17 Kasım 2016 23:36
Pelin Cengiz*
7 Kasım 2016 tarihinde Fas’ın Marakeş kentinde başlayan COP22 küresel iklim görüşmelerinin ilk günlerine ABD'de Cumhuriyetçi aday Donald Trump'ın başkan seçilmesi damgasını vurdu. Azılı bir iklim değişikliği inkârcısı olan Trump’ın ABD’nin yeni başkanı seçilmiş olması, iklim değişikliğiyle mücadele açısından ne anlama geliyor, göz atalım.
Trump, önceki yıllarda diline doladığı iklim değişikliğinin Çinliler tarafından uydurulmuş bir “aldatmaca” olduğuna dair fikirlerini seçim kampanyası süresince de devam ettirdi, “iklim değişikliği üzerindeki insan etkisine inanmıyorum” dedi, hattâ bu kapsamdaki çalışmalar için “durması gereken bir saçmalık” ifadelerini kullandı.
Aslında kendisi de iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden muzdarip. Sahip olduğu İrlanda kıyılarındaki golf sahasının yükselen deniz seviyelerinden etkilenmemesi için yeni bir set örmek üzere yaptığı izin başvurusunda, “iklim değişikliği ve iklim değişikliğinin etkileri” ibaresi özellikle yer almıştı.[1] Kendi başına da gelse insan bazen olup bitenlerden ders almıyor! Trump’ın iklim değişikliğiyle mücadeleye dair en tehlikeli söylemi ise, başkan seçilmesi halinde Paris Anlaşması’na atılan imzayı iptal edeceği yönünde olmuştu.
Nitekim, ilk 100 günlük vaatlerini içeren ve www.donaldjtrump.com[2] adresinde yayınlanan metinde Paris Anlaşması’nı iptal edeceğini, BM iklim değişikliği anlaşmalarına aktarılan milyarlarca dolarlık ödemeyi keseceğini, Environmental Protection Agency’nin (Çevre Koruma Ajansı) düzenlemelerine kısıtlama getireceğini, kömüre dayalı enerji üretiminin azaltılması hedeflerini içeren Clean Power Plan’i (Temiz Enerji Planı) tanımayacağını duyurdu.
Trump’ın dört yıllık başkanlık döneminde iklim değişikliğiyle mücadele edenleri neler bekliyor 10 maddede inceleyelim:
Trump’ın seçim vaatleri arasında yer alan en kritik konuların başında geliyor. ABD, Paris Anlaşması kapsamında uzun dönemli sera gazı azaltım hedefi paylaşan ilk ülke. 2005’e göre 2050'de yüzde 80 azaltım hedefi var. Trump, uzun ve zahmetli bir müzakere süreci sonrası onaylanan ve 4 Kasım 2016 itibariyle resmen yürürlüğe giren Paris Anlaşması’nı tanımamayı vaat etmişti. Peki bu mümkün mü? Ekoloji Kolektifi Derneği’nden Arif Cem Gündoğan’ın verdiği bilgilere göre, anlaşmadan resmen ayrılmak herhangi bir taraf devlet için en azından üç dört yıllık bir süreç alıyor. Gündoğan, anlaşmanın seçimlerin bitimine günler kala resmen yürürlüğe girmesinin tesadüf olmadığını belirterek, “Paris Anlaşması’nın metni ve dili hukuken ABD’nin başkan onayıyla anlaşmaya taraf olabilmesine olanak verecek şekilde tasarlandı. Yani başkan Kongre ve Senato onaylarına ihtiyaç duymadan doğrudan Paris Anlaşması’nı kabul edebilecek şekilde… Nitekim Barack Obama, eylülde anlaşmayı onayladı. Ancak şunu belirtmek gerekir ki ABD başkanının bir anlaşmayı doğrudan onaylama yetkisi anlaşma konusunun ve içeriğinin dış politika ile sınırlı kaldığı çerçevede işlevsel. Yani pratikte başkan onaylasa da ABD’nin anlaşma kapsamındaki azaltım hedefi içeride hukuken bağlayıcı olamıyor. Tüm bunlar Trump ABD’sinin Paris Anlaşması’ndan çekilmek için harekete geç(e)meyeceği anlamı taşımıyor.” Trump ABD’sinin anlaşmadan çekilmesi hâlinde bunu anlaşmaya taraf olmuş başka ülkeleri tetikleyebileceği ihtimali de yok değil.[3] İş dünyası da bunu fark etmiş olmalı ki, aralarında Unilever, Starbucks, Levi Strauss, L'Oreal USA, Nike, Hilton, Kellogg Company’nin bulunduğu 360 şirket ortak bir bildiri yayınlayarak, Trump’a Paris Anlaşması’ndan çekilmemesi talebinde bulundu.
