Medya

"İktidar, İslam’da ne iman, ne ibadet, ne de işte Kâbe’de olduğu gibi 'ihram' dinler!"

Tayfun Atay: Tarikat savaşlarına zemindir yeni Türkiye!

01 Mayıs 2017 13:54

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, İsmail Ağa Nakşibendi cemaatine dâhil iki grubun umre için gittikleri Mekke’de kavga etmesine ilişkin olarak "İktidar, İslam’da ne iman, ne ibadet, ne de işte Kâbe’de olduğu gibi 'ihram' dinler! Evet, böyledir de bugün bunları engelleme yolunda 'tuz' niyetine yöneticilik yapanların durumu da 'tuzun kokması' olunca iş çok daha beter hale geliyor" diye yazdı.

Tayfun Atay'ın Cumhriyet gazetesinin bugünkü (1 Mayıs 2017) nüshasında yayımlanan "Tarikat savaşlarına zemindir 'Yeni Türkiye'!" başlıklı yazısı şöyle:

İsmail Ağa Nakşibendi Cemaati’ne dâhil iki hasım oluşum, umre için gittikleri Mekke’de birbirine girdi. Kafa-göz dağıldı, kemikler kırıldı, kan-revan içinde kalındı.

Mesele, çok büyük ihtimalle, “İsmail Ağa” denince akla gelen aslî figür, bu cemaatin kurucu şeyhi Mahmut Hoca (Ustaosmanoğlu) artık çok yaşlı ve ağır hasta olduğundan, vefatı sonrasında onun “miras”ına kimin konacağı!.. Çünkü ortada kimilerine göre üç-beş, kimilerine göre 10-15 aday var ve kıran kırana bir iktidar, tabii aynı zamanda da (özellikle Kuran kurslarıyla bağlantılı) “rant” savaşı söz konusu.

Yeni kitabım “Parti, Cemaat, Tarikat”tan (2017) bu bağlamda bir anekdot hemen:

“İsmail Ağa denilen yer, eskiden İstanbul’da Fatih-Çarşamba merkezli küçük bir oluşumdu. Şimdi onun bir ucu Kayabaşı’nda (Başakşehir tarafında en uç nokta) diğer ucu Gebze’de; bir ucu Şile’de, diğer ucu Yalova’da. Yani İsmail Ağa, sınırı nerede başlar, nerede biter belirsiz, o yüzden de o kadar kolay elle tutulur, gözle görülür bir oluşum değil. O yüzden tabii ki Mahmut Hoca’dan sonra ne olacağı da ürkütücü bir muamma. Ne 15’i, ben daha fazla aday çıkacağı kanısındayım şeyhlik iddiası için!..”

***

Demek ki Mekke’deki hadisede perşembenin gelişi çarşambadan belliymiş! Üstelik de “Çarşamba”nın hem mecaz hem de “mekân” (Fatih-Çarşamba) anlamında kullanılması kaydıyla!..

Müridler, müntesipler zikir çekmekten birbirini yemeye doğru “seyr-i sülûk” halinde yani…

Daha genel çerçevede bu, bir müminler savaşıdır ve müminin mümine münkir etmez ettiğini!..

Benim sosyal-antropolojik ömrüm, “insanda din-dinde insan” meselesini (“Kitap”tan değil) hayatın içinden okuma ile geçti. Ve gördüm ki İslam-içi çekişme ve çatışmanın şiddeti, İslam-dışı odaklara yönelik olanı bile gölgede bırakabiliyor çoğu zaman.

Mesela Nakşibendilikteki Vahhabi nefreti… Bunu çok yakından biliyorum. Karşı kutupta Nakşiliğe, daha doğrusu tasavvufa ve tarikatlara Vahhabi nefretine de tanık olma fırsatı buldum.

Fakat aynı tarikatın farklı kolları arasında birbirine girmeleri de çok “içeriden” gözlemledim. Hem de bu yazıda mevzubahis ettiğimiz İsmail Ağa cemaati yahut Mahmut Hoca çevresi ile benim tez konumu oluşturan Kıbrıslı Şeyh Nazım’ın Nakşibendi topluluğu arasında. 1990’ların başında. Üstelik gurbette, Londra’da…

Buna ilişkin de eski, daha doğrusu ilk kitabım, “Batı’da Bir Nakşi Cemaati”nden (1996) aktarayım:

“… (Ü)ç genç, Cuma namazından sonra Şeyh Nazım Camisi önünde belirdiler ve Mahmut Hoca’nın birkaç gün içinde Londra’da olup Aziziye’de [bir diğer cami] konuşma yapacağını bildiren kâğıtları namaz sonrası toplu halde camiden çıkanlara dağıtmaya başladılar. Bir Kıbrıslı Türk mürid [Şeyh Nazım’a bağlı] bunlara ‘Bizim şeyhimizi önce caminize davet ettiniz, sonra da konuşmasına izin vermediniz; şimdi buraya gelmiş, bizi bir başka şeyhi dinlemeye çağırıyorsunuz’ dedi. Buna üç genç, ‘Davet falan yoktu; bize sormadan duyuru kâğıtları bastırmışsınız’ diye karşılık verdiler. Bunun üzerine aynı zamanda kardeş de olan iki mürid, Aziziye’den gelenlerin üzerine yürüdü; bunlardan birisi, ‘Bir gün o camiyi yakacağım’ diye bağırdı. Diğer müridler zorlukla bu iki kardeşi zapt ettiler ve uzaklaştırdılar. Aziziye’den gelenler buna, ‘Şu işe bak! Müslüman, Müslümanı yakacak hale gelmiş’ diye karşılık verdi.”

***

İşte o gün rakip Nakşi çevreye böyle, “Müslüman, Müslümanı yakacak hale gelmiş” diyen Mahmut Hoca’cılar, bugün kendi içlerinde, hem de Kâbe-i Muazzama’da ellerindeki sopaların yerine benzin bulsalar, birbirlerini yakacak haldeler!..

Bunlardan kafası-gözü sarılı bir tanesi yurda döner dönmez konuştu ve karşı gruba atfen diyor ki “Bu sefer hastaneye gidildi, ama bir dahakine mezarlığa gideceğiz hep beraber… Bizi öldürecekler!..”

***

Böyledir bu iş ve daha İslam peygamberinin na’şı ortadayken halifelik üzerinden kıran kırana bir şekilde başlamıştır ilk olarak.

İktidar, İslam’da ne iman, ne ibadet, ne de işte Kâbe’de olduğu gibi “ihram” dinler!

Evet, böyledir de bugün bunları engelleme yolunda “tuz” niyetine yöneticilik yapanların durumu da “tuzun kokması” olunca iş çok daha beter hale geliyor.

Eline “dinbazlık” denen körüğü alıp bu “yangın”ın üzerine onunla giden bir siyasi irade var memlekette.

Ve laiklikten dinbazlığa sapıldıkça daha da sık karşılaşacağız bu tip tablolarla.

Seküler toplumu dinbazca bastırdıkça tarikat-cemaat dalaşmaları patladıkça patlayacak. En çok da bu dinbaz siyaset erbabının başında patlayacak!

Neyse, evlilik programlarını kaldırdılar ya, mesele yok, düzelir her şey artık!..