17 Aralık 2015 14:21
17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sonrası sözcüsü olarak anıldığı Gülen cemaati ile bağlarını koparan, yakın zamanda da hükümete yakın Star gazetesinde yazmaya başlayan Hüseyin Gülerce, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le İngiltere'deki üniversite yıllarında aynı odayı paylaşacak kadar yakın bir ilişkide olan Fehmi Koru'nun "Fethullah Gülen tarafından kumpasa geldiğini" iddia etti. Koru'nun, 17 Aralık sonrası Pensilvanya'ya giderek, kamuoyunda 'sulh mektubu' olarak anılan Gülen'in gerginliğin sona ermesine yönelik çağrısını getirdiğini hatırlatan Gülerce, şunları söyledi:
"Fehmi Koru gidiyor ve ona Cumhurbaşkanına götürmek üzere bir mektup veriliyor. Bir de ilave yapılıyor; “Başbakan da okusun” diyor. Fehmi Koru ayın 24’ünde dönüyor. Ayın 25’inde ne var? 25 Aralık darbesi var. Yani Gülen, hükümeti, Cumhurbaşkanını oyalamak için bir de mektup meselesi icat ediyor. Koru’nun iyi niyetlerle Pensilvanya’ya gitmesi (bence Alaattin Kaya devreye girdi) hükümeti oyalamak için Pensilvanya’nın kumpasıydı. Gülen, Koru üzerinden bir mizansen hazırladı ve hükümete karşı kumpas kurdu."
Akit'ten Mehmet Özmen'in sorularını yanıtlayan Gülerce'nin açıklamaları şöyle:
- Sizin için 17-25 Aralık’ın anlamı nedir?
Ben o gün de söyledim. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığının önünü kesmek için dört aşamalı planın bir parçasıdır. Bana göre 7 Şubat 2012 MİT krizi, arkasından Gezi olayları, arkasından 17-25 Aralık ve onun da arkasından MİT TIR’larının durdurulması var. Bu dört aşamanın arkasından 30 Ağustos yerel seçimler geliyor. Yerel seçimlerde hedef olarak AK Parti’nin tökezletilmesi var. Hiç unutmuyorum yerel seçimlere bir hafta kala cemaat tabanına ‘AK Parti’nin oyları yüzde 25.5’e düştü‘ diye yayıldı. Yani plan olarak AK Parti’nin oylarını yüzde 25’in altına düşürmeyi, Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyelerini AK Parti, CHP’ye kaptırıyor ve ardından 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan aday olamıyor. Planın bütün hedefi Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını önlemeye yönelikti. Dolayısıyla 17 ve 25 Aralık, ‘yolsuzluk ve rüşvet‘ kılıfı altında seçilmiş insanlara, AK Parti iktidarına, Erdoğan’a yönelik bir darbedir. O gün de hiç tereddüdüm olmadı bugün de yok.
- Peki sözünü ettiğiniz bu 4 aşamalı planı kimler hazırladı?
Erdoğan’ın önünün kesilmesi, AK Parti’nin tökezletip unutulması planı sadece AK Parti ve Erdoğan’la ilgili olamaz. Çünkü AK Parti’nin tökezlemesi ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olamamasının ardından siyasi bir kaos çıkacaktı. Bu kaosun ardından AK Parti’siz bir hükümet amaçlanmıştı. Türkiye’deki AK Parti iktidarından ve Erdoğan’dan başta İsrail, arkasından Amerika, arkasından Avrupa, İran rahatsızlık duyuyor. Fetullah Gülen ile bu ülkelerin istihbarat güçlerinin arasında nasıl bir organik bağı olduğunu bilemem. Fotoğrafa baktığım zaman Fetullah Gülen, İsrail ile Amerika’daki güç odaklarıyla, Avrupa’daki güç odaklarıyla, İran’la aynı fotoğraf karesinde duruyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde Fetullah Gülen kimlerle ve neleri görüşüyor? Bunu biz bilemiyoruz.
- 17-25 Aralık gecesi, sizin de içerisinde bulunduğunuz cephede, neler oluyordu?