Ağustos 2015’te ABD Başkanı Barack Obama iklim değişikliğiyle mücadelede, “Şimdiye dek attığımız en büyük, en önemli adım” diye tanımladığı yeni enerji planını kamuoyuna açıkladı. Clean Power Plan (Temiz Enerji Planı) ABD'deki enerji santrallerinin saldığı karbon emisyonlarını 15 yılda üçte bir oranında azaltmayı amaçlıyordu. Hattâ o dönemde plana karşı çıkanlar Obama’yı kömüre karşı savaş açmakla suçlamıştı. ABD’nin elektrik ihtiyacının yüzde 66’sı (Kömür: Yüzde 38,8 - Doğalgaz: Yüzde 27,4) karbon emisyonu yüksek enerjilerden sağlanıyor. Planda, enerji sektöründeki karbon salımlarının 2030 itibariyle 2005 seviyelerine göre yüzde 32 azaltılması hedefi mevcut. Oysa, Trump'ın enerji alanındaki planları, Obama'nın Beyaz Saray'da sekiz yılda yürüttüğü enerji politikalarıyla taban tabana zıt bir tablo çiziyor. Trump’ın vaatleri arasında “kömüre çok büyük bir dönüş yapmak” var. EPA bunu tam bir felaket olarak nitelendirirken, Trump, “Kömür endüstrisini korumak zorundayız” demişti. Ayrıca, seçim süresince pek çok kez enerji alanında yapmayı planladığı değişiklikleri dile getiren Trump, ülkede “yeni bir enerji devrimi” başlatacağını, petrol, doğalgaz ve kömür üretimine ağırlık vereceğini ve bu alanlardaki düzenlemeleri hafifletmeyi hedeflediğini belirtmişti. Lux Research’ün[4] yaptığı bir analize göre, Trump’ın iki dönem başkanlık yapması ve vaatlerini hayata geçirmesi halinde ülkenin sera gazı emisyonlarının yüzde 16 artacağı öngörülüyor. Dolayısıyla, karbon ekonomisinden çıkış stratejsinin uygulanması öyle kolay olmayabilir.
Trump, ABD'de yıllardır siyasi gündemin en üst sıralarında yer alan ve Başkan Obama'nın veto hakkını kullanarak durdurduğu Keystone XL petrol boru hattının yapımına da izin vereceğini açıklamıştı. Obama, ABD Kongresi'nin projeyi onaylamasına rağmen Kanada'dan ABD'ye ham petrol sevkiyatını arttıracak boru hattı projesini çevresel nedenler ve ulusal çıkarlara uygun olmayacağı gerekçesiyle veto etmişti. ABD Kongresi'ndeki Cumhuriyetçiler ise Obama'nın vetosunu “ulusal utanç” olarak nitelendirmişti. Malum, Kanada petrollerinin Meksika Körfezi’ne kadar taşıması planlanan Keystone XL boru hattı, seçim kampanyalarının en sıcak konularından biri oldu. Çok ciddi çevre sorunlarına yol açtığı bilinen petrol kumullarından üretilen petrolü taşıyacak olan boru hattının fosil yakıt kullanımını ve dolayısıyla küresel ısınmayı artıracağı, ayrıca geçtiği güzergâhtaki tarım topraklarına ve doğal yaşama zarar vereceği biliniyor. Trump’ın zaferiyle birlikte Cumhuriyetçilerin de çoğunlukta olmasıyla ABD Kongresi'nde projenin yeniden gündeme gelmesi ve hayata geçirilmesi beklentisi hâkim. Zira, Trump TransCanada firmasını Keystone XL boru hattının inşası için yeniden başvuru yapmaya davet etti bile.[5] Obama dönemi kazanımları yok olabilir…
İklim değişikliğinin bir “aldatmaca ve yalan” olduğunu iddia eden Trump, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Programı'na maddi katkı yapılmasına da son vermeyi planlıyor. Trump, seçimin hemen ardından açıkladığı 100 günlük planı içinde “Amerikalı işçileri korumak için” Birleşmiş Milletler'in iklim değişimi programına yapılan milyarlık ödemeyi durdurmak istediğini ve bu parayı ülkesindeki su ve doğa altyapısı için kullanmak istediğini ifade etmişti. ABD’nin gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliğiyle mücadele için finansal yardım sağlamak amacıyla oluşturulan Yeşil İklim Fonu’na bundan böyle para vermeyecek olması, 2020’den itibaren sanayileşmiş ülkelerin desteğiyle yılda 100 milyar dolara ulaşması hedeflenen fonun bu rakama ulaşmasını zora sokabilir. ABD’nin buraya 3 milyar dolar destek söz varken, şu âna BM’ye ulaşan rakam 500 milyon dolar. Bunun da domino etkisi yaratması ihtimaller dahilinde. ABD’nin desteğinin kesilmesiyle birlikte diğer ülkeler de fona katkı konusunda isteksiz davranabilir. Bu da yoksul ve gelişmekte olan ülkelerin fosil enerjilerden yenilenebilir enerjiye geçiş sürecini sekteye uğratabilir.
