03 Mart 2020 12:16
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi ve Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi, sınırda bekleyen sığınmacılar hakkında açıklama yaptı. Türkiye'nin sığınmacıları koz olarak kullanması ve Avrupa ülkelerinin tutumu eleştirilirken, AB-Türkiye arasındaki geri kabul anlaşmasının iptal edilmesi gerektiği ifade edildi. Temel insan haklarından biri olan iltica hakkını bu şekilde pazarlık konusunu etmenin telafisi imkansız zararlara yol açan büyük bir suç olduğu belirtildi.
Suriye'de milyonlarca insanı etkileyen krizin hükûmetlerin savaş politikaları ve sınırlara ördükleri duvarların sonucu olduğu belirtilen açıklamada şunlar ifade edildi:
"Türkiye’nin Sınırlarında Bir İnsani Kriz Yaşanmaktadır; Mültecilik haktır . Mültecilere yönelik hak ihlallerine son verin!
İdlib’de uzun süredir devam eden ve son günlerde Türkiye için de sonuçları çok ağır bir hal alan çatışmalar, Suriye’de yaşanan insani krizi daha da derinleştirmiştir. Savaşın şiddetlenmesiyle, hayatını kaybeden, yaralanan ve yerinden edilen insanların sayısında dramatik bir artış yaşanıyor. Türkiye sınırına yığılan yüz binlerce sivil, oldukça zor koşullar altında hayatta kalmaya çabalıyorlar. Buna karşın, Türkiye’nin gündemi İdlib’e kilitlenmişken, sınırımızda yaşanan insani felaket siyasi iktidar ve yaygın medya tarafından görmezden geliniyor veya üstü örtülüyor.
Uzun süredir Suriye sınırında süren bu insani krize, son günlerde bir de Türkiye’de bulunan göçmenlerin savaş kozu olarak kullanılması ve Avrupa ülkelerinin kendi sınırlarını göçmenlere kapatma ikiyüzlülüğü de eklenince; gerek Türkiye’de, gerek Türkiye-Avrupa sınırlarında ve gerekse de Türkiye- Suriye sınırında, savaştan ve baskıdan kaçan milyonlarca sivil için yaşam daha da çekilmez bir hale geldi.
Hükûmetin dört gün önce Avrupa’ya sınırdan geçişlere müsaade edileceğini duyurması sonrasında çok sayıda göçmen, Türkiye’nin dört bir yanından kalkarak, daha iyi bir yaşam kurma hayaliyle, ailesiyle birlikte Avrupa sınırlarına yöneldi. Kendi imkânları ile ya da ücretsiz hizmet sağlayan otobüslerle sınırlara gitmeye çalışan mülteciler olduğu gibi, bir yandan da, bu durumun propagandasını yapmak isteyen televizyon kanalları, açıktan mültecilerin yaşamlarını tehlikeye atarak, onları botlara bindirerek, denizden Avrupa’ya gönderirken çektikleri videoları, haberlerinde paylaşmaya devam ediyorlar. Karadan geçişin sağlanabildiği İpsala, Pazarkule sınır kapılarında yığılmış çocuk, kadın, yaşlı, engelli, hasta binlerce mültecinin içecek su, süt, mama, bebek bezi dahi bulamadığı, yağmur ve kış soğuğuna rağmen geceyi dışarıda geçirdiği, sağlık hizmeti alamadığı için hastalıkların baş gösterdiği, sınıra yaklaşanların tazyikli su, gaz bombası, darp ve işkence ile durdurulduğu bilindiği halde, yine Bosnaköy civarından geçiş yapmak isteyen mültecilere biber gazı yanında sürekli silahla karşılık verildiği bilinmesine, Çanakkale’de botlarla geçiş yapmak isterken yaşamını kaybeden bir kadın iki çocuk olduğu, yine botlarla yola çıkan çok sayıda mültecinin Avrupa sınırına varamadan durduruldukları, ölüme terk edildiklerine dair onlarca haber her gün haber sitelerinde televizyonlarda yayınlanıyor olmasına rağmen, İçişleri bakanı bütün bu sorunları göz ardı ederek sınırdan geçenlerin sayısını her gün biraz daha yükselterek kamuoyu ile paylaşıyor.
