Politika

İnsan Hakları İzleme Örgütü: Türkiye'de otoriter rejim için zemin yaratılıyor; gidişat çok tehlikeli

"Sokağa çıkma yasakları yüzünden ciddi bir soruşturma yürütülemiyor"

31 Ocak 2016 09:44

İnsan Hakları İzleme Örgütü İcra Direktörü Kenneth Roth, son yıllarda Türkiye'de yaşananlar için "Otoriter rejim için zemin yaratılıyor. Gidişat çok tehlikeli" yorumu yaptı.

Roth, Güneydoğu'daki çatışma ortamına ilişkin olarak, "Sokağa çıkma yasakları yüzünden ciddi bir soruşturma yürütülemiyor. Özellikle tedavi hakkını kullanamayan yaralılar konusunda kaygılıyız" değerlendirmesi yaptı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), 2016 Dünya Raporu’nu bu hafta İstanbul’da düzenlediği bir toplantı ile yayımladı. Rapora göre 2015 yılında hükümetlerin korku politikaları tüm dünyada insan haklarını geriletti. Bu anlamda Türkiye’ye de özellikle dikkat çekildi. 

Cumhuriyet'ten Berivan Aydın'ın sorularını yanıtlayan (31 Ocak 2016) HRW İcra Direktörü Roth'un açıklamaları şöyle:

- 2016 Dünya Raporu’nu yayımlamak için niçin İstanbul’u seçtiniz?

Bu küresel raporda, geçen yılın iki tedirgin edici eğilimini vurguluyoruz. Birincisi sığınmacı krizine verilen tepki ve mültecilerin haklarına getirilen ciddi kısıtlamalar. İkincisi ise dünya genelinde sivil topluma yönelik artan baskılar. Despot hükümetlerin, halkın örgütlenip hesap sormasından duydukları rahatsızlık giderek artıyor. Türkiye tam da bu iki eğilimin kesiştiği yerde. Mültecilerin büyük kısmı Türkiye üzerinden Avrupa’ya akın ediyor ve Türkiye’de bağımsız seslere yönelik baskılar çoğalıyor.

 

"Medyaya saldırılar"

 

- 1993’ten beri HRW yöneticisi olarak Türkiye’yi izliyorsunuz, sizce neler değişti?

AKP’nin ilk 5-6 yılındaki insan hakları karnesi genel olarak olumluydu. Ordu üzerindeki sivil kontrol artmış, Kürtlerin hakları daha çok tanınmış, işkence azalmış ve ifade özgürlüğü çoğalmıştı. Bu gidişatta Avrupa Birliği’nin (AB) tam üyelik kapısını açık bırakması da rol oynadı. Ancak son yıllarda tüm bu kazanımlar geriye dönüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğindeki AKP, hükümeti denetleyen bir dizi kurumun altını oydu. Medyadaki bağımsız seslere saldırılar oldu, bağımsız yargıçlar safdışı bırakıldı. Güneydoğu’daki askeri operasyonları eleştiren akademisyenler terörü desteklemekle suçlandı. Tüm bunlar şuna işaret ediyor: Hükümet, kendisini denetleyecek tüm kurumları kasten yıpratıyor.

- Türkiye’yi sultalar skalasında nereye yerleştirirsiniz?

Karşılaştırma yapmayı sevmesem de Türkiye’nin bu küresel raporda bahsettiğimiz otoriter eğilimin somut bir örneği olduğunu düşünüyorum. Bu hükümet eleştiriye karşı giderek buluttan nem kapar bir hal alıyor. Medyada, yargıda ve sivil toplumdaki kritik sesleri tolere etmede isteksizleşiyor. Bir hükümet etrafını siper gibi tahammülsüzlükle çevirdiğinde, otoriter rejim için gerekli zemini yaratır. Bu çok tehlikeli bir gidişattır. Türk toplumunun çok geç olmadan bu duruma uyanmasını umuyoruz.

- Avrupa’nın sığınmacı krizine çözüm bulmak uğruna bu gidişatı görmezden gelmesine ne diyorsunuz?

AB’nin Türkiye’ye dair tek önceliğinin sığınmacı akınını durdurmak olması çok tehlikeli bir durum. Birlik, son yıllarda Türkiye’de hukukun gerilemesini protesto etme konusunda sesini kaybetti. Bu çok basiretsiz bir tutum. Zira denetimsiz hükümet yüzünden Güneydoğu’daki çatışmalar derinleşir ve ülkedeki istikrarsızlık artarsa, daha çok Suriyeli mülteci kendini güvende hissetmediği Türkiye’den Avrupa’ya göçer... Üstelik onlara yeni Kürt mülteci dalgası da katılabilir.

- AB’nin Ankara ile vardığı anlaşma sığınmacı akınlarını durdurabilir mi?

Türkiye 2 buçuk milyon Suriyeli mülteciye kapılarını açıp onlara barınma ve sağlık hizmeti sağlarken müthiş cömertti. AB şimdi Türkiye’ye 3 milyar Avro rüşvet teklif ederek mültecileri dizginlemesi için baskı yapıyor. Bu para mültecilere iş ve eğitim imkânı sağlamak için kullanılırsa, daha çok Suriyeli gönüllü olarak Türkiye’de kalır. Çünkü kendileri için bir gelecek görürler ve bir gün eve dönmek istedikleri için Suriye’ye daha yakın kalmak isterler. Ancak AB “Buyrun size 3 milyar Avro, lütfen sığınmacıları zor kullanarak durdurun. Suriye sınırını kapatın, Türkiye’ye girişte vize uygulayın, Ege’ye açılan botları durdurun” diyorsa Türkiye buna direnmelidir. Çünkü bu zulümden kaçan ve güvenlik arayan insanların haklarını ihlaldir.

