düzenlenen kölelik ve zorla çalıştırma yasağı ve 7. maddesinde düzenlenen 'kanunsuz ceza olmaz' ilkeleri hiçbir şekilde sınırlandırılamaz.

* Doğrudan doğruya kurum ve kuruluşların mahkeme kararı olmadan kapatılması ve her türlü mal varlığına el konulması; Anayasa ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, Anayasa 15/2'deki masumiyet karinesi, örgütlenme hakkı ve mülkiyet hakkı ihlalidir.

* Sıkıyönetim zamanında bile, Sıkıyönetim Kanunu'nun 15. Maddesine göre gözaltı süreleri 15 gün şeklinde düzenlenmiş olup, hakim kararı ile 15 gün daha uzatılabilmekteydi. Sıkıyönetim ilan edilmediği halde ve 1992 yılında OHAL Kanunu'nun gözaltı süresi ile ilgili 26. Maddesinin kaldırılmasına rağmen gözaltı süresinin KHK ile düzenlenmesi ve 30 gün olarak belirlenmesi kabul edilemez.

 

“Ölüm cezası kaldırıldı”

 

* Devlet yetkilileri tarafından toplumda yaşanan kaygı halinin yarattığı infiale sorumsuz bir yanıt olarak gündeme getirilen ölüm cezası tartışması; bir karşılığı bulunmayan, toplumu yanıltıcı, nefret ve intikam duygularını körükleyici nitelikte bir yaklaşım olarak değerlendirilmeli.

* Ölüm cezasını geri getirme girişiminin gerek ulusal gerekse uluslararası açıdan ağır hukuksal ve siyasal sonuçlarının olacağı öngörülmeli.

* Ölüm cezası yaşam hakkını ortadan kaldıran bir devlet şiddeti, dolayısıyla tüm uluslararası belgelerde yer alan yaşam hakkı ihlali kapsamında değerlendiriliyor.

* Yaşam hakkı, korunması gereken en öncelikli haktır. Devletler tarafından bir ceza olarak yaşam hakkının ortadan kaldırılması, geri dönüşü olmayan ve giderilmesi olanaksız zararlara yol açarak insanlık değerlerinin yok sayılmasına neden olur.

* Türkiye AİHS'e ek 13 No'lu Protokol'ün de tarafı. BM Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi'ne ek, ölüm cezasının kaldırılmasını amaçlayan ihtiyari 2 No'lu protokolü de onaylamış ve yürürlüğe koydu.

* Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi insan hakları sisteminin en temel protokollerini onaylayan bir ülkenin, bu protokollerden geri dönmesi demek insan hakları sisteminin dışına çıkmak ve uluslararası alanda kötü bir örnek durumuna gelmek demektir.

 

“Nefreti körükleyen söylemlere son”

 

* Toplumu yanıltıcı, ayrımcılık, nefret ve intikam duygularını körükleyici nitelikteki tüm söylemlere son verilerek hızla barış ve demokrasi için gerekli adımlar atılmalı.

* Son bir yıldır Türkiye'de aylar süren sokağa çıkma yasakları, il ve ilçelerde yerleşim yerlerinin ağır silahlarla bombalanması, sivillerin yaşam alanları içinde, ev ve evlerinin bahçelerinde keskin nişancılar tarafından hedef gözetilerek öldürülmesi, evlerin yaşanamayacak biçimde yıkılması ile halkın göçe zorlanması, halklara yönelik aşağılayıcı, tehdit eden ve ayrıştırıcı ifadeler kullanılması, ölenlere yönelik ve toplumun yas sürecini yok sayan uygulamalar ile bu tahribatın ana akım iletişim kanallarında yanıltıcı ve hedef gösterici bir dille yansıtılması sonucunda, toplumda korku, güvensizlik, ihbarcılık, nefret ve ayrımcılık yaygınlaştırılmış ve tüm değerlerimiz temelinden sarsılmıştır.