Avrupa sınırlarını kapamış ve Türkiye’nin mültecileri tehlikeli geçiş noktalarına yönlendirmesinin ağır sonuçları ortadayken İçişleri Bakanı’nın bu açıklamaları daha fazla mülteciyi sınırlara çekmeye devam etmektedir.
Hükümet, mültecilerin Türkiye’de bulamadıkları yaşama şansını Avrupa’da aramak için canlarını ortaya koyacaklarını bilmekte, bu güvenle mültecilere sınırın yolunu göstermekte, sınır boylarında yaşanan zulüm ve ölümlerden ise sorumluluk duymamaktadır. Oysa 2015’te benzer strateji uygulandığında da çok sayıda göçmenin ölüm haberi gelmişti; o günlerde sahillere vuran göçmen çocukların cesetleri halen hepimizin gözü önündedir.
İnsan hayatını ve temel insan haklarından biri olan iltica hakkını bu şekilde, pazarlık konusu etmek gayri insani olduğu gibi, Türkiye devletinin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerinin de ihlali niteliğindedir ve telafisi imkansız zararlara yol açan büyük bir suçtur
Avrupa ülkeleri ise, kendi üzerlerinden sorumluluğu atmak için yıllardır göçmenlerin Türkiye’de yaşadıkları hak ihlallerini görmezden geldiler. Geri kabul anlaşmaları ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde de düzenlenen mültecilik hakkını ihlal ettiler. Bugün ise, sınırlarını daha da sıkı kapatarak, kendileri ve çocukları için daha iyi bir yaşam umuduyla Avrupa’ya gitmeye çalışan yüz binlerce göçmenin hayatını doğrudan tehlikeye atmakta ve bu suça ortak olmaktadırlar.
İdlib’de ise çatışmaların git gide şiddetlenmesi ile savaştan kaçan sivillerin sürdürdükleri yaşam mücadelesi daha da zorlaşmış durumda. Birleşmiş Milletler’in geçtiğimiz günlerde yayımladığı rapor, bölgede yaşanan korkunç gerçeği gözler önüne seriyor. Bu rapora göre, 1 Aralık-12 Şubat tarihleri arasında yüzde 60’ı çocuk olmak üzere 800 binden fazla insan evlerini terk etmek zorunda kaldı. Kadınlar ve çocuklar bu toplamın yüzde 81’ini oluşturuyor. Bu tarihler arasında yerinden edilen sivillerden yaklaşık 550 bin kişi İdlib bölgesinin diğer mahallerine giderken, diğer 250 bin kişi ise Afrin, Cinderes, Al Bab, Azez gibi bölgelere sığınmak zorunda kaldı. Sadece 9-12 Şubat tarihleri arasında yerinden edilenlerin sayısı ise 140 binin üzerinde. Bu kişilerin %17’si kamplarda kalırken, %12’si bireysel çadırlarda, % 15’i ise bitmemiş binalarda kalıyor. 82 bin kişi ise açık havada ağaçların altında kalıyor.
Öte yandan, bölgedeki hava şartları yerinden edilenlerin hayatta kalmasını daha da zorlaştırmakta. Bölgeden bugünlerde gelen fotoğraflar ve videolarda her yerin karla kaplı olduğunu kolayca görebiliyoruz. Hava sıcaklığının sıfırın altında seyrettiği bugünlerde, on binlerce insan barınacak bir yere sahip olmadan, gıdaya ve suya erişme güçlüğü içinde var olma çabası içerisinde. -7 derecede ailemizle beraber dışarıda yatmak zorunda kaldığımızı bir an için düşünürsek, bölgede yaşayan insanların durumlarını kavramaya başlayabiliriz. Bu soğuk hava koşulları altında evlerinden kaçarken eşyalarını alabilen aileler, ısınmak için mobilyalarını ve kişisel eşyalarını yakmak zorunda kalıyorlar. BM’nin kontrolündeki kamplardan sadece birinde 5 kişinin, zehirli gaz çıkaran eşyalarını yaktıkları için boğularak öldüğü, raporda belirtilen vakalar arasında.
