10 Eylül 2012 14:55
Eğitime yönelik sivil inisiyatiflerin öncüsü İbrahim Betil, 4+4+4 sistemini değerlendirdi. Betil, “Devlet diyor ki, senin beynini tercihlerime göre bükeceğim” diye konuştu.
Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı’nın “Devlet diyor ki, senin beynini tercihlerime göre bükeceğim” başlığıyla yayımlanan (10 Eylül 2012) söyleşisi şöyle:
Ben niyet okuması yapmayacağım. Ama yapılanlar yanlış. Gelişmiş eğitim anlayışıyla uyumlu değil. Temel yanlış ise, erken yaşta çocukların beyinlerinin formatlanması, ideolojik olarak pompalanması, çocuğun beyninin, yeteneklerinin, gelişmesinin önünün kesilmesi... Devlet diyor ki, “Ben kendi tercihlerime göre eğiteceğim seni, beynini bükeceğim! 10 yaşındaki çocuğu yönlendirmek biraz daha zor. Ama 9 yaşındaki çocuğun beynini, bileğini daha kolay bükebilirim. Bunun için çocuğu 5-5.5 yaşında okula başlatayım, bunu da 4+4+4 ile yapayım, çocuk 4 yıl ilkokulu okuduktan sonra, 9 yaşında bana teslim olsun. Ben onu istediğim kulvarda, istediğim gibi koşturayım...”
Eğitim gelecek demek... Şimdi çocuklarımızın geleceği tartışılıyor. Tabii buna tartışma denirse! Her karar bir soru işareti taşıyor. Veliler tedirgin, çocuklar şaşkın demek bile mümkün değil. Zira 5.5 yaşında ders başı yapacaklar! Herkesin kafasını kurcalayan ilk soru, şu meşhur 66 ay! Hangi bilimsel kıstasa göre bu karar alınmış, bilinmiyor! Peki neden 60 aydan 66 aya çıkarıldı, onun da net bir açıklaması yok. Peki ya şu rapor meselesi? Milli Eğitim Bakanı’na göre yeni eğitim sistemine yönelik eleştirilerin kaynağı ‘PKK yanlıları’ ve yine onun deyimiyle laikçiler! Başbakan biraz daha özele giriyor; 66 aylık çocuklarını okula göndermemek için rapor alanlara zehir zemberek bir eleştiri getiriyor ki, bir veli için hakarete eşdeğer; “Bu raporu alanlar ‘Benim evladım geri zekalıdır’ diyor.”
Şimdiki mesele bu, ama daha öncesi de var eğitimle ilgili kafa karışıklığı yaratan kararların. Mesela neden 4+4+4 kesintili eğitime geçiliyor da, kesintisiz 12 yıl olmuyor? Ya da neden 8+4 değil? Neden çocuklar 9 yaşında meslek seçmek zorunda bırakılıyor? Ve ne yazık ki gelecek nesillerin hayatını belirleyecek bu konu yine popülist politik kavgalara kurban gidiyor!
Bu can alıcı meseleyi, eğitime hayatını adamış, bu alanda saymamız bile güç, Toplum Gönüllüleri Vakfı, Öğretmen Akademisi Vakfı, Sen De Gel Derneği, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı gibi pek çok sivil toplum kuruluşunun temelini atmış bir isimle, İbrahim Betil’le konuşmak istedim. Normal bir röportajda soruları ben sorarım, muhatabım yanıtlar. Bu kez ben sordukça, bir soruyla aldım cevapları... Bakmayın, hiç cevapsız kalmadım! Tersine Betil’in niyet okumasına mahal bırakmamak için bana yönelttiği karşı sorular meselenin öyle bam teline basıyordu ki, bugüne kadar yapılan kör dövüşü tartışmaların yanında çok aydınlatıcı oldu.
Bu soruları okurken fark edeceksiniz ki her biri sadece iki seçmeli test sorusu... Doğru cevabı bulmak ise işten bile değil!
- Bugün Türkiye’de eğitim sistemindeki en büyük problem ne?