17 Aralık’tan sonra hükümet bir şaşkınlık yaşadı. 17-25 Aralık arasında çok önemli olaylar oldu. En önemlisini biliyorsunuz. Abdullah Gül’ün Fehmi Koruvasıtasıyla Pensilvanya’da bir görüşme talep ettiği iddiasıdır. İddiası diyorum çünkü; 22 Aralık’ta Fehmi Koru Pensilyanya’ya gitti. 20 Aralık’ta ne olmuştu? 20 Aralık’ta Fetullah Gülen’in bedduası var; “Ocaklarına ateşler düşsün, yuvaları yıkılsın, önleri kesilsin” diye. Şimdi bedduanın üzerine nasıl oluyor da Gül’ün elçisi olarak Pensilvanya’ya geldiği söylenen Koru’ya Gülen bir sulh mektubu veriyor? Gazeteci ve Yazarlar Vakfı ne diyor? “Cumhurbaşkanı Gül Bir elçi gönderdi” diyor. “Hem kendi görüşlerini aktarmak, hem de Hocaefendinin görüşlerini almak üzere”. Ama Koru öyle demiyor. Koru, “Ben sıkıntıyı gördüm, kendiliğimden gittim” diyor. Şimdi olaylara bakınız. Koru gitmeden 1 gün önce beddua var... Gülen, Başbakan Erdoğan ile bütün ipleri koparmış. Fehmi Koru gidiyor ve ona Cumhurbaşkanına götürmek üzere bir mektup veriliyor. Bir de ilave yapılıyor; “Başbakan da okusun” diyor. Fehmi Koru ayın 24’ünde dönüyor. Ayın 25’inde ne var? 25 Aralık darbesi var. Yani Gülen, hükümeti, Cumhurbaşkanını oyalamak için bir de mektup meselesi icat ediyor. Koru’nun iyi niyetlerle Pensilvanya’ya gitmesi (bence Alaattin Kaya devreye girdi) hükümeti oyalamak için Pensilvanya’nın kumpasıydı. Gülen, Koru üzerinden bir mizansen hazırladı ve hükümete karşı kumpas kurdu.
- Size yansıyan olayların boyutu nedir?
Bana yansıyan şey, şahsımla ilgili olarak, “hükümette tanıdığın insanlar var sen aynı zamanda Fetullah Gülen’e de çok yakın görünüyorsun. Ne olur araya gir. Sen Başbakanla bir görüş arkasından da Pensilvanya’ya git. Bir arabuluculuk yap” denildi. Ben Ankara’da bir hamle yaptım. Fakat arabuluculuk rica ettiğim insanla görüşmeden çıkınca daha arabama binmeden Pensilvanya’dan Alaattin Kaya aradı: “Ne yapıyorsan orada kal, bir adım daha atma” dedi. Beni durdurdular. İyi ki benim hamlem boşa çıkartılmış, yoksa ben de Fehmi Koru’nun durumuna düşecektim.
- Peki bugün 17-25 Aralık süreci gerçekleşmiş olsaydı, nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık?
Eğer 17-25 Aralık darbesi gerçekleşmiş olsaydı AK Parti’nin yönetimine Fetullah Gülen damgasını vururdu. Onun istediği insanlar Başbakanlık ve bakanlık koltuklarına oturacaklardı. Bu insanlar Tayyip Bey’i Gülen’in telkinleriyle Türkiye’ye ihanet etmekle suçlayacaklardı. Hatırlayınız 17-25 Aralık sürecinde AK Parti’den istifa eden Ak Partili milletvekilleri de var. Yani o istifa eden milletvekillerinin bir kısmı bakan olacaklar. Biliyorsunuz, İdris Naim Şahin eskiden İçişleri Bakanıydı. Yani AK Parti’siz hükümet kurulamıyor. Erdoğan’ı devirdikten sonra AK Parti hükümeti tamamen Fetullah Gülen’in etkisinde bir hükümet olacaktı. Sonrasını ben düşünmek bile istemiyorum, Allah korudu. Biliyorsunuz HSYK ellerinde. Emniyet istihbaratı, terörle mücadele, kaçakçılık şubesi ellerinde. Emniyet, yargı, bürokrasi ve iktidar dörtlüsüyle Türkiye’de sesini çıkaranın işini bitirirlerdi. 17-25 Aralık darbesi gerçekleşmiş olsaydı bugün Türkiye’de Fetullah Gülen diktatörlüğünü yaşamış olacaktık. İşte o zaman asıl diktatörlük neymiş insanlar görürdü.