Trump’ın iklim inkârcılığının yanında temiz enerji karşıtlığı da biliniyor. Trump, rüzgârı “problemli, enerjinin çok pahalı bir hâli” olarak nitelendirirken, güneşle ilgili ise, “Güneş hakkında çok şey biliyorum, güneşi seviyorum. Ama çok fazla problemli, çünkü çok pahalı” demişti. Temiz enerjiye yönelik araştırmalara yapılan federal harcamaları bitireceğini söyleyen Trump’ın Cumhuriyetçilerin sahip olduğu hakimiyet sayesinde bunu yapabilecek gücü var. ABD, dünyanın Çin’den sonraki en büyük enerji tüketicisi. Dünyada üretilen her altı birim enerjinin biri bu ABD’de tüketiliyor. ABD’nin enerjideki tercihleri tüm küresel dengeleri doğrudan etkileyebilir. Dolayısıyla, Trump’ın alacağı kararlar bu bakımdan önem kazanıyor. Diğer yandan, hem son kurulum maliyetleri hem de araştırmalar gösteriyor ki, yenilenebilir enerji kömür ve diğer fosil yakıtlara oranla çok çok daha ucuz. Hattâ bazı ülkelerde güneş enerjisi fosil yakıtlarla rekabete girdi. İyi tarafından bakarsak, bu trend Trump’a rağmen devam edebilir, neden olmasın?
Trump’ın, iklim anlaşmasından çekilmekle tehdit ettiği yetmiyormuş gibi Çevre Koruma Ajansı’nın çevreyle ilgili düzenlemelerine yeni ayarlar getirmesi gündemde. Bu ayarların ne kadarı tırpanlama olacak meçhul şimdilik. Trump, önce EPA’yı lağvedeceğini söylemiş, tepkiler üzerine geri adım atıp “görevini yeniden tanımlayacağını” açıklamıştı. Kömür endüstrisini yeniden canlandırmayı aklına koyan Trump’ın bu vaatleriyle ilgili iklim bilimciler küresel biyoçeşitlilik, gıdaya erişim gibi konularda geri dönülmez felaketler yaşanmasından endişeli. Kurumun tamamen devreden çıkarılmasının örneğin özellikle yüksek hava kirliliği yaşanan yerlerdeki insanlara zarar verebileceği belirtiliyor. Uzmanlar, “Çevre Koruma Ajansı olmayan bir ülke neye benzer görmek istiyorsanız, Çin’e bakın yeterli” diyor.
Trump döneminde NASA’nın geleceğinin akıbetini de görmek epeyce zor. Trump, NASA’nın çalışmalarının daha çok dünya üzerinde yoğunlaşmış olmasından rahatsızlık duymuş olsa gerek ki, NASA’nın dünyayı araştırmaktan çok uzayı araştırmasına odaklanmasını istiyor. Dünya üzerinde gerçekleşen araştırmalar, Obama’nın yönetimi kapsamında finans açısından istikrarlı bir artış izlemişti. Son sekiz yılda NASA’nın uyduları yerkürenin iklimi, deniz seviyesi değişiklikleri, uzay havası ve daha birçok detay üzerinde değerli veriler topladı. Özellikle iklim değişikliğinin etkileri konusunda önemli çalışmalara imza attı. Şimdi NASA için de yeni bir dönem geliyor gibi gözüküyor. Trump yönetiminde NASA’nın gerçekleştireceği yeni araştırmalar insanlık için daha fazla mı yararlı olacak, hep birlikte göreceğiz…
ABD Başkanı Barack Obama, başkanlığı süresince yenilenebilir enerjiye ağırlık vererek, petrol, doğalgaz ve kömür üretiminde kısıtlamalara neden olan düzenlemeleri uygulamaya koymuştu. Trump'ın ise Obama'nın temiz enerji vizyonu kapsamındaki düzenlemelerini değiştirerek, petrol, doğalgaz ve kömür üretiminde kısıtlamaları kaldırması bekleniyor. Obama'nın onayladığı memorandum ve başkanlık emirlerinin iptali için harekete geçildi bile. Dışişleri Bakanı John Kerry, Obama’nın başkanlığı bırakmadan önce Paris Anlaşması’nın uygulamaya konması için çabalayacağını, ülkesinin bulunduğu taahhütlere uyması için mücadele edeceğini söyledi. Trump döneminde iklim meselesinin her zamankinden daha kritik bir mücadele alanı olacağını şimdiden söylemek mümkün.