1 Aralık’tan sonra yerinden edilenlerden yaklaşık 500 bin kişinin kış yardımına ihtiyaçları bulunuyor. Yerel sivil toplum kuruluşları son günlerde çok sayıda çocuğun soğuktan dolayı yaşamını yitirdiğini bildirerek durumun vahametini ortaya koyuyorlar. Çatışmalar nedeniyle sağlık hizmetlerine de erişim imkânsız hale gelmiş durumda. Rapora göre, 11 Şubat’tan itibaren 72 sağlık tesisi hizmet vermeyi durdurmak zorunda kaldı. Birleşmiş Milletler (BM) İnsani ve Acil Durum Yardımlarından Sorumlu Koordinatörü Mark Lowcock da yaptığı açıklamada, Suriye’nin kuzey batısında sağlık tesislerinin, okulların, camilerin ve çarşıların vurulduğunu, temel altyapının çöktüğünü, sağlık hizmeti sağlanamadığı için salgın hastalıkların yayılması riskinin de çok yüksek olduğunu vurgulamıştır.
Çatışmaların şiddetlenmesi sonucunda, son aylarda sivil ölümleri ve yaralanmalarında da bir artış yaşanıyor. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, 29 Nisan 2019-10 Şubat 2020 arasında, İdlib, Hama ve Halep’te 1710 sivilin öldürüldüğünü bunların 337’sinin kadın ve 503’ünün çocuk olduğunu açıkladı. Komiserliğe göre, İdlib bölgesinde gerçekleşen hava saldırıları nedeniyle yalnızca 15 Ocak'ta ikisi çocuk, en az 15 erkek sivil öldürüldü; 18 çocuk ve 4 kadın da dâhil olmak üzere 60'tan fazla kişi yaralandı.
2011’de ülkede başlayan çatışmalardan kaçan milyonlarca sivilin İdlib bölgesine sığındığı, 2011 öncesi nüfusu 400 binin altında olan İdlib vilayetinin nüfusunun bu dönemde ona katlanarak 4 milyona vardığını, böylesi bir nüfus artışını karşılayacak hiçbir altyapısı bulunmayan ve kaldırabileceğinden kat be kat insan barındıran İdlib’e kaçınılmaz bir insani felaket yaratacağı bilinmesine rağmen çatışmaların taşınması sadece büyük bir sorumsuzlukla açıklanamaz. Milyonlarca insanın canını hiçe sayarak bu savaşı / güç yarışını sürdüren devletler, yaşanan bu insani felaketin açık ve tartışmasız sorumlusudur.
Yerlerinden edilerek İdlib’e sığınan milyonlar şimdi de Türkiye sınırına doğru akın ediyorlar. Türkiye hükümeti ise Avrupaya olan sınır kapılarını açarken, savaştan kaçan ve hayatta kalma mücadelesi veren mültecilere Suriye sınırlarını kapatıyor. Bu insanları Avrupa ülkeleri ve Rusya’yla yaptığı pazarlıklarda bir koz olarak kullanmaya çalışıyor.
Biliyoruz ki;
Suriye’de milyonların içinde bulunduğu insani kriz bir “doğal felaket” değil, hükümetlerin savaş politikalarının ve sınırlara ördükleri duvarların sonucudur.
Bu insani krizin son bulması için;
Suriye’deki çatışmalar derhal durdurulmalı, tüm dış güçler ülkeyi terk etmeli ve Suriye halkının kendi geleceğini özgürce ve demokratik şartlar altında tayin edebileceği koşullar yaratılmalıdır.
Savaştan kaçarak Türkiye sınırına sığınan göçmenler için sınırlar açılmalı, göçmenlerin yaşam ve sığınma hakkına saygı gösterilmelidir.
Türkiye, Cenevre Mülteci Sözleşmesi'ne koyduğu sınırlamayı kaldırmalı, zulümden kaçan herkese mültecilik statüsü tanınmalıdır.
Avrupa devletleri, Türkiye’yi sınır bekçisi olarak tutma politikasına son vermeli ve kapılarını göçmenler için açmalıdır.
Göçmenleri Türkiye’ye hapseden AB-Türkiye arasındaki geri kabul anlaşması iptal edilmelidir.
Göçmenlerin pazarlık aracı olarak kullanılmasına son verilmeli, hükümet göçmenleri güvensiz geçiş yollarına yönlendirmekten vazgeçmelidir.
Tüm göçmenlerin beslenme, barınma, sağlık, eğitim, çalışma, serbest dolaşım ve yerleşim hakları tanınmalı, insani ihtiyaçları derhal karşılanmalıdır.
Hiç kimse nedensiz göçmez, bütün sınırlar açılmalıdır."
© Tüm hakları saklıdır.