Size bir örnek vereceğim, bundan birkaç gün önce olan bir olay bu... Eğitim konusunda bayağı birikimli, deneyimli bir arkadaşım bir grup okul yöneticisine verdiği bir seminerde, ki içlerinde düz liselere göre daha da nitelikli bir eğitim anlayışına, öğrenim ortamına sahip olan Anadolu liselerinin yöneticileri de var, insan beynindeki yaratıcılığı tetiklemenin, çocuklardaki yaratıcılığı teşvik etmenin ne kadar önemli olduğunu ifade eden birkaç cümle kullandıktan sonra kendisine tepki oluşuyor. “Yaratıcılık insanın sahip olması gereken bir kavram değildir. Yaratıcı tektir!” diye. Ne demek bu ya! İsyan ediyorum! Biz insan beyninin yaratıcılığını tetiklemeyip, ideolojik formatlamalarla insanların beyinlerinin gelişmesine izin vermeksizin bu toplumun gelişeceğine mi inanıyoruz? “Yaratıcılık tektir” ne demek ya? Eğer insan beyni kadar yaratıcı bir başka canlı varsa konuşalım. Biz bu çocukların yaratıcılıklarına, meraklanmalarına, sorgulamalarına fırsat vermeyerek, onların bütün yeteneklerini, bütün kişisel gelişimlerini yok ediyoruz. Bazı şeyleri ezberle, sınavlarda şıkları doğru, yanlış diye işaretle... Ne yapmak istiyoruz biz?
- Ben de size sormak istiyorum. Ne yapmak istiyoruz biz? 4+4+4 eğitim sistemi ilk gündeme geldiğinde, “Mesele başı örtüp örtmemekse, ilkokulda da başörtüsü serbest olsun. Yeter ki kız çocukları okusun!” demiştiniz. Ama orada altını çizerek, “Dinde eğitim olmaz” da demiştiniz. Şimdi görüyoruz ki, ilköğretimde dua, secde, zikir dersleri konuyor. Üstelik haftada 8 saat... Neler oluyor? Gidiş nereye doğru? Endişeli Kemalistler haklı mı çıkıyor?
Ben niyet okuması yapmayacağım. Yapılanlarla ilgili, “Acaba bunu mu yapmak istiyorlar?” diye bir yorum da yapmayacağım. Sadece yapılanların eğitim bilimine, evrensel eğitim anlayışına uygun olmadığını kanıtlayacak şekilde ifadeler kullanacağım. Yapılanlar yanlış, gelişmiş eğitim anlayışıyla uyumlu değil. Niyet beni ilgilendirmiyor. Ama varsa bir niyet, yanlış şeyler yapılıyor.
- Neye göre yanlış?
Ha, o yapanlara göre, kararı alanlara göre doğru olabilir bu. Ama eğer amaç eğitim ve okul ise yanlış yapılıyor. Temel yanlış ise, erken yaşta çocukların beyinlerinin formatlanması, ideolojik olarak pompalanması, çocuğun beyninin, yeteneklerinin, gelişmesinin önünün kesilmesi... Devlet diyor ki, “Ben kendi tercihlerime göre eğiteceğim seni, beynini bükeceğim! Bu bugünün, 21. yüzyılın gelişmiş eğitim okul anlayışına uygun olmadığı gibi, tam tersi, aykırı. Biz çocukların yeteneklerinin, beyinsel yaratıcılıklarının ortaya çıkartılmasını istiyorsak, o zaman onların merak duygularını törpülemememiz, sorgulama yeteneklerini, öğrenme isteklerini yok etmememiz lazım. Ama bunu yok edip, “Sen bunu ezberle!” diyoruz. Bu Cumhuriyet döneminin de yanlışıdır, sadece bu dönemin değil. Şimdi yine aynı şekilde o merkezden yaratılan, tasarlanan eğitim sistemi, farklı bir tercihle uygulamaya konuluyor.
- Peki bugünkünün farkı ne?
İnsanın doğal ihtiyacı, kendi çevresinin, kendi kültürünün, kendi ana dilinin gelişimine yönelik bir ihtiyaç ise, siz yerelin kültürünü, yerelin ihtiyaçlarını yok varsayıp her şeyi merkezden tasarlamaya başladığınız zaman pek çok yerde sıkıntılar yaratabilirsiniz. Yanlış olan bu. Mesela Kürtçe konusunda eğitim olsun mu olmasın mı? Vay efendim olursa Lazca da isterler. Çerkezce de isterler. İstesinler, ne sakıncası var? Sen okullara Rusça’yı koyuyorsun, Çince’yi koyuyorsun, Almanca’yı, İngilizce’yi koyuyorsun, şimdi Arapça’yı da koyuyorsun. Kürtçe’yi neden koymuyorsun? Lazca’yı neden koymuyorsun? Eğer bu toplumun insanına bir nevi saygıysa övündüğümüz Anadolu kültürü, neden olmasın? Kimine göre mozaik, kime göre ebru, ama farklı renklerin, farklı kültürlerin birlikteliğiyle gurur duyuyorsun, övünüyorsun, ama ondan sonra o farklılığı yok etmek için merkezden bir şeyleri tasarlayıp, onu empoze ediyorsun.
