Kadın gibi hissettiği ve böyle davrandığı için yaşadığı köyde ‘İhsan Hala’ olarak tanınan İhsan Çolak’ın hikâyesi belgesel oldu.
Kasım ayında başlayan ve büyük ilgi gören yeni sinema projesi Başka Sinema tarafından önceki gece düzenlenen ilk kısa film gecesinde gösterilen altı kısa filmden biri de Veysel Akşahin’in yönettiği ‘Hala’ adlı yapımdı.
Film, 2011 yılında ulusal basında geniş yer bulan, köyünde ‘İhsan Hala’ olarak tanınan İhsan Çolak’ın hikayesini konu alıyor. Uzun süre ailesiyle İzmir’de yaşayan İhsan Çolak, anne ve babasının hastalığının ardından Manisa Akhisar’daki Kayışlı köyüne döner. Kadın gibi hissettiği ve böyle davrandığı için başta bu durumu kabullenmeyen köylünün her türlü yardımına koşan İhsan Çolak, toplumun cinsiyet tabularını yıkarak, kendisini kadın olarak kabul ettirir.
Milliyet gazetesinden Nil Kural, filmin Beyoğlu Sineması’nda yapılan gösterimine katılan 45 yaşındaki İhsan Çolak’la başrolünde oynadığı kısa filmi ve hikayesini konuştu.
Nil Kural’ın İhsan Çolak ile yaptığı röportaj şöyle:
Hikayeniz nasıl ortaya çıktı?
Bizim köye yakın bir köyde bir eve temizliğe gidiyordum. O ailenin bir kızı var İzmir’de. Fotoğraflarımı çekiyordu. Ders içinmiş, sergiye koyacağım dedi. Tabii şalvarlı malvarlı, ben köyde öyleyim. Koy sergiye dedim. Gazeteciler gezerken görmüşler, “Böyle bir insan köyde nasıl yaşar?” demişler. Önce bir gazeteci röportaj yaptı, sonra diğer gazeteler de geldi röportaja.
Kendini izlemek tuhaf geliyor
‘Hala’ belgeseli nasıl bir süreçle karşımıza çıktı?
Belgesel 2 yıl önce çekildi. Çocuklardan biri beni internette görmüş, bu yalan bir haber mi diye düşünmüş, inanmamış. Bir arkadaşı geldi, bakmaya. Köyde kahvede sormuş beni. Gittim baktım hiç tanımadığım biri. “Kayseri Erciyes Üniversitesi’nden geldim, belgesel çekeceğim” dedi. “Buyurun çekin” dedim. Sonra ekiple birlikte gelip 5 gün kaldılar, belgesel çekildi.
Ne hissettiniz izlediğinizde?
İnsanın kendini izlemesi bir tuhaf oluyor.
İstanbul’a ilk gelişiniz, değil mi?
Evet, çok güzel geçti. Gezdik, Kapalıçarşı’yı, Mısır Çarşısı’nı, Topkapı Sarayı’nı. ‘Muhteşem Yüzyıl’ı seyrediyordum, oraları gördüm. Çok güzel ama yine de benim köyüm gibi değil.
Başka yerde yaşamayı hiç düşünmüyorsunuz sanırım.
Başka yerde yaşamayı düşünmüyorum, İstanbul’da yapamam. Ne yapacağım bu yaşta, sermaye mi olacağım? Bütün gün eltilerim dediğim komşularımla beraberim. Sabah kahveleri, akşam çaylarında. Bugün telefonda konuşurken bile ağladım. “Kız İstanbul gibi yerdesin niye ağlıyorsun?” dedi. Özledim, özlüyorum köyü. Orada inanılmaz mutlu, huzurluyum. Aç da susuz da kalsam evimdir. Halimden memnunum. Hiç sıkılmam, çıkar dolaşırım, ot toplarım. Bağırırım, çağırırım, ağlarım eve gelirim. Dışarı çıkınca yine güler yüzlüyümdür. Bundan sonra şehir daha da zor geliyor. Sıkılıyorum, Bornova’da binaları, arabaları görünce sıkılıyorum. Bugün İstanbul’u gezerken dedim ki, “Bakın bende böyle bir ses yok, duyduklarım kedi, köpek, tavuk sesi... Sessizlik, huzur.”
Düğünlerde ne giydiğimi merak ederler
Belgeselden ilk başta çok huzurlu olmadığınızı öğreniyoruz.
Başta çok dışlandım. İyiliğim, yardım etmekten kaçmamam sayesinde kendimi kabul ettirdim. Köyde yaşamaya başlamamın 2. veya 3. senesinde kahveyi basıp ben size ne yaptım dedim. Şimdi işler değişti. Bazen bir hafta dışarı çıkmam, tavuğumla, böceğimle, çiçeğimle vakit geçiririm. Hemen özler sorarlar, “Abla neredesin?” diye. Düğünlerde insanlar bekler İhsan ne giydi diye. Mutfağa kimseyi sokmam. Su bardağı, rakı bardağı, viski bardağı bende hep ayrı ayrıdır. İhsan sana gelince bir sürü şey yapıyorsun huzursuz oluyoruz diyorlar. Bunu bana kimse zorla yaptırmıyor ki. Şimdi sen niye rakı bardağında su içesin ki. Özenerek yapıyorum.
Peki ailenizle aranız?
Kardeşlerimle aram düzelmedi. Abimle konuşuyoruz. Yengem ve çocuklarıyla görüşürüm. Ablamla yan yana oturuyoruz ama yolda görünce bile “Nasılsın?” o kadar.