 

"Derin kaygı duyuyorum"

 

- Avrupa’nın kendi sığınmacı karşıtı politikalarına ne demeli? Son örnek Danimarka’nın mültecilerin eşyalarına el koyacak olması...

Avrupa’da mültecilerin damgalanmasından ve İslamofobinin yükselişinden derin kaygı duyuyorum. Danimarka’nın son eylemleri tek kelimeyle zalimce. Sığınmacıların masraflara katkıda bulunmasını istiyorsanız bırakın iş bulsunlar ve normal hayatlar kursunlar. Başta kendilerine sağlanan hizmetlerin katbekat fazlasını vergileriyle geri ödeyeceklerdir. Danimarka gibi zengin bir ülkenin yoksul ailelerin son eşyalarına, kadınların ellerinde avuçlarında kalan takılarına el koyması zalimlik. Danimarka bunu hoşgörüsüz bir devlet imajı çizerek sığınmacıları caydırmak ve diğer ülkelere gitmelerini sağlamak için yapıyor. Ancak ihtiyaç duyulan şey bunun tam zıddı. Avrupa’ya geçen yıl giden 1 milyon sığınmacı, AB’nin 500 milyonluk nüfusunun yüzde 0.2’sine denk. Bu insanları 28 üye ülkeye adil biçimde dağıtacaklarına, Almanya ve İsviçre’ye yığarak aşırı sağcı tepkiye yol açıyorlar.

- İnsanları kovmaktan bahsedince akla ABD ve Cumhuriyetçilerin favori başkan aday adayı Donald Trump’ın “Müslümanları ülkeye almayalım” sözleri geliyor. ABD sığınmacı krizinde neden bu kadar pasif?

ABD Suriyeli mülteciler konusunda son derece pinti davranıyor. İki binden az sığınmacı almalarının bir sebebi, Başkan Barack Obama’nın risk almaktan korkması. Güvenlik tehdidi oluşturacaklarını öne sürerek sığınmacıları şeytanlaştıranlara geçit verdi. Halbuki mülteciler, ABD’ye turist ya da öğrenci olarak gidenlere hiç uygulanmayan yoğun güvenlik taramalarından geçiriliyorlar. Washington’ın bu hayal kırıcı tavrı üzerine Trump’ın hakaretamiz İslamofobisi eklenince endişeler artıyor, ancak Trump henüz başkanlık yarışını kazanmanın çok gerisinde.

 

"Baskı yoğunlaştı"

 

- Raporunuz “Rusya ve Çin’de sivil topluma yönelik bir kuşaktır görülmemiş baskılara” da dikkat çekiyor ve bunda sosyal medyanın rolünden bahsediyorsunuz. Aralarında nasıl bir bağlantı var?

Despot hükümetler sivil toplumlardan hep korksa da günümüzde bu daha da geçerli. Çünkü sosyal medya, sivil toplumun sokaktaki insanları harekete geçirme kabiliyetini artırdı. Bu da yeni baskıları teşvik etti. Rusya ve Çin’de ek bir boyut da var: Vladimir Putin ve Şi Cinping’in halklarıyla yaptığı yazılı olmayan anlaşma. Refahı daha da artıracak, buna karşılık halka hesap vermeden yöneteceklerdi. Ancak anlaşmanın kendilerine düşen kısmını yerine getiremediler. Ekonomileri kötüye gitti, refah artacağına azaldı. Halkın ayaklanmasından korktukları için baskılarını bir kuşakta görmediğimiz kadar yoğunlaştırdılar.

 

"Can Dündar ve Erdem Gül'ün
cesaretine saygı duyuyorum"

 

- Can Dündar ve Erdem Gül davasını nasıl yorumluyorsunuz?

Cumhuriyet’i ziyaret sebebim, bu iki gazetecinin cesaretine saygımdı. Gazetecilik yaptıkları için çok ağır cezai yaptırımlarla karşı karşıyalar. Hangi gazeteci olsa, bu kritik ve tartışmalı askeri operasyonu haberleştirirdi. İronik olan, Erdoğan’ın bugünlerde isyancılarla bağından gururla söz etmesi. Ağır silahların kime gittiğinden emin değiliz. Türkiye son günlerde bu ilişki konusunda oldukça açık. Cumhuriyet’in bu bağlantıyı önceden sergilemiş olması ise nedense büyük suç.

 

"Güneydoğu'daki yaralılar
konusunda kaygı duyuyoruz"

 

- Kürt illerindeki operasyonlar ve sokağa çıkma yasaklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Güneydoğu’da ne olup bittiğini kesin olarak bilmek çok güç olsa da şehirlerin belli kısımlarının harap olduğu belli. Yoğun nüfuslu alanlarda ağır silahlar kullanıldığından endişeleniyoruz, ki bu sivil ölümlerinin reçetesi. Yüzlerce sivilin öldüğü anlaşılıyor.

Sokağa çıkma yasakları yüzünden ciddi bir soruşturma yürütülemiyor. Özellikle tedavi hakkını kullanamayan yaralılar konusunda kaygılıyız.