- Aslında Kürt meselesinin bu aşamaya gelmesinde Kürtçe’nin yasaklanmasının çok önemi olduğunu düşünüyorum...
Tabii ki yerelin dilini, kültürünü, tercihlerini yasaklamak, birtakım tepkileri ortaya çıkartabiliyor. Bakın, 1980’li yıllarda, Allah rahmet eylesin Turgut Özal’ın oğlunun düğünündeyiz. İbrahim Tatlıses çıktı sahneye, elinde bir mikrofon. “Kürtçe söyleyebilir miyim?” diye sordu Özal’a. Orada başladı Özal’ın Kürt yaklaşımı. “Tabii söyle” dedi. Yasaklayabilirdi, “Hayır” diyebilirdi. “Söyle” dedi. Arkasından Kürtçe kasetler, arkasından Kürtçe televizyona kadar iş geldi. Ne oldu? Kötü bir şey mi oldu? Dolayısıyla bugün merkezden, yerelin ihtiyaçlarını yok varsayarak tasarladığınız eğitim sistemi de gözden geçirilmeli ve yerelin ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirilmelidir. Bugün kasım ayının 21. günü dördüncü sınıflara Kars’ta Arpaçayı İlköğretim Okulu’nda hangi ders veriliyorsa matematikte, Edirne’de de dördüncü sınıflara matematikte aynı gün, aynı saatte, aynı dersin verilmesini savunur merkeziyetçi eğitim sistemi. “Bugün bunu işleyeceksin, şu gün şunu işleyeceksin” der. 75 milyon insan, bu kadar birbirinden farklı olmaksızın, bu kadar ihtiyaçları dışlanarak nereye kadar gidebilir? Bu mutsuzluk yaratıyor işte.
- Oysa nasıl olmalı?
Temelde merkezi eğitim sistemi ilkeleri koyar, ama neyin, hangi ifadeyle, hangi cümleyle, hangi paragrafla öğretileceğine dayatma yapmaz. Diyebilir ki mesela, çocuklar ikinci ya da üçüncü sınıfın sonuna geldiği zaman matematikte çarpım tablosunu bilecek, üçlü sayıları birbiriyle çarpabilecek. Bu genel bir hedeftir. Ama hangi ay, hangi gün, hangi sayıları birbiriyle çarpacak, hangilerini çarpmayacak, 4’le 7’yi mi çarpacak bu ayrıntıya girmez. Sen de bunu bırak öğretmenlere! Yerelde Kürtçe eğitim istiyorsa, Kürtçe de öğretebilir bunları öğretmen. Öyle bir yerele gidiyorsunuz ki siz, çocuk Kürt anneden, Kürt babadan doğmuş. Okula başlayana kadar o çocuk Türkçe bilmiyor. Okula başlıyor. Sınıfta hiç kimse Türkçe bilmiyor. Siz buradan öğretmen gönderiyorsunuz, öğretmen de Kürtçe bilmiyor. Şimdi ben bu iş Kürtçe devam etsin demiyorum. Ama o çocuğun öğrenimini geliştirebilmek için, o çocuğun ana diline saygı duyup ona yönelik birtakım şeylerin tasarlanmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
- Peki ya din dersleri?
Ben herkesin dinine, inancına saygı duyuyorum. Ama okul din eğitimi verilecek bir alan değildir. Açın camilerde din kurslarını, isteyen çocuğunu göndersin, orada dinini öğrensin çocuk. Din eğitimini evde, camide alsın çocuk, okulda değil!
- Peki okulda din eğitimi vermenin nasıl bir sakıncası var?
Okulda din eğitimi vermeye başladığınız zaman olay farklı bir hedefe, farklı bir amaca doğru gidiyor. Sayın Başbakanımız “İnançlı bir gençlik yetiştirmek istiyoruz” dedi, değil mi?
- Evet, “Dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz” dedi.