- Peki, 17-25 Aralık süreci başarılı olmuş olsaydı bugün Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pozisyonu ve Fethullah Gülen'in pozisyonu ne olurdu?
Ne olurdu? Fethullah Gülen'in Erdoğan'a düşmanlığı ortaya çıktı. "Firavun, Yezid, deccal,Nemrut" daha neler neler diyor. Beddua kasetinde yüzündeki kin ve nefreti gördük, o kadar kin ve nefretle dolmuş olan Gülen, Erdoğan'a neler yapmazdı? Yargı marifetiyle Tayyip Bey'i yargılayacaklardı. Öyle uydurma suçlar söyleteceklerdi ki insanlara Tayyip Bey'i cemaat tabanından nasıl Türkiye'nin en büyük haini diye anlattılarsa, bu defa bunu bütün Türkiye'ye anlatmaya başlayacaklardı. Sonra nereye kadar götürürler bu işi bilmiyorum. Ben bir şey söyledim biliyorsunuz. Mustafa Yeşil 30 Mart yerel seçimlerinden birkaç hafta önce Yalova’ya evime kahvaltıya geldi. Yanında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı da vardı. Yeşil dedi ki; " Tayyip Bey 30 Mart’ı göremeyecek. Ya akıl hastanesine gidecek ya da intihar edecek…”
-Ve size dün Erdoğan’ın intihar edeceğini söyleyenler bugün kayıplarda...
Niye kaçıyorlar? Bu 73 kişinin 63 kişisi kaçmış. İçlerinde profesörü, öğretim üyesi ve ilahiyatçı var. Biliyorsunuz bu gözaltına alınanlar arasında en çok itirafçıların anlattıkları gündeme gelmeye başladı. Mehmet bey şu anda binlerce itirafçı somut şeyler anlatıyorlar. Bu kaçanların hepsi, bu itirafçıların anlattıkları gerçeklerden ürktükleri için kaçıyorlar. Bir insan bir şey yapmamışsa istediği kadar iftira atılsın tutmaz ki..
-Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan 17 Aralık sürecini yaşamamış olsaydı Gülen ile hükümet işbirliği yine devam eder miydi?
Hayır etmezdi. Çünkü 7 Şubat MİT krizinde Tayyip Bey olayı gördü. Zarar verme hamlesinin devamının geleceğini söyledi. Zaten 7 Şubat’ta Tayyip Erdoğan başbakan iken “bunun arkası gelir artık bunlar durmazlar” dedi. Tayyip Bey 7 Şubat’ta aslında şaşırmayan tek kişiydi. Ama hükümette, Meclis Grubunda şaşıran çok oldu. Tayyib Bey’e Gezi olaylarında da destek çıkmadılar. AK Parti içinden hem de en güvendiği insanlar Erdoğan’ı yalnız bıraktılar. Bir tek Melih Gökçek kaldı yanında dimdik duran. Bunu açıkça söyleyebilirim.
- 17-25 Aralık darbe girişiminde CHP nasıl bir rol üstlenmişti?
Tayyip Erdoğan en zor günleri 17 Aralık döneminde atlattı. Olayı gördü, zihninde hiçbir tereddüt kalmadı. Hâlâ birileri “okulları, eğitim kurumları, medyaları var etmeyelim eylemeyelim” diyordu. 17-25 Aralık’tan sonra CHP genel kurul toplantısında tapeler gösteriliyordu. Ertesi gün bunu Zaman gazetesi sayfa sayfa haber yapıyordu. Zaman gazetesi, Fetullah Gülen, CHP ile o dönem paslaşıyorlardı. 17-25 Aralık meselesinde aslında cemaatle CHP işbirliği yaptılar. Nasıl işbirliği yaptılar? Kılıçdaroğlu, CHP Grup toplantısında Tayyip Bey ile ilgili montajlanmış telefon konuşmalarını seyrettiriyordu. Onları başka türlü haber yapamayan Zaman gazetesi, CHP grup toplantısı diye haber yapıyordu. Yani CHP ile cemaat arasındaki işbirliği 30 Mart yerel seçimlerinden önce başladı.