Trump’ın muhtemel kabinesinde yer alacak isimler de kendisi gibi… Trump’ın vaadi, küresel ısınmayla mücadele için Obama’nın fosil yakıtlara getirdiği kısıtlamaları kaldırmak ve petrol boru hattı inşaları önündeki engelleri yok etmekti. Bu görevi Enerji Bakanı olarak üstlenmesi beklenen isim, Trump’ın yıllardır yakın arkadaşı olan Oklahomalı milyarder ve petrol devi Contentinental Resources’un CEO’su Harold Hamm. Hamm dışında North Dakota Cumhuriyetçi Temsilcisi Kevin Cramer ve yatırımcı Robert Grady’nin de adı geçiyor.
Trump'ın enerji alanındaki planlarının, Obama yönetiminin sekiz yılda yürüttüğü temiz enerji politikalarıyla taban tabana zıt olmasının yeni enerji bakanının işini zorlaştıracağı öngörülüyor. Çevre Koruma Ajansı EPA’nın başına ise iklim değişikliğine insanın neden olmadığını savunan iklim inkarcısı, çevrecilerin nefret ettiği Competitive Enterprise Institute’un Enerji ve Çevre Merkezi Müdürü Myron Ebell’in gelmesi bekleniyor.
Dokuz madde boyunca Trump’ı anlattım da, ABD halkının hiç mi günahı yok? Nisan ayında Pew Research Center tarafından yapılan kapsamlı bir araştırmada, dünya genelinin iklim değişikliği konusunda ne düşündüğüne dair önemli tespitler elde edilmişti. Bu araştırma Latin Amerika ve Sahra altı Afrika ülkelerinin iklim değişikliğinden en fazla endişe duyan toplumlar olduğunu ortaya çıkarırken, küresel sera gazı emisyonlarının büyük oranda müsebbibi ABD ve Çin halklarının en düşük endişeye sahip olduğu belirtilmişti. Dünyada kişi başına düşen en fazla sera gazı emisyonuna sahip olan ABD’lilerken, gidişattan en az endişe duyanların da yine onlar olması, seçim sonuçlarında etkili olmuş olabilir. Araştırmada, “Küresel iklim değişikliği çok ciddi bir problem” diyen Demokratların oranı yüzde 68 iken, Cumhuriyetçilerin oranı sadece yüzde 20. “Kişisel olarak iklim değişikliğinin zararlarından endişe eden” Demokratların oranı yüzde 42 iken, Cumhuriyetçilerin oranı yüzde 12.[6]
Belli ki, iklim mücadelesi verenlerin işi her zamankinden çok daha zor olacak. Herşeye rağmen hem küresel hem yerel anlamda iklim değişikliğiyle mücadele kendi yolunda ilerliyor, iyiye doğru aşamalar katediliyor, enseyi karartmadan derin bir nefes alalım, vazgeçmeyelim, mücadeleyi hangi araçlarla, nerede, nasıl devam ettireceğiz konuşmaya başlayalım…
*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.
Kaynaklar
[1] http://www.politico.com/story/2016/05/donald-trump-climate-change-golf-course-223436#ixzz49UQVTjkn
[2] http://www.donaldjtrump.com/
[3] http://bianet.org/bianet/toplum/180556-iklim-degisikligine-inanmayan-trump-secildi-simdi-ne-olacak
[4] http://www.luxresearchinc.com/news-and-events/press-releases/read/trump-presidency-could-mean-34-billion-tons-more-us-carbon
[5] https://www.thestar.com/news/canada/2016/11/09/transcanada-looking-to-engage-with-newly-elected-trump-on-keystone-xl.html
[6] http://www.pewresearch.org/fact-tank/2016/04/18/what-the-world-thinks-about-climate-change-in-7-charts/
© Tüm hakları saklıdır.