Bu kadar açık bir ifade olduğuna göre, demek ki bu siyasi bir tercih. Ben bu ifadeden hareket ediyorum... Herkesin dinine, inancına sonuna kadar saygılıyım. Ama milliyetçi bir nesil mi yetiştireceğiz, evrenselci bir nesil mi yetiştireceğiz, dindar bir nesil mi yetiştireceğiz, bunun kararı neden merkezde birilerinin elinde olsun! Bırakın, bu öncelikle ailenin tercihi olsun. Ondan sonra gelişen çocuğun kendi tercihi olsun. Ama siz 9 yaşındaki bir çocuğu, birinci 4 yıldan sonra eğer meslek seçimine yönlendirmeye başlarsanız, şu soruyu sorarım; ben kendi 9 yaşıma, çevremdeki ailelerin 9 yaşındaki çocuklarına bakıyorum, kaç tane 9 yaşındaki çocuğun bir mesleği tercih edebileceği bir birikimi, bilgisi var acaba? Veya bu toplumda kaç kişi 17 yaşında, 20 yaşında bir mesleğe karar vermiştir ki, 9 yaşındaki çocuğu siz yönlendiriyorsunuz? Onun kaderini 9 yaşında siz çiziyorsunuz? O yetkiyi de kendinizde buluyorsunuz? Bu çok yanlış.
- Dünyada nasıl peki?
Bir kere 4 yıl ilkokul yok. 5 artı 3 var. “Ya nereden biliyorsun bu kadar dünyayı?” diye sorabilirsiniz. Ben eğitimle ilgili dünyanın en gelişmiş otorizasyon kuruluşu olan Uluslararası Bakalorya Örgütü’nün (International Baccalaureate Organization) yıllarca dünya yönetim kurulunda görev yapmış, bu vesileyle dünyada pek çok okulu ve eğitim sistemini gözlemlemiş, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da, Amerika’da öğretmenlerle, velilerle konuşmuş bir kişi olarak bunu söylüyorum. Türkiye’de Uluslararası Bakalorya Otorizasyonu’nu alabilmek için gayret sarfeden çok sayıda okul var. Kaç tanesi almış bu otorizasyonu peki? Sadece 40 tanesi! Şimdi dolayısıyla benim herkesin birikimine saygım var. Ama benim de bu konuda birikimim var. Bu birikimi kurduğum okullar da anlatıyordur. Bütün bu birikimle 4+4+4’ü, 12 yıl zorunlu eğitimi tamamen destekliyorum. Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkartılması doğru bir karardır. Ama kesinlikle okulda olması gerekir.
- 4+4+4’ün evden öğrenime olanak tanıması neden yanlış?
Okul sadece bilgi aktarılan bir ortam değildir. Çocukların akranlarından öğrendikleri çok şey vardır. Sosyal ortam çok önemlidir. “Efendim, evden öğrenim de olabilir” diyenler var ya, hayır olmaz. O zaman çocuğun kafasına sadece birtakım bilgileri aktarıyorsunuz. “Matematiği, Türkçe’yi evden öğrensin, ben eve hoca çağırayım!” Peki ne olsun? 4’üncü sınıftan sonra evden çıkmasın! O çocuk, bilgi yükleyerek gelişmez. O çocuk, akranlarınla bir arada olarak pek çok şeyi öğrenir. Birlikte öğrenmek diye bir kültür var. Eğitimde, bilimsellikte bu var.
- Amerika’da da evinden çocuğunu eğitmeye çalışan muhafazakârlar var...
Onlar da yanlış yapıyor. Çünkü biz çok iyi biliyoruz ki çocuklar her şeyi yetişkinlerden öğrenmiyor. Deneyerek, yaşayarak, birbirleriyle konuşup fikir alışverişi yaparak öğrenilen bilgiler, okuyarak öğrenilenden çok daha kalıcı oluyor. Çünkü o zaman üç duyu, beş duyu birden devreye giriyor. Okuyarak öğrendiğiniz zaman, sadece görerek, takip ederek öğreniyorsunuz. Duyarak öğrendiğiniz zaman, görme artı duyma duygusuyla biraz daha zenginleşiyor öğrenme. Yaşayarak, yaparak kısmını da koyduğunuz zaman işin içine, kalıcılığı çok daha fazla oluyor bilginin. Siz gördüğünüz bir şeyi mi daha çok hatırlıyorsunuz, duyduğunuz bir şeyi mi? Yoksa hem görüp, hem duyduğunuz, hem de yaşadığınız bir şeyi mi? Bütün bunlara bakarak 12 yıl kesintisiz eğitimin okulda olması gerekiyor diyorum. Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkartmanın avantajı var, onu kabul ediyorum. Ama çok düşünülmeden, üzerinde tartışılmadan, eğitim dünyasının içindeki birikimli insanların görüşlerini almaksızın yapılan bu değişimin yararlı olduğunu düşünmüyorum.