- 17-25 Aralık sürecinde siz Zaman gazetesinde yazmaya devam ediyordunuz. O süreçte ki yazdıklarınızdan keşke şunu yazmasaydım bir pişmanlığınız var mı?
Yazılarıma bakılırsa 25 Aralık’tan sonra ben kararımı kesin verdim. Kendi konumumu, duruşumu ve onurumu zedelemeden Zaman’dan ayrılmak istedim. Yani “bana ihanet etti, hainlik yaptı” damgası vurmasınlar, etkimi azaltmasınlar, itibarsızlaştıramasınlar diye, ben yavaş yavaş kenara çekildim. Ama şunu hatırlatayım, 25 Aralık’tan sonraki ilk programımda, Mehtap TV’de, 25 Aralık’ın “bir darbe” olduğunu canlı yayında söyledim. Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan, bu söylemim karşısında, “senin ne dediğini kulakların duyuyor mu?” dediler.
-17 Aralıktan bir sonraki gün yazdığınız yazıda, Hakan Şükür'e yapılan durumu anlatıyorsunuz ve "Hakan Şükür'ü karalama kampanyası başlatanlar, bilsinler ki şimdi o hizmetin cesur yürekli bir kahramanıdır. Bir de bu açıdan bakılsın derim." Yazdığınız bu yazıdan dolayı bir pişmanlığınız var mı?
Hakan Şükür’ü yazımda savunduğumdan dolayı pişmanım. Çünkü 25 Aralık’tan, yazımı yazdığım tarihte haberimiz yoktu. 17 Aralık’ta işin boyutları şaşırtıcıydı. Ama 25 Aralık, Başbakanın oğluna yönelik, ailesine yönelik bir cinnet hali, görülmemiş bir cüretle darbe girişimiydi. Yani artık bu işin lamı cimi kalmamıştı. O süreçte pişman olduğun tek yazı Hakan Şükür’le ilgili olan yazımdır.
- Peki, Hakan Şükür’e dair yazdığınız yazıdan neden pişman oldunuz?
Daha sonra Hakan Şükür'ün Fethullah Gülen'in kurşun askeri gibi konuştuğunu, davrandığını görünce o yazdıklarımdan pişman oldum. Hakan Şükür bir Fethullah Gülen uydusu gibi onun etrafında dönen, kendisi olamayan, kendi fikri olmayan bir insan tavrı sergiledi. Bu beni hem üzdü hem de, o yazıdan dolayı böyle bir insan savunduğum için bana ciddi pişmanlık yaşattı.
- Peki, 17-25 Aralık sürecinde Erdoğan değil de Süleyman Demirel ya da Bülent Ecevit başbakanlık koltuğunda olsaydı Fetullah Gülen’in tavrı aynı mı olurdu?
Tayyip Bey’e neden 17-25 Aralık’ta darbe yapıldı? Tayyip Bey Fetullah Gülen’i çözdü. Gülen’in önünü kesmeye başladı. Süleyman Demirel ya da Ecevit olsaydı, Gülen’in önünü kesmediği sürece Gülen onlara ilişmezdi. Fetullah Gülen Tayyip Bey’in geri adım atmayacağını gördü ve savaş kararı aldı. Onun için Fetullah Gülen’in, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün haberdar olduğu Fehmi Koru ziyaretinde sulh falan aradığı yoktu. O aslında sulhu bitirmişti. Savaşın düğmesine basmıştı ve sonuna kadar savaşacaktı. Şimdi de savaşmaya devam ediyor.
© Tüm hakları saklıdır.