Zerda, Bir İstanbul Masalı, Bıçak Sırtı ve şimdi de Kapalıçarşı... Türkiye'nin ses getiren dizilerine imza atan senaristler Neşe Şen ve Gaye Boralıoğlu'yla yeni dizilerini, başarılı dizinin sırlarını anlatıyor.Türkiye'nin en çok tutulan dizilerine imza atan ve kendileri de en çok tanınan senaristler, Neşe Şen ve Gaye Boralıoğlu. Zerda, Bir İstanbul Masalı, Hırsız-Polis, Bıçak Sırtı... Şimdi de Nejat İşler, Erkan Can, Olgun Şimşek, Aslı Tandoğan gibi oyuncuları ve ilginç hikâyesiyle dikkat çeken Kapalıçarşı dizisiyle karşımızdalar. İlk bölümü geçen hafta atv'de yayınlanan dizi, belirgin masal unsurları içeriyor. Sabah'la yaptıkları söyleşide Gaye Boralıoğlu, "Her akşam bir masal dinleyerek uyumak insanları rahatlatıyor," diyor. Neşe Şen dizi senaryosunun yanı sıra şarkı sözü, Gaye Boralıoğlu ise kitap yazıyor. Hatta ekim ayı içinde 'Aksak Ritim' adlı kitabı İletişim Yayınları'ndan çıkacak. Ancak tek ayrıldıkları nokta bu! İkisi çok eski arkadaşlar ve birlikte senaryo yazmadıkları zaman da ayrı duramayıp, birlikte İspanyolca kursuna gidebiliyorlar. Gaye Boralıoğlu "Biz sıkıcı bir şekilde bir kişiyiz aslında," diyor...
Türkiye'de bugünkü anlamda bir dizi furyası Asmalı Konak'la başladı galiba. Şimdi her gün her kanalda birkaç tane dizi var. Bu durum dizi sektörünün gelişmesine de katkıda bulundu mu sizce? Neşe Şen: Ben bu sorunun cevabını biraz televizyonculuğun öbür taraflarında da arıyorum. Televizyonculuğun diğer tarafları çok köreldi. Biz eskiden, haftada bir oturup Perihan Abla'yı izlerken, bir yanda bilgi yarışması programlarını ya da belgeselleri de izlerdik. Çok renkli bir televizyonculuk anlayışı vardı. Şimdi dizilerin kanallara getirisi yüksek, yükü az. Bir de bundan üç-beş sene öncesine kadar nereye ne yazacağını bilemeyen birçok senarist vardı. Bu, dünyada da böyle oldu. Amerika'da üretilen televizyon dizilerinin sayısı ve kalitesi Hollywood'u tokatlıyor artık. Birçok yönetmen ve yazar Hollywood yerine özel kablolu kanallara çalışmayı tercih ediyor. Ve oradaki hikâyelerin derinliği Hollywood'a göre artmış durumda. Türkiye de bu durumdan payını aldı.
Gaye Boralıoğlu: Olayın diğer ucunda ise insanların her zaman duydukları masal ihtiyacı var. Ve aslında bana kalırsa sinema, edebiyat, daha az sayıda insanın daha sanatsal, daha derin ihtiyaçlarını karşılarken, televizyon gibi çok genel bir mecradaki hikâyeler, insanların bu kadim duygularına cevap veriyor. Her akşam bir masal dinleyerek uyumak insanları rahatlatıyor.
Peki sizin başarınızın sırrı nedir? N.B: Sevmediğimiz bir şeyi yazmıyoruz biz. Şu ana kadar yazdığımız hikâyelerin çoğunda mutlaka özdeşleşecek, anlatmak isteyecek şeyler bulduk. Öyle karakterler yarattık ki dizi bittiğinde üzüldük, bir daha o karakterleri göremeyeceğiz diye. Ben bunun temel şart olduğunu düşünüyorum. Formüllerle işe başlarsanız, o formüller bir yerde sizi bırakırlar, siz de can sıkıntısıyla yazarsınız. O can sıkıntısı da bir süre sonra izleyiciye yansır.
G.B: Biz genellikle ses getiren işler yaptık ama bazıları reyting anlamında tavan yapmadı. Dolayısıyla şöyle bir şey var: Bizim için televizyon aslında kolay para kazanacağımız ve zevkli işler yapacağımız bir mecra değil. Biz aslında hikâye anlatmayı çok seviyoruz. Düşündüğümüz ve anlatmak istediğimiz hikâyelerin bir bölümü de televizyon için çok uygun.
Siz liseden arkadaşsınız. Sonra Manajans'ta birlikte reklam yazarlığı yapmışsınız. Peki birlikte senaryo yazmanız nasıl oldu? G.B: Manajans'ta birlikte çalışırken, kreatif direktörümüz Yavuz Turgul'du. Onun belirli bir sistemi, düşünme biçimi, bir yaratıcılık yolu vardı ve biz, o yolun eğitiminden geçtik. Bu da bizi birbirimize yaklaştırmış olabilir. Zaten drama yapmaya başladığımızda, ilk denemelerimizden itibaren birlikte hareket ettik. Ve zaman içinde artık konuşmadan bir sürü şeyi anlar hale geldik.
Uyumlu çalışmanızda çok iyi arkadaş olmanızın da etkisi var mı?
N.Ş: İyi geçinemesek zorunluluk olur diye düşünüyorum.
G.B: Her şeyi aynı yapıyoruz. Biz sıkıcı bir şekilde bir kişiyiz aslında. Yani o kadar bir arada ve iç içeyiz ki, kendimizden sıkıldığımız noktada sanki karşımızdakinden de sıkılmışız gibi geliyor. Ve bir süre sonra bakıp aynı şeylerden şikâyet etmeye başladığımızı görüyoruz.
Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyor yani. N.Ş: Biraz nefes alabilmeye dikkat ediyoruz. Mesela geçen sene çalışmadık, Bıçak Sırtı'ndan sonra bir ara verdik. Ama o sırada da birlikte İspanyolca dersi aldık!
Tutkulu bir ilişki mi peki sizinki, hani birbirini görmeden duramayan arkadaşlar gibi... N.Ş: Bizim belli bir mesafemiz var aslında.
G.B: Uzun evliliklerin sırrı nedir? Saygı (gülüyorlar). Bizimki daha çok uzun evliliğe benziyor. Öyle bir vazgeçilmezlik, zaman zaman öyle problemler... Birbirimizin hayatındaki en çok ve en uzun süre görüştüğü kişiyiz.
Aslında sadece ikiniz değilsiniz, her dizide senaryo ekibinize birkaç kişi daha ekleniyor. Nasıl çalışıyorsunuz ekip olarak? G.B: Yıllarca kafelerde çalıştık ama şimdi sigara yasağı yüzünden evde çalışıyoruz. Biz içmiyoruz ama ekibimizdeki diğer arkadaşlar içiyor. Onlar daha çok karar toplantıları. Herkes çalışmış olarak gelir, ortaya sepetler çıkar, o sepetlerden en olgun ve güzel meyveler seçilir. Onlar tabağa nasıl konacak diye iş bölümü yapılır. Sonra yine herkes kendi yuvasına döner ve çalışmaya devam eder.