- Sadece o kadar mı? Zararı da olmaz mı?
Bir yerde zararlı olduğu da ortaya çıkabilir. Ama benim görüşüm en yumuşak haliyle yararlı olmadığı yönündedir. Pek çok şey yaşanmaya başladığı zaman açıklık kazanıyor. Mesela şimdi beşinci sınıfların sınıf öğretmenleri, binlerce sınıf öğretmeni, sınıf öğretmeni olamayacak. Çünkü ilköğretimden 5’inci sınıf kalktı. İlkokul artık 4 yıl. Beş, altı, yedi, sekiz de orta öğrenim oldu. Orta öğrenimde sınıf öğretmenleri yok. Şimdi o sınıf öğretmenlerinin üstünü çizdik. Peki neden ilkokul 4 yıl? Hangi bilimsel veriye göre 4 yıl? Birisi bana bunu açıklasın. Neden ilk başta, okula başlama yaşı 60 aydı? Sonra 66 aya çıkarttılar? Çünkü bu yanlışın büyük bir yanlış olduğunu gördüler. “Bir 6 ay taviz verelim” dediler.
- Peki 66 ay ilkokula başlamak için yeterli mi?
Hayır, yeterli değil. Çocuğun kas becerileri, motor becerileri, doğal gelişimleri 66 ayda birinci sınıfa başlaması için yeterli değil.
- İngiltere’de de 5 yaşında başlanıyor okula...
İngiltere’de 5 yaşta başlıyor tamam. Peki İngiltere’yi mi örnek alacağız, yoksa Avrupa’daki diğer ülkelere de bakacak mıyız?
- Mesela Norveç, Fransa ve Almanya’da kaç yaşında başlıyor çocuklar okula?
Pek çoğunda 72 ay ve yukarı yaşta. Belçika, Danimarka ve İsveç’te 72 ayda... Avrupa’yla da sınırlı tutmayalım. Bütün dünya nüfusunun yüzde 62’sinde okula başlama yaşı 72 ay. Yüzde 20’sinde ise 72 ayın altına iniyor. Yani biz bir azınlık grubun içine girdik. Bunun da temelinde nasıl bir bilimsel çalışma var bilmiyorum. Dünyadaki 126 ülkede 6 yaşında başlıyor okul. 4 yaşta başlayan 1 ülke var. 5 yaşta başlayan 29 ülke var. Eğer 204 ülke içinde 173 ülkede çocuklar okula 6 yaş ve üzerinde başlıyorsa, o zaman niye diretiyoruz? Ne yapmaya çalışıyoruz?
- Peki ya öğretim süresi nasıl?
Dünyada ilköğretim süresi 4 yıl olan 26 ülke, 5 yıl olan 23 ülke var. 6 yıl olan ise 126 ülke var. Bizim 4 yıla indirdiğimiz ilköğretim süresinden bahsediyoruz. UNESCO’nun, BM’nin hazırladığı tablolardan bahsediyorum size. Peki madem erken başlatıyorsun okula, neden 4 yılla ilköğretimi sınırlı tutuyorsun da, ikinci 4 yılda daha farklı bir eğitim getiriyorsun? Bunun da yanıtı yok.
- 28 Şubat’a karşı rövanşist bir hamle olduğu söyleniyor bunun?
Dediğim gibi niyet okumak istemiyorum.
- Bence askerin yaptığı en önemli şeylerden biriydi sekiz yıl kesintisiz eğitim...
Bence de önemli bir adımdı. Eğitimi 12 yıla çıkartmak da önemli. Ama bu değişiklik de 12 yıla tam çıkartmıyor. Diyor ki, açıktan liseye gidebilirsin, evden öğrenebilirsin. Bütün bunlar dediğim gibi merkezden tasarlanan eğitim sisteminin şimdi farklı bir şekilde yön değiştirmesidir.
- Zaten Başbakan da, “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” diyor. Dolayısıyla bu model de ona uyan bir model. Öyle mi?
Bana öyle gözüküyor.
- Peki 66 aylık çocuklar bugün okula başlıyor. Nasıl bir tabloyla karşılaşacağız sizce?
Daha şimdiden bilişsel ve motor becerilerinin bu yaşta kazanılamayacağını gördüler, o zaman merkezden yine bir anlayış çıktı, dedi ki, “Okuma yazma öğrenmesi önemli değil çocuğun. Onu mart ayına, nisan ayına kaydıralım.” Eskiden hedef aralık ayı sonunda okuma yazmayı öğretmekti. Şimdi 4-5 ay daha ileriye attılar. Peki anaokulunu neden kaldırdın? Eğer okul öncesi eğitim bu kadar önemliyse neden anaokulunu yok ettin? Neden bunu ilkokul yaptın?
- Sizce neden? Mizah dergisi Gırgır’ın bu haftaki kapağında sebebin İmam Hatip Okulları’nın önünü açmak olduğu anlatılıyor.
Bu sorunuza cevap vermek zor. Hakikaten niyetlerini bilmiyorum. Ama bazı konuşmaları dinlediğim zaman, onlarla bağladığımda kafamın arkasına başka şeyler geliyor. Mesela ilköğretimin 4 yılla sınırlanması ve 5 yaşında okula başlanıp, 4 yıl sonra 9 yaşında ilkokulu bitirip ortaokula başlanması ve ortaokula başlarken de farklı birtakım imkanların sunulması... Yani 9 yaşındaki bir çocuk isterse evden devam edebilir okumaya, isterse ortaokulda bir mesleğe yönelebilir. 10 yaşındaki bir çocuğu yönlendirmek biraz daha zor. Ama 9 yaşındaki çocuğun beynini, bileğini daha kolay bükebilirim. 9 yaşındaki çocuğun bileğini bükebilmem için 5 yaşında okula başlatayım, bunu da 4+4+4 ile yapayım, 9 yaşında bana teslim olsun, ben ondan sonra onu istediğim kulvarda, istediğim gibi koşturayım. Bence bunu tetikleyen karar bu. Yoksa bunun arkasında bir bilimsellik olduğundan değil. Bir yönetme ve benim istediğim yönde bir nesil olsun, stratejisi bu.
- Sizin bu söylediklerinizi destekler dersler de konuluyor. Dua, zikir ve secde gibi...
Ne işi var bunların okulda ya! Camide yapsınlar bunları. Niçin camide yapmıyorlar? Kuran kursları var. İsteyen çocuğunu gönderiyor. Bugün Türkiye’de eğer bu toplumun ihtiyacı gerçekten din ve dindar gençlik ise, çocukları Kuran kurslarına göndermek serbest, aileler neden göndermiyor? Veya niye daha fazla insan çocuğunu Kuran kursuna göndermiyor? Aç Kuran kurslarını camilerde, zikir, dua, secde öğret. Okula neden çekiyorsun bunu? Amaç nedir? Vallahi bence insanları bastırmanın en kolay yolunun din olduğunu düşünüyorlar.
- Şimdi bir de şöyle bir şey var. Bugün bir 66 aylık başlayanlar var okula, bir de 84 ayda başlayanlar... Yani henüz okuma yazmaya tam hazır olmayanlarla, beyin gelişimi, becerileri okuma yazmaya hazır çocuklar bir arada okuyacaklar. Arada 1.5 yaş fark var. Bu kadar fark olması da beraberinde başka sıkıntılar getirmeyecek mi? O 84 aylıkları geri çekmiş olmayacak mıyız bu sistemle? Onlara da sadece oyun oynatarak...
Tabii ki böyle başka sıkıntılar çıkacak ortaya. O zaman imkanı olan okullar iki ayrı şube yapacak. O şubenin birine üst yaş grubunu koyacak, birine alt yaş grubunu... Tabii ki okulun ihtiyacı doğrultusunda bu kararlar verilecek. Bunu yaşadıkça, okul yöneticilerinden, öğretmenlerden, velilerden ve Milli Eğitim’in içindeki yöneticilerden şikayetler geldikçe sistemde birtakım değişiklikler yapılacak. Ve bir sene içinde bu sistem değişecek.
- Bu kuşak ne olacak peki?
Onu bu kararı veren kişilere sormak lazım. Bugünün üstüne 10 ay koyun, gelecek sene, “Vallahi biz burada da bunu yaptık, şunu yaptık ve iyileştirmeye karar verdik” dediklerini okuruz.
© Tüm hakları saklıdır.